Şenol Kalyoncu

Çocuk cerrahi özel yaklaşım gerektirir

10 Ağustos 2013
Pediatrik cerrahinin, genel cerrahinin bir dalı veya erişkin cerrahisinin minyatürize edilmiş bir şekli olmadığını belirten Prof. Dr. Haluk Öztürk, “Çocukların yaşa bağlı olarak belirgin fiziksel ve psikolojik farklılıkları nedeniyle özel bir biçimde düşünülmesi gerekir” dedi.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz, diğer cerrahi dallara göre daha yeni bir alan olmasına karşın son yıllarda çok önemli ilerlemeler kaydedilen “Çocuk Cerrahisi”.
Çocuklar, hiçbir zaman erişkinlerin küçültülmüş bir hali değildir. Çocukluk çağında görülen hastalıklar, dönemlere göre farklı özellikler göstermektedir. Bu hastalıkların tanı ve tedavisi çocuğun gelişimi, fizyolojisi ve psikolojisi göz önüne alınarak yapılmalıdır. Bilindiği gibi sadece çocukların cerrahi hastalıklarının teşhis ve tedavisi için eğitim almış tıp doktoruna “çocuk cerrahisi uzmanı” yani “pediatrik cerrah” denir. Çocuk cerrahları, çocukların ürolojik, genital, sindirim sistemi, solunum sistemi hastalıklarının cerrahi tedavileri ile uğraşırlar. Cerrahi yaklaşım gerektiren hastalıklar, Çocuk Cerrahları tarafından değerlendirilmeli ve gerçekleştirilmelidir.

MERAK EDİLEN SORULAR

Anne karnından başlayıp ergenlik döneminin sonuna kadar çocuklarda ortaya çıkan sorunların cerrahi tedavileri ile uğraşan çocuk cerrahisinde, ameliyatların en sık yapıldığı bölge kasık bölgesidir. İşte ben de bu hafta konuğum Özel TOBB ETÜ Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölüm Başkanı, Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Uzmanı Prof. Dr. Haluk Öztürk’e, “Çocuk Cerrahisi Nedir, Çocuk Cerrahisi operasyonları için bir zamanlama kuralı var mıdır, çocuklarda en sık görülen kasık bölgesi sorunları nelerdir” gibi gözbebeğimiz çocuklarımız ile ilgili tüm merak edilenleri sordum, o da cevapladı.

Hocam, Çocuk Cerrahisi Nedir? Çocuk Cerrahisi yani pediatrik cerrahi, “çocuk yaş grubuna uygulanan ürolojik cerrahi, genel cerrahi, jinekolojik cerrahi ve göğüs cerrahi girişimleri” olarak tanımlanabilir.

Peki diğer cerrahi dallara göre göreceli olarak daha yeni bir alan olan Çocuk Cerrahisi’nin önemi nedir?Burada özellikle belirtmem gereken önemli farklar var. Pediatrik cerrahi, genel cerrahinin bir dalı veya erişkin cerrahisinin minyatürize edilmiş bir şekli değildir. Çocukların yaşa bağlı olarak belirgin fiziksel ve psikolojik farklılıkları nedeniyle özel bir biçimde düşünülmesi gerekir. Çocukların cerrahi uygulamasında da en iyi sonuçlar, yine çocukların tedavisinde uzmanlaşmış doktor ve hemşire ekipleriyle ve özellikle bu amaçla düzenlenmiş kurumlarda elde edilebilir.

Çocuk Cerrahisi operasyonları için bir zamanlama kuralı var mıdır?Elbette ki vardır. Genel olarak, acil olmayan vakalarda çocuk cerrahisi operasyonu için en uygun zaman belirli sebeplere bağlıdır. Bunlar; hastalık veya anomalinin hastaya getirdiği risk, ameliyatın hastaya getirdiği risk, ameliyatın cerrahi teknik yönü, kendiliğinden iyileşme ihtimali, psikolojik önemler gibi sebeplerdir.

Çocuk cerrahisinde yenidoğan döneminden erişkinliğe kadar olan bu süreçte en sık kasık bölgesi (İnguinal Kanal) sorunlarını duyuyoruz. Bu bölgede en sık görülen problemlerden bahseder misiniz?

