Şenol Kalyoncu

Mucize dokunuş ‘manuel tedavi’

22 Şubat 2014
İskelet ve kas sistemi rahatsızlıklarında kullanılan ve sorunlu bölgeye elle basınç uygulamak suretiyle yapılan, fizyoterapide ‘manuel tedavi’ (elle tedavi) olarak bilinen yöntemi Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa ile konuştuk. Şenbursa’nın, ‘mucize dokunuşlar’ olarak adlandırdığı bu tedavi, son yıllarda fizyoterapide oldukça önem kazandı.

- Manuel tedavi nedir, bize biraz bahseder misiniz?Manuel (el ile) tedaviler lenf ve dolanım sistemi, yumuşak dokular, eklem ve kemikleri içeren, vücuttaki yapı ve sistemlere yoğunlaşan birçok tekniğini kapsar. Özellikle kas ve iskelet sistemine ait yaralanmaların ve fonksiyonel(hareket) bozuklukların tedavisinde kullanıldığı gibi eklemdeki ağrılı durumlarda da etkili olabilmektedir. Kısacası bu tedavi yönteminde ağrılı bölgedeki kasları yumuşatıp söz konusu bölgeye basınç uygulayarak ağrının azalmasını sağlıyoruz.

- Bu yöntem hangi rahatsızlıklarda etkilidir ve nasıl bir teknikle yapılır?Manuel tedaviler lenf ve dolanım sistemi, yumuşak dokular, eklem ve kemikleri içeren, vücuttaki yapı ve sistemlere yoğunlaşan birçok tekniği kapsar. Özellikle kas ve iskelet sistemine ait yaralanmaların tedavisinde kullanılmaktadır.

Uygulama alanları şöyle:

Bel rahatsızlıkları; bel fıtığı, bel kayması, mekanik bel ağrısı
Boyun rahatsızlıkları; boyun fıtığı, boyun düzleşmesi
Kalça problemleri; piriformis sendromu, kalça protezi
Diz yaralanmaları; Ön çapraz- yan- arka bağ, menisküs yırtıkları, patella femoral sendrom, diz protezi sonrası rehabilitasyon

Yazının Devamını Oku

Problemli bölgeye doku enjeksiyonu

15 Şubat 2014
Son dönemde eklem rahatsızlıklarına yönelik yeni tedavi yöntemlerinin geliştiğini belirten Prof. Dr. Murat Bozkurt, “Kişinin kendi kök hücrelerinden çoğaltma yöntemiyle elde edilen dokunun tekrar problemli bölgeye enjekte edilmesiyle başarı sağlanabiliyor” dedi.

Değerli okurlar bu hafta konumuz eklem rahatsızlıkları ve uygulanan yeni tedavi yöntemleri. Eklemlerimiz yaşın ilerlemesi veya başka patolojik bozukluklardan ötürü işlev görmekte zorlanır. Böylece eklem rahatsızlıkları meydana gelir. Bu rahatsızlıklar kişinin hareketini ve dolayısıyla yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Bu rahatsızlıkların tedavisinde çok yeni kullanılmaya başlanan, kişinin kendi kök hücrelerinden çoğaltma yöntemiyle elde edilen dokunun tekrar problemli bölgeye enjekte edilebilmesiyle başarı sağlanan yöntemi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji İdari ve Eğitim Sorumlusu Prof. Dr. Murat Bozkurt’la konuştuk.

- Öncelikle eklem hastalıklarından bahseder misiniz?

Günümüzde eklem problemleri yaygın bir sorundur. Diz, ayak bileği, kalça ve omuz ekleminde ortaya çıkan bu patolojiler hastaların fonksiyonlarını kısıtlamakta ve yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu patolojilerden biri de sık karşılaşılan bir durum olan eklem kıkırdak hasarlarıdır.

- Peki bu hastalığın sebebi nedir?

- Daha genel eklem şikayetleri ile karşımıza çıkan bu problemin nasıl oluştuğu net olarak bilinmemektedir. Genetik, kilo, tekrarlayan travmalar gibi kuvvetle şuçlanan bir çok faktör vardır.

KİREÇLENME SEBEBİ

- Hastalara yaklaşım ve tedavi nasıl olmalıdır?

