Şenol Kalyoncu

ÇOCUKLARDA ATEŞLİ HASTALIKLAR

18 Mayıs 2013
Bu hafta konumuz, “çocuklarda ateşli hastalıklar...”

Her anne babanın çok sık karşılaştığı ve genellikle de nasıl müdahale edeceğini bilemediği bu durum, bilinçli hareket edildiğinde aslında çok da komplike bir durum değildir. Çünkü ateş bir hastalık değil, vücudun enfeksiyonlara karşı verdiği normal bir reaksiyondur.
Genel olarak ebeveynler çocuklarının ateşi yükselince paniğe kapılırlar ve soğuk kanlı davranamazlar. Örneğin ateşi çıkan çocuğun üstünü daha da fazla örtmek gibi yanlış yöntemler uygulayan ebeveynlerin sayısı oldukça fazladır.
Ateşin yüksek ya da hafif oluşu her zaman hastalığın ciddiyetiyle bağlantılı değildir. Basit bir viral enfeksiyonda yüksek ateş, belirgin boğaz ya da idrar yolu iltihabında hafif ateş görülebilir. Ayrıca diş çıkarma, grip, bronşit ve ishal gibi pek çok hastalık çocuklarda ateşin çıkmasına yol açmaktadır. Ateş çocuğu rahatsız eder, tedaviye uyumunu zorlaştırır. Sıvı kaybı, huzursuzluk ve havaleye neden olabilir. Ayrıca metobolizma hızını ve doku oksijen ihtiyacını buna bağlı olarak da kalbin iş yükünü arttırır.
Vücut ısısı neden yükselir, ateş ölçümü nasıl yapılmalıdır, ateş ne zaman tehlikelidir ve hangi durumlarda doktora götürmek gerekir, ateşli havale nedir, çocuklarda hasar bırakır mı gibi merak ettiğiniz konuları çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Cemal Güngör ile konuştuk.

* Ateşin tarifiyle başlayalım. Ateş nedir ve vücut ısısı neden yükselir?Ateş vücut ısısının normal değerlerin üzerinde olma durumudur. Bunu düzenleyen beyindeki hipotalamus bölgesidir. Vücut ısısının yükselmesi mikroplar ve diğer etkenlere karşı organizmanın kendini korumak için geliştirdiği bir savunmadır. Çünkü yüksek ısı mikropların yaşaması için uygun değildir.

* Peki normal vücut ısısı kaç derecedir?Normal vücut ısısı; koltuk altında 37.4, ağız içinde 37.5, rektumda 38 ve kulakta 37.8 derecenin altındadır. Bu derecelerin üstündeki ölçümler ateş olarak tanımlanabilir.

*Evet, o zaman ateş ölçümü nasıl yapılmalıdır?Koltuk altından, kulaktan, ağızdan ve rektumdan ölçüm yapılabilir. Kulak termometresi (Timpanik infrared), elektronik digital termometre ve civalı cam termometre kullanılabilir. Çocuklarda en çok tercih edilen kulak termometresidir. Yanımızda termometre yok ise en basit şekilde dudağımızı bebeğin alnına dokundurarak ateşini hissedebiliriz.

 * Ateş ne zaman tehlikelidir ve çocuğu hangi durumlarda doktora götürmek gerekir?

