Şenol Kalyoncu

Güzelliğin şifresi kozmetoloji

15 Haziran 2013
Sevgili okurlar bu haftaki konumuz sadece bayanları değil cilt güzelliğine önem veren bütün bireyleri de ilgilendirebilecek bir konu kozmetoloji...

Sürekli gelişen ve hergün yeni bir teknolojinin ortaya çıktığı tıp alanına yeni giren bu kozmetoloji derimizin ,dişlerimizin ve dış genital bölgelerin estetiği ile ilgili her türlü tıbbı uygulamaların ve girişimlerin gerçekleştirildiği ve daha çok dermatolog, plastik cerrahların, kadın doğum uzmanlarının ve diş hekimlerinin ilgi alanına giren bir bilim dalıdır. Kırışıklıklardan kurtulmak, vücudunuzu, dişlerinizi ve genital bölgenizi, hayal ettiğimiz şekle sokmak, pürüzsüz ve parlak bir cilde sahip olmak, kozmetoloji ile artık her anlamda daha konforlu ve daha hızlı gerçekleşiyor. İşte bugün dermatoloji de kozmetoloji uygulamalarını konunun uzmanı TOBB ETÜ Hastanesi Dermatoloji Bölümü doktorlarından Uz. Dr. Murat Baykır’la konuştuk. Sizler adına tüm merak edilenleri Dr. Baykır’a sorduk o da cevapladı.

* Öncelikle kozmetoljinin tanımıyla başlayalım. Nedir kozmetoloji?

Derinin parlak, pürüzsüz, lekesiz, kırışıksız, gergin ve daha genç görünmesi, tüm dünyada istisnasız herkesin hayali. Tam bu noktada devreye giren kozmetoloji, derimizin estetiği ile ilgili her türlü tıbbi ve kozmetik işlemleri içeren bilim dalı ve uygulamaların gerçekleştirildiği hizmet alanı. Ayrıca bazı doğumsal estetik bozuklukların düzeltilmesi de yine kozmetolojinin alanına giriyor.

* Peki dermatolojide kozmetoloji uygulamalarını kimler yapar?

İşte en önemli konu tam da bu... Bahsedilen tüm bu işlemler sadece uzman dermatologlar tarafından uygulanmalı ve kozmetikler de yine bizler tarafından önerilmelidir. Çünkü deriyi en iyi tanıyan, tüm fonksiyonlarını bilen, herhangi bir kozmetiğin veya herhangi bir işlemin deride ne tür bir değişime yol açabileceğini, etkilerinin ve yan etkilerinin neler olabileceğini en iyi bilenler sadece uzman dermatologlardır. Ekranlarda, gazete sayfalarında veya web sitelerinde gördüğünüz, okuduğunuz üzücü sonuçların hemen hepsi, doktor olmayan kişilerin yapmış olduğu uygulamaların sonuçlarıdır. Maalesef benim bugüne kadar gördüğüm olumsuz sonuçların bazıları, trajik şekilde geri dönüşü olmayan ve iyileştirilemeyecek boyutlardaydı. Bizler, Türk Dermatoloji Derneği vasıtasıyla verdiğimiz tüm hukuksal mücadelelere rağmen, üzülerek söylüyorum ki, uzman dermatolog dışı uygulamalara tam olarak bir son verdiremedik. Bu üzücü sonuçların ortaya çıkmaması için tek yol halkımızın kozmetik uygulamalar için kesinlikle uzman dermatologlara başvurması ve onlardan yardım almalarıdır.

* Hocam, hasta profilinizde erkekler de var mı?

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, oldukça fazla erkek hastamız var. Günümüzde erkekler de en az kadınlar kadar estetik ve kozmetik konulara önem veriyor hatta kendilerine ve bedenlerine en az kadınlar kadar iyi bakıyorlar. İstenmeyen tüylerden tutun da kırışıklık gidermeye, bölgesel zayıflamaya kadar her türlü işlemimizde erkeklerin talepleri oldukça yoğun.

* Bir de son yıllarda aşırı terlemesi olan insanlarda botoks tedavisi kullanılıyor. Botoks’un terleme üzerindeki etkisi nasıl peki?

