Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ndeki çocuklu check-in bankosunu gördüğüm an gözlerim doldu inanın. Bunu akıl edeni bulup, boynuna sarılmak geldi içimden. Uzunca bir süre, büyük bir gururla, sıra beklemeden, rahat rahat check-in yaptıran çocuklu aileleri izledim. Oh be, dedim arada sırada da olsa bu ülkede iyi şeyler de oluyor.
Sonra uçağa bindim. Tek başıma. Yanıma dokuz aylık bebeği Yağmur ile Zeliha oturdu. Milano’ya gidiyoruz. Ben röportaja, onlar ziyarete. Zeliha erkek kardeşini görmeye gidiyor. Hem görmeye, hem de doğduğundan beri yeğenini hiç görmemiş hayırsız dayıya kızını göstermeye. Çok heyecanlı, bir o kadar da panik halinde. Bu onların ilk uçak yolculuğu...
Başlarda Yağmur çok sakin. Annesinin kucağında uslu uslu duruyor. Böylece biz sohbet edebiliyoruz. Kalkışta ve inişte emzirmesi gerektiğinden, hiç olmazsa biberonla bir şeyler içirebileceğinden, bu sayede tıkanan kulaklarının açılacağından falan bahsediyorum bilmiş bilmiş. Sanki çocuk doktoruyum! Bebek kemerini bağlıyoruz, belki uyur diye yastığı battaniyeyi hazır ediyoruz. Bunlar çok iyi zamanlarımız daha, hiçbir şey bilmiyoruz.
BEBEK DEĞİL CANLI BOMBA
Kalkış anındaki basıncın etkisiyle Yağmur huysuzlanmaya başladı. Tedirgin oldu, ürktü, belli ki kulakları acıdı. 10 dakika sonra ağlamaya başladı ve tam bir saat hiç susmadı. Ne yaptıysak olmadı. Ne uçağın koridorlarında bir ileri bir geri gitmek kar etti ne de süt vermek. Çıngıraklar, oyuncak ayılar havada uçuştu ama ne fayda!
Ben neden olaya bu kadar dahil oldum, anlatayım: Çünkü uçaktaki biri erkek biri dişi iki yolcu Zeliha’yı terörist ilan etti. Yağmur ağlamaya başladığı an cıkcıklamaya oflamaya ‘olmaz ki kardeşim’ çekmeye başladılar. Susmadıkça dozu arttırdılar. Olayı ‘Susturamayacaksan niye doğuruyorsun kadın’a vardırdılar. Sanki sanırsınız kucağında bebek değil canlı bomba var! Zeliha’nın kırmızı ve mor tonları arasında ne kadar çok renk değiştirdiğini anlatamam. Nasıl zor durumda kaldı. Bir taraftan insanları rahatsız ettiği için pişman, diğer taraftan kızı ağladığı için enkaz! Özür diliyor ama bu kadar acımasız olmalarına da hiçbir anlam veremiyor. Ben de veremiyorum açıkçası. Dokuz aylık bir bebekten bahsediyoruz. Ağlamasına söylenmeyi hangi insani duyguyla açıklayabiliyoruz?
İyisi mi ayrılalım. Çocuklu ailelerle çocuksuz insanlar uçağın farklı bölümlerinde otursun. Ya da herkesin check-in yaparken ‘Mümkünse etrafımda bebek, çocuk olmasın’ deme şansı olsun. Ne anneler çocuğu başkalarını rahatsız ediyor diye daralsın, ne de başkaları bebek ağlamasıyla bir saat yolculuk etmek zorunda kalsın. İyi olmaz mı?
Çat orada çat burada, iki saniye önce balkonda iki saniye sonra salondaki masanın üzerine çıkmış ayakta. En sevdiği oyun koltuktan hoplamaca, sehpadan zıplamaca. Çatal, bıçak, kepçe, kaşık favori oyuncakları. Elektrik prizlerine taktığımız koruyucuları onlarla çıkarmaya çalışıyor. Telefon şarjı falan görürse prize çevirerek sokuyor, koruyucuyu çıkarıyor, şarjı prize sokup zafer duygusuyla pis pis gülüyor. Çarpılacak diye ödüm patlıyor. Ama asla vazgeçemiyor. Herkesin bir anlık dalgınlığını yakalayıp prizlere koşuyor.
Bunun gibi bir fetiş unsuru daha var: Deterjanlar, yumuşatıcılar, sabun tozları, ahşap temizleyicileri... Bulundukları dolabı açtığında suratındaki ifadeden ürküyorum inanın. Tabii hemen engelliyorum. İlgisini başka bir tarafa çekip temizlik malzemelerinden uzaklaştırıyorum. Zararlı olduğunu türlü taklalar atarak anlatmaya çalışıyorum. Ama tabii çok korkuyorum. Ya kaşla göz arasında elini deterjana daldırırsa, çamaşır suyu şişesini kafasına dikiverirse!
Her yıl binlerce çocuk yanlışlıkla kimyasal madde içimi sonucu, mide borusu yaralanmasına maruz kalıyormuş, düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Allah korusun, diyorum ama korkuyorum. Korktuğunuzu da biliyorum.