Yazının Devamını Oku

İYİ HUYLU MEME HASTALIKLARI

11 Mayıs 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz “İyi huylu meme hastalıkları...”

Kanser çok korkulan bir hastalık olduğu için, memede kitle denildiğinde akla hemen meme kanseri gelir. Ayrıca memede bir kitle hisseden hastanın, kanser korkusuyla ciddi bir endişeye kapıldığını görürüz. Ancak bu korku yersizdir, çünkü kadınlarda iyi huylu meme hastalıklarının ve buna bağlı gelişen şiddetli ağrıların görülme oranı kanserden daha yüksektir.
Bilindiği gibi bazı zamanlar memede sıvı ile dolu keseler oluşur. Meme dokusunda oluşan bu kitleler, iyi huylu ve kötü huylu olarak iki gruba ayrılır. Kötü huylu kitleler, bizim de daha önce “Sağlık Olsun” köşemizde yer verdiğimiz ve kadınlarda görülen kanserlerin tamamının yüzde 33’ünü oluşturan meme kanseridir. İyi huylu kitleler ise, hasta için zararı olmayan, çevre dokuya ve uzak organlara yayılmayan, hayatı tehdit etmeyen kitlelerdir.
Genellikle 30-50 yaş arasındaki kadınlarda görülen ve çoğu menapozda kaybolan iyi huylu meme hastalılarını, konunun uzmanı Prof. Dr. Serdar Özbaş ile konuştuk. Bu hastalıklar hangileridir, meme kistlerinin meme kanseriyle ilişkisi var mıdır, tanı ve tedavi yöntemleri nelerdir gibi konuyla ilgili tüm merak edilenleri Dr. Özbaş’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam, iyi huylu meme hastalıkları denildiğinde ne anlıyoruz?- Günümüzde sekiz kadından birinde hayatı boyunca meme kanseri geliştiği için, meme hastalıkları denildiğinde kanser tanı ve tedavisi daha popüler bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak meme hastalıkları ile uğraşan bizlerin günlük pratiğimizde daha sıklıkla karşılaşmış olduğumuz durumlar, iyi huylu meme hastalıkları ve bunların bir kısmına bağlı olarak gelişen meme ağrısıdır. (mastalji-mastodini)
İyi huylu meme hastalıkları denildiğinde aklımıza ilk gelenler meme kistleri, fibroadenomlar, filloid tümör, intraduktal papillom, duktektazi, yağ nekrozu ve meme enfeksiyonlarıdır. (mastit) Meme kistleri memenin en sık rastlanan lezyonlarıdır. Çok yaygın görüldükleri için günümüzde bir hastalık olmaktan çok normalin varyasyonu olarak kabul edilir.

* Peki çok sık duyduğumuz fibrokistik hastalık nedir? - Fibrokistik değişiklikler veya eskiden isimlendirildiği şekliyle fibrokistik hastalık aslında belirli bir klinik durumu veya meme hastalığını işaret etmemektedir. Bu şekilde tanımlanan olguların büyük kısmında memelerde fizyolojik bir nodülarite (sertlik) söz konusudur ve bir grup iyi huylu değişikliğe işaret eder. Bir hastalık olarak kabul edilmez; daha çok fizyolojik bir meme dokusu şeklini ifade eder. Fibrokistik değişikliklerin kesin görülme sıklığını tahmin etmek zordur; aslında üreme çağındaki kadınların büyük kısmında meme yapısı bu özelliktedir. (30’lu ve 40’lı yaşlarda)
Bu tip değişikliklere bağlı ortaya çıkan en önemli belirti ağrıdır. Ağrı genellikle adet döneminin ikinci yarısında artar ve adetin başlaması ile sonlanır. Ağrı kesiciler sıklıkla bu ağrıyı kontrol eder.

* Meme kistleri ve fibrokistik değişikliklerin önemi nedir? Meme kanseri ile ilişkileri var mıdır?

Yazının Devamını Oku

BEMBEYAZ DİŞLER SAĞLIKLI VE MUTLU GÜLÜŞLER

4 Mayıs 2013
Sevgili okuyucular, bugün günlük hayatın karmaşasında en çok ihmal edilen ama sağlık açısından çok önemli olan, yaşın ilerlemesi ile daha da dikkat edilmesi gereken diş ve diş eti sağlığını konuşacağız.

Bilindiği üzere çok önemli olan diş ve dişeti sağlığı, diş temizliği ve diş parlatıcılarının çok artması ile son yıllarda medyanın ilgi odağı olmuştur. Aslında bizler de bu konuda çok ikilem yaşamaktayız. Bir taraftan estetik olarak dişlerimizin parlak ve temiz görünmesi, diğer taraftan ise diş temizliğinin ve parlatıcılarının kişisel isteğe göre yapılmasının zararlı olması kafamızı karıştırmaktadır.
Modern hayatta her geçen gün insanlar ağız ve diş sağlıklarına daha da dikkat ediyorlar. Konuşurken, gülerken çok daha beyaz, sağlıklı ve güzel dişlere sahip olmak istiyorlar. Çünkü diş sağlığı ve estetiği hoş ve güzel bir görünüm için oldukça önemli bir hale gelmeye başlamış ve gündelik hayatta insanların merak ettiği ve zaman harcadığı bir konu haline gelmiştir.
Bu hafta Diş Hekimi Banu Özdemir Cebesoy’a güzel ve etkileyici bir gülüşün ilk şartı olan inci gibi beyaz ve sağlıklı dişlere sahip olmak için neler yapmalıyız, diş temizliği nedir ve ne sıklıkla yapılmalıdır, beyazlatıcıların estetik faydasının yanında dişlere bir zararı var mıdır gibi merak ettiğiniz soruları sordum, Banu Özdemir Cebesoy da cevapladı.

