30 Nisan 2011
Rüzgar 20 aylık. Kimine göre geç kaldık kimine göre henüz erken ama biz tuvalet eğitimine başladık. Bulaşık, kokulu ve enteresan günler bizi bekliyor vesselam! Tracy Hogg ve Melinda Blau’nun yazdığı ‘Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler’ adlı başucu kitabım bu konuda iddialı konuşuyordu. Tuvalet eğitiminin dokuz aylıkken başlaması gerektiğini söylüyordu. Dokuz ay bana çok erken geldiğinden olsa gerek, kitabın o sayfalarını okudum ama anlamamazlığa geldim. Ne zaman ki ikinci evreye geçti, on altı aydan yirmi üç aya tuvalet eğitiminden bahsetmeye başladı kulak kabarttım.
“Çocuğunuz kendi kendine oturabilecek kadar büyümüşse, başlamak için hazır demektir. Yapmanız gereken, tuvalet eğitimini öğrenmesi gereken bir sürü beceriden biri, mesela bardaktan su içmek ve yürümek gibi, düşünmektir. Süreci göz korkutucu bir görev gibi görmekten çok, ilginç bir hedef gibi düşünün. Rehber sizsiniz. Tercihim, klozetin üzerine oturtulabilecek çocuklar için hazırlanmış klozet adaptörleridir. Böylelikle ek bir geçiş adımını atlarsınız. Adaptörün yanı sıra küçük bir ayak taburesi almanız iyi olur. Ayaklarını basarak tuvaletini yapmak kendini güvende hissettirecek, kakasını yapmak için ıkınırken de kolaylık sağlayacak. Çocuğunuz aynı tabureyi tuvalete inip çıkma, diş fırçalama ve el yıkama gibi diğer banyo ritüellerinde de kullanabilir. Bütün bu süreçte tuvalet alışkanlıklarını not edin. Ve bolca sabır yüklemesi yapın. Eğitime aşırı yoğun bir projeye çalışırken, taşınmaya ya da yolculuğa yakın bir dönemde ya da hasta olduğunuzda başlamayın. Uzun bir süre bu yükü üzerinizde taşıyacağınızı bilerek plana sadık kalın” diyor kitapta Tracy Hogg.
YAPARKEN SİZİ İZLESİN
Kitap; ikinci aşamada çocuğa tuvaletin tuvalette yapıldığını anlatmamız gerektiğini söylüyor. Birlikte tuvalete girebilir, siz yaparken sizi izlemesini sağlamalısınız. Babalara önemli bir görev düşüyor. Erkek çocuklar çiş yapmayı öncelikle oturarak öğrendiklerinden babalarının bu şekilde göstermeleri, oğulları yanlarındayken asla ayakta çiş yapmamaları gerekiyor. Çünkü çocuklar her şeyi taklit yaparak öğreniyor.
Üçüncü aşamanın adı plan: “İlk haftalarda, çocuğunuzu uyanır uyanmaz tuvalete oturtun. Sabah ritüelinin bir parçası olsun. Uyandığında odasına girin öpün, kucaklayın ve ‘Şimdi tuvalet vakti’ deyin. Gece bezini ıslatabilir. Sabah uyandığında çişini yapabilir veya yapmayabilir. Onu klozetin üstünde sadece birkaç dakika oturtun, hiçbir şekilde beş dakikadan uzun sürmesin. Aynı göz hizasında olmak için çömelin ya da tabureye oturun. Kitap okuyun, şarkı söyleyin, o gün neler yapacağınızdan konuşun. Çiş yaparsa bunu dile getirin. ‘Bak tıpkı anne gibi çişini tuvalete yapıyorsun’ deyin. Ve onu abartılı övgülerle ödüllendirin. ‘Aferin’ demeyin. ‘Aferin çişini tuvalete yaptın’ deyin. Ayrıca poposunu nasıl sileceğini de gösterin. Çişini yapmazsa, yeni bir bez bağlayın kahvaltısını verin. Sıvı aldıktan yirmi dakika sonra tekrar tuvalete götürün ve süreci yineleyin. Bunu yemeklerden sonra ve günün geri kalan kısmında bağırsak hareketleri olduğunu düşündüğünüz zamanlarda yapmayı sürdürün. Ayrıca, çocuklar genellikle banyoya girmeden önce ya da küvette otururken çiş veya kaka yapar. Çocuğunuzun böyle bir alışkanlığı varsa, banyoya girmeden önce tuvalete oturtun. Her zaman aynı sözcükleri kullanın. ‘Hadi tuvalete gidelim. Şimdi bezini çıkaralım. Sana yardım edeyim’ Bu sözcükler bedensel fonksiyonlarını tuvaletle ilişkilendirmesinde ipucu olur. Eğer tuvalet ziyaretlerini günlük rutininizin bir parçası haline getirirseniz gün içinde çok kez banyoya gideceğiniz için, süreç çocuğunuza doğal gelecek. El yıkamayı ritüelinizin parçası yapmayı unutmayın.”