Yazının Devamını Oku

Yaz aylarının korkulu rüyası: Bulaşıcı sarılık

8 Haziran 2013
Sevgili okurlar bu hafta konumuz “viral hepatit” yani “bulaşıcı sarılık...”

Yaz aylarının gelmesiyle salgın hale gelebilen sarılık, ışık mikroskopu ile görülemeyecek kadar küçük, virüs denen mikroorganizmaların oluşturduğu, karaciğerin yaygın iltihabi hastalığıdır. Bilindiği gibi A virüsü ile oluşan sarılık çok daha yaygın ve bulaşıcıdır fakat hafif atlatılır. Ancak B ve C virüsü ile oluşan sarılık kan ile bulaşır ve öldürücü olabilir. Bulaşıcı sarılık nedir, belirtileri nelerdir, yaygın bir hastalık mıdır, tehlikeli midir, tedavi edilebilir mi gibi merak edilen soruları sizlerden gelen mailler doğrultusunda konuğumuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Balık’a sordum, oda cevapladı.

- Hocam önce sarılığın tanımını yapalım. Bulaşıcı sarılık nedir?Bulaşıcı sarılık veya tıp dilinde viral hepatit, virüs denen mikroorganizmaların oluşturduğu, karaciğerin yaygın iltihabi hastalığına verilen isimdir. Bu hastalığın, A, B, C, D, E ve G harfleri ile isimlendirilen en az 6 farklı virüsle oluştuğunu biliyoruz.

- Peki nelerdir sarılığın belirtileri?Bulaşıcı sarılık, A virüsü için 15-45 gün, E virüsü için 30-60 gün, B virüsü için 30-180 günlük bir kuluçka süresini takiben, halsizlik, iştahsızlık, mide bulantısı, karnın sağ üst kadranında ağrı, derinin ve gözakının sararması ve idrarın koyulaşması ile başlar. Kısa süren ateş olabilir. Ancak, çocukların büyük çoğunluğunda ve yetişkinlerin de bir kısmında sarılığın ortaya çıkmaması veya silik kalması mümkündür.

- Hocam gelen maillerde hastalığın bulaşması çok sorulmuş. Nasıl bulaşır bu hastalık?A ve E virüsleri dışkı ile atılırlar. A virüsü ile oluşan bulaşıcı sarılıkta hastanın dışkısı, sarılığın ortaya çıkışından 2 hafta öncesi ile 1 hafta sonrası çok bulaşıcıdır. Bu virüsler ile oluşan hepatitler esas itibariyle, virüs taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyveler) ağızdan alınması sureti ile bulaşırlar. Virüsle kirlenmiş yüzeylere temas etmiş ellerin ağıza değdirilmesi de kişisel bulaşmada ve virüsün yayılmasında çok önemlidir.
B ve C virüsleri ise, başlıca, kan yoluyla (kan ve kan ürünlerinin alınması, mikroplu enjektör ve iğnelerinin kullanılması, ortak jilet veya diş fırçası kullanımı, akupunktur, diş tedavisi) ve cinsel ilişki suretiyle bulaşırlar. Hastalığın, bu virüsleri taşıyan anneden bebeğe geçişi de mümkündür. Ancak, B virüsü hepatitine yakalanmış hastaların üçte birinde geçiş yolu belirlenemiyor.

KAN VERMEMELİ VE KORUNMALISINIZ

- Peki bulaşıcı sarılık sanıldığı kadar yaygın bir hastalık mı?A ve B virüsleri ile oluşan bulaşıcı sarılıklar ülkemizde çok yaygındır. Türkiye’de, üniversite çağına gelmiş gençlerin %90’ı A virüsü hepatitini farkında olmasalar bile çocukluk çağında geçirmiş bulunurlar. A virüsü hepatitinin çoğunlukla çocukluk çağında geçirilmesine karşılık, B virüsü hepatitine yakalanma şansı genç yetişkin ve orta yaş gurubunda en yüksektir. 