* Dişlerimiz neden kirlenir? Dişlerimizin kirlenmesinin en önemli sebebi yanlış, eksik ve düzensiz fırçalanmasıdır. Çünkü dişler düzenli fırçalanmadığında diş eti hastalıkları ve çürüklerinin başlıca sebebi olan bakteri plakları dişler üzerinde oluşmaya başlar. Dişlerimizin kirli ve bakımsız görünmesini sağlayan diş taşı ve lekelenmeler de ilk olarak bakteri plağının dişlerimiz üzerine yerleşmesi ve temizlenmemesi ile başlamaktadır.

* Peki dişlerimizin bakımsız görünmesinde önemli rol oynayan diş plağı ve diş taşı nedir?Diş plağı dişlerimizin çevresinde oluşan renksiz ve yapışkan bakteri tabakasıdır. Ağız içerisinde var olan bu bakteriler temizlenmediğinde zaman ile diş etlerinde kızarıklık, şişlik, kanama oluşumuna, ilerlemiş diş eti hastalıklarına ve hatta diş kayıplarına bile sebep olmaktadır. Yine temizlenmeyen bakteriler yemeklerden sonra gıdaları parçalayarak asit üretmekte bu asit ortam diş yüzeylerinde aşınmaya, kırılmaya yani çürüklere de sebep olmaktadır. Ancak hepimiz doğru ve iyi bir bakım ile yani:
•Plağın tüm diş yüzeylerinden temizlenmesini için günde en az iki defa fırçalamak
•Fırça ile ulaşamadığımız diş araları ve diş eti altında kalan yerleri diş ipi kullanarak temizlemek

Yazının Devamını Oku

CAN SIKAN HASTALIK REFLÜ

27 Nisan 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘gastroözofajiyal reflü.’ Sıkça görülen ve can sıkıcı hastalıklar arasında yer alan reflü aslında dilimizde geri kaçmak anlamına gelir.

HER 5 KİŞİDEN 1’İNDE GÖRÜLÜYOR

Normal bir sindirim sistemi yapısında yiyeceklerin sindirimi, yemek borusundan aşağıya doğru mideye ve oradan bağırsaklara geçerek gerçekleşir. Reflü hastalığı, mide içeriğinin yukarıya doğru yemek borusuna geri kaçması sonucu oluşur. Bunun sonucunda midedeki asit ve pepsin yani midede proteinlerin sindirimine yardım eden madde, yemek borusunun alt ucunu tahriş eder ve böylece yemek borusu kendini mide asidinden koruyamaz hale gelir.
Stresli iş ve yaşam koşullarının yanısıra modern yaşamla birlikte geleneksel yemek tarzının yerini, saati değişen öğünler, fast food yiyecekler, kahve, çay, gazlı içeceklerin alması ve sigara tüketiminin artması, çok sık görülen ancak pek önemsenmeyen bir hastalık olan gastroözofajiyal reflü yani mide reflüsüne sebep olan en önemli etkenlerdendir.
Her şeyden önce kişinin yaşam kalitesini bozan mide reflüsünü konuğum TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Genel Cerrah Doç. Dr. Hatim Yahya Uslu ile konuştuk. Sizlerden hafta boyunca gelen mailler doğrultusunda merak edilenleri Dr. Uslu’ya sordum, o da cevapladı.

* Öncelikle ‘reflü’nün tanımıyla başlayalım. Nedir reflü?

- Genel anlamda reflü, bir organın içinde bulunan sıvının başka organa geri kaçmasıdır. Bu duruma örnek olarak ince bağırsak sıvısının mideye, mesanedeki idrarın idrar yollarına ve midenin içeriğinin yemek borusuna kaçması durumları verilebilir. Genelde reflü deyince halk arasında midenin içeriğinin yemek borusuna kaçması anlaşılır. Çünkü gasteroözofageal reflü görülme sıklığı, diğer reflü türlerinden daha sık olarak yüzde 20’dir. Yani her 5 kişiden 1’inde görülür. Gasteroözofageal reflünün özellikle son 10-15 yılda daha fazla telaffuz edilmesinin sebebi, çoğu hastanın aslında var olan reflü şikayetlerini yediği yemeklere bağlaması, düzenli antiasit ilaç kullanımının sağladığı geçiçi rahatlama, hastanın yaşadığı kronik şikayetlere alışması ve bunları normal olarak değerlendirmesidir.

* Peki reflü nasıl ve neden oluşur?