Yazının Devamını Oku

LENFÖDEM KADER DEĞİLDİR

3 Ağustos 2013
Halk arasında ‘fil hastalığı’ olarak bilinen ‘lenfödem’ hastalığının bilinmeyenlereni ve tedavi yöntemlerini anlatan konunun uzmanı fizyoterapist Seda Otan Güler, bu hastalığını kader olmadığını ve tadavi edilebildiğini söyledi.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz halk arasında ‘fil hastalığı’ olarak da bilinen ‘lenfödem...’
Vücutta biriken lenf sıvısı miktarının, lenfatik sistemimizin taşıyabileceğinden daha fazla olması anlamına gelen lenfödem, doğuştan, genetik faktörlerden, kanser cerrahisi sonrası veya sebepsiz de ortaya çıkabilir. Lenfödem teşhisi ancak bir uzman hekim tarafından konulabilir. Uzman genellikle hastanın öyküsünü dinledikten ve etraflı bir muayene yaptıktan sonra, hangi tür ödemin söz konusu olduğunu belirler. Eğer teşhis kesinlik kazanmamış ise, kötü huylu rahatsızlıkları da gündem dışı bırakmak amacıyla bazı hallerde modern görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir. Erken teşhis ve uygun tedavi ile kontrol altına alınabilen lenfödem, ülkemizde bu işin eğitimini almış fizyoterapistler tarafından tedavi edilmektedir.
İşte bu hafta pek çok bilinmeyeni olan, geçmişte tedavisi mümkün olmayan bir hastalıkken artık modern yöntemlerle önlenebilir ve tedavi edilebilir hale gelen Lenfödem hastalığını konunun uzmanı fizyoterapist Seda Otan Güler ile konuştuk.

*Lenfödem nedir?Hücrelerimiz bir sıvı ortamında bulunmaktadır. Hücrelerin içinde bulunduğu bu sıvıya lenf sıvısı adı verilir. Bu sıvının vücuttaki miktarını dengeleyen sisteme lenfatik sistem adı verilir. Lenf sıvısının vücuttaki dolaşımını lenf kanalları sağlamaktadır. Lenfatik sistemde, kan dolaşım sisteminde olduğu gibi, dolaşımı kolaylaştıracak kalp ve atardamar benzeri bir mekanizma yoktur. Bunun yerine, lenf sıvısının, lenf kanalları üzerindeki dolaşımı kas hareketleri ile yani günlük yaşantımızdaki hareketlilikle sağlanır. Şayet vücutta biriken lenf sıvısı miktarı, lenfatik sistemimizin taşıyabileceğinden fazla olursa lenfödem oluşur. Halk arasında bu hastalığa fil hastalığı adı verilir.

*Peki lenfödem nasıl oluşur. Risk faktörleri nelerdir?Lenfödem doğuştan, ya da herhangi bir yaşta sebebi bilinmeyen bir şekilde başlayabilir. Bunun dışında cerrahi müdahaleler sonrası, radyasyona maruz kalma, enfeksiyon ya da travma sonrası da lenf ödem gelişebilir. Meme kanseri gibi bazı kanser türlerinde, tedavi için hastanın lenf düğümleri. Lenf düğümleri yukarıda sözünü ettiğimiz lenfatik dolaşım sisteminin en önemli unsurlarıdır. Ne kadar çok düğüm çıkarılırsa, lenfödem hastalığına yakalanma riski o kadar fazladır. Lenf düğümleri alınan hastaya bir de radyoterapi uygulaması yapılırsa risk oldukça artar.

YANLIŞ TEDAVİDE ŞİŞMELER ARTAR

*Bu hastalıkta erken teşhisin önemi nedir?Lenfödem tablosunun ortaya çıkması ile vücutta ilgili bölgelerde, sıvı birikimi sonucu, şişmeler meydana gelir. Lenfödemin oluştuğu bölgeye bağlı olarak da hastaların yaşam kalitelerinde önemli bir azalma görülür. Anksiyete, depresyon ve uyum sorunları, sosyal ve seksüel problemler açığa çıkar. Lenfödemli kol veya bacak kolayca enfeksiyon kapar ve daha da kötüleşerek hastanın genel sağlığını da olumsuz etkiler. Ve ne yazık ki tedavi görmemiş, yetersiz veya yanlış tedavi gören hastaların kol ve bacak şişmeleri giderek artar. Gelişen bu problemler genellikle tedavinin başarısını da etkilemektedir.

