8 Eylül günü yani yarın, Dünya Sağlık Örgütü’nün kararıyla “Kistik Fibrozis Günü” olarak belirlendi. Bu kapsamda kistik fibrozis hastalığına dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için ülke genelinde hastalığın anlatılacağı pek çok etkinlik gerçekleştirilecek. Biz de “Sağlık Olsun” köşemizde bu hafta tüm bilinmeyenleriyle bu konuyu konuşacağız.
Doğuştan genetik-metabolik bir hastalık olan kistik fibrozis, Türkiye’de her 3-4 bin bebekten birinde görülmektedir. Çoğunlukla akciğer ve sindirim sistemini etkileyen bu hastalık, doğumdan itibaren bir çok organı etkileyerek işlev bozukluğuna yol açmakta ve akciğerler ile mide-bağırsak sistemini etkilemektedir.
İşte bu hafta, kalıtsal bir hastalık olan kistik fibrozis nedir, nedeni, belirtileri ve bulguları nelerdir, bu hastalık nasıl teşhis edilir, tedavisi var mıdır gibi tüm merak edilenleri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ebru Güneş Yalçın’a sordum, o da cevapladı.
* Evet öncelikle hastalığın tanımıyla başlayalım, kistik fibrozis hastalığı nedir?
Kistik Fibrozis (KF) kalıtsal yani ailevi geçiş gösteren bir hastalıktır. Doğumdan itibaren pek çok organın salgı bezlerini etkileyerek fonksiyon bozukluklarına yol açar. Hastalıktan sıklıkla akciğerler, pankreas, karaciğer, bağırsaklar, sinüsler ve üreme organları etkilenir. Normalde, dış salgı bezlerinin salgısı sudan zengin ve akışkan kıvamdadır, bu özellik organ sistemlerinin normal çalışmasını sağlar. KF’li hastalarda gen mutasyonu nedeniyle salgılar susuzdur, koyulaşmış, kıvamı artmış ve akıcı özelliği kaybolmuştur. Bu anormal özellikteki salgılar akciğerde havayollarında birikerek mikropların yerleşmesine, tekrarlayan-ilerleyen akciğer enfeksiyonlarına ve ilerleyici akciğer hasarına neden olur. Karaciğer ve pankreasın salgıları da koyulaşmıştır, bu koyu salgılar organ kanallarını tıkayarak hasara neden olurken diğer taraftan da salgılar bağırsağa akamadığı için yenilen yiyecekler sindirilip vücuda yararlı hale getirilemez, sonuç olarak; bol-yağlı ve kötü kokulu ishal, karında gaz ve şişkinlik, kilo alamama, vitamin eksiklikleri, ve büyüme-gelişme geriliği ortaya çıkar. KF hastalığında ter bezleri de etkilenir, hastaların terleri daha tuzludur, özellikle sıcak havalarda terle tuz ve su kaybı artar, hastalarda susuzluk ve tuzsuzluk belirtileri (şok) görülebilir.
* Peki bu hastalığın nedeni nedir?
KF, bir gendeki bozukluk (mutasyon) sonucunda oluşur. Anne ve babanın her birinden çocuğa 2 ilgili gen aktarılır, bozuk geni taşıyan anne ve bozuk geni taşıyan babanın çocuğu her bir gebelikte yüzde 25 olasılıkla sağlıklıdır. %50 olasılıkla taşıyıcıdır, yani hastalık bulguları yoktur tamamen sağlıklıdırlar ancak bozuk geni çocuklarına aktarabilirler ve yüzde 25 olasılıkla hasta olur, yani 2 gen de bozuktur. Hastalık sıklığının 1/2500-3000 olduğu bilinmektedir.
TERDEKİ TUZA DİKKAT
İlk olarak Japonya’da uygulanmış ve son yıllarda ülkemizde de oldukça yaygınlaşmış bir yöntem olan kinezyolojik bantlama yöntemi, 1988 yılında Seul Olimpiyatları’nda kullanılmış ve bu tarihten itibaren de tüm dünyada tanınmıştır. Bilindiği gibi klasik bantlar eklem hareketliliğini kısıtlayarak, o bölgedeki hareketi sınırlar. Bu özel bantlama yöntemi ise, eklem hareket açıklığını kısıtlamadan kas, eklem ve bağ yapılarına destek olur, ödemi azaltarak vücudun doğal iyileşmesi sürecini kolaylaştırmayı amaçlar.
