Sibel Arna

Açık Kapı daha çok kapıdan girmeye hazırlanıyor

25 Haziran 2011
Açık Kapı Sosyal Sorumluluk Derneği 2008’de başlattığı Koruyucu Ruh Sağlığı Programıyla Bahçelievler çocuk Yuvası’ndaki 1000 çocuğun hayatını değiştirdi. 0-6 ve 6-12 arasındaki çocukların geçmiş hayatlarının geleceklerini etkilememesi için onlara ruh sağlığı eğitimi verdi. Tedaviye değil, sorunu önlemeye yönelik çalıştı. Şimdi bu programı tüm Türkiye’ye yaymaya hazırlanıyor. Yıl 2004. Cemiyet hayatından tanıdığımız birbiriyle dost 12 kadın, çocuklar için bir şeyler yapmak istedi. Yeni yıl yaklaşırken, ilk akla geleni yapıp bilinçsizce Bahçelievler Çocuk Yuvası’na hediyeler götürdüler. Yuvadan ayrıldıklarında hiç de mutlu değillerdi. Bu işin böyle yapılmayacağı, faydalı olabilmek için daha organize, derli toplu hareket etmek gerektiği kararına vardılar.
2005’te bir dernek kurabilmek için yeter sayı (15 kişi) bir araya geldi. Açık Kapı Sosyal Sorumluluk Derneği kuruldu. Bahçelievler Çocuk Yuvası ile görüşmelerin ardından ilk ihtiyacın bir rehabilitasyon merkezi olduğunu öğrendiler. Bunun için bir yardım gecesi düzenlediler. Topladıkları parayla Emre Arolat’ın projesini çizdiği rehabilitasyon binasının yapımına başlandı. Yapımı iki yıl sürdü. Bir taraftan inşaat devam ederken diğer taraftan para topladılar. Çünkü /images/100/0x0/55ea4024f018fbb8f873fbceetraflarında onlara inanan, “biz ne yapabiliriz” diye soranların sayısı çoktu. Gelen parayı farklı sosyal sorumluluk projeleri için harcadılar. Cerrahpaşa’nın yeni doğan bölümündeki kuvözlerini yenilediler mesela. Acil ameliyat olması gerekenlerin yardımlarına koştular, sayısız işitme cihazı aldılar.
2008’de “daha organize davranmalıyız, tek bir konuya odaklanmalıyız” kararıyla Bahçelievler Şeyh Zayed Çocuk Yuvası içerisinde 0-6 yaş çocuklar için inşa edilen bakım ve rehabilitasyon merkezinde, ana proje olan Koruyucu Ruh Sağlığı Programı’nı başlattılar.

KORUYUCU RUH SAĞLIĞI NEDİR

Bu programla kimsesiz ve yardıma muhtaç çocukların psikiyatr ve psikologlar eşliğinde fiziksel, ruhsal gelişimlerini tamamlamalarına yardımcı olunuyor. Geçmişte yaşanan olumsuzlukların çocukların geleceğine set çekmemesi sağlanıyor. Çocuk yuvalarında bulunan koruma altındaki çocuklar pek çok olumsuz deneyimle karşılaşabiliyor çünkü. Kiminin annesi yok kiminin babası, kiminin her ikisi de... Kiminin var ama babası annesine bıçak çekmiş, ailede şiddet almış başını gitmiş. Travmatik olayların hepsi birbiri ardına yaşanmış. Yetersiz bakım koşulları, ekonomik nedenler ya da kötü muamele riskinin yanı sıra hepsi küçük yaşta ailelerinden ayrı ortak bir yaşam alanında hayatta kalmaya çalışıyorlar. Çocukları sağlıklı bir geleceğe hazırlayabilmek için, öncelikle geçmişlerinden gelen olumsuz ruhsal altyapının ortadan kaldırılması gerek. Bu doğrultuda en önemli adımlardan biri, farklı ruhsal çalışma modellerinin birlikte kullanıldığı doğru metotları belirleyerek çocuklara uygulayabilmek. Tüm bu çalışmalar Koruyucu Ruh Sağlığı Programı kapsamında uzman psikolog ve psikiyatristler tarafından yürütülüyor. Açık Kapı Sosyal Sorumluluk Derneği, son dönemlerde büyük bir ivme kazanan bu projeyi Türkiye geneline yayabilmek ve daha fazla çocuğu Koruyucu Ruh Sağlığı Programı’na dahil edebilmek istiyor.

SEN ÇOCUKKEN DOSYALARI

Bu amaçla projenin devamı olarak çok etkileyici bir şey daha yapmışlar. İsmi ‘Sen Çocukken Dosyaları’. Her çocuğun var ve bunlar özel defterler. O çocuk hakkında her şey yazılı. Sabah 08.00’den akşam yatana kadar onlarla bir arada kalan psikologları yazıyor. Sen çocukken diye başlıyor, 13 aylıkken yürüdün, en sevdiğin yemek köfteydi, uykuyla aran pek yoktu, sık sık bademciklerin şişerdi diye devam ediyor. Yani çocukların geçmişi kayıt altına alıyor.
Ne kadar güzel değil mi? Onlara çocukluklarını anlatacak kimse olmadığı için ne kadar önemli değil mi? Malum, bu çocukların bazıları sık sık kurum değiştirebiliyor. Bu defterler o zaman yanına veriliyor. Çocukların dosyalarının içeriği tamamen gizli. Psikologlar biliyor bir tek. Çünkü bu çocukların da bir özel hayatı var. Saygı duyulması gerekiyor.
Projenin sonuçlarına gelirsek... Çok çok iyi! Yüz üzerinden 90! Dr. Saltuk Dönmez “Çocuklarla çalışmanın en iyi tarafı karşılığını hemen almak” diyor. Kriz geçiren, camdan, balkondan atlayanların sayısı çok azalmış. Eskiden haftada bir bu tip olaylar olurken, son üç yıldır bir-iki kez olmuş. İlaç kullanımı yok denecek kadar aza inmiş. Hal böyle olunca çocukların okul başarıları da artmış. Sınıfın istenmeyen çocuğu olmaktan çıkmışlar.

