Sibel Arna

Doktor 1300 cc diyor bizimki 300 cc içiyor

26 Şubat 2011
Maşallah deyin ama Rüzgar 13 kilo. Geçen hafta sağlıklı olabilmesi için kilosu başına 100 cc yani toplamda 1300 cc su içmesi gerektiğini öğrendim. Ve yıkıldım. Çünkü Rüzgar 300 cc’yi bile zor içiyor

Annelerin biberona gerek duymadan kolayca kullanabilecekleri, bebeklere özel korumalı ambalajında bir su piyasaya çıktı. Özellikle ev dışı tüketimde rahatlıkla kullanılabilecek bir alternatif olan Hayat Su, 6-24 aylık bebekler için. Annelerin hijyen konusundaki hassasiyeti sebebiyle çift korumalı kapakla hazırlandı. İstanbul Üniversitesi’nin raporuna göre bebeklerin içimine uygun. Sakarya kaynağından çıkıyor ve el değmeden kaynağında şişeleniyor. Mama hazırlarken de kaynatmadan kullanılabiliyor. Kaynayan suyun soğumasını beklemekten usanan anneler bunun ne büyük avantaj olduğunu bilir.
İşte bu ürünün tanıtımı sırasında, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Benal Büyükgebiz’de çok çok önemli bir şey öğrendim. Meğer bebeklerin su ihtiyacı yetişkinlere oranla üç kat daha fazlaymış. Bebeklerin günde kilo başına 100 cc su tüketmeleri gerekiyormuş. Düşünsenize, eğer aynı formülü yetişkinlere uygulanacak olursa 70 kilo ağırlıktaki bir yetişkinin günde 7-10 litre su içmesi gerekiyor. Bu da bir bebeğin sıvı almasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
“6-24 ay arasındaki bebeğin su ihtiyacı 750-1500 cc arasında değişir” diyor Büyükgebiz. İlk altı ayda su veya sıvı ihtiyacının tamamen anne sütüyle karşılanması gerektiğini vurguluyor ama altı aydan sonra ek besinlere başlayınca bebeğin anne sütünün yanında su da içmesi gerektiğini söylüyor. Neden mi? “Çünkü bebekler ilk iki yıl içinde daha fazla kusar ve daha sık ishal olur. Daha fazla sıvı kaybeder. Susadıklarını kolay kolay anlamazlar, anlasalar da dile getirmek de zorlanırlar.”
Evet 1,5 yaşından sonra bazı çocuklar su diyor, su diyemezse “buu” diyor, “mama” diyor, bazıları Rüzgar gibi “öhöö öhöö” yaparak su istiyor ama yine de su vermek için çocuğun istemesini beklememek gerekiyormuş. Gün içinde sık sık teklif ederseniz su tüketimini arttırabilirsiniz. Bir de ne yapın edin su biberonunu her zaman çocuğun kolay ulaşabileceği bir yerde tutun. Kısa sürede gidip gelip içmeyi alışkanlık haline getirecek, diyorlar. Ben de buna duacıyım. www.bebegimlehayat.com.

DİKKATE DEĞER BİR DUYURU

Bayer Schering Pharma, Türkiye MS Derneği ve İzmir MS Derneği ile birlikte, Sağlık Bakanlığı’nın izniyle, çocuklar için bir resim yarışması düzenliyor. Öyle sıradan bir resim yarışması değil. Katılacak çocuklarda 6-16 yaş grubundan olmaları ve kendisi ya da çevresinde MS hastası olması şartı aranıyor. Biliyorsunuz, MS çok zor bir hastalık. Hastalığın iyileşmesi ve kurtulmak gibi bir şey şimdilik yok. Sebebi bilinmeden ortaya çıkıyor ve hayat boyu bu hastalıkla yaşanıyor. Hastalığın geç teşhis edilmesi halinde fiziksel engeller ve yatalak olma hali görülüyor ve tabii bu durumlar çocuklar için çok zor. Özellikle genç kadınlarda rastlanan bir hastalık olduğundan, annesi MS olan çocukların yaşadıkları gerçekten büyük travma.
Resim yapmanın, zorlu bir hastalıkla henüz küçük yaşlarda tanışmış çocukların kendilerini ifade etmeleri için önemli bir araç olacağı düşüncesiyle düzenlenen yarışma, 6-10 ve 11-16 olmak üzere iki farklı yaş kategorisinde. Yarışmanın sonuçları 23 Nisan’da açıklanacak.

