Şenol Kalyoncu

ÜROLOJİK KANSERLER

5 Ekim 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz dünyada üzerinde en fazla araştırma yapılan hastalıklardan biri, “ürolojik kanserler...”

Ürolojik kanserler; böbrek, idrar yolları ve genital organların kanserleri olarak üçe ayrılır. Genetik yatkınlık, bu kanserlerde en önemli faktörlerden biridir. Ailesinde böbreklerde, idrar yollarında ya da genital organlarda kanser olan kişiler, risk grubunda yer almaktadır.
Ürolojik kanserlerden böbrek kanseri tüm kanserlerin yüzde 2’sini oluşturur. Ürolojide en sık görülen kanser türlerinden biri olan mesane kanseri, erkeklerde kadınlara nazaran 3 kat daha fazla görülür. Önceki hafta köşemizde bahsettiğimiz prostat kanseri, her 6 erkekten 1’ini etkilemektedir. Testis kanserlerinde ise erken teşhisle tedavi oranı yüzde 95’ tir.
İşte bu hafta tüm bu ürolojik kanserleri her yönüyle Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sümer Baltacı ile konuştuk. Ürolojik kanserlerin belirtileri ve risk faktörleri nelerdir, hangi yaşlarda görülür, tedavileri nasıldır gibi merak edilen soruları Dr. Baltacı’ya sordum, o da cevapladı.

* Hocam nelerdir ürolojik kanserler?Böbrek kanserleri, mesane (idrar kesesi) kanserleri, erkeklerde prostat ve testis (yumurtalık) kanserleri ürolojik kanserlerdir. Daha az görülen böbrek üstü bezi (sürrenal) kanserleri, böbrekten idrarı mesaneye götüren kanalların (üreterler) kanserleri ve penis kanserleri de ürolojik kanserler arasında yer alır.

* Prostat kanseri ile başlayalım. En çok hangi yaşta görülür prostat kanseri?Prostat kanseri, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde cilt kanseri hariç tutulursa, erkeklerde en sık görülen kanserdir. Ülkemizde Üroonkoloji Derneği’nin 2010 yılında yaptığı çalışmada ise, prostat kanseri erkeklerde akciğer kanserinden sonra sıklık açısından ikinci sırada yer almıştır. Yaş ilerledikçe, özellikle 50 yaşından sonra, prostat kanseri görülme sıklığı artar.

* Prostat kanserinden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?Prostat kanserini önleyecek ispatlanmış bir yöntem yoktur. Ancak, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz prostat kanser riskini azaltabilir. Hayvansal yağlardan fakir, sebze ve meyveden zengin gıdalarla beslenmenin, balık ve yeşil çayın prostat kanser riskini azaltabileceği bildirilmiştir.

* Peki prostat kanserinde erken teşhis mümkün müdür?Kanda ölçülen prostat spesifik antijen (PSA) denilen hormon ve parmakla makattan yapılan muayene prostat kanseri erken teşhisi için yapılan iki incelemedir. Bunlardan birinin ya da her ikisinin anormal olması durumunda, prostatın iğne ile biyopsisi yapılarak, eğer varsa prostat kanser teşhisi konulabilir.

* Tedavinin başarısı şansı nedir?

Yazının Devamını Oku

DÜNYAYI TEHDİT EDEN HASTALIK

28 Eylül 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz “şeker hastalığı” olarak da bilinen “diyabet...” Diyabeti en basit haliyle, vücudun kan şekerini uygun şekilde kullanamaması ve depolayamaması olarak tanımlayabiliriz.