TEDAVİ DEĞİL ÖNLEYİCİ PROGRAM

2004’den beri Koruyucu Ruh Sağlığı Projesi üzerine çalışan, 2008’de yolları Açık Kapı ile kesişen çocuk ve ergen ruh sağlığı hastalıkları uzmanı Dr. Saltuk Dönmez projenin önemini anlatıyor: “Türkiye’deki sistem, hastalıkları tedavi etmek üstüne geliştirilmiş. Önleyici hiçbir çalışma yok. Bizim hedefimiz çocukların ruh sağlığı bozulmadan önlemek. Bu projeyi Türkiye’deki bütün çocuk yuvalarına hatta evlere bile sokmak en büyük amacımız. 2004’ten beri ciddi bir altyapı oluşturduk. Açık Kapı büyük bir açığı giderdi. İstanbul’da devletin tahsis ettiği tüm yuvalarla ilgilenen toplam yedi psikolog varken, dernek sadece Bahçelievler için beş tane ruh sağlığı alanında çalışan personel istihdam ediyor. Ve bu insanlar yuva müdürü, çocuk hastalıkları uzmanları, müdür yardımcıları, sosyal hizmet uzmanları, öğretmen ve hemşirelerle uyum içinde çalışıyor. Amacımız yuvayı çocuklar için normalleştirmek. Grup halinde yaşamayı çekilir kılmak. Orada yaşamanın verdiği ağırlığı atmalarını sağlamak. Birebir ilgilenmek, önemli ve değerli olduklarını hissettirmek.”

ARKASI GELMELİ

Ruh Sağlığı Koruma Projesi başlangıçta 0-6 yaşla sınırlıydı. Ama uzun süredir 0-12 yaşa çıktı. Hedef 18’e kadar yükseltmek. Ergenlikte de çocukların ruh sağlığını korumak gerek öyle değil mi? Daha büyük hedefsa bu projeyi tüm Türkiye’ye yaymak. Evet, Türkiye’nin en büyük yuvasında böylesine bir projeyi başarıyla uygulamak. Yaklaşık 1000 çocuğunun hayatına pozitif anlamda değmiş olmak çok önemli ama arkası gelmeli. Açık Kapı Derneği ilk olarak Fatih Çocuk Yuvası’na girmeyi planlıyor. Ardından 10 pilot il seçilecek ve yuvalarla işbirliği yapılacak. Bu noktada gidilen yuvanın derneği istemesi, inanması, güvenmesi ve koordineli bir şekilde çalışması gerekiyor. Şeffaf çalışma ortamına izin vermeliler. Karşılıklı iyi niyet ve özveri şart. Herkes taşın altına elini sokmalı ki, proje tıpkı Bahçelievler’deki gibi başarılı olsun.

HAYATLARINA DOZER GİBİ GİRMEYİN

Siz çocuğunuzun her Allah’ın günü acıma duygusuyla iç içe geçmiş bir sevgiyle karşılaşmasını ister misiniz? Yuvadaki yöneticiler de istemiyor artık. Çünkü yuvayı tıpkı evlerimiz gibi normalleştirme çalışıyor. Bir arada aile oldukları fikrine çocukları inandırıyorlar. Bu yüzden çocuk esirgeme yuvalarına hediye götürmek, çocukların hayatına bir dozer gibi girip çıkmak yerine, Açık Kapı Derneği gibi derneklere güvenmek ve yardımcı olmak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Sizin çocuğunuz ne kadar yükseği hedefliyor

18 Haziran 2011
Erkek çocukların favori kanalı Disney XD bir koçluk programı başlatıyor. Çocuklara her zaman daha yükseği hedeflemelerini öğretecek programın yüzlerinden biri Kerem Tunçeri. www.disneyxd.com.tr/stunt/yuksegi-hedefle sitesine girip hedefini paylaşan ve gerçekten en yükseği hedefleyen biri, Tunçeri ile bir gün geçirecek Rüzgar’la biz henüz günde 15 dakika Baby TV aşamasındayız ama eğer 8-14 yaş arası bir erkek çocuğa sahipseniz Disney XD kanalını mutlaka biliyorsunuzdur. Digiturk’te 162’de yayınlanan bu kanal oğlunuzun hayatının büyük bir bölümünü oluşturuyor değil mi? Oradaki karakterlerle yatıp kalktığını söyleseniz inanırım. Ama ben şimdi size kanalın yararlarından ya da zararlarından bahsetmeyeceğim. Farklı bir projelerini anlatacağım. İsmi ‘Yükseği Hedefle’. Bu bir koçluk programı. Çocukları yaşamdan keyif almak, yeni şeyler denemek ve başarıya ulaşmak için yönlendirmeyi amaçlıyor.
Projeyi başlatmadan önce Türkiye genelinde 8-14 arasında 606 erkek çocuk ve 606 ebeveyni arasında bir araştırma yapmışlar. Çocukların hangi alanlara ilgi duyduklarını, kimleri örnek aldıklarını ortaya çıkarmışlar. Bu doğrultuda ‘Yükseği Hedefle’ kampanyasının yüzlerini belirlemişler. İlk etabında Türk Milli Takımı ve Efes Pilsen’in başarılı oyun kurucusu Kerem Tunçeri; ödüllü spor fotoğrafçısı Yaşar Saygı ve spor gazetecisi Zafer Büyükavcı yer alıyor. Proje, katılımcı çocuklara, rol model olabilecek kişilerle hayatta bir kez yaşayabilecekleri bir deneyim şansı sunuyor. Üç ayda bir, ülkenin dört bir yanındaki çocuklara, gerçek potansiyellerine ulaşmayı öğrenmek üzere farklı alanlarda koçluk alma fırsatı sunacaklar.
Gelelim araştırmanın sonuçlarına. Katılımcı anne babalara önce kendileriyle ilgili sorular sorulmuş. Siz çocukken en beğendiğiniz ünlü kimdi sorusunun cevapları hayli ilginç. 1980’lere döndüğümüzde, annelerin yüzde 22’si Filiz Akın, bunu takiben Tarık Akan ve Ajda Pekkan (yüzde 18) ve Prenses Diana (yüzde 6) cevabını vermiş. Babaların yüzde 29’u Tarık Akan, yüzde 12’si Tom Cruise ve yüzde 7’si Micheal Jackson’u beğenmekteymiş.