Yazının Devamını Oku

ÇOK DEĞİL, BİLİNÇLİ İLAÇ KULLANIN

1 Haziran 2013
Bu hafta konumuz ‘Akılcı İlaç Kullanımı...’ Bilindiği gibi isteyen herkesin istediği ilacı reçetesiz satın alması, hem hasta sağlığı açısından hem de ilaçlara güvenli erişim açısından önemli bir sorundur.

İlaç bir kimyasal olduğu için, yararlarının yanısıra pek çok yan etkisi de vardır. Bir hastalığın önlenmesi, kontrol altına alınması veya tedavi edilmesi için, doğru ilacın hekim önerisiyle, gereken zamanda, gerektiği miktarda kullanılması çok önemlidir. Ticari bir işletmenin yöneticisi değil bir sağlık uzmanı olan eczacıların temel görevi, ilaçların en doğru şekilde kullanılması ve bu amaçla hastaların bilgilendirilmesidir. Bu da tedavi sonucunu olumlu yönde etkiler.
Tedavinin ekonomik maliyetini etkileyen, halkın sağlığını ve toplumun çıkarını gözeten ‘Akılcı İlaç Kullanımı’ nedir, ‘bu konuda eczacılara ne gibi görevler düşer’, ‘hastanın ilaçtan ve tedaviden maksimum faydayı sağlayabilmesi için neler yapılmalıdır’, ‘yanlış ilaç kullanımının sonuçları nelerdir’ gibi soruları konunun uzmanı Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Gümüşel’e sordum, o da cevapladı.

- Hocam önemli bir soruyla başlayalım. Toplum olarak en çok hangi ilaçları kullanıyoruz?SGK tarafından Ekim 2010-Mart 2011 kamu indirimli fiyatı üzerinden ödeme yapılan ilaç gruplarına bakıldığında sırasıyla sistemik antiinfektifler (enfeksiyona karşı kullanılan ilaçlar), sindirim ve metabolizma ilaçları, solunum ilaçları, kalp-damar sistemi ilaçları ve sinir sistemi ilaçları gelmektedir. Dünyada ise antibiyotikler 9’uncu sırada yer almaktadır.

- Peki ‘Akılcı İlaç Kullanımı’ ne demektir?Dünya Sağlık Örgütü’nün 1985 yılında Nairobi’de yaptığı toplantıdaki tanımıyla Akılcı İlaç Kullanımı (AİK), hastaların ilaçları klinik ihtiyaçlarına uygun şekilde kişisel gereksinimlerini karşılayacak dozlarda, yeterli zaman diliminde, kendilerine ve topluma en düşük maliyette almalarını gerektiren kurallar bütünüdür. Ancak bu tanımdan kesinlikle ucuz ilaç, ucuz tedavi anlaşılmamalıdır. Hastanın gereksinimlerine uygun tedavi için öncelikle doğru teşhis koyulmalı, sonrasında da ilacın gereken dozda, uygun yoldan ve yeterli süre kullanılması sağlanmalıdır. Bunlarla birlikte hastanın tedavi başarısını değerlendirmek, varsa kullandığı ilaca bağlı yan etkileri izlemek ve hastanın ilaca uyuncunu takip etmek, Akılcı İlaç Kullanımı demektir.

ASLINDA BİR TAKIM OYUNUDUR

- ‘Akılcı İlaç Kullanımı’nda en büyük rol kime düşer?Akılcı İlaç Kullanımı aslında bir takım oyunudur. Yukarıda bahsettiğim sebeplerden dolayı, tek başına hekimin, tek başına eczacının ya da tek başına hemşirenin işi değildir. Dolayısıyla bunu geliştirmek ve yaygınlaştırmak için başta hekimler ve eczacılar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının eğitimi şarttır. Ayrıca hizmeti alan kişilerin yani hastaların da bu konuda eğitilmesi gerekmektedir.

- Peki ‘Akılcı İlaç Kullanımı’ ilkeleri açısından eczacı kimdir ve hastanın ilaçtan ve tedaviden maksimum faydayı sağlayabilmesi için neler yapılmalıdır?