Yazının Devamını Oku

FAZLA KİLO KÂBUS DEĞİL

27 Temmuz 2013
Fazla kilo nedeniyle rejim ve spor yapan ancak istediği kiloya bir türlü kavuşamayanlara, ‘lazer lipoliz’ yöntemini öneren Op. Dr. Ünal Şahin, tedavinin ayrıntılarını anlattı.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz, diğer yağ alma yöntemlerine göre birçok avantaj sağlayan ve vücudun her yerindeki lokalize yağların giderilmesi için kullanılan ‘lazerli liposuction’ yani ‘lazer lipoliz...’
Ergenlik sonrasında vücüdumuzdaki yağ hücrelerinin sayısı sabit kalmaktadır. Bu yağ hücreleri vücutta biriken yağ oranına göre boyut değiştirebilir. Bazen de kilonun normal olmasına rağmen çene altı, üst kol, kalçalar, bel bölgesi gibi vücudun ince ve şekil veren bölgelerinde anormal miktarda yağ depolanması gözlenmektedir. Bu anormal yağ depolanmaları kilo verme çabalarına rağmen genelde yok edilemez.
Ancak lazer lipoliz yöntemi, diğer yağ alma yöntemlerine göre ortaya koyduğu avantajları nedeniyle popüler ve kolay bir yöntemdir. Müdahale bölgesindeki gevşeyen ve sarkan deriyi sıkılaştırma imkânı sunan lazer lipoliz yöntemi, tek seansta istenilen sonuca ulaştırması, sonucun uzun yıllar kalıcı olması, morluk, ağrı ve şişliğin az ve kısa süreli olması sebebiyle hastalar açısından popüler bir yağ aldırma ve vücut şekillendirme yöntemidir.
İşte bu hafta ‘Sağlık Olsun’ köşemizde, kadınlarda ve erkeklerde vücutta yağ biriken bütün bölgelerde uygulanabilen lazer lipoliz yöntemini Op. Dr. Ünal Şahin ile konuştuk. Lazer lipoliz nasıl uygulanır, klasik liposuction ameliyatı ile arasındaki farklar nelerdir, ameliyat öncesi ve sonrasında nelere dikkat edilmelidir, lazer lipoliz yöntemiyle eritilen bölgelerde yeniden yağlanma oluşur mu gibi tüm merak edilenleri Dr. Şahin’e sordum, o da cevapladı.

*Hocam önce tanımla başlayalım. Nedir ‘lazer lipoliz?’Lazerli liposuction yani diğer adıyla lazer lipoliz, esas olarak lazer ışığı ile doğrudan yağ hücresinin zarının patlatılması prensibine dayanır. ‘Lazer lipo’ olarak da bilinen yöntem, lazer enerjisinin yağ dokusu içerisine bir fiberoptik aracılığıyla gönderilip yağın parçalanmasının sağlanmasıdır. Gevşek deriyi de toparlama ve selülitli görüntüyü düzenleme özelliğine sahip, hemen hemen tüm bölgelerde uygulama şansı tanıyan ideal bir yöntemdir.

*Peki bu yöntemin avantajları nelerdir?Günümüzde lazer yardımlı liposuction işlemi için geliştirilen en son lazer cihazları çok başarılı olmaktadır. Laser liposuction’ın pek çok avantajı vardır. İşlem sırasında hemen hemen hiç kanama olmamakta, yağ hücrelerinin zarı lazer ile tahrip edilerek içlerinde bulunan depo yağların sıvılaşıp akması sağlanmaktadır. Ayrıca sadece yağ hücrelerini etkilediği için etraf dokulara, damar ve sinirlere zarar vermemektedir. Lazer Lipoliz özellikle birkaç bölgesinde az veya orta düzeyde yağ birikimi olan hastalarda idealdir. Uygulama sonrası ağrı olmaz. Lokal anestezi ile kolaylıkla yapılabilir ve kişinin günlük hayatını pek etkilemez.