Yazının Devamını Oku

Ben miyim ceza veren, resmen taş oldum

19 Şubat 2011
Rüzgar’a ilk cezasını verdim. Öyle bir geri tepti ki o bana hayatımın dersini verdi Geçen hafta bugün doğum günümdü. Her gün yedi ile yedi buçuk arasında uyanan Rüzgar sabah 6.30’ta uyanarak günün ilk hediyesini verdi. Kalktım tabii. Her sabah yaptığımız rutin işlerle gün başladı. Popo yıka, pijamaları çıkar, eşofmanları giydir, kahvaltısı hazırla, yedir ve oynamaya başla... Tam sepetteki ördekleri bulmaca oynuyorduk ki, günün ilk kakası geldi. İşini bitirdikten sonra elimden tuttu, beni banyoya götürdü. Temiz çocuk, yıka diyor... Yıkadık tabii. Temiz bezi bağladık, oyun alanına geri döndük. Kare, üçgen, daire hepsi kendi yerine oynuyorduk daha yirmi dakika bile geçmemişti, ikinci kaka geldi. Yine kalktık, yine banyo. Birincisi de hiç fena değildi ama bu ikinci kaka gerçek bir doğum günü hediyesiydi. Rüzgar doğduğundan beri bu kadar çok kaka yapmamıştı diye tarif edeyim, siz tahmin etmeye çalışın... İkimizin de kıyafetlerini tamamen değiştirmesi gerekti. Yer gök bok oldu yani.

MELEKLER KOLUNDAN TUTTU

Derken benim karnım acıktı, bu arada baba uyandı. Annenin kahvaltı hazırlama vakti geldi. Ben bir yandan çay demlemeye diğer yandan ekmek dilimlemeye, beriki yandan domates, peynir kesmeye çalışırken Rüzgar mutfakta saatli bomba gibi dolaşıyor. Çekmeceleri açıyor, dolaplardan tencereleri çıkarıyor, çatal bıçakları etrafa saçıyor... “Oğlum dur”, “Rüzgar onu ellemiyoruz”, “Yapma”, “Hayır” gibi kelimeler havada uçuşuyor ama dur durak bilmiyor. Derken ulaşacağını asla tahmin etmediğim bir dolabı açtı ve abartmıyorum iki saniye içinde iki büyük cam kaseyi yere attı. Tuzla buz!
Rüzgar cam kırıklarının tam ortasında ağzı açık bir şekilde kalakaldı. Panik ve korkuyla hemen kucakladım. Kızdığımı anlasın diye odasına götürdüm, “Cezalısın” dedim ve karyolasına koydum. Kapıyı kapatarak odadan çıktım, kapıyı kapattım. Yine abartmıyorum tam beş saniye sonra odanın kapısı açıldı ve Rüzgar sırıtarak çıktı. Hayatımda hiçbir an o anki kadar taşa dönmemiştim yemin ediyorum. Dondum. Bir an karyolasına koyup koymadığım yönünde şüpheye düştüm. Ama koymuştum. Peki nasıl inmişti? Bacağını parmaklıkların üzerine nasıl geçirmişti? Boyu yetmiyordu ki daha... En fenası paldır küldür yuvarlanmadan, kafasını gözünü kırmadan inmeyi nasıl becerebilmişti? Belli ki cezalısın deyip odadan çıkınca delirmişti. Zıplayıp, yatak korumalarından güç alıp kendini aşağı salıvermişti. Ve kesinlikle inanıyorum ki melekler kollarından tutup indirmişti. Sen misin ceza veren, Rüzgar bana hayatımın dersini vermişti!
Yazının Devamını Oku