İlk haftalarda acele etmemek önemli. Ama istikrarlı davranmak şart. İki üç hafta sonra gün içinde kuru kalabildiğinde bezi atıp külot giydirmemiz gerekiyor. Bazı uzmanlar eğitime karar verildiği an gündüz bezin atılmasını savunuyor. Çocuk kaza yaptığında kendini ıslak hissetmeli, bezlememek bu açıdan önemli. Bu süre zarfında her türlü kazaya da göz yummak gerekiyor. Asla büyütmeyin. ‘Sorun değil, bir dahaki sefere tuvalete yapabilirsin’ deyin. Altına kakasını yaptıysa bunu tuvalete boşaltmayı unutmayın. Böylelikle onun nereye ait olduğunu görür. ‘Bu sefer senin için onu ben tuvalete atacağım’ diyebilirsiniz. Yine kitaptan önemli bir bilgi: İki yaşından önce, çoğu çocuk kendini ‘kötü kokulu’ veya ‘pis’ görmez. Şakayla bile bu sözcükleri kullanmamaya dikkat edelim. Çocuklar sadece yetişkinlerin olumsuz tepkileri sonucunda bir şeylerden utanmaya başlar.
Bir çocuğun geceyi kuru geçirmesi için birkaç aya ihtiyaç var diyor kitap. İki hafta boyunca gece altını ıslatmayan bir çocuğun bezini çıkarmayı deneyebilirsiniz. Ama iki hafta yapmadı diye hiç yapmayacak zannetmeyin. Koruyucu sererek önleminizi mutlaka alın.
Yazının Devamını Oku 
23 Nisan 2011
18-24 ay arası erkek çocuğu olan annelerin ortak bir sorunuymuş meğer şiddet. Kimi babasına kafa atıyor, kimi annesini ısırıyor, benimki de önüne gelene okkalı bir Osmanlı nakşediyor.
Ulus Gymboree’deyiz. Bir küçük sınıf dolusu anne-baba ‘0-3 Yaş Arasında Çocuğun Gelişim Evreleri ve Ailenin Yaklaşımı’ seminerini dinliyoruz. 10 kişi ya varız ya yokuz. Uzman psikolojik danışman Selin Özkan anlatıyor. Yemek yeme alışkanlıklarından giriyor, tuvalet eğitiminden çıkıyor. Çok yararlı kilit bilgiler veriyor. Bir buçuk saatlik konuşmanın ardından sıra soru cevap bölümüne geliyor. Önümdeki kısa saçlı esmer kadın, ürkekçe elini kaldırıyor: “Şey, 18 aylık oğlum, biraz sinirli...” Özkan ‘birazı’, biraz açmasını istiyor. Kadın eşine dönerek “Mesela babasına kafa atıyor” diyor. Belli ki bu durumdan utanıyor, kendini sorumlu tutuyor. Kadındaki mahcubiyeti sezen ve aynı dertten mustarip bir başka anne hemen imdadına yetişiyor, “Benim oğlum da sinir krizi geçiriyor bazen. Beni ısırıyor, tırmalıyor, tokat atıyor. Geçenlerde cama kafa atarken yakaladım” diyor. “E Rüzar da böyle” diyorum içimden. Dede, anneanne, anne, baba demiyor, olmadık zamanlarda bir güzel yapıştırıyor. Kendimi “Ben de ben de, ay pardon biz de biz de” diye bağırırken yakalıyorum. Ve hemen soru bombardımanıma başlıyorum: “Selin Hanım neden bu çocuklar böyle şiddet yanlısı, bunu tetikleyecek ne yapıyoruz, tokadı yediğimiz an ilk tepkimiz ne olmalı?”
ELİNİ TUT VE HAYIR DE
Özkan önce nedenlerini anlatıyor: “Geceleri kesintisiz en az 7-8 saat yani blok uyumayan çocuklar gün içinde sinirli olabilir. Bazıları karşısındakine vurur, bazıları kendini geriye doğru atar ve kafasını mama sandalyesine falan vurur. Uyku bu anlamda beslenmeden bile önemli. Çocuklarınızın aralıksız uyumasını sağlayın. Sallayarak, pışpışlayarak uyumaya alışan çocuklar çok sık uyanır. İkinci neden çocuğun içindeki enerji. Günün büyük bir bölümünü evde geçiren çocuklarda bu tür hareketler gözlemliyoruz. Sık sık dışarı çıkarmak, temiz hava almasını sağlamak ve enerjisini boşaltacak ortamlar hazırlamak gerek. Üçüncü ama daha az etkili nedense evdeki ortam. Şiddete tanık olan çocuk şiddet uygular, yüksek sesle konuşan birilerinin varlığı bile çocuğu etkiler.”