Diyabet hastalarına tanı, genellikle hastaların aşırı miktarda idrara çıkma ve aşırı susamanın yanında çoğunlukla kilo kaybetmeye başlamaktan şikayet etmeleri sonucunda konur. Bu belirtiler gün geçtikçe şiddetlenir. Eğer hastalık iyi kontrol edilmezse sinir, göz, kalp, böbrek gibi organlarda ciddi bozukluklara neden olur.
Diyabet tanısı koyulmasıyla birlikte hastanın yaşam şekli tamamen değişmektedir. Şeker düzeyinin sürekli normal değerlerde tutulmasının gerekliliği, hayat düzeninin farklı oluşu, sık ve zamanında yemek gerekmesi hastalara çoğu zaman sıkıntı verse de, eğitim, sağlıklı beslenme planı, düzenli egzersiz, doğru ilaç tedavisi, düzenli sağlık kontrolü gibi önlemlerle diyabet kontrol altına alınabilir.
İşte bu hafta, özellikle son 30 yılda ülkemizde ve dünyada hızla artış gösteren diyabet hastalığını TOBB ETÜ Hastanesi İç Hastalıkları & Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Berrin Çarmaklı Demirbaş ile konuştuk. Bir kişinin diyabetli olup olmadığı nasıl anlaşılır, insülin direnci nedir, kaç tip diyabet vardır, en çok kimlerde görülür, tedavisi var mıdır gibi diyabet ile ilgili merak edilen her şeyi Dr. Demirbaş’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam diyabet nedir. Kısaca anlatır mısınız?Diyabet, pankreas adlı salgı bezinin yeterli miktarda insülin hormonu üretmemesi ya da ürettiği insülin hormonunun etkili bir şekilde kullanılamaması durumunda gelişen, ciddi komplikasyonlara neden olabilen bir hastalıktır. Sonuç olarak kişi, yediği besinlerden kana geçen şekeri yani glukozu kullanamaz ve kan şekeri yükselir. Sağlıklı bir bireyin kan şekeri düzeyi 10 saatlik açlık sonrası <100 mg/dl, tokluk halinde (yemekten iki saat sonra) 140 mg/dl’nin üstüne çıkmaz.

* Bir kişinin diyabetli olup olmadığı nasıl anlaşılır?

Açlık Kan Şekeri (AKŞ) ölçümü, tokluk kan şekeri ölçümü veya Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT) yapılarak saptanır. Açlık Kan Şekeri ölçümü 100-125 mg/dl olması pre-diyabet yani gizli şeker sinyalidir. AKŞ ölçüm sonucunun 126 mg ve üzeri, tokluk kan şekerinin 200 mg/dl ve üzeri olması diyabetin varlığını gösterir. Ayrıca Açlık Kan Şekerinin 2 kez 126 mg ve üzeri veya tokluk kan şekerinin 2 kez 200 mg/dl ve üzeri olması da diyabet tanısını koydurur. Kronik bir hastalık olan diyabetin takibinde en önemli tahlillerden birisi olan HbA1c, diyabetik hastanın geriye dönük üç aylık kan şekeri ortalaması hakkında fikir verir. Diyabetik hastalarda HbA1c için ideal düzey < % 6.5 olarak kabul edilir.

AÇIK BELİRTİ OLMAYABİLİR

* Diyabetin kaç tipi vardır?

Yazının Devamını Oku

ERKEKLERİN KORKULU RÜYASI ‘PROSTAT’

21 Eylül 2013
Sevgili okurlar, içinde bulunduğumuz Avrupa Üroloji-Prostat Haftası nedeniyle, bu hafta konumuz “prostat hastalıkları...”

Prostat, yanlış bilinenin aksine, belirli bir yaştan sonra oluşan değil, doğuştan itibaren tüm erkeklerde bulunan ve idrar torbasının çıkışını çepeçevre saran bir organdır. Ergenlik yaşına kadar faal değildir, ancak ergenlikle birlikte testosteronun etkisi ile faaliyet göstermeye başlar.
Erkeklerin yaşam kalitesini en çok etkileyen sağlık sorunlarının başında prostat hastalıkları gelmektedir. Prostattaki enfeksiyonlar, büyüme ve kanser nedeniyle her yıl milyonlarca erkek, ciddi sorunlar yaşamaktadır.
İşte bu hafta genellikle sinsi bir şekilde ilerleyip son evrede farkedilen prostat hastalıklarını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Önder Yaman ile konuştuk. Tüm merak edilenleri Dr. Yaman’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam. Prostat’ın tanımıyla başlayalım. Prostat bezi nedir ve ne işe yarar?Yunanca (prostates) koruyucu anlamına gelen ‘prostat’, erkekte boşaltım sisteminin sonunda, mesane ve dış idrar kanalı arasında bulunan ve ağırlığı normalde 18-20 gram olan bir organdır. Erkekte meninin sıvı kısmının yapımından sorumludur. Ayrıca enfeksiyonlara karşı koruyucu maddeler salgılar.