Hastanın tedavisini düzenleyen kişi doktor olmakla birlikte, tedaviye başlamadan önce hastanın son muhatap olduğu kişi genellikle eczacıdır. Eczacı, tedavi ile hasta arasındaki son basamağı oluşturur. Özellikle serbest eczacılar tüm dünyada sağlık sistemlerinin temel unsurlarından birisidir. Eczane çalışanları her çeşit sağlık problemi hakkında sıklıkla danışmanlık hizmeti verirler. Hekim tarafından yazılan ilaçlar ancak doğru kullanıldığında güvenilir ve etkindir. Aksi takdirde etkisiz ya da tehlikeli olabilir. Bu bakımdan eczacının ilacı sunumu ve hastaya yaklaşımı, Akılcı İlaç Kullanımı’nın yaygınlaştırılması ve buna bağlı olarak hastanın tedaviye uyuncunun artırılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Yetersiz bilgilendirme ya da yanlış ilaç temini ilacın getireceği yararı ortadan kaldırabilir hatta ölümcül sonuçlara yol açabilir. Eczacı eczanesine gelen hastasına hastalık, ilaç, kullanım talimatları, ilacın yan tesirleri, ilaç etkişimleri ve kullanmaması gereken durumlar hakkında bilgi aktarımı yapmalı aynı zamanda hastasının da bunları doğru anlayıp anlamadığını doğrulatmalıdır. İşte tüm bunlar yapılırsa, yani hastaya zaman ayırıp ona tedavi ve ilaçları hakkında bilgi aktarılırsa, ilaçtan ve tedaviden maksimum fayda sağlanmış olur.

Yazının Devamını Oku

KENDİ HÜCRELERİNİZLE GENÇLEŞİN

25 Mayıs 2013
Bu hafta konumuz son zamanlarda çok popüler olan ve halk arasında gençlik aşısı olarak bilinen “Fibrocell” yani Kök Hücre Tedavisi.

YAŞLANMAYI KÖKTEN ÇÖZÜN

Bilindiği gibi genel olarak bir bozulma sürecini ifade eden “yaşlanma”, insanın bedensel ve ruhsal işlevlerinin giderek azalmasıdır. Her yaşın ayrı bir güzelliği olsa da yaşla birlikte ortaya çıkan yüz kırışıklıkları, cildin yapısındaki gevşeme ve sarkmalar, kadın-erkek tüm insanların ortak sıkıntısıdır. Cildin tüm katmanlarını ilgilendiren ve tedavi edilemez olduğu düşünülen bu yaşlanma problemi, artık tıptaki gelişmeler sayesinde kısmen önlenebilir hale gelmiştir.
İşte bugün, kişinin kendi fibroblast hücrelerini saflaştırıp canlandırarak yeniden enjekte edilebilecek duruma getiren ve yeni bir teknoloji olan fibrocell yönteminden bahsedeceğiz.
Etki süresi ve kalıcılığı diğer uygulamalara göre daha uzun süren, kişinin kendi hücreleri olması sebebiyle herhangi bir alerjik reaksiyona sebep olmayan “Fibrocell Tedavisi” ile ilgili merak edilenleri, bu yöntemi Ankara’da ilk uygulayan merkezlerden biri olan TOBB ETÜ Hastanesi’nde görev yapan Plastik, Rekostrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Afşin Uysal ile konuştuk. Gerçekten de günümüz insanının, özellikle de kadınların çok korktuğu yüzdeki kırışıklıklar ve yaşlanma belirtilerinin tedavisinde kullanılan bu yeni teknolojinin bilinmeyenleri ile ilgili hafta boyunca gönderdiğiniz maillerden derlediğim soruları Dr. Uysal’a sordum, o da cevapladı.

* İlk olarak yüzümüzde farkettiğimiz, hepimizin kaçınılmaz son olarak düşündüğü ‘yaşlanma’nın etkilerinden bahseder misiniz?