Minik eliyle size bir güzel Osmanlı tokadı çarpan çocuğunuza bağırmıyorsunuz, haykırmıyorsunuz, küsmüyorsunuz, tokadı yediğiniz anda elinden tutup kararlı bir şekilde ‘hayır’ diyorsunuz. Hepsi bu. Tekrar yaparsa yine aynısı, ne bir eksik ne bir fazla. Eninde sonunda yaptığını yapmaması gerektiğini anlarmış.
23 NİSAN İÇİN İKİ ÖNERİ
Bugün 23 Nisan. Ne yapmalı diye düşünenlere iki öneri de benden. Penti, ‘Kardeş Kardeşe’ projesiyle sizin adınıza ihtiyacı olan çocuklara 15 bin çorap hediye edecek. 24 Nisan’a kadar mağazalara gelen çocuklara alışveriş yapma şartı olmadan verilecek ‘Burada seni düşünen biri var’ etiketine isim ve mesajlarını yazanlar, mesajlarıyla birlikte çorap gönderebiliyor. Mardin ve İstanbul’daki ihtiyaç sahibi 5 bin çocuğa armağan edilecek pamuklu soket çoraplar üçlü paketler halinde ambalajlanmış.
İkinci önerimse Işık Okulları’nın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleriyle birleştirdiği 6. Satranç Takım Yarışması. Etkinlikler kapsamında İstinye Park’ta dev satranç tahtasında canlı satranç oynanacak. Öğrencilerin şah, vezir, kale gibi satranç taşlarının görünümüne bürünerek yarışacağı etkinlik bugün 12.30’dan itibaren gerçekleştirilecek. Bağdat Caddesi ve Nişantaşı’nda da onlarca satranç masası kurulacak.
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2011
Bir hafta boyunca sadece sütle beslendi. Diş etleri kanıyor, ağzının dışı afttan uçuktan geçilmiyordu. Kuruması için sürdüğüm mor ilaç yüzünden küçük bir yaratık gibi dolaşıyordu evin içinde. Peki tüm bunlar antibiyotik kullanmaya direndiğim için mi olmuştu?
Diş etleri şişti, kızardı, hassaslaştı. Kanaması için mama yerken kaşığın değmesi ya da Rüzgar’ın parmağını ağzına sokması yetiyordu. Dudaklarının etrafında aft, uçuk ve sivilce arası bir şeyler çıkmaya başladı. Fısır fısır diye tarif edebileceğim garip şeyler... İlk gün dudağının sol yanında sadece dört-beş taneydi. İkinci gün çenesini sardı, sonra dudağının sağ yanına sıçradı ve en sonunda dudağının üstünü de kapladı ve daire tamamlandı! Her sabah uyandığında fısırtılara yenilerinin eklendiğini görünce çıldıracak gibi oluyordum. Ben böyle iğrenç bir çaresizlik hissiyle ilk kez karşılaşıyordum.
İyisi mi baştan alayım. Her şey hafif öksürükle başladı. Sonra boğazında balgam olduğunu fark ettik. Nasıl başa çıkacağını bilemiyordu, tüküremiyordu, yutamıyordu. O fazlalık midesini de bulandırdığı için ne yese kusuyordu. Ateşi de 39’a çıkınca hemen doktora gittik. Muayene sonrası elimizdeki reçetede antibiyotikli bir ilaç yazmıyordu çok şükür. Rüzgar doğduğundan beri hiç antibiyotik vermemiştim. Antibiyotiğe başvurmak zorunda kalmadığımıza yine sevindim. Kursağımda kalacağını ne bileyim?
Ateş düşürücü, öksürük şurubu, bir de ağzındaki yaralar için damlalar, solüsyonlar vardı. Ama yetmedi, ertesi gün durum daha da kötüye gitti. Rüzgar’ın damağı, dudaklarının çevresi başta anlattığım duruma geldi. Gram yemek yemiyordu. Ağzına zorla soktuğum her lokmadan sonra ‘Acı, acı, acı’ diye sayıklıyor, gerçekten de acıdan gözleri doluyordu. Biberonla süt içerken bile diş etlerinin kanadığını görüyordum, ölüyordum.