- Normalde yemek borusu ile midenin birleşim yerinde bir kapakçık sistemi bulunur. Bu sistem yemek borusundan mideye gelen gıdaların geçişine izin verirken; mide içeriğin (gıda, asit ve safra) geriye doğru yani yemek borusuna kaçmasını önler. Bu kapakçık sistemin bozulmasıyla reflü hastalığı veya halk arasında mide yanması olarak bilinen durum ortaya çıkar. Sonuç olarak, reflünün en önemli sebebi bu kapak sisteminin yetersiz olması veya kapak sisteminin karın boşluğundan göğüs boşluğuna kayması sonucu görevini yeterli yapamamasıdır.

Yazının Devamını Oku

KANSER TEDAVİSİNDE ÇIĞIR AÇAN YENİLİKLER

20 Nisan 2013
Sevgili okurlar, bugünkü konumuz olan lokal kanser tedavisine geçmeden önce kanserle ilgili birkaç hatırlatma yapacağım.

Bilindiği üzere kanser, vücuttaki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıdır. Bu kontrolsüz çoğalma engellenirse yani kanser hücrelerinin büyümesi durdurulursa kanser tedavisi tamamlanmış demektir. Kanser vücudun hemen hemen her dokusunda görülebilen, nedeni bilinmediği için de çok değişik tedavi alternatifleri olan bir hastalıktır. Ayrıca kanserin vücuttaki başka bölgelere sıçramasına metastaz denir.
Kanserin birçok tedavi yöntemi vardır. Bütün tedavi yöntemlerinde prensip kanserli dokunun büyümesini durdurup hastalıklı dokuyu ortadan kaldırmaktır. Erken yakalanan kanser türlerinin pek çoğunda cerrahi tedavi çok başarılıdır. Ancak cerrahinin mümkün olmadığı ya da radyoterapi veya kemoterapinin daha başarılı olduğu bölgelerde ise radyoterapi veya ilaç tedavisi birinci tercihtir.. Ancak radyoterapi ve kemoterapinin en büyük dezavantajı vücuttaki sağlıklı dokulara da zarar verebilmesidir.
Buna en basit örnek saçlarımız sürekli yenilenen bir doku olduğu için ve kanser ilaçları ve radyoterapi, büyüyen ve yenilenen dokuları durdurma prensibine yönelik etki ettikleri için saçları da etkileyerek saç dökülmesine yol açarlar.
Bunun yanısıra son yıllarda popüler olan lokal kanser tedavilerinden en önemlisi girişimsel radyolojik yöntemlerdir. Lokal kanser tedavisinin en önemli avantajı uygulanan tedavinin direkt kanser dokusuna verilmesi ve bunun sonucunda hem kanserli dokuya etkinin daha kuvvetli olması ve tedavi sadece kanserli dokuya verildiği için vücudun diğer bölgelerinde yan etki olmamasıdır.
İşte bugün bu girişimsel radyolojik yeni yöntemleri konunun uzmanı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi radyoloji uzmanı Prof. Dr. Okan Akhan ile konuştuk. Sizlerden gelen mailler doğrultusunda tüm merak ettiklerinizi ben sordum, Dr. Akhan cevapladı.

Girişimsel radyoloji nedir. Hangi durumlarda uygulanır?

Girişimsel radyoloji, eskiden cerrahi tekniklerle tedavi edilen bir çok hastalığın cerrahi olmayan tekniklerle ve görüntüleme yöntemleri kılavuzluğunda tedavi edilmesi anlamına gelmektedir. Bu tedaviler içerisinde karın içi apselerin ameliyatsız boşaltılması, her türlü kistin ameliyatsız tedavi edilmesi, tıkanan safra yollarının ve idrar yollarının açılması ve gerektiğinde stent adı verilen özel malzemelerle bu sistemlerdeki darlıkların açık tutulması, tıkanan yemek borusu veya barsak bölgelerinin açık tutulması amacıyla stent yerleştirilmesi, karın içerisinde ve göğüs boşluğunda biriken sıvıların boşaltılması, tıkanan bir damarın ameliyatsız açılması ya da damarlarda oluşan balonlaşmaların embolizasyon adı verilen yöntemlerle ameliyatsız tıkanması gibi tanımlanmış 100’den fazla işlem vardır.

En çok hangi kanserlerin lokal tedavisinde kullanılır?

Yazının Devamını Oku

BOTOKS UYGULAMALARI

13 Nisan 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz son yıllarda çok popüler olan ve halk arasında çok merak edilen, zararlı olup olmadığı sürekli tartışılan, tıbbın her alanında kullanılan “botoks uygulamaları”...