* Prostatın en sık görülen hastalıkları nelerdir?Prostat bezinin üç sık görülen hastalığı, iyi huylu büyüme (BPH), prostat enfeksiyonları (prostatit) ve prostat kanseridir. İdrarı mesaneden vücut dışına taşıyan kanal olan idrar yolunun çevresini saran prostat 40’lı yaşlardan sonra iyi huylu büyümeye başlar ve 50 yaş civarında bulgular ortaya çıkmaya başlar.

* Prostat hastalıklarının doğru tanısını nasıl koyuyorsunuz?Prostat hastalığının iltihabi nedenlere mi, yaşa bağlı büyümeye mi (BPH) yoksa kansere mi bağlı olduğunu ayırt etmek için bazı muayene ve temel testlerin yapılması gerekmektedir.

* Bu yöntemlerin birkaçını anlatır mısınız?mGenellikle muayene esnasında yapılan ilk test, Parmakla Rektal Muayenedir. Erkeklerin prostat hastalıklarının tanısında hastayı hekime başvurmaktan uzaklaştıran bir testtir. Fakat bu muayene, hekime bezin büyüklüğü ve durumu hakkında genel bir fikir verir.

Yazının Devamını Oku

Yerinde duramayan ‘DEHB’ çocuklar

14 Eylül 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz DEHB adıyla bilinen bir klinik sendrom olan “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozuklukluğu...”

‘Hareketli çocuk, zeki çocuktur’ sözü yanlış bir inanış

BELİRTİLERİ
* Kıpır kıpır olma
* Oturmada güçlük
* Sürekli hareket
* Çok konuşma
* Sabırsızlık

Yazının Devamını Oku

ÇOCUKLARDA KİSTİK FİBROZİS TEHLİKESİ

7 Eylül 2013
Sevgili okurlar, bu haftaki konumuz teşhis edilemediğinde ne yazık ki çocuklarımızın erken ölümüne sebep olabilen “kistik fibrozis” hastalığı...

8 Eylül günü yani yarın, Dünya Sağlık Örgütü’nün kararıyla “Kistik Fibrozis Günü” olarak belirlendi. Bu kapsamda kistik fibrozis hastalığına dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için ülke genelinde hastalığın anlatılacağı pek çok etkinlik gerçekleştirilecek. Biz de “Sağlık Olsun” köşemizde bu hafta tüm bilinmeyenleriyle bu konuyu konuşacağız.
Doğuştan genetik-metabolik bir hastalık olan kistik fibrozis, Türkiye’de her 3-4 bin bebekten birinde görülmektedir. Çoğunlukla akciğer ve sindirim sistemini etkileyen bu hastalık, doğumdan itibaren bir çok organı etkileyerek işlev bozukluğuna yol açmakta ve akciğerler ile mide-bağırsak sistemini etkilemektedir.
İşte bu hafta, kalıtsal bir hastalık olan kistik fibrozis nedir, nedeni, belirtileri ve bulguları nelerdir, bu hastalık nasıl teşhis edilir, tedavisi var mıdır gibi tüm merak edilenleri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ebru Güneş Yalçın’a sordum, o da cevapladı.

* Evet öncelikle hastalığın tanımıyla başlayalım, kistik fibrozis hastalığı nedir?