Eklem kıkırdak hasarlarının tedavisinde farklı tedavi alternatifleri mevcuttur. Hastaya yapılacak tedavinin planlamasında hastanın yaşı, aktivite düzeyi, etkilenen eklem, lezyonun boyutu ve yeri oldukça önemlidir. Tam kat kıkırdak lezyonu olan bir hastanın lezyonu tedavi edilmediği taktirde, erken dönemde total diz protezi gerektirecek kireçlenmeye neden olacaktır. Genellikle tekrarlayan travmalar sonucu ortaya çıkan, genç hastalarda görülen kıkırdak hasarlarının tedavisinde, hücresel tedaviler öne çıkmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Bu hastalık öldürüyor: Koah

8 Şubat 2014
Değerli okurlar, bu haftaki konumuz kısaca KOAH olarak adlandırılan kronik obstrüktif akciğer hastalığı. Halk dilinde ‘kronik bronşit’, ‘müzmin bronşit’ gibi adlarla bilinen KOAH hastalığıyla ilgili tüm merak edilenleri Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışmakta olan göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Gülden Bilgin’e sordum.

- Bize KOAH diye bilinen hastalığın tam olarak ne olduğunu anlatır mısınız?

KOAH, ‘Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’ isminin baş harflerinden oluşan kısaltılmış bir hastalık ismidir. Kronik kelimesi uzun süre devam eden anlamındadır. Obstrüktif kelimesi tıkayıcı anlamındadır ve nefes borularının (bronşların) tıkandığını göstermek için kullanılır. O halde KOAH, uzun süredir hava yollarında tıkanmaya neden olan, ilerleyici ve tam olarak geri dönüşümü olmayan, buna karşılık önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır.

- Peki KOAH hangi sıklıkta görülür ve hastalığa yol açan en önemli, sebepler nelerdir?

Dünya Sağlık Örgütü, tüm dünyada KOAH’ın en önemli 4. ölüm nedeni olduğunu bildirmiştir. Türkiye’de ise 3. ölüm nedenidir. Sigara içen her beş altı kişiden birinde KOAH gelişmektedir. Ülkemizde tahminen 5 milyon KOAH’lı vardır ve her yıl bu hastalıktan 26 bin kişi ölmektedir. Hastalığın en önemli nedeni sigara bağımlılığıdır. Sigara dumanına pasif olarak maruz kalmak da KOAH için risklidir. Hastalık genellikle 40 yaşından sonra belirti vermeye başlar. Pipo, puro, iş yerindeki tozlar, kimyasal maddeler(dumanlar, buhar, irritan maddeler) ve iyi havalanmayan evlerde yemek pişirme ve ısınma amacıyla kullanılan organik yakıtların (odun, tezek vb.) yol açtığı iç ortam hava kirliliği de KOAH’a yol açar.

- Öksürük yakınmasıyla gelen her hastanın KOAH olup olmadığını hangi tanı yöntemleriyle tespit edebiliriz? Ve en çok sorulan sorulardan biri de kişiler KOAH olduklarını hangi belirtilerle anlarlar?

Öksürük, balgam, nefes darlığı, göğüste tıkanma en önemli belirtileridir. Ayrıca kan tükürme, kalp yetmezliğine bağlı ayaklarda şişme görülebilir. KOAH hastalarının çoğunluğu, öksürük ve balgam yakınmalarından dolayı doktora gitmezler. Ancak nefes darlığı ilerlediğinde başvurduklarından tanı ve tedavide geç kalınmış olur.

- Hafif KOAHÖksürük ve balgam vardır. Ağır bir iş yapıldığında veya hızlı yürüdüğünüzde nefes biraz sıkışabilir.

- Orta şiddette KOAH

Yazının Devamını Oku

Huzursuz sendrom

1 Şubat 2014
Pek çok kişi tarafından önemsenmeyen husursuz bacak sendromu, sıklıkla konsantrasyon güçlüğü, hafızada bozulma veya günlük görevlerin yerine getirilmesinde başarısızlıklara neden olabiliyor. Sendromun, seyahat etmeyi zorlaştırdığı ve depresyona dahi sebep olduğu belirtiliyor.