HAMİLE KADINLAR DİKKAT

*Hangi hastalar lazer lipoliz yöntemine uygun değildir?

Yazının Devamını Oku

Terleme çözümsüz değil

20 Temmuz 2013
TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Doç. Dr. Mehmet Dakak, yaz aylarının kabusu ‘terleme’ konusundaki merak edilen soruları yanıtladı. Dakak, aşırı terleme rahatsızlığının 30 dakikalık ameliyatla giderilebildiğini söyledi.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz özellikle yaz aylarının da gelmesiyle kişinin hem özel hem de sosyal hayatında pek çok soruna neden olan, tedavi edilmediğinde hayatı kabusa çevirebilen ‘aşırı terleme’ ve bu hastalığın tedavisinde alternatif bir yöntem olan ‘endoskopik torakal sempatik blokaj (ETS)...’
Bilindiği gibi terleme, insan vücudunun ısısını sabit tutmaya yarayan fizyolojik bir olaydır. Terin buharlaşması ile ısı kaybedilir ve vücut ısısının sabit kalması sağlanır. Terin içeriği; su, sodyum, klor, potasyum, üre gibi maddelerden oluşur. İçindeki organik madde miktarının artması terin kötü kokmasına neden olur.
İnsanın günlük hayatını olumsuz etkileyecek boyutta olan terleme, bazen aşırı olabiliyor. Kişinin kendisi ve uyku kalitesi açısından oldukça rahatsız edici bir durum olan bu aşırı terleme, en sık ellerde, koltuk altında ve yüzde görülür. Bu hastalar kendilerini hoş olmayan bir durumda hisseder ve sürekli bu ıslaklığı kontrol etme ihtiyacı duyarlar.
Terleme tedavisinde lokal, sistemik ve cerrahi olmak üzere değişik yöntemler bulunmaktadır ancak kesin ve kalıcı düzelme cerrahi tedavi ile konusunda uzman göğüs cerrahları ile sağlanır.
‘Aşırı terleme ne demektir’, ‘cerrahi tedavide uygulanan ETS yöntemi nedir’, ‘yüzde yüz başarılı olan bir tedavi şekli midir’, ‘ameliyatın yan etkileri var mıdır’ gibi hafta boyunca gönderdiğiniz soruları TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından göğüs cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Mehmet Dakak’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam, aşırı terleme nedir, toplumda görülme sıklığı ne orandadır?

Terleme fizyolojik bir olaydır. Ancak Hiperhidrozis yani aşırı terleme kişisel açıdan istenmeyen bir durumdur. En sık olarak ellerde, koltuk altında ve yüzde görülür. Bu hastalar toplum içinde tokalaşmaktan, dans etmekten kaçınırlar. Ellerdeki ıslaklık iş yapmalarına engel olur. Sürekli ellerini kurulama, koltuk altlarındaki ıslaklığı kontrol etme ihtiyacı duyarlar. Kendilerini hoş olmayan bir durumda hissederler. Aşırı terleme toplumda yüzda 2-3 oranında görülür. Hastaların yüzda 30-65’inde ailesel öykü mevcuttur. Aşırı terleme çoğunlukla koltuk altı bölgesini tutsa da yüzde 80 oranında el, ayak, ve yüz gibi birden çok bölgede de görülebilir.

* Tedavi seçenekleri nelerdir?

Yazının Devamını Oku

Basit önlemler hayat kurtarır

13 Temmuz 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz önemli bir halk sağlığı sorunu olan “ev kazaları” ve hayat kurtaran “ilkyardım”.