Kahvaltı meselesi

12 Şubat 2011
Çocuklarına kahvaltı hazırlamayan, ellerine poğaça tutuşturup okula yollayan anneler, onlara vicdansız dediğim için beni suçluyor. Vakit yokmuş, dişi kuşlar artık çalışıyormuş, çocuklar kahvaltı yapmak istemiyormuş, ballı yumurtalı kahvaltı için çok para lazımmış, Rüzgar büyüsün beni de göreceklermiş. Bence bunlar sorunun asıl nedeni değil. Sorun her zamanki gibi eğitim 2008’den beri Türkiye genelinde ilköğretim okullarını gezip çocuklara dengeli beslenmeyi öğretmeye çalışan Banvit Kurumsal Gelişim ve İletişim Direktörü İlgi Görener’in iki hafta önce bu köşede yer verdiğim sözleri olay yarattı. Ne demişti Görener: “İlköğretim çağındaki çocukların yüzde sekseni kahvaltı etmeden okula gidiyor. Anneleri kahvaltı hazırlamıyor, ellerine bir poğaça tutuşturup okula gönderiyor.”
Bu anneleri vicdansız ilan ettim diye pek çok anne bana kızdı. Ama ne kızmak! Birçoğu mail atıp mecbur kaldıklarını söylemiş. Sizi de göreceğiz diye çıkışmış. Çocuktan erken kalkıp işe gitmek zorunda olduklarından, çocuklarının kahvaltı etmek istemediğinden yakınmış. Birçoğuysa peynir, ekmek, bal almak o kadar kolay mı, diye sormuş. Üzgünüm ama ben bu işin parayla pulla ilgisi olmadığını düşünüyorum. Pastaneden alınan bir poğaçanın fiyatı 50 kuruşla 1 lira arasında. Beşle çarparsak haftada 2,5-5 lira zaten poğaçaya veriliyor. Az mı? Üstüne üç-beş lira daha ekleyerek en azından beyaz peynir, ekmek ve yumurta alınamaz mı? Bu iş daha çok alışkanlık meselesi. Çocuklara kahvaltı eğitimi verip vermemekle ilgili. Onlara kahvaltının önemini anlatacak doğru yollar bulmamız gerekiyor.

KAHVALTI İÇİN SOSYAL SORUMLULUK

Sana ve TOÇEV’in işbirliği yapıp, geçen Ocak’tan beri bu konuyla ilgili bir sosyal sorumluluk projesi yürüttüğünü biliyor musunuz? ‘İyi Beslenmek, İyi Gelecek’ adlı projeyle okullarda gıda paketleri dağıtılıyor ve dengeli beslenmede kahvaltının önemi vurgulanıyor. Beş milyondan fazla çocuğa ulaşmak üzereler. Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı’nın yönlendirmesiyle TOÇEV tarafından belirlenen çocuklara bir yıl boyunca her ay peynir ve süt gibi kahvaltılık besinlerle temel besin öğeleri içeren gıda paketleri gönderdiler.
Pedagoglar tarafından hazırlanan anketlerle çocukların fiziksel ve sosyal gelişimleri takip ettiler. Uzmanlar panellerde yeterli ve dengeli beslenme konusunda anneleri eğitti. Sinop’ta başlayan ve Çankırı’da devam eden proje kapsamında ziyaret edilen 4 bin 50 çocuk arasından 500 çocuk ve 1350 aile arasından 202 aileye toplam 8 bin 424 gıda paketi ulaştırıldı. İyi Beslenmek İyi Gelecek paneliyle 500 aileye kahvaltının ve sağlıklı beslenmenin çocukların gelişimindeki önemi anlatıldı. Çalışmalar hala sürüyor.

ÜNLÜLERDEN TAM DESTEK

Projenin bir de tanıtım filmi var. Ünlü yönetmen Çağan Irmak ve hayranı olduğu Hülya Koçyiğit bir araya geldi. Diğer gönüllü ünlü annelerse: Aslı Şen, Begüm Şen, Çiğdem Hitay, Deniz Berdan, Ece Kıral, Emek Külür, Gülay Kamaz, Hülya Kalyoncu, Nalan Salur ve Reyhan Gülman. Bu anneler Lucca’nın mönüsünden seçtikleriyle ‘İyi Beslenmek, İyi Gelecek’ özel mönüsü oluşturdular. Bu mönü 1 Mart’a kadar Lucca’da servis edilecek ve geliri TOÇEV tarafından proje için oluşturulan fona aktarılacak.
Yazının Devamını Oku

Can’ın annesi nasıl ölebilir?

5 Şubat 2011
Ne oluyor ya? Bu ne demek oluyor? Daha iki yaşına bile basmamış bir çocuk nasıl annesiz kalabiliyor? Defne gibi bütün gözeneklerinden hayat fışkıran bir kadın nasıl ölebiliyor?