HEPSİ AYNI SONUÇLANMIYOR
Anadolu Sağlık Merkezi’nden çocuk cerrahisi uzmanı A. Nadir Tosyalı; çocukların kimyasal madde içmesi sonucu olabilecekleri ve önlemleri anlattı: “Yakıcı (korozif) madde içilmesi özellikle ilk beş yaşta sık karşılaşılan kazalardan. Vakaların hepsi aynı sonuçlanmıyor. Ne ve ne kadar içtiği önemli. Bazen çocuk zarar görmeyebiliyor, bazen de üçüncü derece yemek borusu (özofagus) yanığıyla sonuçlanıyor. Bazıları solunum sıkıntısı çekiyor bazıları da sadece şok geçiriyor. Yemek borusu yanığı, mutfakta kireç çözücü olarak kullanılan asit içerikli temizlik malzemesi ve daha çok da yine mutfakta yağ çözücü olarak kullanılan ve kuvvetli alkali içeren temizlik malzemesinin, yanlışlıkla, az miktarda da olsa içilmesiyle gelişiyor. Çamaşır suyu ve deterjan tipi temizlik malzemesinin içilmesiyle gelişebilecek yanıklar yüzeysel ve kalıcı hasara neden olmaz. Maddenin alınmasından sonra, erken dönemde hiçbir belirti olmayabileceği gibi hastanın tükürüğünü dahi yutamaması, ağızdan salya gelmesi, kusma, kanlı kusma (hematemez), ağız ve hatta göğüs çevresinde yanık yaraları görülebilir. Eğer yakıcı madde, küçük dille (epiglot) temas etmişse solunum güçlüğü belirtileri ön plana çıkmış olabilir. Herhangi bir belirtisi ve bulgusu olmadığında dahi hastada yemek borusu yanmış olabilir. Bütün pozitif öykülü hastalarda aksi kanıtlanıncaya kadar ‘yanık var’ muamelesi yapılmalı.”
ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Ev temizlik malzemeleri kesinlikle çocukların ulaşamayacağı ve bulamayacakları şekilde saklanmalı ve kullanılmalı. Markasız malzemeler kullanılmamalı. Temizlik malzemeleri ve artıkları meşrubat şişesi, saklama kabı, bardak, fincan ve kase gibi kaplara konulmamalı. Yakıcı madde içen veya şüphesi olan çocuk kesinlikle kusturulmamalı, süt, yoğurt, ayran ve su içirilmeye çalışılmamalı. Bu yöntemler travmanın şiddetini daha da arttırmaktan başka bir işe yaramaz. En kısa sürede, çocuk cerrahisi kliniğinin bulunduğu en yakın sağlık kuruluşuna müracaat edilmeli.
Başlığın abartılı olduğunu zannedebilirsiniz. İnanın değil. BMD’nin geçen yıl başlattığı proje şimdiye kadar dinlediğim sosyal sorumluluk projeleri içinde en etkili olanlardan... 100 bin çocuğa ulaştılar, şimdi de 250 bin gibi inanılmaz bir rakamdan bahsediyorlar. Giydirmek derken; birilerinin eskisini, küçülmüşünü toplayıp ulaştırmaktan söz etmiyorlar. Bütün çocuklar için bedenlerine göre sıfırdan üretim yapıyorlar, özenle paketliyorlar.
İyisi mi baştan anlatayım. Evet; proje geçen yıl başladı. BMD ‘Türkiye’nin Markaları Türkiye’nin Çocuklarını Giydiriyor’ kampanyasında 100 bin çocuğun giyim ihtiyacını karşıladı. 30 markanın destek verdiği projede bu yıl hedef 250 bine çıkarıldı. Geçen yıl İstanbul ve Anadolu’nun beş ilinde yardıma muhtaç çocuklara ulaşılmıştı. Bu yıl daha fazla kente ulaşacaklar. Yardım malzemesi gönderilecek yeni iller arasında geçen yıl çok talep gelen Ağrı, Bingöl, Düzce, Elazığ, Şırnak ve Sakarya’ya öncelik verilecek.
Başka neler mi yapacaklar? Geçen yıl yardım yapılan merkezler, o ilin valisiyle, ilçelerdeyse kaymakamla bizzat görüşülerek belirlenmişti. Bu yıl da aynı yol izlenecek. Gelen bilgiler BMD üyeleriyle paylaşılacak ve tıpkı geçen yıl olduğu gibi taahhütler toplanacak. Ve üretim başlayacak.
BÜTÜN ÇOCUKLAR İÇİN AYNI SET
Ürünler 30 BMD üyesi firmanın yüzlerce çalışanı tarafından hazırlanacak, paketlenecek, depolanacak. 250 bin öğrenciye dağıtılmak üzere bir milyon parçadan fazla ürün (mont, gömlek ve pantolondan birer adet, bir çift ayakkabı ve iki çift çorap olmak üzere toplam altı parça) üretilecek. Üretimi her firma kendi kafasına göre yapmayacak. Bütünlüğü korumak adına markaların taahhüt ettikleri miktarları onlar adına LC Waikiki üretecek. Piyasa değeri 40 milyon lirayı bulan ürünler lojistik firmalarının her biri 5 bin metrekareyi bulan depolarında bekletilecek.
Altı parçalık bu setler her bir öğrenci için ayrı poşetlere konacak. Poşetin üstüne il, ilçe, okul ve öğrenci adı yazılı bir etiket yapıştırılacak. 100 bin poşetin üzerinde öğrencilerin isimleri, ayakkabı numaraları, beden numaraları da yer alacak. Poşetin üzerinde sadece BMD amblemi yer alacak.