FOTOĞRAFLARI KALDIRDIM
İkinci günün akşamında doktorumuz karar değiştirdi. Bir an önce antibiyotiğe başlamamızı söyledi. Hayatımda bir ilacı eczaneden bu kadar zor aldığım olmamıştı. Rüzgar’a verirken nasıl elim titredi bir bilseniz. Çocuğumun bağışıklık sistemini kendi elimle mahvediyor gibi hissettim. Sizin de antibiyotikli ilaçlara karşı benzer önyargılarınız var mı? Yoksa her zamanki gibi ben mi abartıyorum?
Tabii ki işe yaradı. Aftlar, uçuklar kurumaya başladı, öksürüğü azaldı, ateşi eskisi kadar sık çıkmadı. Ve işte o zaman beni bir düşünce aldı: Acaba antibiyotik vermeye direnmeseydim hastalık bu kadar ilerlemez miydi? Zamanında müdahale etseydik düşman kuvvetlerinin ağzının tamamını ele geçirmesine mani olabilir miydik? Bilmiyorum. Tek bildiğim uykusuz, acılı ve çok çaresiz bir haftaydı. Her sabah güne Rüzgar’ın ağzının son halinin fotoğrafını çekip doktorumuza göndererek başladım. Her yeni çıkan aft ve uçuktan sonra karın boşluğuma ağır bir yumruk yemiş gibi iki büklüm oluyordum. Doktorumuz bunun özellikle bahar aylarında çok sık rastlanan bir virüs olduğunu söylüyordu ama ben yine de doğrulamıyordum.
Rüzgar’ın yaşıtı birkaç arkadaşı daha aynı virüse yakalandı geçen hafta. Umarım sizin başınıza gelmez.
Yazının Devamını Oku 
9 Nisan 2011
Geçen yıl Pınar Kido resim yarışmasına 887 bin 660 adet resim gönderildi. Öyle bir rakam ki bu, 35x50 santim ebadındaki resimler yan yana sıralandığında; İstanbul-Ankara otoyolunu kaplar, Boğaziçi Köprüsü’nün üzerinde 285 kere gider gelir, 38 futbol sahasını rengarek yapabilir. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Tatlıdil ve ekibi ön jüriyle 3 bine indirilen resimleri sosyolojik açıdan değerlendirdi
Pınar Kido Resim Yarışması Türkiye’de 30 yıldır düzenleniyor. Bu öyle bir resim yarışması ki, geçen yıl 887 bin 660 adet resimle rekor katılım yaşandı. Teması, ‘En Çok İlgini Çekeni Çiz’di. Yan temalarsa Doğa ve İnsan, Sosyal Çevre ve İnsan, Boş Zaman Değerlendirme, Öyküler ve Kahramanlar, Bilişim, Teknoloji ve Uzay, Mekân-Zaman İçinde Günlük Yaşamı Etkileyen Konular ve Natürmort olarak belirlenmişti. 5-16 yaş aralığındaki öğrenciler ilgilerini çeken şeyleri resmetti. Ön jüri değerlendirmesiyle seçilen 3 bini aşkın resim, öğretim görevlileri tarafından incelendi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Tatlıdil ve ekibi, çocukların hayallerini, dünyalarını, yetişkinlerin sunduğu olanakları algılama biçimlerini anlamak için Sosyolojik Değerlendirme Projesi’ni hayata geçirdi. İşte Projenin çarpıcı bilgilerini içeren kitapçıktan öne çıkan detaylar...
ERKEK ÇOCUKLAR TEKNOLOJİ KIZ ÇOCUKLAR EĞLENCE PEŞİNDE
* 5-7 yaş arasındaki çocuklar en çok doğa ve insan konularına ilgi duyuyor. Ve bitki ve hayvanları da insan görünümünde resmediyor. Ve bu son derece normal. Yani bu yaşlardaki çocuğunuz kaşı gözü olan bir papatya çizerse paniğe kapılmayın.
* Ne yazık ki toplumsal cinsiyet rollerinin paylaşımı resimlere de yansımış durumda. İlgi alanlarının henüz çok küçük yaşlardan itibaren empoze edildiği sosyal yaşam içerisinde, erkek öğrenciler bilişim, bilgisayar, teknolojik araçlar ve uzay gibi daha karmaşık yapıları resmederken kızlar rekreasyon, kutlama ve eğlence temalı resimler yapıyor. Ben bunu değiştirmekten yanayım. Neden kız çocukları da uzayla ve teknolojiyle ilgilenmesin canım? Bu noktada en büyük görev anne-babanın. Lütfen çocuklarınızın ilgi alanlarını daraltmayın. Önlerine kuş sütünün eksik olmadığı mükelleflikte bir hobi sofrası kurun. Bırakın ne yiyeceklerine kendileri karar versin.