Kötü haberi aldığım andan beri Defne’nin oğlu Can’ın yüzü gözümün önünde... Şimdi o ne yapacak? Düşünün, o Defne gibi eğlenceli bir kadının oğlu. Birlikte oyun oynadıkları anları düşünmeye çalıştıkça kahroluyorum. Kim bilir Can’ın hayal gücünü geliştirmek için ne numaralar yapıyordu! Onu ne çok güldürüyor, nasıl güzel seviyordu? 

Çok iyi baktığına, üstüne titrediğine hiç ama hiç şüphem yok. Bu konuda laf söyleyen, saçma sapan fanteziler üreten, hiçbir şeye saygısı olmayan, beyni de ruhu da örümceklenmiş insanlara çok şey söylemek istiyorum. Ama susuyorum.  
Defne’yi şahsen tanıdığımda Can 16 aylıktı. Yani bundan dört ay önce... Yok Böyle Dans projesi için bir araya gelmiştik. Birbirimize ‘Merhaba’ dedikten üç dakika sonra hâlâ bebeğine süt verdiğini anladım. Çünkü benim de emzirdiğim zamanlarda yaptığım gibi, ikide bir göğüslerinin sütle dolup dolmadığını kontrol ediyordu. Oğlu çoktan bir yaşını geçmişti ama sütten kesmeye kıyamıyordu. Anne sütünün mucizesine, anne ve çocuk arasındaki tutkal etkisine inanıyordu. “Bana kalsa 18 yaşına kadar emziririm” diye de şaka yapıyordu.

FAZLASI VARDI EKSİĞİ YOKTU

Yok Böyle Dans projesine kadar 7-24 oğluyla vakit geçiren, hatta ilk 5 ay anne, kayınvalide ve bakıcı yardımı olmadan oğlunu büyüten bir anneydi Defne. Yarışma sırasında yaşadığımız sorunlar ortaktı. Provaları oğlanların uyku saatine denk getirmeye çalışıyor, evlerimize yakın diye genellikle Tan Sağtürk’ün okulunda çalışıyorduk, geceleri düzgün uyuyamadığımız için gündüzleri de ruh gibi geziyorduk... Bu tempo yüzünden onda süt müt de kalmamıştı tabii. Tatlı bir bakıcı ablası vardı Can’ın... Defne herkesle olduğu gibi onla da yakın arkadaştı. Biz canlı yayındayken her fırsatta arar, Can’ın ne yaptığını sorardı. Yani anne gibi anneydi. Fazlası var eksiği yoktu.   

SADECE MUTLU OLMASINI İSTERİM

Tüm bunları di’li geçmiş zamanla yazdığıma onun artık bu dünyada olmadığına inanamıyorum. Ve sabahtan beri, ben ölsem Rüzgar’a ne olur, diye düşünmeden edemiyorum. Beni yan odaya, hatta tuvalete bile yalnız göndermeyen çocuğuma kim nasıl anlatabilir toprak olduğumu... Şimdi Can Kılıç’a kim nasıl anlatacak Defne’nin yokluğunu... Benim babaannem yok. Babam iki yaşındayken ölmüş. Bugün 56 yaşında olan babamın neden annesiz büyüdüğünü hiç anladığını zannetmiyorum. Hâlâ geceleri uyumak için tavana bakarken “Neden ben” diye söylendiğini biliyorum...  

Tanrım işine karışmak gibi olmasın ama bebeklerin annelerini biraz geç alsan yanına olmaz mı? Hiç olmazsa konuşmaya başlasaydı... Derdini anlatsaydı...