Günümüzde özellikle yüzdeki kırışıklıklarını gidermek amacıyla kullanılan, kolaylığı ve zahmetsiz bir işlem olması sebebiyle kullanımı gün geçtikçe yaygınlaşan botoks, aslında Clostridum Botulinum bakterisinin bir toksinidir.
Botoks uygulamaları, cerrahi yönteme kıyasla istenilen sonuçların daha kısa bir zamanda alınmasını sağladığı için, daha çok tercih edilir. Botoks’un ülkemizde pek çok kişi tarafından kullanılan bir yöntem olması da bu konunun basında sürekli yer almasına ve “Botoks nedir” sorusunun her geçen gün daha çok sorulmasına sebep olur. Ben bugün botoks uygulamalarını bir hekim gözüyle ve biraz daha bilimsel bir yaklaşımla konunun uzmanı Doç. Dr. Lale Dönderici ile birlikte ele alacağım.
Yalnızca estetik anlamda daha genç ve pürüzsüz görünen bir cilde sahip olmak isteyenlerin değil, çeşitli cilt rahatsızlıkları nedeniyle oluşan deformasyon etkilerinden kurtulmak isteyenlerin de başvurduğu bir yöntem olan botoks ile ilgili hafta boyunca gönderdiğiniz sorularınızı konunun uzmanı Dr. Dönderici’ye sordum, o da cevapladı.

Hocam, bahar aylarının gelmesiyle yeniden gündeme gelen bu Botoks nedir?

Botoks, Clostridum Botulinum bakterisinden üretilmiş doğal, protein yapısında bir ilaçtır ve dinamik kırışıklıklara yol açan kasları geçici süreyle gevşeterek etkisini gösterir. Kırışıklığa yol açan kaslara ince uçlu enjektörler ile çok düşük dozlarda uygulanır. İşlem süresi yaklaşık 10-15 dakikadır.

Peki etkisi ne kadar sürer?

Uygulama yapıldıktan sonra ilk etki 3-7 gün içerisinde ortaya çıkar ve bu etki yaklaşık 4-6 ay sürer. Tekrar eden uygulamalarda bu süre uzar. Botoks’un etkisi uygulandığı bölgeyle sınırlıdır; vücut içerisinde dolaşmaz.

Gelelim kırışıklıklara... Kadınların korkulu rüyası kırışıklıklar nasıl oluşur?

Yazının Devamını Oku

Çocukluk çağı kanserine dikkat

6 Nisan 2013
Sevgili okurlar, Nisan ayının ilk haftası “Kanser Haftası” olarak kabul ediliyor ve bu hafta boyunca sürdürülen bilinçlendirme çalışmaları, kanserle mücadelede oldukça önemli bir yer tutuyor.

Bu hafta konumuz, dünya genelinde artış gösteren, tüm kanserler içinde önemli bir paya sahip olan ve doğumdan ergenliğe kadar her yaşta görülebilen “Çocukluk çağı kanserleri.”
Kanser, hayatımızın en kıymetli varlıkları olan çocuklarımıza asla yakıştıramayacağımız bir hastalık. Fakat ne yazık ki ülkemizde her yıl yaklaşık 3 bin çocuğa kanser tanısı konmaktadır ve her 2 çocuktan biri ya geç teşhis konması ya da tedavi görme şansı bulamaması nedeniyle yaşamını yitirmekte. Erken tanı ve doğru tedavi uygulamaları ile kanserli çocukların yüzde 70’i tam olarak iyileşebilmektedir ancak geleceğimizin güvencesi çocuklarımızın sağlığı konusunda biz büyüklere çok önemli görevler düşer.
Çocuk kanser tiplerinin dağılımları ve tedaviye yanıt oranlarının biz yetişkinlerden farklılık gösterdiği ve konu gözbebeğimiz çocuklarımız olduğunda daha bilinçli ve duyarlı olmamız gerektiği için, bu önemli haftada Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilgehan Yalçın ile çocuk kanserlerini konuştuk.

Hocam öncelikle kanserin tanımından başlayalım. Nedir kanser?