ÇOCUKLAR RONALDO’YU ÖRNEK ALIYOR

Gelelim çocukların cevaplarına... 8-14 arasının yüzde 60’ı mutlaka birini örnek alıyor. Yüzde 33’ü bir sporcuyu yüzde 33’üyse bir aile bireyini. Bir müzisyeni örnek alanlar yüzde 10, oyuncuyu örnek alanların oranıysa yüzde 3. 12-14 arası çocukların yüzde 44’ü babalarını örnek alırken, 8-11 arası çocuklarda bu oran yüzde 36.
Erkek çocuklarının en çok örnek aldıkları ünlülere gelince... Yüzde 31’le Cristiano Ronaldo birinci. Yüzde 18’le Arda Turan ikinci. Diğerleri: Cem Yılmaz yüzde 15, Tarkan yüzde 9, David Beckham yüzde 3. Kenan İmirzalıoğlu, Obama ve Bill Gates’in ve Federer’in oranları yüzde 2.
8-14 yaş çocukların yüzde 41’i başarının zekayla ilgili olduğunu düşünüyor. Yüzde 45’iyse çok çalışmakla ilgili diyor. Yüzde 10’u yeteneğin, yüzde 2’si şansın etkili olduğunu söylüyor. En eğlenceli buldukları spor dalı tabii ki futbol. Oranı yüzde 58. Futbolu yüzde 31’le basketbol takip ediyor. Yüzde 4 de tenisin payı.

YAPABİLECEKLERİMİN SINIRI OLMADIĞINI SÖYLEDİLER

Proje kapsamında kazananın Kerem Tunçeri ile bir gün geçireceği bir de yarışma var. Katılmak için, hayranların www.disneyxd.com.tr/stunt/yuksegi-hedefle sitesini 3 Temmuz’dan önce ziyaret etmeleri, hangi başarılı kişiyle koçluk çalışmasını istediklerini seçmeleri, sorulara cevap vermeleri ve sonra bu yetenekli kişiyle tanışma ve koçluk fırsatı için neden kendilerinin seçilmesi gerektiğini anlatmaları gerekiyor. ‘Yükseği Hedefle’ koçluk programının 11 Temmuz-7 Ağustos arasında ikinci etabı dağcılık ve rüzgar sörfü alanlarındaki başarılı isimlerle devam edecek. Türk Milli Basketbol takımının ve Efes Pilsen’in başarılı oyun kurucusu Kerem Tunçeri projeyle ilgili “Küçüklüğümde annemle babam bana, yapabileceklerimin sınırı olmadığı söylerdi ve bu hayat boyu felsefem oldu. Disney XD’nin ‘Yükseği Hedefle’ projesi, yeteneklerimi, bilgimi ve deneyimimi, yeni nesil spor tutkunlarıyla paylaşmamı ve akıllarına gerçekten bir şey koyarlarsa ve yükseği hedeflerlerse yapamayacakları hiçbir şey olmadığını aşılamamı sağlayacak” dedi.
Yazının Devamını Oku

Hayat bayram olsa?

11 Haziran 2011
Madem kimse kimseye anlayış göstermiyor, o halde bir önerim var. Uçaklar çocuklu aileler ve çocuksuz olanlar olarak ikiye ayrılsın

Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ndeki çocuklu check-in bankosunu gördüğüm an gözlerim doldu inanın. Bunu akıl edeni bulup, boynuna sarılmak geldi içimden. Uzunca bir süre, büyük bir gururla, sıra beklemeden, rahat rahat check-in yaptıran çocuklu aileleri izledim. Oh be, dedim arada sırada da olsa bu ülkede iyi şeyler de oluyor.
Sonra uçağa bindim. Tek başıma. Yanıma dokuz aylık bebeği Yağmur ile Zeliha oturdu. Milano’ya gidiyoruz. Ben röportaja, onlar ziyarete. Zeliha erkek kardeşini görmeye gidiyor. Hem görmeye, hem de doğduğundan beri yeğenini hiç görmemiş hayırsız dayıya kızını göstermeye. Çok heyecanlı, bir o kadar da panik halinde. Bu onların ilk uçak yolculuğu...
Başlarda Yağmur çok sakin. Annesinin kucağında uslu uslu duruyor. Böylece biz sohbet edebiliyoruz. Kalkışta ve inişte emzirmesi gerektiğinden, hiç olmazsa biberonla bir şeyler içirebileceğinden, bu sayede tıkanan kulaklarının açılacağından falan bahsediyorum bilmiş bilmiş. Sanki çocuk doktoruyum! Bebek kemerini bağlıyoruz, belki uyur diye yastığı battaniyeyi hazır ediyoruz. Bunlar çok iyi zamanlarımız daha, hiçbir şey bilmiyoruz.