* Doğu ve Güneydoğu’dan gelen resimler içerisinden ana teması Sosyal Çevre ve İnsan olan resimler çoğunlukta. Öğrenciler, insanları sosyal çevrelerinde resmetmiş. Köy meydanında toplanan ve birbirleriyle etkileşime giren insanları, çeşmeleri, camiileri, kahveleri, tarlaları yansıtmışlar.
GÖRMEYENLER İÇİN DENİZ KARTPOSTAL GİBİ BİR ŞEY
* Denizi olmayan bölgelerden gelen deniz temalı resimlerde insan figürünün bulunmadığı; sadece denizin, güneşin ve kumun resmedilmesi ilginç. Denizi olan bölgelerden, özellikle de Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgeleri’nden gelen resimlerdeyse deniz kenarında oynayan çocuklar, yüzen insanlar, bunun da ötesinde denizaltında balıklarla yüzen insan figürleri var. Ama deniz görmeyen çocuklara göre deniz kartpostal gibi bir şey. Denizle ilişkisi olmayan çocuklar denizde yaşamı resmedemiyor maalesef.
* ‘Rekreasyon, Kutlama ve Eğlence’ kategorisi altındaki resimler tüm bölgeler içerisinde en yüksek oranda Ege ve Karadeniz Bölgeleri’nden geldi. Acaba Ege ve Karadeniz Bölgelerindeki çocuklara daha mı mutlu?
* Uzmanlara göre çocuklar kenti bir yaşam alanı değil, çalışma alanı olarak görüyor. Büyük şehirlerde yaşayan çocukların yaptığı kent resimlerinin genelinde yüksek binalar, otomobiller, trafik, iş çantası elinde yürüyen takım elbiseli adamlar bulunuyor. Ağaç ve çiçek figürleri neredeyse hiç yok. Şehir deyince oyun parklarını, piknikleri, top sahalarını, hatırlayan çocuklarımıza ne oldu?
HAYDİ GELECEĞİMİZİ ÇİZELİM
Pınar Kido Resim Yarışması’nın bu yılki konusuysa ‘Haydi Geleceğimizi Çizelim’. Son başvuru tarihi 29 Nisan. Resimler Yaşar Birleşik Pazarlama Dağıtım Turizm ve Ticaret A.Ş. PK: 34775 İstanbul adresine gönderilebilir. Yarışmaya katılan öğrenciler resimlerinde; dünyamız, kendi hayatları ve hayalleri, doğa, teknoloji ve uzay gibi konulardan ilham alarak geleceğimizi yorumlayacak. Kazanan öğrenciler, dizüstü bilgisayar gibi çeşitli hediyelerin yanı sıra ressam Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ve ekibi yönetiminde Büyükada’da düzenlenecek 6. Pınar Sanat Haftası’na katılabilecek.
20-24 Haziran tarihlerindeki Pınar Sanat Haftası’nda altı yıldır projeye destek olan Ressam Prof Hüsamettin Koçan ve ekibi, öğrencilere resim sanatına dair geniş bilgi verecek. Türkiye’de plastik sanatların duayenleri arasında yer alan dünyaca ünlü ressam Prof. Koçan; “Çocukların yaratıcılıklarının ve estetik duygularının erken yaşta desteklenmesi büyük önem taşıyor. Resim sanatı, çocukların ilerleyen yaşlarda yaratıcı, üretken ve dünyanın tüm renklerini, güzelliklerini algılayabilecek kişiler olmasına olanak veriyor. Çocuklara resim sanatını tanıtan ve sevdiren her projeyi yürekten destekliyorum. Bu yarışma çocukları görsel dünyanın zenginliğine davet ediyor, çocuklar da kendilerini özgürce ifade edebilme fırsatı buluyor” diyor.
Yazının Devamını Oku 
2 Nisan 2011
Facebook’a koyulan fotoğraftan çocuğa nazar değer mi? Peki aynı yaşlarda çocuğu olan anneler ne zaman yol arkadaşlığı, ne zaman rekabet eder? Ne zaman Facebook’a Rüzgar’ın bir fotoğrafını koysam evde fırtına çıkıyor. Anneanne, babaanne ve tabii ki dededen aynı tepkiyi alıyorum: “Ne gerek var, ya nazar değerse?” Açıkçası ben nazara ya da yeni tabirle kötü enerjiye inanırım. Ama pozitif düşünceyle, ‘beni korur’ anlamının yüklendiği bir mavi boncukla, hatta kuru bir ‘Bana değmez’ cümlesiyle bile üstesinden gelinebileceğini düşünürüm. Yani bence size ya da değer verdiğiniz birine nazar değmesini istemiyorsanız kendinizi bunun mümkün olmadığına inandırın. Maşallahların samimiyetini sorgulamayın mesela!