Kanser, kontrolsüz ve anormal hücre çoğalması sonucunda ortaya çıkan bir hastalıktır. Vücudumuzda belli bir çoğalma hızı, kapasitesi ve ömrü olan hücrelerin çoğalmaları vücudun çeşitli mekanizmaları ile çok sıkı şekilde kontrol edilir. Bu kontrol mekanizmalarında bir şekilde aksama veya bozulma olursa, vücudumuzun herhangi bir doku veya organındaki hücreler kontrolsüz olarak çoğalmaya başlayarak tümör veya ur oluştururlar. Bütün tümörler veya urlar her zaman kötü huylu değildir. İyi huylu, yani selim tümörler sadece köken aldıkları organ veya dokuda büyüyüp vücudun başka yerlerine sıçrama yapmazlar. İyi huylu tümörler genellikle yavaş büyürler. Kanser tanımı kötü huylu habis tümörleri ifade etmek için kullanılır.

EN SIK GÖRÜLEN TÜR LÖSEMİ

Peki genel olarak toplumda çocukluk kanserlerinin görülme sıklığı nedir?

Çocuklarda kanserler büyüklere göre çok daha nadir olup toplumda yaşayan her bir milyon çocuktan yaklaşık 150 kadarına her yıl kanser teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde her yıl yaklaşık 2500-3000 kadar çocukta kanser görülmektedir.

Yazının Devamını Oku

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI OBEZİTENİN TEDAVİSİNDE CERRAHİNİN YERİ

30 Mart 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz “Morbid Obezitenin Cerrahi Tedavisi”.

Bilindiği gibi besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fiziki aktiviteler ile harcanandan fazla olduğu durumda zaman içinde vücutta fazla yağ birikmesi sonucu şişmanlık veya obezite ortaya çıkmaktadır.Bu fazla kilolar belli bir seviyeyi geçince artık kişinin sağlığını ciddi şekilde tehdit etmeye başlar. İşte bu sınıra mobid obezite yani ‘ölümcül sonuçlara yol açabilecek şişmanlık’ denir ve bu sadece estetik bir problem değil, bir hastalıktır. Hem hasta hem de hekimler açısından mücadele edilmesi gereken pek çok problemle doludur. Morbid obezite ile mücadele etmek tam bir ekip işidir. Çünkü sebep olduğu sorunlar, pek çok uzmanı ilgilendiren ve beraberce kafa yorularak, emek verilecek çözülebilecek sorunlardır.
Bugün sizlerle geçtiğimiz hafta da paylaştığım gibi, konunun uzmanı Prof. Dr. Ahmet Gökhan Türkçapar ile bu önemli ama bir o kadar da karmaşık konuyu konuştuk.
 Hocam, morbid obezite nedir?

Morbid obezite, sonuçları itibariyle ölümcül problemler doğurabilen ve dolayısıyla yaşam süresini de belirgin olarak kısaltan düzeydeki aşırı şişmanlıktır. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) kilonuzu boyunuzun metre cinsinden karesine böldüğünüz zaman ortaya çıkan rakamdır. Dünya Sağlık Teşkilatı’nın tanımlamasına göre, VKİ’nin 40’ın üstünde olması ise morbid obezitedir.

Morbid obezler günlük hayatta ne gibi zorluklarla karşılaşırlar?

Morbid obezite her şeyden önce o kişiyi başkalarına muhtaç bırakan bir hastalıktır. Çok genç yaşta normal günlük gereksinimlerinizi bile yardım almadan yapamamak elbette çok üzücü bir durumdur. Bu kişiler her koltuğa oturamayan, her araca binemeyen, ayak ayak üstüne atmakta bile zorlanan ve günlük basit ihtiyaçlarını ve hatta kişisel temizliklerini sağlamakta bile başkalarının yardımına ihtiyaç duyan insanlar haline gelirler. Sadece bunlar bile ciddi depresyon ve sosyal izolasyon duygusunun yerleşmesine yetebilmektedir.

Peki morbid obezitede diyet ve egzersize rağmen giderilmesi aşırı zor hatta neredeyse imkansız bir şişmanlıktan mı bahsediyoruz?

Obezitenin diyet, egzersiz ve destek tedavisi olarak özetleyebileceğimiz alışılagelmiş yöntemlerle giderilmesinin uzun dönemde başarılı olma olasılığı yüzde 2 civarındadır. Yani hastaların yüzde 98’inde işe yaramadığı gerçeği net bir biçimde kanıtlanmıştır. Öte yandan bazı zayıflama ilaçlarının başarı oranları da yüzde 10’ları geçememektedir. Özellikle morbid obezite sorunu olanlar diyet ve egzersiz programlarına ne kadar bağlı kalmaya çalışsalar da, bir süre sonra verdikleri kiloları ve hatta daha fazlasını geri alırlar.

Yazının Devamını Oku