Sevgili okurlar bu haftaki konumuz huzursuz bacak sendromu (HBS), olarak adlandırılan hastalık. Bu his kişiyi özellikle geceleri rahatsız eder. Ağrının tarifinde de çeşitlilik olur ve kişi “bacaklarım kıpraşıyor”, “gıdıklanıyor”, “yanıyor”, “karıncalar geziyor” gibi cümlelerle yaşadığı sıkıntıyı anlatmaya çalışır.
Hafta boyunca sizlerden gelen sorular doğrultusunda TOBB ETÜ hastanesi doktorlarından nöroloji uzmanı Dr. Esra Mıhçıoğlu’yla huzursuz bacak sendromu ile ilgili merak edilenleri sorduk, o da cevapladı.

Öncelikle Huzursuz Bacak Sendromunu (HBS) tarif edebilir misiniz?

Huzursuz bacak sendromu (HBS), uyku ya da istirahat esnasında (otururken veya yatarken) bacaklarda hissedilen rahatsızlık, huzursuzluk, hareket ettirme ihtiyacı, uyuşma, karıncalanma bazen de tam olarak tanımlanamayan bir histir Belirtiler öncelikle kişinin gevşediği veya dinlendiği gece saatlerinde ortaya çıkar ve şiddeti gece boyunca artar. Bacakları hareket ettirmek rahatsızlığı geçirir. Sıklıkla bu nahoş hislerin şiddeti rahatsız ediciden ağrılıya kadar değişir.

GÜNDÜZ YORGUNLUĞU YAPAR

Peki her ağrı veya huzursuzluk hissi HBS demek midir?

Bu durumun en ayırt edici ve alışılmadık tarafı uzanmak ve gevşemeye çalışmak belirtileri harekete geçirmektedir. HBS olan kişilerin çoğu uykuya dalmada ve uykuyu devam ettirmede güçlük yaşar. Tedavi edilmediğinde bu durum gündüz yorgunluğuna neden olur. HBS olan hastalar uyku yoksunlukları nedeniyle işlerinin, kişisel ilişkilerinin ve günlük aktivitelerinin bu durumdan çok etkilendiğini ifade ederler. Sıklıkla konsantrasyon güçlüğü, hafızada bozulma veya günlük görevleri yerine getirmede başarısızlık yaşarlar. Bu durum seyahat etmeyi zorlaştırır ve depresyona neden olabilir.

Görülme sıklığı nedir? Kadınlarda daha sık görüldüğü doğru mudur?

Yazının Devamını Oku

Şaşılık kader mi?

25 Ocak 2014
Sevgili okurlar bu haftaki konumuz tıptaki ismiyle ‘strabismus’ yani ‘şaşılık...’

Şaşılık gözün önlenemeyen kayması veya kısacası gözlerin paralelliğinin bozulması olarak bilinen durumdur. Bu hastalıkta gözler yanlış pozisyonda bulunup farklı noktalara doğru bakar. Gözlerden bir tanesi tam karşıya bakarken diğeri dışa, yukarıya, içe ya da aşağıya bakmaktadır. Yanlış pozisyon sürekli belirgin olabileceği gibi bazı yöne bakışlarda da ortaya çıkabilmektedir. Şaşılık her yaşta görülebilen ancak sıklıkla çocuklarda görülen bir rahatsızlıktır. İşte bu hafta köşemizde konuyla ilgili, Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Ragıp Gürsel’i konuk ettik.
Şaşılığın görülme sıklığını, hangi hastalıkların habercisi olabileceğini, tanısını ve mümkün olan tedavi yöntemlerini sizlerden gelen sorular doğrultusunda Dr. Gürsel’e sorduk, o da yanıtladı.

* Şaşılığın kısaca tarifini yapabilir misiniz?
Şaşılık basitçe her iki gözün paralel duruşunun bozulması olarak adlandırılır.Gözler normalde paralel durma; birlikte hareket etme, bir objeye sabitlenme ve hareketli objeleri izleme özelliğine sahiptir. Bu fonksiyonlardaki bozukluklar çeşitli tiplerde şaşılıklara neden olur.
* Şaşılığın sebepleri ve görülme sıklığı nedir ve tespiti nasıl olur?
Toplumda yüzde 2-4 sıklıkta gözlemlenir. Sebebi en sık ailesel yatkınlık olabildiği gibi birçok faktöre bağlı olabilir. Özellikle 0-2 yaş grubunda göz tembelliği ve üç boyutlu görme, derinlik hissi gelişimi yönünden şaşılık önemlidir. Ayrıca şaşılık bebekte olabilecek göz tümörlerinin de yüzde 20’sinin ilk bulgusudur. Yani gözdeki başka hastalıklarında ilk bulgularından biri olabileceğinden erken tanısı ve varsa altta yatan nedenin belirlenmesi önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Doğum kontrol hapları