Bilindiği gibi en güvenli yer sayılan evlerimiz bile çocuklar için çok çeşitli riskler barındırır. Bazen bir pirinç tanesi, oyuncağın küçük bir parçası ya da kimi zaman ocağın üzerindeki çaydanlık bile en kıymetli varlıklarımız çocuklarımızın hayatını tehlikeye atabilir.
İşte biz de bu hafta çocuklarımız için ölümcül olabilecek düşme, yanıklar, kesikler, zehirlenmeler, boğulmalar gibi sık görülen ev kazalarının nedenlerini, ilk müdahalenin nasıl yapılması gerektiğini ve ev kazalarının önlenebilmesi için anne babaların alması gereken tedbirleri Güven Hastanesi doktorlarından Çocuk Cerrahisi uzmanı Op. Dr. Mine Fedakar Şenyücel’le konuştuk.

Ev kazası tanımıyla başlayalım. Ne anlıyoruz “ev kazası” denilince?

Kaza denilince beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik şekilde oluşan yaralanmalara, can ve mal kayıplarına neden olan ve çoğunlukla önlenebilir nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan olayları anlarız. Bir evin içinde veya ona ait, bahçe ya da garaj gibi yakın çevrede meydana gelen kazalara da ev kazası diyoruz. Dünyada ve ülkemizde yapılan bir çok araştırmaya göre bu yaş grubu çocuklar arasında en sık görülen ev kazası tipleri düşmeler, yanıklar, zehirlenme, suda boğulma, yabancı cismin yutması veya solunum yoluna kaçması ve korozif madde dediğimiz aşındırıcı ve/veya yakıcı maddelerin içilmesidir.

Önce en sık görülen “düşmeler”den başlayalım. Çocukların düşmesine neden olan faktörler nelerdir?

Düşmeler, emekleme döneminden itibaren en sık karşılaşılan kaza tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. Beşinci aydan itibaren bebekler, yattıkları yerde dönebildikleri için, yüksek ve yanları çocuğun düşebileceği şekilde açık olan yatak üzerinde, sedirde veya salıncakta veya alt değiştirme sırasında kolaylıkla düşebilmektedirler. Ayrıca her yaş grubunda koltuk, mama sandalyesi gibi eşyalardan, merdivenden, ranzadan, beşikten, balkon ve pencereden, kaygan ve uygun olmayan zeminden, yürüteçlerden düşme görülmektedir.

Peki düşme sonrasında anne babalar ne yapmalıdır? Örneğin hangi durumlarda doktora başvurulmalıdır?

Düşme sonrası açık yara, tekrarlayan fışkırır tarzda kusma, dalgınlık hali, sürekli uyuma isteği, kasılma, soluk renk, karın ağrısı, çiş yapamama, havale geçirme, kısa süreli de olsa bilinç kaybı gibi durumların varlığında mutlaka en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. Yüksekten düşmelerde şikâyet olmasa bile kırık, iç kanama gibi riskler nedeniyle, çocuk doktora götürülmelidir. Düşme sonrası hasarlanan bölgede şişlik ve morluk oluştuysa, buzla veya soğuk su ile ıslatılmış havlu konarak şişliğin artması engellenebilir. Kirli bir yara ise, yara bölgesi, temiz akan suyla yıkanıp, temiz bir bezle kapatılarak sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Yazının Devamını Oku

SÜNNETİ UZMANINA YAPTIRIN

6 Temmuz 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz dinimizde ve sosyal hayatımızda önemli bir yeri olan ve erkek çocuğun hayatındaki küçük ama en önemli cerrahi girişimlerden biri sayılan “sünnet”.

Sünnetli erkek çocuklarda idrar yolu iltihaplanmasının daha az gözlendiği, sünnet olmayan erkeklerde penis kanseri ve bulaşıcı hastalıkların daha sık görüldüğü bilinmektedir. Sadece erkeği değil, eşini de hastalık riskinden koruyan sünnet, kadınlarda rahim kanseri riskini azaltır. Hatta pek çok kişi dini inançlarında yeri olmamasına karşın sayısız tıbbi faydası nedeniyle çocuklarını sünnet ettirmektedir.
Ne kadar basit görünürse görünsün hiçbir cerrahi işlem basit değildir ve küçümsenmeden, temel cerrahi ilkeden ödün vermeden mutlaka tıp eğitimi almış, hatta bunun da ötesinde, sünnet alanında uzmanlaşmış kişilerce yapılmalıdır. Pek çok aile için kafa karıştıran “sünnet” konusunu Çocuk Cerrahisi uzmanı Dr. Rahşan Vargün Yıldız ile konuştuk. Sünnet ile ilgili tüm bilinmeyenleri Dr. Yıldız’a sordum, o da cevapladı.