İşte bu hafta özel tekniklerle, uzman kişiler tarafından uygulan bu bantlama tedavisinin ‘etki mekanizması nedir’, ‘kimlere hangi durumlarda uygulanır’, ‘bu uygulamayı kimler yapabilir’ gibi kinezyolojik bantlama ile ilgili tüm merak edilenleri Ankara Özel Fizmer Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi fizyoterapisti Nurgül Karagül’e sordum, o da cevapladı.
* Nurgül hanım... Nedir bu bantlama tedavisi, açıklar mısınız?
Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiş olup ilk olarak Japonya’da uygulanmış ve son yıllarda ülkemizde de oldukça yaygınlaşmış bir yöntemdir. Kinezyolojik bantlama uygulamaları temel olarak sinir sistemi, kas-iskelet sistemi ve dolaşım sistemi üzerine etki eder.
* Kinezyolojik bantlama tedavisinin etki mekanizması nasıldır?
Bantlama, ortaya çıkartılması istenen duruma göre belli tekniklerle yapıştırıldığı andan itibaren cilt ve kas üzerinde kaldırma etkisi yaparak, bu bölgelerdeki ağrı reseptörlerini rahatlatır. Bu sayede ağrısı azalan kişinin hareket kabiliyeti artar, fiziksel ve ruhsal açıdan kişide rahatlama oluşmasını sağlar. Diğer bantlardan farklı olarak, esnek yapısı ve yapıştırma tekniğinden dolayı hareketi kısıtlamaz. Uygulama yapılacak kişi rahatlıkla günlük yaşam aktiviteleri ve egzersizlerine devam edebilir.
VÜCUDA UYUM SAĞLIYOR
* Peki bu bantın özellikleri nelerdir?
Epidural anestezi, özel iğneler ile omuriliği çevreleyen zarlar arasına girilerek, bu bölgeye ilaç verilmesidir. Verilen ilaç omurilikteki sinirsel iletimi geçici olarak durdurur. Bu olay hastanın ağrı duymasını engelleyerek, anestezinin uygulandığı bölgede rahat bir şekilde ameliyatın yapılabilmesini sağlar.
Epidural anestezi hem normal doğumda, hem de sezaryen ile doğumda başarıyla uygulanmaktadır. Normal doğumda uygulandığında ağrılı olan doğum kasılmalarını gidermede oldukça etkilidir ve daha konforlu bir normal doğum yapılmasını sağlar. Sezaryende uygulandığında ise genel anesteziye göre risklerinin belirgin bir şekilde az olması yanında anne adayının bebeğini ilk doğduğu dakikalarda görmesine ve emzirmesine olanak sağlar.
İşte bu hafta, epidural anestezi ile ilgili merak edilenleri Özel TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Gülser Günaydın’a sordum, o da cevapladı.
* Hocam, bize gebelikte anesteziden bahseder misiniz?
Gebelik anestezisi (obstetrik anestezi), anestezinin en zevkli, en güzel ama oldukça da heyecanlı dallarından birisidir. Hayatın bu fizyolojik olayının neden olduğu ağrıya ve problemli vakalara tarih boyunca çözüm aranmıştır. Bugün ağrısız doğumda tek bir yöntem, tek bir ilaç diye bir şey yoktur. Gebenin doğum konusunda bilgilendirilmesi ve doğuma hazırlanması en önemli konudur. Sadece bu bilgilendirilme süreci bile anne ile kontrol ve işbirliğini arttırır, endişeyi, ağrıyı, ağrı kesici ilaç dozunu, çıkacak ilave sağlık sorunlarını ve bebekte sıkıntı halini azaltır.
NORMAL DOĞUM AZALIYOR SEZARYEN DOĞUM ARTIYOR
* Peki ağrısız doğum nedir?
Doğum ağrısı, genellikle çok şiddetli ve kadınların büyük çoğunluğu tarafından yaşamlarındaki en ağrılı deneyim olarak tanımlanıyor. Bu ağrı kendine has özellikleri olan çok yönlü bir ağrıdır, etkin bir şekilde giderilmesi için, doğumdaki ağrı mekanizmaları ve ağrı iletimi iyi bilinmelidir. Anestezi yöntemleri de, coğrafi bölgelerin ve kültürlerin farklılıklarıyla az çok değişiyor. Her ülkede değişik oranlarda olmak üzere normal doğumlarda azalma, sezaryenlerde artış var. Ülkemizde ise bölgelere göre çok değişik oranlar bulunmakla beraber, yıllar içinde (normal doğum ve sezaryende) rejyonel yada bölgesel diyebileceğimiz (epidural, spinal) anestezi uygulamalarında artış görülüyor. Biz bu durumu destekliyoruz. Bugün genel duruma baktığımızda rahatlıkla epidural anestezi, doğum sırasında ağrı gidermede en popüler ve etkin yöntemdir diyebiliriz.