İnsan yüzü zamanın etkilerini yansıtır. Bu görünüm insanoğlunun gerçek biyolojik saatidir. Bir önsöz, bir vitrin, bir kapak, ya da içinde olanı bilinmeyen bir kutunun ambalajı gibi, yüzün yarattığı algı, insanın varlığının ilk sunumudur. İnsan kendisini bu algı ile tanır ve çevresine tanıtır. Yüz birbirini tanıma, farketme, değerlendirme, iletişimleri düzenlemede en öncelikli görüntüdür. Zaman ilerledikçe yüz değişir, yıpranır, gençliğini yitirir. Yerçekimi etkisi ve dokuların elastikiyetinin azalması, hücre yenilenme döngüsünün değişmesi ile birlikte, alında ve göz çevresinde kırışıklıklar oluşması, ağız çevresinde çizgilerin derinleşmesi, elmacık kemiklerinin üzerindeki yumuşak dokuların yanaklara doğru yer değiştirmesi şeklinde tipik yaşlanma izleri ortaya çıkar. Cildin gerginliği ve parlaklığı azalır.

* Peki yüzyıllardır insanoğlunun peşinde olduğu gençlik iksiri etkisi için ‘Fibrocell Tedavisi’ni biraz anlatır mısınız?

Birincil iletişim enstrümanımız olan yüzümüze gösterdiğimiz özen, günümüzde “kendisini iyi, daha iyi hissetmek” adına korumanın ötesinde bir şeyler yapmaya bizi zorlamıştır. Kozmetik ürünler, dolgu maddeleri, kırışıklık tedavileri, laser, estetik cerrahi girişimler artarak uygulanmaya devam ederken “hücresel tedaviler” de modern çağda mutluluk verici gelişmeler göstererek hayatımıza girmiştir. Sağlığın pek çok alanında çalışmalar devam ederken, doku mühendisliği ile artık yüzün biyolojik saatine müdahale edilebilecek, etkili, güvenli, kalıcı, şaşırtıcı sonuçlar alabilmek mümkün hale gelmiştir. “Fibrocell Tedavisi” adı ile bilinen yöntem, kişinin kendisinden alınan dokunun özel bir laboratuvarda ayrıştırılıp bağ dokusu hücreleri olan fibroblastların çoğaltılıp kendisine enjeksiyonu şeklindedir.

Yazının Devamını Oku

ÇOCUKLARDA ATEŞLİ HASTALIKLAR

18 Mayıs 2013
Bu hafta konumuz, “çocuklarda ateşli hastalıklar...”

Her anne babanın çok sık karşılaştığı ve genellikle de nasıl müdahale edeceğini bilemediği bu durum, bilinçli hareket edildiğinde aslında çok da komplike bir durum değildir. Çünkü ateş bir hastalık değil, vücudun enfeksiyonlara karşı verdiği normal bir reaksiyondur.
Genel olarak ebeveynler çocuklarının ateşi yükselince paniğe kapılırlar ve soğuk kanlı davranamazlar. Örneğin ateşi çıkan çocuğun üstünü daha da fazla örtmek gibi yanlış yöntemler uygulayan ebeveynlerin sayısı oldukça fazladır.
Ateşin yüksek ya da hafif oluşu her zaman hastalığın ciddiyetiyle bağlantılı değildir. Basit bir viral enfeksiyonda yüksek ateş, belirgin boğaz ya da idrar yolu iltihabında hafif ateş görülebilir. Ayrıca diş çıkarma, grip, bronşit ve ishal gibi pek çok hastalık çocuklarda ateşin çıkmasına yol açmaktadır. Ateş çocuğu rahatsız eder, tedaviye uyumunu zorlaştırır. Sıvı kaybı, huzursuzluk ve havaleye neden olabilir. Ayrıca metobolizma hızını ve doku oksijen ihtiyacını buna bağlı olarak da kalbin iş yükünü arttırır.
Vücut ısısı neden yükselir, ateş ölçümü nasıl yapılmalıdır, ateş ne zaman tehlikelidir ve hangi durumlarda doktora götürmek gerekir, ateşli havale nedir, çocuklarda hasar bırakır mı gibi merak ettiğiniz konuları çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Cemal Güngör ile konuştuk.