Öncelikle sünnetin tanımıyla başlayalım. Nedir sünnet?

Erkek çocuklarda penisin ucunu çevreleyen derinin alınması işlemine sünnet adı verilir.

Peki sünnet nasıl yapılır?

Sünnet ameliyathane şartlarında yani, steril koşullarda, uygun anestezi ile yapılan günübirlik cerrahi bir girişimdir. Çocuğun yaşına göre lokal veya kısa süreli genel anestezi altında yapılabilir. Yani bu işlem için çocuğun uzun süreli hastanede yatırılmasına gerek yoktur. Genellikle işlem sonrasında hastane şartlarında 2-3 saatlik takip yeterlidir.
Sünneti kimler yapmalıdır? Halk arasında fenni sünnetçi denen kişiler kimlerdir?

Yazının Devamını Oku

Migrende yeni umut

29 Haziran 2013
Bu hafta konumuz, en sık görülen başağrısı türlerinden biri olan, sosyal yaşamı, fiziksel ve mesleki performansı olumsuz yönde etkileyen “kronik migren” ve bu alanda kullanılan yeni tedavi yöntemi Botulinum Toksini, yani botoks.

Kronik migren, ülkemizde her 10 migrenliden 1’inde görülen, ağır ve orta şiddette yaşanabilen ve maalesef kişinin yaşam kalitesini oldukça düşüren bir ağrı tipidir. Yaygın bilinenin aksine, her kronik başağrısı, kronik migren demek değildir. Kronik migrenli hastalar, yaşamlarının neredeyse yarısını bu baş ağrıları ile geçirirler ve majör depresyon, anksiyete bozukluğu ve kronik ağrı bozukluklarına daha yatkındırlar.

KASLARI GEVŞETİR

Kronik Migren’de etkili tedavi yöntemlerinden biri olan botoks, kasların gevşemesini sağlayarak migren ağrısına neden olan ince duyusal sinirler üzerindeki baskıyı kaldırır ve migren ataklarını azaltır. Ayrıca Botoks, kronik migren üzerine yapılan uluslararası bilimsel çalışmalar sonucunda, FDA tarafından kronik migrene yönelik koruyucu tedavi seçeneği olarak onaylanmıştır.
Bu hafta köşemizde “Kronik Migren”i ve bu hastalığın tedavisinde kullanılan botoks uygulamalarını TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Nöroloji uzmanı Dr. Akçay Övünç Özön ile konuştuk.

Migrenin tanımıyla başlayalım. Nedir migren?Migren, orta veya ağır şiddette, kişinin yaşam kalitesini düşüren, zonklayıcı, genellikle başın bir yarısında ama tüm başta da görülen, özellikle de gözlerde yoğun ağrıya neden olabilen, ışık ve gürültüye hassasiyetin olabildiği, bulantı ve kusmanın da eşlik edebildiği ağrılardır.

Kronik Migren nasıl teşhis edilir?Migren primer bir baş ağrısı türü, yani baş ağrılarına neden olabilecek diğer nedenler beyin görüntüleme yöntemleri ile dışlandıktan sonra, hastadan alınan ayrıntılı bir hikayeyle tanı konabilir. Öncelikle hastanın Nöroloji Uzmanlarına başvurarak kesin tanıyı alması gerekir. Burada en önemli konu, hastadan alınan anamnez, yani hastalığın hikayesidir, çünkü migren tanısı koymak için özel bir tetkik yöntemi yoktur. Genellikle bu tip hastalarda ailesel yatkınlıkla da karşılaşıyoruz.

