Şenol Kalyoncu

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI OBEZİTENİN TEDAVİSİNDE CERRAHİNİN YERİ

30 Mart 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz “Morbid Obezitenin Cerrahi Tedavisi”.

Bilindiği gibi besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fiziki aktiviteler ile harcanandan fazla olduğu durumda zaman içinde vücutta fazla yağ birikmesi sonucu şişmanlık veya obezite ortaya çıkmaktadır.Bu fazla kilolar belli bir seviyeyi geçince artık kişinin sağlığını ciddi şekilde tehdit etmeye başlar. İşte bu sınıra mobid obezite yani ‘ölümcül sonuçlara yol açabilecek şişmanlık’ denir ve bu sadece estetik bir problem değil, bir hastalıktır. Hem hasta hem de hekimler açısından mücadele edilmesi gereken pek çok problemle doludur. Morbid obezite ile mücadele etmek tam bir ekip işidir. Çünkü sebep olduğu sorunlar, pek çok uzmanı ilgilendiren ve beraberce kafa yorularak, emek verilecek çözülebilecek sorunlardır.
Bugün sizlerle geçtiğimiz hafta da paylaştığım gibi, konunun uzmanı Prof. Dr. Ahmet Gökhan Türkçapar ile bu önemli ama bir o kadar da karmaşık konuyu konuştuk.
 Hocam, morbid obezite nedir?

Morbid obezite, sonuçları itibariyle ölümcül problemler doğurabilen ve dolayısıyla yaşam süresini de belirgin olarak kısaltan düzeydeki aşırı şişmanlıktır. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) kilonuzu boyunuzun metre cinsinden karesine böldüğünüz zaman ortaya çıkan rakamdır. Dünya Sağlık Teşkilatı’nın tanımlamasına göre, VKİ’nin 40’ın üstünde olması ise morbid obezitedir.

Morbid obezler günlük hayatta ne gibi zorluklarla karşılaşırlar?

Morbid obezite her şeyden önce o kişiyi başkalarına muhtaç bırakan bir hastalıktır. Çok genç yaşta normal günlük gereksinimlerinizi bile yardım almadan yapamamak elbette çok üzücü bir durumdur. Bu kişiler her koltuğa oturamayan, her araca binemeyen, ayak ayak üstüne atmakta bile zorlanan ve günlük basit ihtiyaçlarını ve hatta kişisel temizliklerini sağlamakta bile başkalarının yardımına ihtiyaç duyan insanlar haline gelirler. Sadece bunlar bile ciddi depresyon ve sosyal izolasyon duygusunun yerleşmesine yetebilmektedir.

Peki morbid obezitede diyet ve egzersize rağmen giderilmesi aşırı zor hatta neredeyse imkansız bir şişmanlıktan mı bahsediyoruz?

Obezitenin diyet, egzersiz ve destek tedavisi olarak özetleyebileceğimiz alışılagelmiş yöntemlerle giderilmesinin uzun dönemde başarılı olma olasılığı yüzde 2 civarındadır. Yani hastaların yüzde 98’inde işe yaramadığı gerçeği net bir biçimde kanıtlanmıştır. Öte yandan bazı zayıflama ilaçlarının başarı oranları da yüzde 10’ları geçememektedir. Özellikle morbid obezite sorunu olanlar diyet ve egzersiz programlarına ne kadar bağlı kalmaya çalışsalar da, bir süre sonra verdikleri kiloları ve hatta daha fazlasını geri alırlar.

Yazının Devamını Oku

DİŞTE ÇIĞIR AÇAN UYGULAMA İMPLANT

23 Mart 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz doğal dişlere tartışmasız en iyi alternatif olan, geleneksel köprü ve protezlere kıyasla hastaya çok daha konforlu bir yaşam sağlayan diş implantları...