* Ateşin tarifiyle başlayalım. Ateş nedir ve vücut ısısı neden yükselir?Ateş vücut ısısının normal değerlerin üzerinde olma durumudur. Bunu düzenleyen beyindeki hipotalamus bölgesidir. Vücut ısısının yükselmesi mikroplar ve diğer etkenlere karşı organizmanın kendini korumak için geliştirdiği bir savunmadır. Çünkü yüksek ısı mikropların yaşaması için uygun değildir.

* Peki normal vücut ısısı kaç derecedir?Normal vücut ısısı; koltuk altında 37.4, ağız içinde 37.5, rektumda 38 ve kulakta 37.8 derecenin altındadır. Bu derecelerin üstündeki ölçümler ateş olarak tanımlanabilir.

*Evet, o zaman ateş ölçümü nasıl yapılmalıdır?Koltuk altından, kulaktan, ağızdan ve rektumdan ölçüm yapılabilir. Kulak termometresi (Timpanik infrared), elektronik digital termometre ve civalı cam termometre kullanılabilir. Çocuklarda en çok tercih edilen kulak termometresidir. Yanımızda termometre yok ise en basit şekilde dudağımızı bebeğin alnına dokundurarak ateşini hissedebiliriz.

 * Ateş ne zaman tehlikelidir ve çocuğu hangi durumlarda doktora götürmek gerekir?

Yazının Devamını Oku

İYİ HUYLU MEME HASTALIKLARI

11 Mayıs 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz “İyi huylu meme hastalıkları...”

Kanser çok korkulan bir hastalık olduğu için, memede kitle denildiğinde akla hemen meme kanseri gelir. Ayrıca memede bir kitle hisseden hastanın, kanser korkusuyla ciddi bir endişeye kapıldığını görürüz. Ancak bu korku yersizdir, çünkü kadınlarda iyi huylu meme hastalıklarının ve buna bağlı gelişen şiddetli ağrıların görülme oranı kanserden daha yüksektir.
Bilindiği gibi bazı zamanlar memede sıvı ile dolu keseler oluşur. Meme dokusunda oluşan bu kitleler, iyi huylu ve kötü huylu olarak iki gruba ayrılır. Kötü huylu kitleler, bizim de daha önce “Sağlık Olsun” köşemizde yer verdiğimiz ve kadınlarda görülen kanserlerin tamamının yüzde 33’ünü oluşturan meme kanseridir. İyi huylu kitleler ise, hasta için zararı olmayan, çevre dokuya ve uzak organlara yayılmayan, hayatı tehdit etmeyen kitlelerdir.
Genellikle 30-50 yaş arasındaki kadınlarda görülen ve çoğu menapozda kaybolan iyi huylu meme hastalılarını, konunun uzmanı Prof. Dr. Serdar Özbaş ile konuştuk. Bu hastalıklar hangileridir, meme kistlerinin meme kanseriyle ilişkisi var mıdır, tanı ve tedavi yöntemleri nelerdir gibi konuyla ilgili tüm merak edilenleri Dr. Özbaş’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam, iyi huylu meme hastalıkları denildiğinde ne anlıyoruz?- Günümüzde sekiz kadından birinde hayatı boyunca meme kanseri geliştiği için, meme hastalıkları denildiğinde kanser tanı ve tedavisi daha popüler bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak meme hastalıkları ile uğraşan bizlerin günlük pratiğimizde daha sıklıkla karşılaşmış olduğumuz durumlar, iyi huylu meme hastalıkları ve bunların bir kısmına bağlı olarak gelişen meme ağrısıdır. (mastalji-mastodini)
İyi huylu meme hastalıkları denildiğinde aklımıza ilk gelenler meme kistleri, fibroadenomlar, filloid tümör, intraduktal papillom, duktektazi, yağ nekrozu ve meme enfeksiyonlarıdır. (mastit) Meme kistleri memenin en sık rastlanan lezyonlarıdır. Çok yaygın görüldükleri için günümüzde bir hastalık olmaktan çok normalin varyasyonu olarak kabul edilir.