Bilindiği gibi dünyada en çok yapılan estetik amaçlı ameliyatlar burun ameliyatlarıdır. Burun estetiğinin amacı, burnun şekli, büyüklüğü ve genel görüntüsünde değişiklikler yaparak, burnu yüz ile uyumlu bir hale getirmektir. Önemli olan tek başına en güzel burnun yapılması değil, kişinin yüzüne en uygun burnun yapılmasıdır.
İşte bu hafta burun estetiği ameliyatına neden ihtiyaç duyulur, bu ameliyat en erken hangi yaşta yapılabilir, ameliyat için özellikle tercih edilen bir mevsim var mıdır, ameliyat sonrasında iş gücü kaybı yaşanır mı gibi rinoplasti ile ilgili tüm merak edilenleri ONEP Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği doktorlarından plastik cerrah Op.Dr. Hıfzı Velidedeoğlu’na sordum, o da cevapladı.
* Hocam öncelikle rinoplasti yani burun estetiği nedir?Estetik burun cerrahisi (Nasoplasty-Rhinoplasty) görünümün düzeltilmesi için burnun tekrar şekillendirilmesidir. Rekonstrüktif rhinoplasty, doğumsal bozukluk veya yaralanma sonucu oluşmuş şekil bozukluğunu düzeltmek için yapılan operasyonlardır. Aynı zamanda içerideki anatomik kusurlar nedeni ile burun tıkanıklığını rahatlatmak amacıyla yapılan ameliyatla birlikte gerçekleştirilebilir.
* Bu ameliyat en erken hangi yaşta yapılabilir?Rhinoplasti için önerilen en erken yaş, yüz gelişiminin yüzde 90 tamamlandığı 17- 18 yaştır.
* Peki kişi burun estetiği ameliyatına neden ihtiyaç duyar?Kişinin kendisine baktığında burun şeklini beğenmemesi ve beraberinde burundan nefes alma kusuru bulunması halinde genellikle bize başvurur. Rinoplasti düşünen kişinin atması gereken ilk adım plastik cerraha danışmaktır. Herhangi bir estetik ameliyat girişiminden önce saptanması gereken en önemli faktörlerden biri duygusal dengedir. Rinoplasti burnunuza yeni bir şekil verebilir ama hayatınızın akışına yön veremez. Estetik cerrahi görünümünüzü düzeltir ve özgüveninizi tazeler fakat gerisi size kalmaktadır. Plastik Cerahhi uzmanı burnunuzu muayene ettikten sonra, yöntemle ilgili kararı etkileyen diğer değişkenleri muayene sırasında ve bilgisayar ekranındaki resminiz üzerinde sizinle tartışacaktır.
HASTALAR FOTOĞRAFLA GELİYOR
* Hastalarınız size başvurduklarında elinde fotoğraf ile geliyorlar mı?
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz, diğer cerrahi dallara göre daha yeni bir alan olmasına karşın son yıllarda çok önemli ilerlemeler kaydedilen “Çocuk Cerrahisi”.
Çocuklar, hiçbir zaman erişkinlerin küçültülmüş bir hali değildir. Çocukluk çağında görülen hastalıklar, dönemlere göre farklı özellikler göstermektedir. Bu hastalıkların tanı ve tedavisi çocuğun gelişimi, fizyolojisi ve psikolojisi göz önüne alınarak yapılmalıdır. Bilindiği gibi sadece çocukların cerrahi hastalıklarının teşhis ve tedavisi için eğitim almış tıp doktoruna “çocuk cerrahisi uzmanı” yani “pediatrik cerrah” denir. Çocuk cerrahları, çocukların ürolojik, genital, sindirim sistemi, solunum sistemi hastalıklarının cerrahi tedavileri ile uğraşırlar. Cerrahi yaklaşım gerektiren hastalıklar, Çocuk Cerrahları tarafından değerlendirilmeli ve gerçekleştirilmelidir.