Yüz güzelliğinin en önemli tamamlayıcısı, kuşkusuz sağlıklı dişler ve diş etleridir. Her ne kadar ağız sağlığımıza gereken özeni gösterdiğimizi düşünsek de, çeşitli nedenlerle karşılaşabileceğimiz diş eti hastalıkları, diyabet, sigara, kötü beslenme, kemoterapi veya herhangi bir kaza sebebiyle, her yaşta diş kaybı yaşayabiliriz.
Erken diş kaybı ne yazık ki sadece estetik sorunlara yol açmakla kalmaz; kemik erimesi, dudak çökmesi gibi sonuçlarla da kişinin hayatını olumsuz yönde etkileyebilir.
“İmplant” kelimesi, “doku içine konan, yerleştirilen” anlamına gelir. Eksik diş veya dişler yerine yapay diş kökü yerleştirilmesi anlamına gelen diş implantlarının literatürde 5 yıllık başarı oranı yüzde 98 olarak bilinmektedir. Ancak kemik erimesi, enfeksiyon ve hatta implant kaybına kadar giden ciddi sorunlarla karşılaşmamak için uygulamanın tecrübeli bir diş hekimi tarafından yapılması gerekir.
İşte bu hafta, herhangi bir sebeple kaybedilen diş veya dişlerin yerine uygulanarak bu ekslikliğin yaratabileceği olumsuzlukları ortadan kaldıran, çiğneme fonksiyonu açısından doğal dişlerimize en yakın uygulama olan diş implantları ile ilgili merak ettiğiniz her şeyi konunun uzmanı Doç. Dr. M. Ercüment Önder ile konuştuk.

Hocam diş implantı nedir? Hangi materyalden üretilir?

Diş implantı, enfeksiyon, travma veya doğumsal nedenlerle meydana gelen diş veya dişlerin eksikliklerinde kullanılan, fonksiyonel ve estetik olarak diş yapısını taklit eden yapılara verilen isimdir. İlk olarak 1965 yılında İsveçli bilim insanı Branemark tarafından gönüllü bir hastaya yerleştirilmiştir. Büyük çoğunlukla çene kemiğinin içine yerleştirilebildiği gibi çok nadir olarak mukoza yani dişeti dokusunun altına da yerleştirilebilir. Dişeti altı implantları çeşitli dezavantajları nedeniyle son zaman pek kullanılmamaktır. Genellikle kemik içerisine yerleştirilen tipleri kullanılmaktadır. İlk kullanıldığı dönemlerde saf titanyum malzeme tercih edilirken son zamanlarda medikal saflıkta titanyum alaşımları kullanılmaktadır. Titanyum, vücudun yabancı cisim reaksiyonu vermediği nadir maddelerden biridir.

Peki hangi durumlarda implant yapılır?

Tek diş eksikliklerinde, kısmi dişsizliklerde ve tam dişşizlikte yaygın olarak kullanılan implantlar, çene ve yüzü ilgilendiren kanser cerrahisi sonrası bölgenin tekrar şekillendirilmesi amacı ile trafik kazaları veya ateşli silah yaralanmalarına bağlı büyük yaraların tamirinde de kullanılabilmektedirler. Tek diş eksiklikleri en uygun ve başarı oranı en yüksek tedavi grubunu oluşturur. Tam dişşizlik olgularında ise eğer yeterli kemik desteği varsa tüm çenelerin sabit olarak dişli hale gelmesi bile sağlanabilir. Bunun dışında tam damak hastalarına 2 veya 4 adet yerleştirilerek tam damaklarının hayal bile edemeyecekleri kadar konforlu hale gelmesi sağlanabilir.

Yazının Devamını Oku

AMELİYATHANENİN GİZLİ KAHRAMANLARI ‘ANESTEZİSTLER’

16 Mart 2013
Sevgili okurlar, bu hafta 14 Mart’ta Tıp Bayramı’nı kutladık. Bu anlamlı haftada konumuz, biz cerrahların ameliyatlardaki en önemli ortakları ve hatta ameliyatların gizli kahramanları anestezistler... Yani, “ameliyat sırasında anestezi ve sonrasında ağrı tedavisi, iyileşme dönemi.”