Yazının Devamını Oku

Annelerin yüzde sekseni kahvaltı hazırlamıyor

29 Ocak 2011
Bunu ben değil Banvit Kurumsal Gelişim ve İletişim Direktörü İlgi Görener söylüyor. Nereden mi biliyor? Çünkü 2008’den beri Türkiye genelinde ilköğretim okullarını gezip çocuklara dengeli beslenmeyi öğretmeye çalışıyor. Çocukların yüzde sekseninin ellerine bir poğaça tutuşturularak okula gönderildiğini anlatıyor. Kulaklarıma inanamıyorum, bu annelik mi? Akıllı Çocuk Sofrası, Banvit’in 2008’de başlattığı, ilköğretim okullarında okuyan çocuklara yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığını kazandırmayı hedefleyen sosyal sorumluluk projesinin adı. Milli Eğitim Bakanlığı işbirliği ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nün danışmanlığında hayata geçirilen projenin birinci faz eğitimleriyle geçtiğimiz dönemlerde Adana, Ankara, Antalya, Bursa, İstanbul ve İzmir’de 862 bin 80 öğrenciye ve 20 bin civarında öğretmene ulaşılmıştı. Yeterli ve dengeli beslenmenin yanı sıra fiziksel aktiviteyle temel hijyenin önemi konularında eğitimlerin verildiği proje, tamamlanan yüzyüze eğitimlerinin ardından çocuklarla www.cemilecemile.com üzerinden buluşmaya devam etmişti.
Banvit Kurumsal Gelişim ve İletişim Direktörü İlgi Görener ile ikinci fazı konuşmak üzere buluştuk. Görener ikinci faz eğitimlerin çok daha eğlenceli olduğunu söylüyor. Çocuklar içeriği daha iyi kavrayabilsinler diye, eğitimi oyunlarla aktarılan yeni bir modele dönüştürmüşler. Oyunlar Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Pınar Bayhan tarafından hazırlanmış. Banvit proje öğretmenlerinin eğitimleriyse yine aynı bölümün öğretim görevlisi Semra Şahin tarafından gerçekleştirilmiş. Eğitimin sonuna da Ekol Drama Sanat Evi tarafından hazırlanarak sahnelenen fantastik çocuk oyunu eklenmiş. ‘Cem ile Cemile Gizli Bahçe’de isimli oyun, çocukların hayal güçlerini harekete geçirerek hem eğlenip hem de öğrenmelerine olanak sağlamayı hedefliyor. Hikaye uzay çağında geçiyor ama sorunlar hep aynı. Cem ve Cemile lezzetsiz ve sağlıksız besleniyor.

HEDEF ÜÇ YÜZ BİN ÇOCUK

Eğitimde bir de sihirli tabaklar var. Eğitim materyallerinden biri olan kâğıt tabaklar, bir öğünde alınması gereken besin grupları için bölümlendirilerek çocuklara veriliyor. Eğitimin bir parçası olarak bu tabaklardaki bölümlere, beslenme piramidinde yer alan besin gruplarına dahil yiyecekler resmediliyor. Böylece bir öğünde almaları gereken yararlı gıdaları dengelemeyi, yani gruplamayı öğreniyorlar.
2010-2011 döneminde sadece İstanbul’da gerçekleştirilecek eğitimlerle yıl sonuna kadar üç yüz bin çocuğa ulaşılması hedefleniyor. İstanbul’daki eğitimler, belirlenen okullarda dört aşamada yürütülecek. İlk aşamada formasyonlu 22 profesyonel eğitmen tarafından verilecek eğitimler, drama ve oyun yöntemiyle aktarılıyor. İki hafta sonra aynı okullara yapılacak ikinci ziyarette, farklı oyunlarla bu eğitimlerin kısa bir tekrarı yapılarak, bilgilerin daha da pekiştirilmesi sağlanıyor. İkinci hafta eğitimlerini takiben tiyatro salonları uygun olan okullarda eğitimin ana fikrini vurgulayan fantastik tiyatro oyunuyla çocukların, bilgileri bir de görerek anlayabilmeleri sağlanıyor. Son aşamadaysa okullarda Akıllı Çocuk Sofrası ‘gönüllüleri’ aracılığıyla kulüp çalışmaları yürütülecek. Bu aşama, beslenme bilincinin öğrencilerde tam olarak yerleşmesi için yıl boyunca, hem okullarda hem de www.cemilecemile.com’dan yapılacak çalışmaları ve yarışmaları kapsıyor. Projenin son fazı sayesinde Akıllı Çocuk Sofrası tam anlamıyla sürdürülebilir bir özellik kazanıyor.
İşin teknik kısımları bunlar...
Gelelim sorunun büyüklüğüne ve kaynağına. Görener’in sohbetimiz esnasında söylediği bir söz beni dehşete düşürdü. Ona göre ilköğretim çağındaki çocukların yüzde sekseni evlerinde kahvaltı yapmıyor. Anneleri ellerine bir poğaça verip okula yolluyormuş. Giderek artan yetersiz ve dengesiz beslenme, gelişim bozukluları ve obezite gibi sorunlar da bu noktada başlıyor ya zaten. Peki annelik hangi noktada bu kadar vicdansızlaşabiliyor? Kahvaltı hazırlamakta ne var yahu? Evladınızın o kimbilir hangi yağla pişirilen poğaçaları yemesine; yumurta, bal, peynir yemeden güne başlamasına nasıl vicdanınız el veriyor?
Yazının Devamını Oku