MERAK EDİLEN SORULAR
Anne karnından başlayıp ergenlik döneminin sonuna kadar çocuklarda ortaya çıkan sorunların cerrahi tedavileri ile uğraşan çocuk cerrahisinde, ameliyatların en sık yapıldığı bölge kasık bölgesidir. İşte ben de bu hafta konuğum Özel TOBB ETÜ Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölüm Başkanı, Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Uzmanı Prof. Dr. Haluk Öztürk’e, “Çocuk Cerrahisi Nedir, Çocuk Cerrahisi operasyonları için bir zamanlama kuralı var mıdır, çocuklarda en sık görülen kasık bölgesi sorunları nelerdir” gibi gözbebeğimiz çocuklarımız ile ilgili tüm merak edilenleri sordum, o da cevapladı.
Hocam, Çocuk Cerrahisi Nedir? Çocuk Cerrahisi yani pediatrik cerrahi, “çocuk yaş grubuna uygulanan ürolojik cerrahi, genel cerrahi, jinekolojik cerrahi ve göğüs cerrahi girişimleri” olarak tanımlanabilir.
Peki diğer cerrahi dallara göre göreceli olarak daha yeni bir alan olan Çocuk Cerrahisi’nin önemi nedir?Burada özellikle belirtmem gereken önemli farklar var. Pediatrik cerrahi, genel cerrahinin bir dalı veya erişkin cerrahisinin minyatürize edilmiş bir şekli değildir. Çocukların yaşa bağlı olarak belirgin fiziksel ve psikolojik farklılıkları nedeniyle özel bir biçimde düşünülmesi gerekir. Çocukların cerrahi uygulamasında da en iyi sonuçlar, yine çocukların tedavisinde uzmanlaşmış doktor ve hemşire ekipleriyle ve özellikle bu amaçla düzenlenmiş kurumlarda elde edilebilir.
Çocuk Cerrahisi operasyonları için bir zamanlama kuralı var mıdır?Elbette ki vardır. Genel olarak, acil olmayan vakalarda çocuk cerrahisi operasyonu için en uygun zaman belirli sebeplere bağlıdır. Bunlar; hastalık veya anomalinin hastaya getirdiği risk, ameliyatın hastaya getirdiği risk, ameliyatın cerrahi teknik yönü, kendiliğinden iyileşme ihtimali, psikolojik önemler gibi sebeplerdir.
Çocuk cerrahisinde yenidoğan döneminden erişkinliğe kadar olan bu süreçte en sık kasık bölgesi (İnguinal Kanal) sorunlarını duyuyoruz. Bu bölgede en sık görülen problemlerden bahseder misiniz?
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz halk arasında ‘fil hastalığı’ olarak da bilinen ‘lenfödem...’
Vücutta biriken lenf sıvısı miktarının, lenfatik sistemimizin taşıyabileceğinden daha fazla olması anlamına gelen lenfödem, doğuştan, genetik faktörlerden, kanser cerrahisi sonrası veya sebepsiz de ortaya çıkabilir. Lenfödem teşhisi ancak bir uzman hekim tarafından konulabilir. Uzman genellikle hastanın öyküsünü dinledikten ve etraflı bir muayene yaptıktan sonra, hangi tür ödemin söz konusu olduğunu belirler. Eğer teşhis kesinlik kazanmamış ise, kötü huylu rahatsızlıkları da gündem dışı bırakmak amacıyla bazı hallerde modern görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir. Erken teşhis ve uygun tedavi ile kontrol altına alınabilen lenfödem, ülkemizde bu işin eğitimini almış fizyoterapistler tarafından tedavi edilmektedir.
İşte bu hafta pek çok bilinmeyeni olan, geçmişte tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkken artık modern yöntemlerle önlenebilir ve tedavi edilebilir hale gelen Lenfödem hastalığını konunun uzmanı fizyoterapist Seda Otan Güler ile konuştuk.
*Lenfödem nedir?Hücrelerimiz bir sıvı ortamında bulunmaktadır. Hücrelerin içinde bulunduğu bu sıvıya lenf sıvısı adı verilir. Bu sıvının vücuttaki miktarını dengeleyen sisteme lenfatik sistem adı verilir. Lenf sıvısının vücuttaki dolaşımını lenf kanalları sağlamaktadır. Lenfatik sistemde, kan dolaşım sisteminde olduğu gibi, dolaşımı kolaylaştıracak kalp ve atardamar benzeri bir mekanizma yoktur. Bunun yerine, lenf sıvısının, lenf kanalları üzerindeki dolaşımı kas hareketleri ile yani günlük yaşantımızdaki hareketlilikle sağlanır. Şayet vücutta biriken lenf sıvısı miktarı, lenfatik sistemimizin taşıyabileceğinden fazla olursa lenfödem oluşur. Halk arasında bu hastalığa fil hastalığı adı verilir.