Bir tedavi yöntemi olarak ameliyat yani cerrahi müdahalenin, pek çok kişide tedirginlik yarattığı bir gerçektir. Ancak yapılan araştırmalara ve bir hekim olarak kendi tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, hastalara tedavi yöntemi olarak cerrahi tedavi önerildiğinde çoğu zaman ameliyat olmaktan değil, uyumaktan yani anesteziden korkarlar. Bunun yanısıra, yıllardır hastalar tarafından dile getirilen anesteziden uyanamama korkusu ve filmlere bile konu olan ameliyat sırasında anestezide farkındalık hikayeleri de bunu desteklemektedir. Ancak gelişen teknoloji ve yeni anestetik ilaçlar sayesinde ,bu korku neredeyse ortadan kalkmıştır.

TRAFİĞE ÇIKMAKTAN DAHA GÜVENLİ

Bilindiği gibi anestezi, vücudun bir bölümünün veya tamamının ağrıya duyarsız hale gelmesini sağlar. Yani hasta, ameliyat olmaya karar verirken aynı zamanda bilinci tamamen veya yarı kapalı bir şekilde, kendi vücudu üzerinde hiçbir kontrolü olmadığı bir sürece rıza göstermeye de karar verir ki, işte tam da bu noktada anestezi uzmanının mahareti öne çıkmaktadır. Anestezi uzmanları, anestezinin yanısıra ilk yardım, yoğun bakım ve ağrı tedavisi konularında uzmanlaşmış kişilerdir. Ameliyat sırasında solunum, dolaşım gibi yaşamsal işlevlerinizi de kontrol altında tutan anestezi doktorunuz sizin her bakımdan koruyucunuzdur. Hasta, ameliyat süresince ve sonrasında da, şuuru tamamen açılıncaya kadar anestezi uzmanının gözetimindedir. Yapılan araştırmalar, işinin ehli bir anestezi ekibi tarafından yapılan işlemin, kişinin kendi arabasıyla trafiğe çıkmasından çok daha güvenli olduğunu göstermektedir.

CEVABIN ADI AĞRI

Öte yandan vücudun cerrahi müdahaleye verdiği cevap ‘ağrı’dır. Çünkü kesilen yer önce ağrımaya başlar. Bu kesinin küçük veya büyük olması, cerrahi müdahale sonrasında ağrının az veya çok olmasıyla doğru orantılıdır. Bu sebeple hastanın sadece ameliyat sırasında ağrı hissetmemesi yeterli değildir. Ameliyat sonrası da yapılacak ağrı tedavisi, hem hastanın konforu hem de operasyonun başarısı açısından son derece önemlidir. Çünkü cerrahi tedavi yani ameliyat ne kadar başarılı geçerse geçsin, hasta ve yakınları açısından işin görülen kısmı ameliyat sonrası dönem olduğu için, ameliyat sonrası ağrı yönetimi ve tedavisi farklı bir önem taşır. Bugün gelinen noktada her türlü teknoloji ve anestetik ilaçlar sayesinde ameliyat ve sonrasında yaşanan dönemin ağrı açısından çok daha konforlu geçmesi sağlanmaktadır.
İşte bugün, hayatımızın herhangi bir döneminde hepimizin karşısına birgün çıkabilecek olan “ameliyat sırasında anestezi, sonrasında ağrı tedavisi ve iyileşme dönemi” ile ilgili merak ettiklerinizi yıllarını anesteziye veren konunun uzmanı TOBB ETU Hastanesi Medikal Direktörü Anestezi Profesörü Dr. Necati Çanakçı ile konuştuk. Dr. Çanakçı’ya bu gizemli ve ilgi çekici konuyla ilgili merak ettiklerinizi sizler adına sordum, o da cevapladı.

En çok merak edilen konulardan biri “Genel Anestezi”. Okuyucularımıza genel anesteziyi basamak basamak anlatır mısınız?