Cerrahpaşa’ya sihirli değnek değdi

22 Ocak 2011
Fotoğraflara dikkatlice bakın. Koskoca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin kadın hastalıkları ve doğum kliniği neydi ne oldu, iyice inceleyin. Ve daha da iyi olması için lütfen yardımlarınızı esirgemeyin!

Bir anne nasıl bir ortamda doğum yapmak ister? Bu soruya pek çoğumuz “Temiz olsun yeter” diye cevap veririz şüphesiz. Odasına manzara isteyenler, suit oda diye tutturanlar, plazma ekran televizyonsuz yapamayanlar, klasik müzik yayını olmadan duramayanlar bu noktada konu dışı kalıyor. Çünkü bahis konusu hastaneye girince bakın göze ilk neler çarpıyor: Sıvası kalkmış pis duvarlar, akan tavanlar, patlamış su boruları, kırık dökük yataklar, fazlasıyla rutubetli, kötü kokulu, hijyenden uzak mı uzak bir ortam. Burası Güneydoğu’nun imkanları kısıtlı ücra bir hastanesi değil, İstanbul’un göbeğindeki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği.

Daha doğrusu eskiden bu haldeydi. Pınar Reyhan önderliğindeki Hürriyet Aile ekibi, Prof. Dr. Rıza Madazlı’yla işbirliği yaptı ve kliniği baştan sona yeniledi. Öyle çok değişti ki, sanki sihirli değnek değdi.

Her şeyden önce artık pırıl pırıl. Anneler bebekleriyle kirli, karanlık ve harap bir ortamda tanışmıyor artık. “Acaba bu klinikte yavrum mikrop kapar mı?” diye endişelenmiyorlar. Sıvalar kafalarına dökülmüyor, refakatçiler kırık çekyatta yatmıyor, doktorlar dinlenme odası demeye bin şahit odalarda soluklanmaya çalışmıyor.

EKSİKLERİ KİM TAMAMLAYACAK

Polisan sağolsun, tüm binanın içini dışını boyadı, yalıtımını yaptı. İstikbal yatakları verdi. Hürriyet Aile sağdan soldan topladıklarıyla perdeleri, çarşafları halletti. Refakatçi koltuklarıda yenilendi. Eskileri atıldı. Ameliyathaneler düzenlendi. Doğum, bebek odaları antibakteriyel olarak hazırlandı boyandı.

Ama daha bitmedi. Çok az bir eksik kaldı. Odalara koymak için 25 küçük TV, 25 ofis tipi buzdolabı, 25 klima ve bir kat için PVC kaplama gerekiyor. Bu noktada tek ricam elinizden bir şey geliyorsa ardınıza koymayın lütfen. Bir kendi doğum yaptığınız yeri düşünün bir de bu kliniği... Televizyonundan geçtim, klima ve buzdolabı için yardımcı olmak lazım. Bebekler üşümesin, sütler bozulmasın...

Yazının Devamını Oku

Eşcinselik ne zaman ve nasıl anlatılmalı

15 Ocak 2011
Her ne kadar bazılarımız kaçmak, görmezden gelmek, yok saymak istesek de eşcinsellik insanlık tarihi kadar eski ve tartışılan bir konu. Peki bu konuyu çocuklarımıza ne zaman ve nasıl anlatmalıyız? İşte üç uzmandan üç farklı görüş!