* Peki çok sık duyduğumuz fibrokistik hastalık nedir? - Fibrokistik değişiklikler veya eskiden isimlendirildiği şekliyle fibrokistik hastalık aslında belirli bir klinik durumu veya meme hastalığını işaret etmemektedir. Bu şekilde tanımlanan olguların büyük kısmında memelerde fizyolojik bir nodülarite (sertlik) söz konusudur ve bir grup iyi huylu değişikliğe işaret eder. Bir hastalık olarak kabul edilmez; daha çok fizyolojik bir meme dokusu şeklini ifade eder. Fibrokistik değişikliklerin kesin görülme sıklığını tahmin etmek zordur; aslında üreme çağındaki kadınların büyük kısmında meme yapısı bu özelliktedir. (30’lu ve 40’lı yaşlarda)
Bu tip değişikliklere bağlı ortaya çıkan en önemli belirti ağrıdır. Ağrı genellikle adet döneminin ikinci yarısında artar ve adetin başlaması ile sonlanır. Ağrı kesiciler sıklıkla bu ağrıyı kontrol eder.

* Meme kistleri ve fibrokistik değişikliklerin önemi nedir? Meme kanseri ile ilişkileri var mıdır?

Yazının Devamını Oku

BEMBEYAZ DİŞLER SAĞLIKLI VE MUTLU GÜLÜŞLER

4 Mayıs 2013
Sevgili okuyucular, bugün günlük hayatın karmaşasında en çok ihmal edilen ama sağlık açısından çok önemli olan, yaşın ilerlemesi ile daha da dikkat edilmesi gereken diş ve diş eti sağlığını konuşacağız.

Bilindiği üzere çok önemli olan diş ve dişeti sağlığı, diş temizliği ve diş parlatıcılarının çok artması ile son yıllarda medyanın ilgi odağı olmuştur. Aslında bizler de bu konuda çok ikilem yaşamaktayız. Bir taraftan estetik olarak dişlerimizin parlak ve temiz görünmesi, diğer taraftan ise diş temizliğinin ve parlatıcılarının kişisel isteğe göre yapılmasının zararlı olması kafamızı karıştırmaktadır.
Modern hayatta her geçen gün insanlar ağız ve diş sağlıklarına daha da dikkat ediyorlar. Konuşurken, gülerken çok daha beyaz, sağlıklı ve güzel dişlere sahip olmak istiyorlar. Çünkü diş sağlığı ve estetiği hoş ve güzel bir görünüm için oldukça önemli bir hale gelmeye başlamış ve gündelik hayatta insanların merak ettiği ve zaman harcadığı bir konu haline gelmiştir.
Bu hafta Diş Hekimi Banu Özdemir Cebesoy’a güzel ve etkileyici bir gülüşün ilk şartı olan inci gibi beyaz ve sağlıklı dişlere sahip olmak için neler yapmalıyız, diş temizliği nedir ve ne sıklıkla yapılmalıdır, beyazlatıcıların estetik faydasının yanında dişlere bir zararı var mıdır gibi merak ettiğiniz soruları sordum, Banu Özdemir Cebesoy da cevapladı.

* Dişlerimiz neden kirlenir? Dişlerimizin kirlenmesinin en önemli sebebi yanlış, eksik ve düzensiz fırçalanmasıdır. Çünkü dişler düzenli fırçalanmadığında diş eti hastalıkları ve çürüklerinin başlıca sebebi olan bakteri plakları dişler üzerinde oluşmaya başlar. Dişlerimizin kirli ve bakımsız görünmesini sağlayan diş taşı ve lekelenmeler de ilk olarak bakteri plağının dişlerimiz üzerine yerleşmesi ve temizlenmemesi ile başlamaktadır.