BEBEK DEĞİL CANLI BOMBA

Kalkış anındaki basıncın etkisiyle Yağmur huysuzlanmaya başladı. Tedirgin oldu, ürktü, belli ki kulakları acıdı. 10 dakika sonra ağlamaya başladı ve tam bir saat hiç susmadı. Ne yaptıysak olmadı. Ne uçağın koridorlarında bir ileri bir geri gitmek kar etti ne de süt vermek. Çıngıraklar, oyuncak ayılar havada uçuştu ama ne fayda!
Ben neden olaya bu kadar dahil oldum, anlatayım: Çünkü uçaktaki biri erkek biri dişi iki yolcu Zeliha’yı terörist ilan etti. Yağmur ağlamaya başladığı an cıkcıklamaya oflamaya ‘olmaz ki kardeşim’ çekmeye başladılar. Susmadıkça dozu arttırdılar. Olayı  ‘Susturamayacaksan niye doğuruyorsun kadın’a vardırdılar. Sanki sanırsınız kucağında bebek değil canlı bomba var! Zeliha’nın kırmızı ve mor tonları arasında ne kadar çok renk değiştirdiğini anlatamam. Nasıl zor durumda kaldı. Bir taraftan insanları rahatsız ettiği için pişman, diğer taraftan kızı ağladığı için enkaz! Özür diliyor ama bu kadar acımasız olmalarına da hiçbir anlam veremiyor. Ben de veremiyorum açıkçası. Dokuz aylık bir bebekten bahsediyoruz. Ağlamasına söylenmeyi hangi insani duyguyla açıklayabiliyoruz?
İyisi mi ayrılalım. Çocuklu ailelerle çocuksuz insanlar uçağın farklı bölümlerinde otursun. Ya da herkesin check-in yaparken ‘Mümkünse etrafımda bebek, çocuk olmasın’ deme şansı olsun. Ne anneler çocuğu başkalarını rahatsız ediyor diye daralsın, ne de başkaları bebek ağlamasıyla bir saat yolculuk etmek zorunda kalsın. İyi olmaz mı?


Yazının Devamını Oku

Deterjan yer veya çamaşır suyu içerse

4 Haziran 2011
Rüzgar bu aralar o kadar tehlikeli, o kadar yaramaz, o kadar fena ki; kafasının üzerine sürekli yanıp sönen kırmızı bir ‘naniii’ sireni takmak istiyorum

Çat orada çat burada, iki saniye önce balkonda iki saniye sonra salondaki masanın üzerine çıkmış ayakta. En sevdiği oyun koltuktan hoplamaca, sehpadan zıplamaca. Çatal, bıçak, kepçe, kaşık favori oyuncakları. Elektrik prizlerine taktığımız koruyucuları onlarla çıkarmaya çalışıyor. Telefon şarjı falan görürse prize çevirerek sokuyor, koruyucuyu çıkarıyor, şarjı prize sokup zafer duygusuyla pis pis gülüyor. Çarpılacak diye ödüm patlıyor. Ama asla vazgeçemiyor. Herkesin bir anlık dalgınlığını yakalayıp prizlere koşuyor.
Bunun gibi bir fetiş unsuru daha var: Deterjanlar, yumuşatıcılar, sabun tozları, ahşap temizleyicileri... Bulundukları dolabı açtığında suratındaki ifadeden ürküyorum inanın. Tabii hemen engelliyorum. İlgisini başka bir tarafa çekip temizlik malzemelerinden uzaklaştırıyorum. Zararlı olduğunu türlü taklalar atarak anlatmaya çalışıyorum. Ama tabii çok korkuyorum. Ya kaşla göz arasında elini deterjana daldırırsa, çamaşır suyu şişesini kafasına dikiverirse! 
Her yıl binlerce çocuk yanlışlıkla kimyasal madde içimi sonucu, mide borusu yaralanmasına maruz kalıyormuş, düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Allah korusun, diyorum ama korkuyorum. Korktuğunuzu da biliyorum. 

HEPSİ AYNI SONUÇLANMIYOR

Anadolu Sağlık Merkezi’nden çocuk cerrahisi uzmanı A. Nadir Tosyalı; çocukların kimyasal madde içmesi sonucu olabilecekleri ve önlemleri anlattı: “Yakıcı (korozif) madde içilmesi özellikle ilk beş yaşta sık karşılaşılan kazalardan. Vakaların hepsi aynı sonuçlanmıyor. Ne ve ne kadar içtiği önemli. Bazen çocuk zarar görmeyebiliyor, bazen de üçüncü derece yemek borusu (özofagus) yanığıyla sonuçlanıyor. Bazıları solunum sıkıntısı çekiyor bazıları da sadece şok geçiriyor. Yemek borusu yanığı, mutfakta kireç çözücü olarak kullanılan asit içerikli temizlik malzemesi ve daha çok da yine mutfakta yağ çözücü olarak kullanılan ve kuvvetli alkali içeren temizlik malzemesinin, yanlışlıkla, az miktarda da olsa içilmesiyle gelişiyor. Çamaşır suyu ve deterjan tipi temizlik malzemesinin içilmesiyle gelişebilecek yanıklar yüzeysel ve kalıcı hasara neden olmaz. Maddenin alınmasından sonra, erken dönemde hiçbir belirti olmayabileceği gibi hastanın tükürüğünü dahi yutamaması, ağızdan salya gelmesi, kusma, kanlı kusma (hematemez), ağız ve hatta göğüs çevresinde yanık yaraları görülebilir. Eğer yakıcı madde, küçük dille (epiglot) temas etmişse solunum güçlüğü belirtileri ön plana çıkmış olabilir. Herhangi bir belirtisi ve bulgusu olmadığında dahi hastada yemek borusu yanmış olabilir. Bütün pozitif öykülü hastalarda aksi kanıtlanıncaya kadar ‘yanık var’ muamelesi yapılmalı.”

ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Ev temizlik malzemeleri kesinlikle çocukların ulaşamayacağı ve bulamayacakları şekilde saklanmalı ve kullanılmalı. Markasız malzemeler kullanılmamalı. Temizlik malzemeleri ve artıkları meşrubat şişesi, saklama kabı, bardak, fincan ve kase gibi kaplara konulmamalı. Yakıcı madde içen veya şüphesi olan çocuk kesinlikle kusturulmamalı, süt, yoğurt, ayran ve su içirilmeye çalışılmamalı. Bu yöntemler travmanın şiddetini daha da arttırmaktan başka bir işe yaramaz. En kısa sürede, çocuk cerrahisi kliniğinin bulunduğu en yakın sağlık kuruluşuna müracaat edilmeli. 


Yazının Devamını Oku

Tuvalet eğitimini tamamlamış bir annenin haklı gururu

28 Mayıs 2011
Var mı çocuğa çişi, kakayı öğretmekten daha büyük bir gurur? Vardır tabii ama yapanlar ve yapamayanlar bilir ki, bu da yeterince büyüktür! İsmi Neslihan Darnel. Milli voleybolcu. Kazandığı başarıları bilmeyen yok. Ama o son günlerde üç yaşındaki kızıyla kazandığı bir başarı yüzünden hayli gururlu: Neslihan Darnel kızı Zeynep’e çok başarılı bir tuvalet eğitimi verdi. Bu yüzden de Selpak’ın başlattığı ‘Tuvalete Merhaba’ projesinin yüzü oldu.
Hafta içinde düzenlenen basın toplantısında tanıdım onları... Zeynep çok dışa dönük ve zeki bir kız çocuğu. Neslihan Darnel ise kızına fazlasıyla emek veren, her kelimeyi tartıp öyle söyleyen bir anne. Tuvalet eğitimine başlamaya Zeynep kendi karar vermiş. Yuvadaki arkadaşlarını görüp tuvalete gitmek istemiş. Oyun oynarken bebeklerinin altını değiştirmek yerine onları tuvalete götürmeye başlamış. Ve bir gün anneannesine dönüp “Ben tuvalete gitmek istiyorum. Artık bez bağlamak istemiyorum” demiş. “Bu kararı kendi başına vermesi ve tuvalet alışkanlığını kazanmasıyla özgüveninin arttığını görmek çok önemliydi” diyor Darnel. Bu noktada yaptığı en doğru şey Zeynep’in kararının arkasını getirmek olmuş. Yani bez bir kere çıkmış ve bir daha asla bağlanmamış. Projenin lideri Prof. Dr. Bengi Semerci bu kararlı tutumun tuvalet eğitiminin en önemli adımı olduğunu özellikle belirtti toplantıda. Semerci’ye göre bu süreci hiç inatlaşmadan, savaşmadan, uysalca, keyifle geçirmek gerekiyor. Toplantıda aldığım diğer notlar şöyle:
* Tuvalet eğitimi için en doğru zaman 24-36 ay arası. Bezi bırakmak için her ne kadar anneler bir zaman belirlese de, aslında buna çocuk kendisi karar verir. Çocuğun artık bezinden rahatsız olmaya başlaması, büyüklerini ve arkadaşlarını görüp tuvalete gitmeye istekli olması bunun ilk belirtileri. Ayrıca kendi pantolonunu veya eteğini indirip çıkarabiliyorsa, lazımlığına oturabiliyorsa zaten bezden ayrılmaya da hazır duruma gelmiş demektir. Bu süreçte onu hiç zorlamadan, gün içinde belirli aralıklarla tuvalete götürüp, hatta o sırada sohbet ederek tuvalet alışkanlığını kazanmasını sağlayabilirsiniz.
* Eğitimin üç yaşına kadar tamamlanması beklenir ama bazı durumlarda bu 4-5 yaşına kadar uzayabilir. Sabır önemli ve “Gece bezi çıkartmak için acele etmeyin. Gündüz hiç altına yapmıyor ve hep tuvalete gidiyor olsa da geceleri çocuk için daha zor olacak. Bir çocuk 5 yaşına kadar gece altına yapıyor olabilir, bunda telaşlanacak bir durum yok. Ancak gelişimi normal olduğu halde, 5 yaşından sonra aynı durum devam ediyorsa bir uzmana danışmalısınız.
* Tuvalet alışkanlığının yanı sıra, çocuğa kişisel temizlik alışkanlıklarının da kazandırılması gerek. Normal gelişim sürecinde 3 yaşına gelmiş bir çocuk artık tuvalet kağıdını çekip poposunu temizleyecek hale gelmiş demektir. Ama iyi ama kötü... ‘Daha beceremez, küçük’ düşüncesiyle sakın her seferinde siz yapmaya kalkmayın. Darnel her seferinde temizlenme işini Zeynep’e bıraktığını anlattı: “O yapabildiği kadar yapıyor sonra arkasından ‘Bir de ben bakabilir miyim’ diyerek tamamlıyorum.”