BİLİMSEL AÇIKLAMALAR YAPMAK HATA

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Türkay Demir, maalesef bu konuyla ilgili bir bilimsel araştırma olmadığını söylüyor: “Ama benim bu ve benzeri sorularla ilgili ortak bir cevabım var. Bir kere çocuk soru soruyorsa cevap vereceksiniz. Soru sormayan bir çocuğa, ‘artık zamanıdır’ diye bir şeyler anlatıp kafasını karıştırmanın gereği yok. Eşcinselliğe gelene kadar anlatılacak milyonlarca şey var.
Çocuk soruyorsa bunun bilgi ihtiyacından doğan bir soru olduğunu düşünmüyorum. Çocuklar bilgi istedikleri için soru sormaz, duygusal bir ihtiyaçları vardır. Diyelim ki, televizyonda kadına da erkeğe de benzetemediği birini gördü. ‘Anne bu adam niye böyle’ diye sordu. Bu demektir ki, gördüğü şeyi anlamlandırmakta zorlanıyor. Ve sizden duygusal destek istiyor. Onun duygusal ihtiyacına iyi gelecek bir açıklama yapabilirsiniz. Ebeveynlerin genellikle bilimsel açıklamalar yapması hata. Bunun yerine sorusuna soruyla karşılık vererek ruh dünyasını açmasını sağlayabilirsiniz. ‘Sence neden böyle’ iyi bir soru olabilir mesela. Bu tip sorularla da çocuğun herhangi bir fantezisi ya da endişesi varsa anlarsınız. Ama cevap verirsek, cevap alamayız. Diyelim ki sorular devam ediyor ve bilgi cevabı vermek zorunda kaldınız... Yine de öncesinde çocuğunuzun düşüncesini araştırmalısınız. Araştırma sonrasında basit ve sade bir açıklama yapabilirsiniz. Açıklamaya ‘Şu an düşünüyorum da’ diye başlamak uygun olacaktır. ‘Şu an düşünüyorum da bazı kadınlar kendilerini erkek gibi hissedebilir, bazı erkekler de kendilerini kadın gibi hissedebilir. Ve bazen kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle birlikte olabilir. Ve bu bir grup insan için hiç doğru değildir.’
Diyelim ki çocuk sorularında ısrar ediyor... Bu sorunun arkasındaki duygusal ihtiyaç araştırılmalı. Çok ısrar eden çocuk kendini gördüğü kadın ya da erkek gibi hissediyor olabilir. Ama bu durumda da sorusu bilgi ihtiyacından değil duygu ihtiyacından kaynaklanır.

EN UYGUN ZAMAN ERGENLİK

Çocuk ve ergen psikiyatrı Gökçe Küçükyazıcı’ya göre cinsellikle ilgili bilgi vermek için en doğru zaman çocuğun ergenliğe ilk girdiği zaman dilimi. “Gençler bu zaman diliminde cinsel konularda merak duydukları için siz bahsetmeden önce de bu alanda doğru ya da yanlış, az çok fikir sahibi olabilir. Eşcinsellikle ilgili bilgi de bu dönemde verilebilir. Çocuğu bilgilendirirken fazla ayrıntıya girmeye gerek yok, sorduğu sorulara anlaşılır bir dille yanıt vermek yeterli. Çocuğun bu tip konularda ebeveynleriyle rahat konuşabilmesi doğru bilgi edinebilmesi için çok önemli. Ergenlik dönemindeki gençlerin bazıları cinsel eğilimleriyle ilişkili karmaşa yaşayabilir, bu onların eşcinsel olduğu anlamına gelmez.”

PORNOGRAFİK DETAYLARA GEREK YOK

Yine çocuk ve ergen psikiyatrı Dr. Neslim G. Doksat ise “Eşcinselliği anlatabilmek için, öncelikli olarak cinsel gelişimi ve heteroseksüel cinselliği anlatmak gereklidir” diyor: “Bir çocuk üç yaşından itibaren her iki cinsiyetin anatomik ayrımını sorar, merak eder, anatomik farklılıklar anlatılırsa bunu öğrenir. Heteroseksüel cinsel hayata dair bilgiler, sekiz yaşından itibaren çocuğa yaşına göre anlayacağı bir ifadeyle anlatılabilir.