Bunun zor olduğunu biliyorum. Hele ki maşallah diyenin sizinkiyle aynı yaşlarda bir çocuğu varsa iş daha da zor. O maşallahı kendi çocuğuyla sizinkini teraziye koyduktan önce mi sonra mı söyledi, diye düşünmeden edemiyorsunuz değil mi? Ama ne olur düşünmeyin. Varsın kıyaslasın. Siz kıyaslamıyor musunuz? Çocuğunuzun yaşıtı olduğunu tahmin ettiğiniz bir çocuk gördüğünüzde hemen ailesine yanaşıp “Kaç aylık” diye sormuyor musunuz?
BİLGİYİ KENDİNİZE SAKLAMAYIN
Bu noktada önemli olan karşınızdaki anneyi rakip gibi değil de aynı yola baş koymuş bir arkadaş gibi görmek sanırım. O yüzden lütfen anneler bildiğiniz ve doğru olduğa inandığınız, doktorunuzdan öğrendiğiniz, kitaptan okuduğunuz hiçbir şeyi kendinize saklamayın, paylaşın.
Ama bir de paylaşılmaması daha doğrusu karışılmaması gereken şeyler var. Anne-babanın çocuğa verdiği eğitim mesela... Bu konuda üçüncü kişilere hiçbir söz düşmediğini düşünüyorum. İsteyen çocuğunu istediği kadar şımartabilir, bizi hiç ilgilendirmez. Anne ve çocuğu arasındaki ilişkinin sevgi ekseninde şekillenen sonsuz versiyonu vardır, hiçbiri birbirine benzemez. “Haydaa bu nereden çıktı, belli ki bir yaran var” diyenlere alkış. Evet yaram var. Yaralayanla bir konuşayım, belki sonra buraya da yazarım.
Fırsat kuponları kitabı
Girişimci bir anneden bahsetmek istiyorum size. İsmi Eda Uğurlu Nazlı. Bebek bekleyen ve çocuklu ailelere yönelik bir indirim kupon kitapçığı çıkardı. İsmi: Narponum. Kitapçıkta kuponlar yer alıyor, mekanlar ve kurumlar hakkında bilgi de veriliyor. Bu özelliğiyle bir rehber niteliğinde. 55 kuruma ait 119 adet indirim kuponu içeriyor. Sadece İstanbul’da yıl sonuna kadar geçerli. İnkılap Kitabevlerinde 25 liraya satılıyor ve bir kupon kullanılarak ödediğiniz parayı birkaç misliyle geri kazanıyorsunuz. Yılda ortalama 13 bin lira tasarruf edilmesini sağlıyor. Aklınıza gelebilecek her sektörü kapsıyor: Gıda, giyim, oyuncak, kırtasiye, sanat, spor, kültür, eğlence, bilim, kostümcü, parti evi, doğum fotoğrafçısı, butik pastacı, hamile giyimi, hamile rehberlik hizmeti, bebek odası süslemeleri ve elektronik ilk akla gelenler.
Yazının Devamını Oku 
19 Mart 2011
Rüzgar’ın kafasını vurduğu yeri dövüyorum diye bana mankafa diyenlere Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Türkay Demir cevap veriyor
Geçen haftaki yazım yine infial yarattı. Rüzgar’ın kafasını çarptığı yeri dövüyorum diye, okurlarım söylemediğini bırakmadı. “Rüzgar düştüğünde ya da kafasını bir yere vurduğunda gidip o yeri beraberce dövüyor olmanız pek doğru değildir derler. Çocuk yaptığı hataların ya da başına gelenlerin nedenini hep dışarda aramaya başlar ve kime ve neye ne ceza vereceğini düşünür. Oysa bilmesi gereken düşme sebebinin kendisi olduğudur” diye konuya yumuşak yaklaşanlar da oldu; “Sibel Arna ne mankafasın çocuk kafasını vuruyor, sen gidip o yeri dövüyorsun” diyenler de. Şimdi öncelikle ben bu konuyu yazmıştım sevgili okurlar. Çünkü aynı endişelere ben de kapılmıştım. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Türkay Demir’e “Ben onun düştüğü yeri döversem Rüzgar büyüyünce suçu başkalarına atan kendini hep haklı gören bir erkek olur mu” diye sormuştum. Şimdi hazırsanız cevabını tekrar yazıyorum: “15 aylık (Rüzgar o zaman 15 aylıktı. Şimdi 18) bir çocuğun ruh dünyası henüz tam anlamıyla gelişmemiştir.