Hastalar ameliyathaneye geldiğinde anestezi doktoru tarafından karşılanır, sedyeden ameliyat masasına ameliyat ekibi tarafından anestezi doktorunun yardımıyla alınır. Bundan sonra anestezi doktoru hastaya tansiyon aletini, kalp monitörünün elektrodlarını ve puls oksimetre (kandaki oksijeni ölçer) cihazının parmak ucu kablosunu bağlar. Bunlar ameliyat boyunca hastanın yaşamsal fonksiyonlarının yakından izlenebilmesini sağlar. Gerekirse anestezi başlamadan önce 3-5 dakika süreyle maskeyle oksijen verilebilir. Bundan sonra sırasıyla ağrılı uyaranları azaltacak, anestezi denen özel uyku halini oluşturacak ve kas gevşemesi sağlayacak ilaçları damar yoluyla hastaya uygular. Daha sonra anestezist tarafından hastanın nefes borusuna yerleştirilen bir tüp sayesinde hastaya oksijenle karıştırılmış olarak anestezik gazlar verilir. Bu gazlar verildiği sürece anestezi devam eder, kesildikten kısa bir süre sonra anestezi sonlanmış olur ve hasta uyanır. Bu sürecin her safhasında anestezi doktoru sürekli hastanın başındadır ve ameliyatın seyri ile ilgili gerekli tedavileri yapar.

Yazının Devamını Oku

SOĞUK ALGINLIĞI DEYİP GEÇMEYİN!

9 Mart 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz son günlerde havaların tekrar soğumasıyla çoğumuzun karşısına basit bir nezle veya soğuk algınlığı sonrası çıkabilen ve her yaşta, herkeste görülebilen sinüzitler.

KIŞ AYLARININ HASTALIĞI SİNÜZİT

Şiddetli baş ağrılarına sebep olarak kişinin yaşam kalitesini düşüren, başta vücut direnci düşük olan yaşlılar ve çocukların korkulu rüyası sinüzitler, belirtileri itibariyle grip ve nezleyi taklit ettiği için genellikle bu hastalıklardan kolay ayırt edilemez. Bu sebeple çoğu hasta doktora gitmeye gerek duymaz ve soğuk algınlığı ilaçları ile kendilerini tedavi etmeye çalışır. Halbuki sinüzit, bir KBB uzmanı tarafından teşhis ve tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
İşte bu hafta, aslında çok basit önlemlerle ve kolay bir tedavi ile ortadan kaldırılabilecekken, zamanla içinden çıkılamayacak komplike bir hastalık haline gelen; herkesin çok iyi tanıdığı ama bir o kadar da bilinmeyeni olan sinüzitler ile ilgili tüm merak ettiklerinizi Doç. Dr. Tuncay Özçelik ile konuştuk.

Hocam sinüzitin tarifiyle başlayalım. Ne demektir sinüzit?

Sinüs dediğimiz oluşumlar, burun çevresinde yerleşmiş kemikler içinde bulunan hava dolu boşluklardır. Bu boşluklar burun içine açılırlar ve en belirgin olanları yanak, alın ve göz iç kısımlarında yerleşenleridir. Genellikle burun içine açılan kanallarındaki tıkanıklıklar nedeniyle iltihaplandığında ortaya çıkan enfeksiyona sinüzit adı verilir. Özellikle kış aylarında nezle, grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları sık görüldüğü için bu dönemlerde üst solunum yollarında görülen ödem, sinüs kanallarında da tıkanıklığa yol açtığı için kış aylarında sinüzit görülme sıklığı daha fazladır.

Peki bu hastalık nasıl teşhis edilir ?

Sinüzitin akut ve kronik (müzmin) olmak üzere iki tipi vardır. Akut sinüzit, genellikle KBB uzmanının belirtileri ve muayene bulgularını değerlendirmesi sonucunda, bazen bir röntgen filmi de çektirilerek kolayca teşhis edilebilir. Kronik sinüzit teşhisinde ise daha kapsamlı bir araştırma yapılmalıdır. Burun içinin endoskop adı verilen optik aletlerle muayenesinden sonra, yüz ve sinüs bölgesinin bilgisayarlı tomografik incelemesi gerekir.

Gelelim risk grubuna… En çok kimler risk altındadır?

Yazının Devamını Oku

MEME ESTETİĞİ VE REKONSTRÜKSİYON AMELİYATLARI

2 Mart 2013
Önceki haftalarda yaptığımız meme kanseri röportajı sırasında meme estetiği ile ilgili sizlerden pek çok mail aldım.

MEME KANSERİ MEME KAYBI DEMEK DEĞİLDİR!