Yazının Devamını Oku

Annemi istiyorum dediler annelerini aldılar

8 Ocak 2011
Erken doğan bebekler anne sütü ve sevgisinden mahrum kalmasın dediler. Yasanın değişmesi için www.annemiistiyorum.com adresinden kampanya yürüttüler. Ve başardılar. Yasa değişiyor! Önce hukuk diliyle yazayım...
MADDE 5510: İlgili karar: “MADDE 66- 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununun 74 üncü maddesinin birinci fıkrasının sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.
Kadın işçinin erken doğum yapması halinde doğumdan önce kullanamadığı çalıştırılmayacak süreler, doğum sonrası sürelere eklenmek suretiyle kullandırılır.”
GEREKÇE
Kadın işçinin erken doğum (prematüre doğum) yapması halinde, doğum öncesi çalıştırılmayacak sekiz haftalık iznini kullanması mümkün olmamaktadır. Yapılan düzenlemeyle kadın işçinin erken doğum yapması halinde, kullanamadığı doğum öncesi izin sürelerinin doğum sonrası sürelerle birleştirilerek kullanılması öngörülmüş, böylece bu durumdaki kadın işçilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlanmıştır. (Not: Devlet memurlarının durumuna dair düzenlemeler üzerine de çalışılıyor.)
Bu yolculuk Ekim ayının sonunda başlamıştı. Çünkü Türkiye’de çalışan anne oranı yüzde 45’lere ulaştı. Ülkemizde tüp bebek, aşılama ve benzeri yöntemler sayesinde dünyaya gelen ikiz ve üçüz bebek sayısında eski dönemlere nazaran on kat artış var. İkizlerin yüzde 25’i, üçüzlerin yüzde 45’i yoğun bakım tedavisine gereksinim duyuyor. İkiz gebeliklerde erken doğum riski yüzde 75, üçüzlerde yüzde 90. Buna ek olarak, Türkiye’de her yıl 1 milyon 387 bin canlı doğum yaşanıyor ve bunların yaklaşık yüzde 10’u erken doğumla sonuçlanıyor. Türkiye’de her yıl 130 binin üstünde erken doğum gerçekleşiyor. Çalışan anneler yeni doğan bebekleriyle doğum izninin kısıtlı olmasından dolayı daha fazla ilgilenemiyor.

YASA KOMİSYONDA

İşte Annemi İstiyorum kampanyası bu vahim tablo üzerine start aldı. Anneyiz.biz’in kurucusu Pınar Reyhan ve Hürriyet Yeni Anne - Yeni Hamile ekibi tarafından yürütülen kampanya çok ses getirdi. www.annemiistiyorum.com adresinden yürüttükleri iletişimle “Erken doğan bebekler anne sütü ve sevgisinden mahrum kalmasın diyorsanız destek olun” dediler. Reyhan ve ekibi her fırsatta şunu dile getirdi: “Erken doğan bebeklerin annelerinin doğum izni daha uzun olmalı. Prematüre bebeklerin zamanında doğan bebekler gibi büyüyebilmeleri için annelerinin sütüne ve şefkatine çok ihtiyaçları var. Annelere, prematüre bebeklerine bakmaları için şans tanınmalı. Erken doğan bebekler annesiz kalmamalı! Siz de prematüre bebeklere yardım etmek istiyorsanız kampanyamızı destekleyin.”
31 bine yakın imza topladılar. Ve nihayet gerekli yasal düzenleme yapılıyor. Perşembe günü Çalışma Bakanı Ömer Dinçer, Pınar Reyhan’ı arayıp şöyle dedi: Annelere müjdeyi ver, konu halloldu, yasa komisyonda. Bizi konuda ailelerle bir araya getirdiğiniz için size teşekkür ediyoruz.”
Erken doğan bebekler kampanyayı yürüten ve destek veren herkes sayesinde artık anneleriyle daha çok zaman geçirecekler. Bu bebeklerin anneleri artık izin süreleri yetmediği için işlerinden ayrılmak zorunda kalmayacak. Bunun bebek gelişimi için, kadın hakları için insanlık için ne kadar önemli bir gelişme olduğunun farkındasınız değil mi? Teşekkürler Pınar Reyhan ve ekibi, teşekkürler Sağlık Bakanımız Recep Akdağ, teşekkürler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Ömer Dinçer, teşekkürler konu üzerinde konuşan, düşünen, yazan, imza atarak destek veren herkes. Ne mutlu ki memlekette iyi şeyler de oluyor!
Yazının Devamını Oku