*Peki lenfödem nasıl oluşur. Risk faktörleri nelerdir?Lenfödem doğuştan, ya da herhangi bir yaşta sebebi bilinmeyen bir şekilde başlayabilir. Bunun dışında cerrahi müdahaleler sonrası, radyasyona maruz kalma, enfeksiyon ya da travma sonrası da lenf ödem gelişebilir. Meme kanseri gibi bazı kanser türlerinde, tedavi için hastanın lenf düğümleri. Lenf düğümleri yukarıda sözünü ettiğimiz lenfatik dolaşım sisteminin en önemli unsurlarıdır. Ne kadar çok düğüm çıkarılırsa, lenfödem hastalığına yakalanma riski o kadar fazladır. Lenf düğümleri alınan hastaya bir de radyoterapi uygulaması yapılırsa risk oldukça artar.
YANLIŞ TEDAVİDE ŞİŞMELER ARTAR
*Bu hastalıkta erken teşhisin önemi nedir?Lenfödem tablosunun ortaya çıkması ile vücutta ilgili bölgelerde, sıvı birikimi sonucu, şişmeler meydana gelir. Lenfödemin oluştuğu bölgeye bağlı olarak da hastaların yaşam kalitelerinde önemli bir azalma görülür. Anksiyete, depresyon ve uyum sorunları, sosyal ve seksüel problemler açığa çıkar. Lenfödemli kol veya bacak kolayca enfeksiyon kapar ve daha da kötüleşerek hastanın genel sağlığını da olumsuz etkiler. Ve ne yazık ki tedavi görmemiş, yetersiz veya yanlış tedavi gören hastaların kol ve bacak şişmeleri giderek artar. Gelişen bu problemler genellikle tedavinin başarısını da etkilemektedir.
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz, diğer yağ alma yöntemlerine göre birçok avantaj sağlayan ve vücudun her yerindeki lokalize yağların giderilmesi için kullanılan ‘lazerli liposuction’ yani ‘lazer lipoliz...’
Ergenlik sonrasında vücüdumuzdaki yağ hücrelerinin sayısı sabit kalmaktadır. Bu yağ hücreleri vücutta biriken yağ oranına göre boyut değiştirebilir. Bazen de kilonun normal olmasına rağmen çene altı, üst kol, kalçalar, bel bölgesi gibi vücudun ince ve şekil veren bölgelerinde anormal miktarda yağ depolanması gözlenmektedir. Bu anormal yağ depolanmaları kilo verme çabalarına rağmen genelde yok edilemez.
Ancak lazer lipoliz yöntemi, diğer yağ alma yöntemlerine göre ortaya koyduğu avantajları nedeniyle popüler ve kolay bir yöntemdir. Müdahale bölgesindeki gevşeyen ve sarkan deriyi sıkılaştırma imkânı sunan lazer lipoliz yöntemi, tek seansta istenilen sonuca ulaştırması, sonucun uzun yıllar kalıcı olması, morluk, ağrı ve şişliğin az ve kısa süreli olması sebebiyle hastalar açısından popüler bir yağ aldırma ve vücut şekillendirme yöntemidir.
İşte bu hafta ‘Sağlık Olsun’ köşemizde, kadınlarda ve erkeklerde vücutta yağ biriken bütün bölgelerde uygulanabilen lazer lipoliz yöntemini Op. Dr. Ünal Şahin ile konuştuk. Lazer lipoliz nasıl uygulanır, klasik liposuction ameliyatı ile arasındaki farklar nelerdir, ameliyat öncesi ve sonrasında nelere dikkat edilmelidir, lazer lipoliz yöntemiyle eritilen bölgelerde yeniden yağlanma oluşur mu gibi tüm merak edilenleri Dr. Şahin’e sordum, o da cevapladı.