Ondan erişkin tepkileri beklemek çok yersiz. Eğer canı acıdığında duvarı ya da sehpayı suçlamak onun zayıf egosuna iyi geliyorsa yapılabilir. Aynı şekilde ‘öpeyim de geçsin’ denilebilir. Burada asıl gereksiz olan öpmekle geçmeyeceğini şimdiden öğrensin diye düşünmektir. Erişkin zihnini çocuk beynine nakledip, öyle davranamazsınız. Nasıl olsa o da büyüyecek ve gerçekle gerçek olmayanın ayırdına varacaktır. Üç-dört yaşından sonra ‘hızlı koştuğun için düştün’ derseniz anlayacak. Önemli olan bu yaşta bir çocuğa kafasını vurduğundaki acıyla baş etmeyi öğretmektir. Bunu da sehpa döverek yapıyorsa varsın yapsın. Yeter ki sizi yanında hissetsin. Çocuk yetiştirmenin en önemli kodu onunla duygusal bir bağ kurmaktır. Her eğitimin bir yaşı var. Onun da zamanı gelecek. Bekleyelim ve sabredelim.”
“Eğlen, öğren, hijyen” diyen çocuklar, 8 milyon mikroba karşı!
Unilever Türkiye, çocuklara daha hijyenik bir yaşam ve sağlıklı bir gelecek yaratmak amacıyla Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) ile yurt genelinde ‘Eğlen, Öğren, Hijyen’ projesini hayata geçiriyor. Amaç Türkiye’de enfeksiyona bağlı hastalıkları azaltmak ve çocuklarımıza sağlıklı bir gelecek sağlamak.
? Mikropların çoğalarak en kolay ulaşabildiği ve bulaşabildiği grubu çocuklar oluşturuyor ve gerekli hijyenik önlemler alınmadığında bu mikroplardan bir tanesi 24 saatte hızla çoğalarak 8 milyon mikroba ulaşabiliyor. Bu mikroplar yol açtıkları enfeksiyon hastalıklarıyla çocukların ve ailelerin hayatını ve yaşam kalitesini, sosyal ve ekonomik açılardan olumsuz etkiliyor.
? Sadece düzenli olarak el yıkamanın çocuklarımızın solunum yolları enfeksiyonuna yakalanma riskini
Yazının Devamını Oku 
12 Mart 2011
Bir çocuk annesinin dizinin dibindeyken düşer mi be oğlum? Bir kafa iki gün arayla, üç kere üst üste aynı yerden şişer mi be evladım?
Gerçekten dizimin dibindeydi. Kahvaltısını hazırlamak için birlikte mutfağa giriyorduk. Ayağı takıldı, düştü ve sağ alnını yere çaktı. Neye uğradığını şaşırdı. Hemen kucağıma tırmandı ve boynumda ağladı, ağladı, ağladı. Ve ben kafasının sağ tarafına yerleşen tenis topunun şişmesine saniye saniye tanıklık ettim. Ağlaması son bulunca klasik işlem aynı sırayla tekrarlandı. Önce gidip kafasını çarptığı yeri dövüyoruz. Sonra buz kompresi, sonra da morarmasını ve daha fazla şişmesini önleyen kremi sürüyorum.
İki gün sonra... Yemek masasında oturmuş, yazı yazmaya çalışıyorum. O da dedesiyle birlikte evi turluyor. Tıpkı dedesi gibi iki elini arkada bağlayarak yürüyor. Dedesinin her şeye izin vereceğini bildiği için; hangi çekmeceyi indirsem, hangi tencerenin içine ayağımı soksam, çamaşır makinesinin mi bulaşık makinesinin mi programlarını birbirine katsam diye düşünüyor. Mutfaktan çıkıp salona girdiler, beni gördü, sanki ilk kez beni çalışırken görüyormuş gibi heyecanlandı, ‘annem’ (Bu aralar anne değil, annem diyor, ben enkaz!) diye koşmaya başladı, koştu, koştu, koştu ve duramadı. Masanın kenarına alnının aynı yerini vurdu. Şişliği inmişti, morluk yeşile dönmüştü ki, yine şişti, yine morardı.
Yine iki gün sonra... Bezini
değiştirmişiz, odasından çıkıyoruz. Son zamanlarda kirli bezi çöpe kendi atmaya bayılıyor. İçinde bezin olduğu küçük naylon torbayı eline alıyor, çöpe gidiyor, atıyor ve kakasına ‘babay’ diyor. Ve günde en az iki kere bunu yapmasına rağmen, bu oyun ona çok heyecan veriyor. Yine heyecanlandı, torba elinde odadan çıkarken yine ayağı takıldı bu kez kafasını ve tabii ki aynı yeri yatağının yanındaki sandalyeye çarptı. Çok ama
çok sinirim bozuldu. Bu çocuk niye
sürekli düşüyor, niye her düştüğünde kafasının aynı yerini vuruyor, o alnındaki tenis topu niye bir türlü inemiyor? Allah beterinden saklasın diyorum ama söylenmeden de edemiyorum.