Her 10 kadından 1’inde görülen meme kanseri, tıpta kaydedilen tüm gelişmelere rağmen, bu yüzde 10’luk ciddi oran sebebiyle pek çok kadının korkulu rüyası.
Bu haftaki konumuz ise, meme estetiği ve meme rekonstrüksiyon (yeniden meme oluşturma) ameliyatları. Bir kadın için, kanser nedeniyle kaybedilen bir memenin yerine yenisinin oluşturulabiliyor olması, aslında ciddi anlamda psikolojik travma yaratabilecek bir durumun kolay atlatılmasını sağlayan tıbbi bir mucizedir. Bugün biz ‘Sağlık Olsun’ köşemizde kadın psikolojisinde her yönüyle çok önemli bir yer tutan memenin estetik ve yeniden oluşturma ameliyatlarını Plastik Cerrahi uzmanı Doç. Dr. Birol Civelek ile konuştuk.

Hocam memesi alınan her kadın yeniden meme yaptırabilir mi?

Günümüz Plastik Cerrahi uygulamaları içerisinde meme rekonstrüksiyonu yani memenin yeniden oluşturulması ve meme estetiği (dikleştirme, küçültme ve silikon ile büyütme gibi) önemli bir yer tutmaktadır. Ben bir hekim olarak meme yokluğunun kulak, burun ya da kol yokluğundan farklı olmadığını düşünürüm. Meme kanseri nedeniyle memesi alınan her kadın, yeni bir meme oluşturulması konusunda mutlaka bilgilendirilmelidir. Bu, her kadının doğal hakkıdır. Memesi alınan her kadın uygun şartları taşıması durumunda doğal görünüme sahip yeni bir meme yaptırabilir.

Peki bunun için ne gibi yöntemler var?

Yeniden meme oluşturulması için birçok alternatif mevcuttur. Plastik Cerrah ve hastanın birlikte karar vermesi sonucu uygun tercih yapıldığında, son derece tatmin edici sonuçlar elde edilebilmektedir. Kişinin kendi kas ve dokularından meme oluşturulabileceği gibi silikon protezlerle ve her ikisinin birlikte kullanılmasıyla da yeni meme oluşturulabilir. Memedeki tümörün çıkarılması için göğüs alındığında, sadece kanserli bölge çıkarılmış ise yani o bölgede geriye yeteri kadar doku kalmışsa, göğüs kasının altına silikon protez yerleştirmek yeterli olur.

Hocam yeniden meme yapılmasının meme kanserinin nüks etmesine sebep olduğu ya da kişinin yaşam süresini olumsuz etkilediği doğru mudur?

Yazının Devamını Oku

TÜM BİLİNMEYENLERİYLE MAGNETIK REZONANS

23 Şubat 2013
Magnetik Rezonans yani MR’ın tüm bilinmeyenlerini Radyoloji uzmanı Dr. Hüsamettin Sargın ile konuştuk ve yine en çok merak ettiğiniz konularla ilgili hafta boyunca gönderdiğiniz soruları Dr. Sargın’a sorduk.

ORGANLARIMIZIN HARİTASI

Hocam, Magnetik Rezonans (MR) nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?

MR, kuvvetli bir mıknatısın oluşturduğu magnetik alanda insan vücudunda en çok bulunan hidrojen atomlarına radyofrekans göndererek hareketlerinin ölçülmesi yöntemine dayanan görüntüleme yöntemidir. 1930’lu yıllarda toprağın altındaki madenin araştırılması amacıyla geliştirilmiş, 1970’lerde ise tıpta görüntüleme yöntemi olarak kullanılmaya başlamıştır.

MR tetkiki hangi bölgelerin incelenmesinde kullanılır?

MR ilk zamanlarda norövasküler sistem hastalıklarında ve özellikle beyin, omurga, eklem, üst-alt karın bölgesi, kan damarları, kalp, meme gibi dokularda kullanılmış, daha sonraları yeni teknolojik MR cihazları sayesinde vücudun tüm bölgelerinde etkin hale gelerek günümüzde pek çok hastalığın tanısında güvenilir bir yöntem olmuştur.

Peki MR nasıl çalışır ve bir MR incelemesi yaklaşık ne kadar sürer?