TUVALETE MERHABA

‘Tuvalete Merhaba’ projesi, ebeveynlere tuvalet eğitimi sürecinde destek vermeyi hedefliyor. Proje ilk olarak Türkiye’de yoğun olarak kullanılan sosyal medya ağı üzerinde başlıyor. İnternet platformunun amacı ebeveynleri video, makale ve farklı ailelerin tecrübe ve anılarıyla bilgilendirmek ve bu süreci keyifli geçirmelerini sağlamak. www.facebook.com/Selpak

İstanbul’da hamile olmak

“Dertleşmek adına...” Demet B. Yılmaz’dan gelen mailin konusu buydu: “8 aylık hamileyim, balon gibi de şiştim... Çalışıyorum; dolayısıyla toplu taşıma araçlarını kullanıyorum. Cüssemi ne kadar saklamaya çalışsam da öncelikle kadınlar ve bazı beyler sağ olsun bana yer veriyorlar. Başıma türlü dertler de açılıyor tabii. Az önce kalabalık bir otobüsten indim fırça yiyerek... Önümdeki dangalaktan orta kapıda inmek için izin istedim. Keşke ön kapıdan inseydim, rahatsız etmeyeyim kimseyi dedim. Dangalak bana ‘Öf ya iki kişilik yer kaplıyorsun, geç geç’ dedi, hışımla dönüp “Ne biçim konuşuyorsun sen” dedim, ‘öküz’ dedi, ‘aptal’ diyecevapverdi. ‘Allah belanı versin’ diyerek güç bela indim otobüsten. O kadar sinirlendim, o kadar sinirlendim ki anlatamam, titremeye, ağlamaya başladım, yanımdaki teyze sırtımı sıvazladı azıcık sakinleşeyim diye, yok hala çok kötüyüm. Zaten sıkıla sıkıla biniyorum, yer verdiklerinde utanıyorum, defalarca teşekkür ediyorum. Ama meraklanmasınlar bu cüsseyle daha erken kalkar yollara düşerim, yolun da hep köşesinden köşesinden yürürüm. Bu da bana revaymış. Olsun, Allah büyük. Bu ülkede insan kalmamış bunu taa içimden duyumsuyorum, yazık.”
Hamile kadınların şehir hayatında yaşadığı olumsuz olaylara sadece bir örnek Demet Yılmaz’ınki. Maalesef sekiz aylık hamile bir kadına öküz diyebilecek ‘insan’larla bir arada yaşıyoruz. Aynı ‘insan’lar Rüzgar kucağımdayken ve karşıdan karşıya geçerken arabalarını üzerimize sürüyor mesela. Ya da yavaş geçmemize sinirlenip camdan yarı bellerine kadar sarkarak ‘Yüürrrüü be kadın’ diye bağırıyorlar. Artık sinirlenmeme noktasına geldim. Önemsemiyorum. Çünkü beklentimi sıfırladım. Yol vermeliler, diye düşünmüyorum, gerekirse beş dakika karşıdan karşıya geçmek için bekliyorum, Rüzgar pusetine binmemekte direndiği, bebek arabası ve çantalarla kalakaldığım zamanlarda bile kimseden yardım beklemiyorum. Gerekirse arabayı bir dükkana emanet edip yoluma devam ediyorum. Tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku

Epilepsi, resim ve bizim çocuklar

21 Mayıs 2011
Adını küçükken okkalı bir tokat eşliğinde öğrendiğimiz epilepsiyle (sara) ilgili yanlışları silip atalım artık! Epilepsiyi akıl hastalığı sananlara, cin çarpmasına bağlayanlara, epilepsi hastası çocuklara ayrımcılık yapanlara dur demenin zamanı geldi de geçiyor. Yıl 2011! Türk Epilepsi ile Savaş Derneği tarafından Sanofi-Aventis Grup / Zentiva’nın desteğiyle bu yıl dördüncüsü düzenlenen ‘Epilepsi ve Ben’ resim yarışmasının sonuçları açıklandı. Sara hastası 6-16 arasındaki çocukların katılabildiği yarışmanın amacı çocukların kendilerini ifade etmelerini sağlamak, epilepsiden etkilenen bireyleri ve aileleri yakınlaştırmak, hastalıkla ilgili farkındalığı arttırmak, yanlış bilinenleri düzeltmek...
Yıl 2011 ama maalesef hala epilepsiyi cin çarpması ya da delilik zannedenler var. Herhangi bir ortamda biri sara dediğinde, çocuğunun suratına tokat atan ebeveynlerin sayısı hiç de az değil. Bunu yaparak aklı sıra “Aman ona gelen benim çocuğuma gelmesin” diyor ve hastalığı tokat yöntemiyle kovuyor.

HER YAŞTA VE CİNSTE GÖRÜLEBİLİR

En basit tanımıyla, sara ya da epilepsi beyin fonksiyonlarında kısa süreli bozukluğa bağlı. Beyindeki nöron denilen hücrelerin aşırı deşarjlarına bağlı ortaya çıkıyor. Nöbet gelir, geçer. Her yaşta, cinste ve ırkta görülebilir. Nedenleri; beyine ait gelişim bozuklukları, tümörler, beyin kanaması, beyinde hasara neden olabilecek enfeksiyonlar, kafa travmaları, yaşlılıkta ortaya çıkan Alzheimer hastalığı (bunama) ve inme gibi durumlar. Ayrıca bazı epilepsiler ailevi geçişli.
Bunları ben değil, Prof. Dr. Çiğdem Özkara anlatıyor: “Belirtileri; çocuğun kasılma, dalma, garip hareketler yapma, düşme, bayılma, sıçrama gibi her zamanki halinden farklı davranışlarda bulunması, bu durumun gelip geçici olması...” Özkara çocukluk çağındaki epilepsilerin çok sayıda değişik tiplerinin olduğunu söylüyor: “Bazı ağır epilepsi türleri zihinsel gelişimi etkilerken büyük bir kısmı herhangi bir iz bırakmadan kaybolur. Öte yandan, zihinsel veya fiziksel bozukluğa yol açabilen birtakım hastalıklar epilepsi nöbetine de neden olabilir, esas bozukluğa yol açan altta yatan diğer hastalıktır.”

ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLANMAMALI

Prof. Özkara’nın önemle üzerinde durduğu nokta şu: “Epilepsi hastası çocuklar normaldir. Onlara anormal gibi davranmak yanlış. Epilepsinin geçmişten gelen ruh veya akıl hastalığı olduğu, bulaşıcı olabileceği gibi yanlış inançlar kişilerin hastalığı saklamasına yol açıyor, sıklıkla bu nedenlerden dolayı da toplum içinde yer edinme, kendine güven geliştirme konularında zorluk yaşıyorlar. Eğer çocuklarda eğitime engel olabilecek başka bir sorun yoksa normal eğitimine devam edebilirler. Epilepsi çocuğun özgürlüğünü kısıtlamamalı. Aile özellikle hastalığı nedeniyle evdeki düzeni kesinlikle değiştirip çocuğa uydurmaya çalışmamalı, aşırı koruyucu kollayıcı olmaktan özellikle kaçınmalı. Bu durumların tam gelişme çağında çocuklarda istenmeyen davranış bozukluklarına yol açabileceği akılda bulundurulmalı. Beslenme ve spor açısından kısıtlama bulunmuyor sadece biraz daha tedbirli olmalı. Tüple dalma ve paraşütle atlamak gibi tehlikeli sporlardan kaçınmak uygun. Okulda hiçbir şekilde farklı bir muamele görmemeli, herhangi bir avantaj da sağlanmamalı.”

TAKVİM VE KARTPOSTALA BASILACAK

Bu sene 6-11 ve 12-16 yaş arası olmak üzere iki ayrı yaş kategorisindeki yarışmaya 102 epilepsi hastası çocuk katıldı. Ressam Prof. Dr. Neşe Erdok ve Evin İyem’in yanı sıra, Türk Epilepsi ile Savaş Derneği’nden Prof. Dr. Barış Baklan, Prof. Dr. Çiğdem Özkara, Prof. Dr. Nahit Motavallı Mukaddes, Prof. Dr. Barış Korkmaz ve Boğaziçi Üni. Eğ. Fak.’dan Doç. Dr. Hande Sert jüride görev aldı. 6-11 kategorisinde Ankara’dan Aleyna Ezgin birinci seçildi. İstanbul’dan Dilara Kayra ikinci ve yine İstanbul’dan Özkan Acar üçüncü oldu. İstanbul’dan Ahmet Emin Demir, Diyarbakır’dan Alişan Şanlı ve Adana’dan Furkan Yıldırım mansiyon kazandı. 12-16 yaş kategorisindeyse Sakarya’dan Büşra Kum birinci, İstanbul’dan Kadir Çakır ikinci, Ankara’dan Biray Uzun üçüncü oldu. İstanbul’dan Mahmut Etik, Trabzon’dan Arzu Çakır ve Ankara’dan Feyza Sivri mansiyon kazandı. Birincilik ödülü 2 bin, ikincilik bin 500 ve üçüncülük ödülüyse bin liraydı. Ödül töreni 9-12 Haziran’daki Kapadokya’daki Epilepsi Kongre’sinde. Resimler çeşitli hastanelerde sergilenecek. Ayrıca takvim ve kartpostal olarak kullanılması da planlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Rüzgarlı basın toplantısı

14 Mayıs 2011
Sonunda bunu da yaptım. Rüzgar’la birlikte bir basın toplantısına katıldım. Kameramanların kablolarını birbirine karıştırdığına mı yanayım, sunum esnasında alt çenesini uzata uzata “Abiiii, abiiii” diye bağırdığına mı? Haftanın son günü... Sabah katılmak istediğim bir basın toplantısı var. Diğer taraftan hafta yoğun geçtiği ve çok fazla vakit geçiremediğimiz için Rüzgar’ı evde bırakıp çıkmayı hiç istemiyorum. Zaten o da beni bırakmak istemiyor. Zaten bu gibi durumda anne ne mesaj verirse çocuk onu alıyor. Onu da basın toplantısına götürmeyi kafamda evirip çevirdiğimi hissetmiş olacak ki bacağıma öyle bir yapışıyor ki ayırabilene aşk olsun! Ne yaptık, anneanneyi de aldık yola koyulduk. İstikamet Ortaköy’deki Radisson Oteli. Amaç Boyner’in Türkiye’ye getirdiği doğal makyaj markası Une ile tanışmak.
Evet, anladığınız üzere konunun Rüzgar’la uzaktan yakından ilgisi yok. Bu yüzdendir ki kucağımda Rüzgar’la birlikte salona girdiğimi görenler bir müddet şaşkınlıklarını gizleyemediler. Hatta kapıda duran hanım iki-üç dakika yanlış bir yere geldiğimi anlatmaya çalıştı.
İlk beş dakika kucağımdan hiç inmedi. Burnunu boynuma dayadı, kokumun verdiği güvenle arkamdan sağı solu inceledi. Gelip ilgi gösterenlere son günlerde keşfettiği yeni numarasını yaptı. Omuzlarını silkerek karşılık verdi. Birkaç haftadır uyumak ve yemek istemediğinde bunu yapıp “hayır” der gibi vurguladığı tiz bir “eeee” sesi çıkarıyor.

KAHVALTI BÜFESİYLE ORTAMA ISINDI

Ortama ısınmasına her zamanki gibi yiyecekler yardımcı oldu. “Hadi gel mamalara bakalım” dedim ve kahvaltı büfesine götürdüm. Tabağımıza aldıklarımızın etkisiyle masaya döndüğümüzde kucağımdan indi ve sandalyeye oturdu. Önce sezonun ilk üzümünü yedi. Sonra incir ve kuru kayısıyla devam etti. Arada da tabağımdaki çırpılmış yumurtaya sulandı. Üç dört kaşık götürdü. Sonra sandalyeden indi kararlı adımlarla büfeye yürüdü ve kaşla göz arasında yeşil zeytin kâsesine elini daldırdı. Engellemeye çalıştığım an “Nemneeee” (mamaya bazen nemne de diyor) diye öyle bir bağırdı ki elimi hemen çektim. Her eline birer zeytin aldı ve yerine dönüp büyük bir iştahla bir sağdakini bir soldakini yemeye başladı. Rüzgar daha karnımdayken bile tatlıya değil ekşiye tepki verirdi. Çikolata değil yeşil elma yediğimde oynardı. Ekşi ve tuzlu yeşil zeytini inanılmaz seviyor. O zeytin onu 10 dakika oyaladı. Ama toplantı başlamak bilmiyordu. Tanıtımı yapacak olanlar herkesin kahvaltılarını tamamlamasını bekliyordu. İşte o vakit geldiğinde Rüzgar hafiften sıkılmaya başlamıştı. Ortalıkta koşturmaya, sadece üç-beş kelime söyleyebilse de yüksek sesle konuşmaya...