ÇOCUKLARDA KAFA TRAVMASI
Yazının Devamını Oku 
5 Mart 2011
Geçen hafta yeni bir şey öğrendim. Yaşı büyük çocukların hatta yetişkinlerin bile devam sütü içebileceğini İtiraf edeyim. Rüzgar doğduğundan beri hiç Türkiye’de bulunan bir mama içmedi. Altı ay sadece anne sütü aldıktan sonra ek gıdaya geçtik. Beraberinde de anne sütünü, formül sütle yani mamayla desteklemeye başladık. Ve büyük bir hata yaparak Türkiye’de bulunanları değil, Amerika’dan binbir zahmetle getirmek zorunda kaldığımız bir mamayı tercih ettik. Neden? Tamamen cahillikten, aptallıktan, görgüsüzlükten! Bizim kullandığımız bazı İstanbul eczanelerinde kaçak olarak satılan bir mama. Amerika’da 20 dolar olan büyük kutuyu, malum eczaneler 250 liraya satıyor. Belki bu yüzden, belki az bulunduğu için yeni anneler bu mamanın çok besleyici ve sağlıklı olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de ünü kulaktan kulağa yayılıyor. Doktorumuza da sordum tabii. Getirtebiliyorsam o mamadan vermemde sakınca görmedi. Abartmıyorum, Amerika’dan 50 kutu getirtmişimdir. Yakın çevrem otomatiğe bağladı, her giden Rüzgar’ın mamasını alıyor. Onları “Rüzgar bu iyiliğinizi unutmaz” diye motive ediyorum.
RÜZGAR TADINI SEVDİ
Bu çabanın ne kadar boşuna olduğunu geçen hafta sektörün en yetkili isimlerinden Gamze Emre’yle tanışınca anladım. Rüzgar’a Türkiye’de bulunmayan o mamadan verdiğimi beşinci dakikada söyledim kendisine. Bir yorumda bulunmadı ama telefonundan konuyla ilgili birine mesaj attı. Ve yarım saat sonra acı rapor önümdeydi. Bizim mama hiç de öyle açık ara önde falan değildi. Ve sonra yedi yaşında bir kız çocuğu annesi olarak konuştu: “Lütfen Rüzgar’a bir yaşından sonra içirilen devam sütünü içir. Bağışıklık sistemini çok ama çok güçlendiriyor. Ben yedi yaşındaki kızıma hala günde en az bir küçük kutu içiriyorum. İnan kış boyu hiç hasta olmuyor. Ve itiraf edeyim, yorgun ve enerjisiz hissettiğimde ben bile bir tane içiyorum. İnanılmaz iyi geliyor.”
Bunun bir imkan meselesi olduğunun farkındayım ama anlattıkları hiç mantıksız değil. Madem bu süt üç yaşına kadar verilebiliyor, sonra da içebilirler. Rüzgar tadını sevmez diye korkuyordum ama o da boşa çıktı. Süt bitti, beş dakika daha pipetle çekmeye devam etti. “Bundan sonra senin maman bu evladım” dedim.
BİR YAŞINDAN ÖNCE İNEK SÜTÜ GELİŞİM GERİLİĞİNE SEBEP
Milupa Aptamil, Kanal D ve Türkiye Milli Pediatri Derneği ile elele verdi ve bir kampanya başlattı. ‘Haydi Anneler Görev Başına!’ diyorlar. Görev ne? Bebeklere altı aydan sonra her gün en az yarım litre anne sütü ya da formül süt içmesini sağlamak. Diğer taraftan bir yaşından önce bebeklere kesinlikle inek sütü vermemek. Kampanya süresince Kanal D ekranlarında ‘anne bilgilendirme spotları’ gösterilecek, TV programları, sosyal ve yazılı medya çalışmaları ayrıca tüketici etkinlikleri, uzmanların görev aldığı özel danışma hattı, web siteleri ve basın ilanlarıyla kitlelere ulaşılacak.
Türkiye’deki tablo çok parlak değil; 10-12 aylık bebeklerin yüzde 47’si inek sütü içiyor. Ama ne yazık ki inek sütünden günlük ihtiyaçları olan demir, iyot, çinko gibi mineralleri yeteri kadar alamıyorlar. Bu da kansızlık, bağırsak kanamasına ve gelişim geriliğine sebep oluyor. ‘Her gün +1 bebek daha doğru beslenirse’ ve her bebek tüm otoritelerin önerdiği şekilde günde 500 ml ‘doğru süt’ içerse, bu kampanyayla sağlıklı nesillere daha çabuk kavuşabilmemiz hedefleniyor.
Yazının Devamını Oku 