MR cihazını büyük bir mıknatıs gibi düşünebiliriz. İnceleme sırasında hasta, cihaz masasına yatırılır ve masa, bu mıknatısın içinde bulunan tünele doğru ilerletilir. Görüntülenmesi istenen bölgeye radyofrekans dalgaları verilmesi sonucu alınan yanıt, anten aracılığı ile toplanır ve bilgisayarda görüntüye çevrilir. MR incelemesi, yapılacak inceleme türüne ve bölgeye göre 15 ila 45 dakika sürer. Hasta, inceleme sırasında mutlaka hareketsiz kalmalıdır.

Bir süre kapalı bir ortamda hareketsiz kalmak bazı hastaları tedirgin edebiliyor ve klostrofobisi olanlar MR’a çok zor giriyor, bunun bir çözümü var mıdır?

Yazının Devamını Oku

KALBİMİZ VE ONU BESLEYEN DAMARLAR

16 Şubat 2013
Sevgili okurlar, bu 14 Şubat haftasında konumuz, “kalbimiz ve onu besleyen damarlar”, yani koroner damarlar.. Zaman zaman kötü davrandığımız ve hor kullandığımız bu önemli organımız bilindiği gibi, kendiliğinden kasılma özelliğine sahip kuvvetli bir pompadır ve beyinle birlikte tüm canlıların olmazsa olmazıdır.

KALBİN ANATOMİSİ

Kalbin veya damarlarının fonksiyonlarını yerine getirememesi sonucu kalp hastalıkları ortaya çıkar. Ancak kalp hastalığı kavramı oldukça geniştir. Bugünkü konumuz olan koroner damar hastalığı, kalp damarlarının tıkanmasıdır. Bu tıkanma sonucunda korkulan durum, kalp krizi ve doğuracağı sonuçlardır. Koroner damar tıkanıklıkları çoğu zaman vücutta herhangi bir uyarı vermediği için sessizce de ilerleyip kalp krizine yol açabilir.
Türkiye’de tüm ölümlerin yüzde 35’ini oluşturan kalp ve damar hastalıklarında hayat kurtaran anjiyografi ve tıkalı kalp damarlarının tedavisi, bu tedavide kullanılan minik borucuklar yani stentler hakkında merak ettiklerinizi konunun uzmanı Kardiyolog Prof. Dr. Kenan Ömürlü konuştuk.

Hocam, kısaca koroner damar hastalığı nedir ve bu hastalıktan ne zaman şüphelenmek gerekir?

Koroner damar hastalığı, kalbin damarlarının yani koroner damarların kısmen veya tamamen tıkanmasıdır. Bu durumda günlük hayatta her zaman yapılan eforlar yani günlük faaliyetler yapılamaz hale gelir. Streste, soğukta, yemek sonrasında, cinsel birleşme sırasında göğüste baskı, basınç hissi, yanma, ağrı ve bu ağrının sol kola yayılması, aniden gelen soğuk terleme gibi durumlarda koroner damar hastalığından şüphelenilmelidir.

Peki kalp damarları neden tıkanır?

Koroner damarların tıkanmasının sebebi, damar çeperine zararlı kolesterol sızması ve buna bağlı damar sertliğidir. Vietnam ve Kore savaşlarında ölen askerlerde yapılan otopsilerde tesadüfen, koroner arterlerde damar sertliğinin erken safhası olan süt çizgileri farkedilmiş ve bu hastalığın genç yaşlarda başlayan damar sertliği olduğu düşünülmüştür. Damar çeperinde kireç birikmesiyle gelen adele hücreleri ile plak denilen kabarıklıklar oluşur ve bu plaklar giderek kalınlaşarak damarın daralıp tıkanmasına neden olur.

Koroner kalp hastalıklarında risk faktörleri var mıdır, nelerdir?

Yazının Devamını Oku

MEME KANSERİNDEN DEĞİL, GEÇ KALMAKTAN KORKUN!

9 Şubat 2013
Sevgili okurlar, öncelikle “Sağlık Olsun” köşemize gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim.