Kronik Migrenin sosyal hayata etkisi oluyor mu? Yani Migren, hastaların hayatını nasıl etkiliyor acaba?Elbette oluyor, kronik migren, hastanın hayatında sosyal, toplumsal ve dolayısıyla ekonomik boyutta etkili oluyor, bütün bunların sonucunda da yaşam kalitesini düşürüyor ve psikolojik olarak olumsuz etkiliyor. Ülkemizde her 6-7 erişkin kişinin 1’ i migrenli, her 10 migrenli hastanın 1’ i de kronik migrenli. Türkiye’ de kronik migren görülme sıklığı %1,7’ dir ve maalesef WHO (Dünya Sağlık Örgütü) sıralamasında, yaşamı olumsuz etkileyen hastalıklar arasında 19. sırada yer alarak en yaygın bilinen hastalıklardan biri olan şeker hastalığının da önündedir.

Yazının Devamını Oku

TEDAVİYE DİRENÇLİ HİPERTANSİYONDA YENİ UMUT

22 Haziran 2013
Sevgili okurlar bu hafta konumuz hipertansiyon tedavisinde ‘Renal Denervasyon’ (yani böbreğin sinirlerini duyarsızlaştırma...)

Bu yöntem tıpta yeni bir uygulamadır ve hipertansiyonun tedavisinde kullanılan ilaç sayı ve dozunu azaltabilecek, belki de önümüzdeki yıllarda tedavide ilk seçenek olabilecek bir yöntemdir.
Hipertansiyon Türkiye’de erişkinlerin üçte birinde kaşımıza çıkan bir hastalıktır. Yaş 50’nin üzerine çıktığında ise durum daha da dramatik bir hal alır ve her iki kişiden biri hipertansiyon hastası olarak karşımıza çıkar. Bunun yanısıra ülkemizde hastaların yarıdan fazlası yüksek tansiyon olduğunun farkında bile değildir. Bunun nedeni de maalesef hastalığın herhangi bir şikayete yol açmadan sinsi bir şekilde ilerlemesidir.
Öte yandan hipertansiyonun tedavisi ise çok zor ve uzun süreli bir tedavidir. Hatta hipertansiyon tanısı konmuş 4 hastanın ancak 1’inde tansiyonu normal sınırlarda tutulabilir çünkü hastaların tedaviye ve uzman önerilere uyumu çok iyi değildir.
İşte bu hafta gerçekten çok zor olan hipertansiyon tedavisinde tedaviyi belki de bir nebze kolaylaştıracak renal denervasyon yöntemini ele alacağız ve köşemizde bu yöntemi uygulayanlardan biri olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji ABD öğretim üyesi Prof. Dr. Eralp Tutar’ı konuk edeceğiz. Sizlerden gelen mailler doğrultusunda bu ilginç ve yeni yöntemle ilgili merak edilenleri Dr. Tutar’a sorduk, o da cevapladı. 

*Hocam öncelikle çoğumuzun korkulu rüyası olan hipertansiyon illeti nedir?

Vücudumuzda dolaşan temiz kanın atardamarlarımıza uyguladığı basınç belli bir seviyenin üzerine çıkarsa biz bu duruma hipertansiyon yani yüksek tansiyon diyoruz. Yüksek tansiyonu önemsiyoruz çünkü hastalarımızda kalp krizi, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği, felç gelişme ve ölüm riski artıyor. Büyük kan basıncı değerinin 140, küçük değerin ise 90 mmHg’nin üzerinde olması durumunda hipertansiyon tanısı konuyor. 

*Hipertansiyon hastasında kan basıncını düşürelim istiyoruz, peki hangi değerlere kadar düşürmemiz gerekiyor?

Yüksek tansiyon hastalarımızda öncelikli hedefimiz büyük kan basıncı değerini 140 mmHg’nin, küçük kan basıncı değerini de 90 mmHg’nin altında tutabilmek olmalı. Şeker hastalarında ise küçük kan basıncı değerinin mutlaka 85 mmHg’nin altında olması isteniyor. Kan basıncını 120 mmHg (büyük)/80 mmHg(küçük) rakamlarına düşürdüğümüzde ideal kan basıncına ulaşmış oluyoruz. Bununla birlikte, seksenli yaşlarında olan hastalarda büyük kan basıncı değerinin 140-150 mmHg arasında olmasını makul kabul edebiliyoruz.

Yazının Devamını Oku