KAMERAMANIN PANTOLONUNU ÇEKİŞTİRDİ

Sunum başlamasıyla kırmızı ışıklarını yakan televizyon kameraları ve kulaklıklarını takıp çekim yapmaya başlayan kameramanlar bizimkini inanılmaz heyecanlandırdı. Sandalyesinden indi önce kablolaları karıştırdı sonra gözüne kestirdiği bir kameramanın pantolonunu “Abiii, abiii” diye çekiştirmeye başladı. Tabii o her “abiii” diye bağırdığında salondakiler gülüyor, sunumu yapan kişinin konsantrasyonu bozuluyordu. Annem çareyi eline iki yeni nemneee vererek Rüzgar’ı dışarı çıkarmakta buldu. Ben toplantıyı dinlerken o elinde zeytinleriyle otel koridorlarında çığlık atarak bir yukarı bir aşağı koşturup enerjisini boşalttı. Çok da iyi oldu eve döndüğümüzde üç dakikada uyudu.
Tüm bu karmaşada duyabildiğim kadarıyla Une 2009 da Fransa’da kozmetik markası Bourjois Paris tarafından geliştirilmiş bir doğal kozmetik markası. Şimdi ilk kez Türkiye’ye geliyor ve bir tek Boyner mağazalarında satılacak. Doğal ve organik formüllerle makyaj olanağı sağlıyor. Ürünler, tarım denetim şirketi ECOCERT tarafından yüzde 98-100 oranında Doğal Kozmetik veya Organik Kozmetik Sertifikası’na sahip. Üretim aşamasında hayvanlar üzerinde test yapılmıyor. Ambalajları da çevreye saygılı olarak tasarlanıyor. Ürünlere doğal mineraller renk veriyor. Rüzgar’la birlikte bütün ürünlere güvenle dokunduğumu söylemeliyim.
Yazının Devamını Oku

Yılın iyilik hareketi

7 Mayıs 2011
Geçen yıl toplam 100 bin çocuğu giydiren Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) bu yıl hedefi çok çok büyüterek 250 bin çocuğa ulaşmayı planlıyor

Başlığın abartılı olduğunu zannedebilirsiniz. İnanın değil. BMD’nin geçen yıl başlattığı proje şimdiye kadar dinlediğim sosyal sorumluluk projeleri içinde en etkili olanlardan... 100 bin çocuğa ulaştılar, şimdi de 250 bin gibi inanılmaz bir rakamdan bahsediyorlar. Giydirmek derken; birilerinin eskisini, küçülmüşünü toplayıp ulaştırmaktan söz etmiyorlar. Bütün çocuklar için bedenlerine göre sıfırdan üretim yapıyorlar, özenle paketliyorlar.
İyisi mi baştan anlatayım. Evet; proje geçen yıl başladı. BMD ‘Türkiye’nin Markaları Türkiye’nin Çocuklarını Giydiriyor’ kampanyasında 100 bin çocuğun giyim ihtiyacını karşıladı. 30 markanın destek verdiği projede bu yıl hedef 250 bine çıkarıldı. Geçen yıl İstanbul ve Anadolu’nun beş ilinde yardıma muhtaç çocuklara ulaşılmıştı. Bu yıl daha fazla kente ulaşacaklar. Yardım malzemesi gönderilecek yeni iller arasında geçen yıl çok talep gelen Ağrı, Bingöl, Düzce, Elazığ, Şırnak ve Sakarya’ya öncelik verilecek.
Başka neler mi yapacaklar? Geçen yıl yardım yapılan merkezler, o ilin valisiyle, ilçelerdeyse kaymakamla bizzat görüşülerek belirlenmişti. Bu yıl da aynı yol izlenecek. Gelen bilgiler BMD üyeleriyle paylaşılacak ve tıpkı geçen yıl olduğu gibi taahhütler toplanacak. Ve üretim başlayacak.

BÜTÜN ÇOCUKLAR İÇİN AYNI SET

Ürünler 30 BMD üyesi firmanın yüzlerce çalışanı tarafından hazırlanacak, paketlenecek, depolanacak. 250 bin öğrenciye dağıtılmak üzere bir milyon parçadan fazla ürün (mont, gömlek ve pantolondan birer adet, bir çift ayakkabı ve iki çift çorap olmak üzere toplam altı parça) üretilecek. Üretimi her firma kendi kafasına göre yapmayacak. Bütünlüğü korumak adına markaların taahhüt ettikleri miktarları onlar adına LC Waikiki üretecek. Piyasa değeri 40 milyon lirayı bulan ürünler lojistik firmalarının her biri 5 bin metrekareyi bulan depolarında bekletilecek.
Altı parçalık bu setler her bir öğrenci için ayrı poşetlere konacak. Poşetin üstüne il, ilçe, okul ve öğrenci adı yazılı bir etiket yapıştırılacak. 100 bin poşetin üzerinde öğrencilerin isimleri, ayakkabı numaraları, beden numaraları da yer alacak. Poşetin üzerinde sadece BMD amblemi yer alacak.
 

Yazının Devamını Oku