SİZ SORUN UZMANLAR YANITLASIN Önümüzdeki hafta konumuz kalp sağlığı.. Gerçekten bizim için çok önemli olan bu hayati organın damarları neden tıkanıyor ve bu tıkanıklıkların teşhisinde kullanılan kalp anjiyografisi yöntemi nedir, riskli midir? Bütün bu damar tıkanıklıklarının tedavisi ameliyat yani koroner bypass mıdır? Yoksa çoğu zaman insanın kalbi durdurularak yapılan ve riskli bir ameliyat olan bypass her zaman gerekli midir? Ya da bu tıkalı kalp damarlarına yerleştirilen minik borucuklar yani stentler bypass ameliyatının yerini tutar mı? Haftaya tüm bunları konunun uzmanı Kardiyolog Prof. Dr. Kenan Ömürlü ile konuşacağız. Sevgili okuyucular, bu güzel 14 Şubat haftasında hepimiz için çok önemli olan kalbimizin sağlığı ile ilgili merak ettiklerinizi jineklinik@senolkalyoncu.com adresinden bana ulaştırabilirsiniz.

Sizlerden gelen tüm mailleri tek tek okuyup elimden geldiğince sorularınızı cevaplamaya çalışıyor ve en çok merak ettiklerinizi bu köşede tüm okuyucularımızla paylaşıyorum. Bu hafta konumuz, her 10 kadından 1’inde görülen ve erken teşhisle tedavisi mümkün olan meme kanseri.
Bilindiği üzere meme, süt bezlerinden, burada üretilen sütü meme başına taşıyan kanallardan ve bu yapıyı çevreleyen dokulardan oluşmaktadır. Kadınlarda en sık görülen kanser türlerinin başında gelen meme kanseri, meme dokusunu oluşturan hücrelerin çeşitli etkenlerle kontrol dışı çoğalmalarıyla oluşur ve sonrasında vücuda yayılır.
Yapılan araştırmalar, emziren annelerde meme kanseri görülme oranının emzirmeyenlere göre çok daha düşük olduğunu kanıtlamaktadır. Bebeğe sayısız faydası olan emzirme sayesinde, annede göğüs kanserine neden olan hormonların azaldığı ve iyi hücrelerin kendilerini yenilediği tespit edilmiştir. Bu da meme kanserine yakalanma riskini azaltmakta ve koruyucu etki göstermektedir.
Kişinin kendi memesinde yeni oluşan bir kitle tespit etmesi, her zaman kanser anlamına gelmez. Kesin tanı için mutlaka bir hekime başvurarak ileri tetkiklerin yapılması gerekir. Gün geçtikçe artış gösteren ve kadınların korkulu rüyası haline gelen meme kanseriyle ilgili merak ettiklerinizi hafta boyunca gönderdiğiniz sorulara öncelik vererek Prof. Dr. Müjdat Balkan ile konuştuk.

 - Hocam, meme kanserinin dünyada görülme sıklığı nedir ve yaş ile ilişkisi var mıdır?- Meme kanseri kadınlarda en sık rastlanan kanserdir. Günümüzdeki verilere göre her 10 kadından 1’i yaşamının bir döneminde meme kanseri olmaktadır. Meme kanseri, yaşın ilerlemesi ile sıklığı artan bir kanser olmasına karşın genç yaşlarda da görülebilmektedir. Yalnızca yaşlı kadınlarda görüldüğü yanlış bir inanıştır.

- Peki belirtileri nelerdir? Kadınlar meme kanseriyle karşı karşıya olup olmadıklarını nasıl anlayabilirler?- Memede ele gelen sertlik ve kitle hissi, meme kanserinin en önemli belirtisidir. Bu belirtiyi kadınların kolayca anlayabilmesi mümkündür. Zaten biz meme cerrahları kadınlara kendi kendilerine elle meme muayenesi yapmalarını ve eğer anormal bir durum varsa meme cerrahına müracaat etmelerini öneriyoruz. Bunun dışında meme başı akıntısı, meme başında çekilme, meme derisinde kızarıklık, iyileşmeyen yara gibi durumlardan birisi veya birkaçı meme kanserinin diğer belirtileri olabilir.

- Meme kanseri olan bir hastada diğer meme için kanser riski var mıdır?

Yazının Devamını Oku