18 Ocak 2014
Sevgili okurlar bu hafta konumuz doğum kontrol hapları..

Doğum kontrolü kadınların gebe kalmasını önlemek, gebelik olasılığını azaltmak ya da istedikleri zaman çocuk sahibi olmalarına imkân veren çeşitli yöntemlere verilen addır. Doğum kontrol hapları ise bu yöntemlerin en etkilisi ve en çok kullanılanıdır.
Biliyoruz ki son yıllarda çıkan doğum kontrol haplarının hem daha az yan etkilerinin olması, hem de kadın hormonal döngüsüne daha yakın olması kadınlar arasındaki kullanımını yaygınlaştırmaktadır. İşte bu hafta konuğumuz TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Simla Okumuşoğlu Karaca oldu. Doğum kontrol haplarıyla ilgili tüm merak edilenleri kendisine sorduk, o da cevapladı:

* Nedir doğum kontrol hapı biraz bahseder misiniz?
Türkiye’de kadınların sadece yüzde 20’si doğum kontrolü hakkında doğru bilgiye sahip ve bunların sadece yüzde 9’u doğum kontrol haplarında hangi tip hormonun bulunduğunu biliyor. Çok düşük dozlarda hormon içeren modern doğum kontrol hapları gebeliği yüzde 99 oranında engellemenin yanı sıra adet düzensizliği, adet kanamalarının ağrılı ve fazla olması, sivilce, fazla kıllanma, saç dökülmesi, adet öncesi sendrom gibi sıklıkla rastlanan şikâyetlerin tedavisinde de kullanılıyor.

* Kimler kullanabilir?
Doğum kontrol haplarını, ilk düzenli adetten menopoza kadar tüm kadınlar güvenli bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanabilir. Geri çekilme yöntemi gibi riskli yöntemlerde istemeden gebe kalma riski çok yüksektir ve cinsel ilişkiyi kesintiye uğrattığı için uygulanması da zordur. Bu yüzden gebe kalma riskini almak istemeyen, cinsel hayatı daha rahat yaşamak isteyen tüm kadınlar bu yöntemden faydalanabilir. Bunun yanında sivilce, tüylenme ve saç dökülmesi problemi olanlar, adetleri çok sancılı geçen ve adet öncesi dönemde fiziksel ve psikolojik gerginlik yaşayan kadınlar için de tedavi amaçlı doğum kontrol hapı yazıyoruz.

Yazının Devamını Oku

İnmemiş testis ‘kanser’ riski taşıyor

11 Ocak 2014
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tarkan Soygür, erkek çocuklarda görülen ‘inmemiş testis’ riskine dikkat çekerek, testisin yerine inmemesi ve bu durumun tedavisinde geç kalınmasının kısırlık ve testis kanseri gibi çok önemli sorunlara yol açabileğini söyledi.

Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘erkek çocuklarda inmemiş testis.’ Erkek bebekler doğmadan önce her iki testis kendi karın boşluğundadır. Bebek anne karnında gelişimine devam ederken, testisler de torbaya inmeye başlar. Karın içi boşluğundan sonra kasık bölgesini geçerek, doğuma yakın dönemde torbaya yerleşir. Nadiren bu torbaya iniş doğumdan sonraki ilk 1 sene içinde de devam eder. Yeni doğan bir erkek çocuk doğduğunda testisler şayet torbada değilse, bu duruma gerçek inmemiş testis adı verilir. Çoğu zaman tek tarafta, bazen de çift tarafta birden olur. Gerçek inmemiş testiste önemli özellik, bir ya da iki testisin hiçbir zaman torbada olmamasıdır. Normal zamanında ve kilosunda doğan erkek bebeklerin her 2 testisinin skrotum denilen torbalar içerisinde olması gerekir. Ancak yeni doğan her 100 erkek bebekten 3 ila 4’ünde testis yerine inmemiştir.
Testisin yerine inmemesi ve bu durumun tedavisinde geç kalınması ileride kısırlık ve testis kanseri gibi çok önemli sorunlara yol açabilir.
Bu hafta köşemizde konuğumuz, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı Başkanı, Üroloji ve Çocuk Ürolojisi uzmanı Prof. Dr. Tarkan Soygür’e çocuklarımızı ilgilendiren bu çok önemli ve tedavi edilebilir rahatsızlıkla ilgili olarak tüm merak edilenleri sordum:

* ‘İnmemiş testis’ ne demek?
Testisler doğum öncesinde karın içerisinde gelişirler. Doğuma yakın dönemde aşağı doğru inerek, kasık kanalından geçerler veskrotuma (torbalara) yerleşirler. Yenidoğan erkek bebeklerin testislerinin torbalar içine yerleşmemesine ‘inmemiş testis’ denir. Bu çocuklarda testis çoğunlukla kasık kanalı içinde, bazen de karnın içerisinde kalmış olabilir.

* İnmemiş testis, sık karşılaşılan bir problem midir? Bu hastalığa neler yol açar?
Yaklaşık olarak 100 erkek bebekten 3-4 tanesinde görülebilir.

Yazının Devamını Oku

Soğuk havaya ‘kalp’ dayanmaz

4 Ocak 2014
TOBB ETÜ Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Berkten Berkalp, soğuk havalanın kalp krizine yol açabileceği konusunda uyarıda bulundu.

Bu hafta ‘Sağlık Olsun’ köşemizde kış mevsiminin ve soğuk havaların insan sağlığına etiklerini konuştuk.
Soğuk havadan en çok çocuklar, ileri yaştaki kişiler, kalp hastaları, şeker hastaları, kanser hastaları ve kronik akciğer hastaları etkilenmektedir. Kış mevsiminde düzenli ve sağlıklı beslenmeye dikkat ederek, vücut direnci korunmalıdır. Çoğunlukla ekim ayında başlayan ve ilkbahar ortasına kadar süren grip de kış mevsiminin dikkat edilmesi gereken hastalıklarındandır. Grip, kalp damar hastalığı olan hastalarda kalp problemlerinde artışa ve komplikasyonlara neden olur. Soğuktan korunma önerileri, grip ve hava yoluyla bulaşan virütik solunum sistemi hastalıklarından korunma yöntemleri, uyarılar ve tüm merak ettiklerinizi TOBB ETÜ Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Berkten Berkalp’le konuştuk.

* Hocam, kış mevsiminin kalbimiz üzerindeki etkileri nelerdir? Sık sık dile getirilen hipotermi (üşütme) ne anlama gelir ve etkileri nasıl olur?
Sıcak geçen yaz mevsiminin ardından gelen sonbahar, hava sıcaklığında azalma ile kendini gösterir. Bu durumda vücudumuz yaşam için gerekli olan normal iç ısıyı dengelemeye çalışır. Vücut ısısını uygun seviyede tutmak için yeterli enerji bulamazsa hipotermi gelişir. Hipotermi, vücut ısısının 35 derecenin altına düşmesidir. Hipotermide başlangıçta titreme, el ve ayaklarda soğukluk ve uyuşma olur, ileri hipotermide koordinasyon bozukluğu, hareketlerde yavaşlama, mental bulanıklık ve uyku hali görülür. Ölümlerin ise çoğu kalp yetmezliğine bağlıdır. Soğuk hava kalbi olumsuz etkiler. Kalp damar hastalarında damarlarda gelişen büzülme nedeniyle göğüs ağrısı tetiklenir. Tansiyon yüksekliği olur. Kanın pıhtılaşma eğilimi artar. Soğuk havada yapılan ağır egzersizlerin kalp krizine neden olma riski vardır.

* Peki soğuk havadan en çok kimler olumsuz etkilenir?
Çocuklar, ileri yaştaki kişiler, kalp hastaları, şeker hastaları, kanser hastaları, kronik akciğer hastaları risk altındadır. Yaşın ilerlemesiyle vücut ısısının normal seviyede sürdürülebilme yeteneği azalır. İleri yaşta orta dereceli soğuğa kısmen duyarsızlık olur, kişiler fark etmeden hipotermiye maruz kalır.

YÜRÜRKEN RÜZGARI ARKANIZA ALIN

* Soğuktan korunma için önerileriniz neler olabilir? Beslenme alışkanlıkları ve giyim kuşkusuz çok önemli. Bunlarda nelere dikkat edilmeli?

Yazının Devamını Oku