* Peki dişlerimizin bakımsız görünmesinde önemli rol oynayan diş plağı ve diş taşı nedir?Diş plağı dişlerimizin çevresinde oluşan renksiz ve yapışkan bakteri tabakasıdır. Ağız içerisinde var olan bu bakteriler temizlenmediğinde zaman ile diş etlerinde kızarıklık, şişlik, kanama oluşumuna, ilerlemiş diş eti hastalıklarına ve hatta diş kayıplarına bile sebep olmaktadır. Yine temizlenmeyen bakteriler yemeklerden sonra gıdaları parçalayarak asit üretmekte bu asit ortam diş yüzeylerinde aşınmaya, kırılmaya yani çürüklere de sebep olmaktadır. Ancak hepimiz doğru ve iyi bir bakım ile yani:
•Plağın tüm diş yüzeylerinden temizlenmesini için günde en az iki defa fırçalamak
•Fırça ile ulaşamadığımız diş araları ve diş eti altında kalan yerleri diş ipi kullanarak temizlemek

Yazının Devamını Oku

CAN SIKAN HASTALIK REFLÜ

27 Nisan 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘gastroözofajiyal reflü.’ Sıkça görülen ve can sıkıcı hastalıklar arasında yer alan reflü aslında dilimizde geri kaçmak anlamına gelir.

HER 5 KİŞİDEN 1’İNDE GÖRÜLÜYOR

Normal bir sindirim sistemi yapısında yiyeceklerin sindirimi, yemek borusundan aşağıya doğru mideye ve oradan bağırsaklara geçerek gerçekleşir. Reflü hastalığı, mide içeriğinin yukarıya doğru yemek borusuna geri kaçması sonucu oluşur. Bunun sonucunda midedeki asit ve pepsin yani midede proteinlerin sindirimine yardım eden madde, yemek borusunun alt ucunu tahriş eder ve böylece yemek borusu kendini mide asidinden koruyamaz hale gelir.
Stresli iş ve yaşam koşullarının yanısıra modern yaşamla birlikte geleneksel yemek tarzının yerini, saati değişen öğünler, fast food yiyecekler, kahve, çay, gazlı içeceklerin alması ve sigara tüketiminin artması, çok sık görülen ancak pek önemsenmeyen bir hastalık olan gastroözofajiyal reflü yani mide reflüsüne sebep olan en önemli etkenlerdendir.
Her şeyden önce kişinin yaşam kalitesini bozan mide reflüsünü konuğum TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Genel Cerrah Doç. Dr. Hatim Yahya Uslu ile konuştuk. Sizlerden hafta boyunca gelen mailler doğrultusunda merak edilenleri Dr. Uslu’ya sordum, o da cevapladı.

* Öncelikle ‘reflü’nün tanımıyla başlayalım. Nedir reflü?

- Genel anlamda reflü, bir organın içinde bulunan sıvının başka organa geri kaçmasıdır. Bu duruma örnek olarak ince bağırsak sıvısının mideye, mesanedeki idrarın idrar yollarına ve midenin içeriğinin yemek borusuna kaçması durumları verilebilir. Genelde reflü deyince halk arasında midenin içeriğinin yemek borusuna kaçması anlaşılır. Çünkü gasteroözofageal reflü görülme sıklığı, diğer reflü türlerinden daha sık olarak yüzde 20’dir. Yani her 5 kişiden 1’inde görülür. Gasteroözofageal reflünün özellikle son 10-15 yılda daha fazla telaffuz edilmesinin sebebi, çoğu hastanın aslında var olan reflü şikayetlerini yediği yemeklere bağlaması, düzenli antiasit ilaç kullanımının sağladığı geçiçi rahatlama, hastanın yaşadığı kronik şikayetlere alışması ve bunları normal olarak değerlendirmesidir.

* Peki reflü nasıl ve neden oluşur?

- Normalde yemek borusu ile midenin birleşim yerinde bir kapakçık sistemi bulunur. Bu sistem yemek borusundan mideye gelen gıdaların geçişine izin verirken; mide içeriğin (gıda, asit ve safra) geriye doğru yani yemek borusuna kaçmasını önler. Bu kapakçık sistemin bozulmasıyla reflü hastalığı veya halk arasında mide yanması olarak bilinen durum ortaya çıkar. Sonuç olarak, reflünün en önemli sebebi bu kapak sisteminin yetersiz olması veya kapak sisteminin karın boşluğundan göğüs boşluğuna kayması sonucu görevini yeterli yapamamasıdır.

Yazının Devamını Oku