*Hocam önce tanımla başlayalım. Nedir ‘lazer lipoliz?’Lazerli liposuction yani diğer adıyla lazer lipoliz, esas olarak lazer ışığı ile doğrudan yağ hücresinin zarının patlatılması prensibine dayanır. ‘Lazer lipo’ olarak da bilinen yöntem, lazer enerjisinin yağ dokusu içerisine bir fiberoptik aracılığıyla gönderilip yağın parçalanmasının sağlanmasıdır. Gevşek deriyi de toparlama ve selülitli görüntüyü düzenleme özelliğine sahip, hemen hemen tüm bölgelerde uygulama şansı tanıyan ideal bir yöntemdir.
*Peki bu yöntemin avantajları nelerdir?Günümüzde lazer yardımlı liposuction işlemi için geliştirilen en son lazer cihazları çok başarılı olmaktadır. Laser liposuction’ın pek çok avantajı vardır. İşlem sırasında hemen hemen hiç kanama olmamakta, yağ hücrelerinin zarı lazer ile tahrip edilerek içlerinde bulunan depo yağların sıvılaşıp akması sağlanmaktadır. Ayrıca sadece yağ hücrelerini etkilediği için etraf dokulara, damar ve sinirlere zarar vermemektedir. Lazer Lipoliz özellikle birkaç bölgesinde az veya orta düzeyde yağ birikimi olan hastalarda idealdir. Uygulama sonrası ağrı olmaz. Lokal anestezi ile kolaylıkla yapılabilir ve kişinin günlük hayatını pek etkilemez.
HAMİLE KADINLAR DİKKAT
*Hangi hastalar lazer lipoliz yöntemine uygun değildir?
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz özellikle yaz aylarının da gelmesiyle kişinin hem özel hem de sosyal hayatında pek çok soruna neden olan, tedavi edilmediğinde hayatı kabusa çevirebilen ‘aşırı terleme’ ve bu hastalığın tedavisinde alternatif bir yöntem olan ‘endoskopik torakal sempatik blokaj (ETS)...’
Bilindiği gibi terleme, insan vücudunun ısısını sabit tutmaya yarayan fizyolojik bir olaydır. Terin buharlaşması ile ısı kaybedilir ve vücut ısısının sabit kalması sağlanır. Terin içeriği; su, sodyum, klor, potasyum, üre gibi maddelerden oluşur. İçindeki organik madde miktarının artması terin kötü kokmasına neden olur.
İnsanın günlük hayatını olumsuz etkileyecek boyutta olan terleme, bazen aşırı olabiliyor. Kişinin kendisi ve uyku kalitesi açısından oldukça rahatsız edici bir durum olan bu aşırı terleme, en sık ellerde, koltuk altında ve yüzde görülür. Bu hastalar kendilerini hoş olmayan bir durumda hisseder ve sürekli bu ıslaklığı kontrol etme ihtiyacı duyarlar.
Terleme tedavisinde lokal, sistemik ve cerrahi olmak üzere değişik yöntemler bulunmaktadır ancak kesin ve kalıcı düzelme cerrahi tedavi ile konusunda uzman göğüs cerrahları ile sağlanır.
‘Aşırı terleme ne demektir’, ‘cerrahi tedavide uygulanan ETS yöntemi nedir’, ‘yüzde yüz başarılı olan bir tedavi şekli midir’, ‘ameliyatın yan etkileri var mıdır’ gibi hafta boyunca gönderdiğiniz soruları TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından göğüs cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Mehmet Dakak’a sordum, o da cevapladı.
* Hocam, aşırı terleme nedir, toplumda görülme sıklığı ne orandadır?
Terleme fizyolojik bir olaydır. Ancak Hiperhidrozis yani aşırı terleme kişisel açıdan istenmeyen bir durumdur. En sık olarak ellerde, koltuk altında ve yüzde görülür. Bu hastalar toplum içinde tokalaşmaktan, dans etmekten kaçınırlar. Ellerdeki ıslaklık iş yapmalarına engel olur. Sürekli ellerini kurulama, koltuk altlarındaki ıslaklığı kontrol etme ihtiyacı duyarlar. Kendilerini hoş olmayan bir durumda hissederler. Aşırı terleme toplumda yüzda 2-3 oranında görülür. Hastaların yüzda 30-65’inde ailesel öykü mevcuttur. Aşırı terleme çoğunlukla koltuk altı bölgesini tutsa da yüzde 80 oranında el, ayak, ve yüz gibi birden çok bölgede de görülebilir.
* Tedavi seçenekleri nelerdir?