Kistik Fibrozis (KF) kalıtsal yani ailevi geçiş gösteren bir hastalıktır. Doğumdan itibaren pek çok organın salgı bezlerini etkileyerek fonksiyon bozukluklarına yol açar. Hastalıktan sıklıkla akciğerler, pankreas, karaciğer, bağırsaklar, sinüsler ve üreme organları etkilenir. Normalde, dış salgı bezlerinin salgısı sudan zengin ve akışkan kıvamdadır, bu özellik organ sistemlerinin normal çalışmasını sağlar. KF’li hastalarda gen mutasyonu nedeniyle salgılar susuzdur, koyulaşmış, kıvamı artmış ve akıcı özelliği kaybolmuştur. Bu anormal özellikteki salgılar akciğerde havayollarında birikerek mikropların yerleşmesine, tekrarlayan-ilerleyen akciğer enfeksiyonlarına ve ilerleyici akciğer hasarına neden olur. Karaciğer ve pankreasın salgıları da koyulaşmıştır, bu koyu salgılar organ kanallarını tıkayarak hasara neden olurken diğer taraftan da salgılar bağırsağa akamadığı için yenilen yiyecekler sindirilip vücuda yararlı hale getirilemez, sonuç olarak; bol-yağlı ve kötü kokulu ishal, karında gaz ve şişkinlik, kilo alamama, vitamin eksiklikleri, ve büyüme-gelişme geriliği ortaya çıkar. KF hastalığında ter bezleri de etkilenir, hastaların terleri daha tuzludur, özellikle sıcak havalarda terle tuz ve su kaybı artar, hastalarda susuzluk ve tuzsuzluk belirtileri (şok) görülebilir.

* Peki bu hastalığın nedeni nedir?

KF, bir gendeki bozukluk (mutasyon) sonucunda oluşur. Anne ve babanın her birinden çocuğa 2 ilgili gen aktarılır, bozuk geni taşıyan anne ve bozuk geni taşıyan babanın çocuğu her bir gebelikte yüzde 25 olasılıkla sağlıklıdır. %50 olasılıkla taşıyıcıdır, yani hastalık bulguları yoktur tamamen sağlıklıdırlar ancak bozuk geni çocuklarına aktarabilirler ve yüzde 25 olasılıkla hasta olur, yani 2 gen de bozuktur. Hastalık sıklığının 1/2500-3000 olduğu bilinmektedir.

TERDEKİ TUZA DİKKAT

Yazının Devamını Oku

Boyun ve bel ağrılarına ilaçsız çözüm

31 Ağustos 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz fizik tedavi ve rehabilitasyon alanında pratik ve etkili bir uygulama olan, halk arasında ‘ağrı bandı’ olarak da bilinen ‘kinezyolojik bantlama...’

İlk olarak Japonya’da uygulanmış ve son yıllarda ülkemizde de oldukça yaygınlaşmış bir yöntem olan kinezyolojik bantlama yöntemi, 1988 yılında Seul Olimpiyatları’nda kullanılmış ve bu tarihten itibaren de tüm dünyada tanınmıştır. Bilindiği gibi klasik bantlar eklem hareketliliğini kısıtlayarak, o bölgedeki hareketi sınırlar. Bu özel bantlama yöntemi ise, eklem hareket açıklığını kısıtlamadan kas, eklem ve bağ yapılarına destek olur, ödemi azaltarak vücudun doğal iyileşmesi sürecini kolaylaştırmayı amaçlar.
İşte bu hafta özel tekniklerle, uzman kişiler tarafından uygulan bu bantlama tedavisinin ‘etki mekanizması nedir’, ‘kimlere hangi durumlarda uygulanır’, ‘bu uygulamayı kimler yapabilir’ gibi kinezyolojik bantlama ile ilgili tüm merak edilenleri Ankara Özel Fizmer Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi fizyoterapisti Nurgül Karagül’e sordum, o da cevapladı.

* Nurgül hanım... Nedir bu bantlama tedavisi, açıklar mısınız?

Dr. Kenzo Kase tarafından geliştirilmiş olup ilk olarak Japonya’da uygulanmış ve son yıllarda ülkemizde de oldukça yaygınlaşmış bir yöntemdir. Kinezyolojik bantlama uygulamaları temel olarak sinir sistemi, kas-iskelet sistemi ve dolaşım sistemi üzerine etki eder.

* Kinezyolojik bantlama tedavisinin etki mekanizması nasıldır?

Bantlama, ortaya çıkartılması istenen duruma göre belli tekniklerle yapıştırıldığı andan itibaren cilt ve kas üzerinde kaldırma etkisi yaparak, bu bölgelerdeki ağrı reseptörlerini rahatlatır. Bu sayede ağrısı azalan kişinin hareket kabiliyeti artar, fiziksel ve ruhsal açıdan kişide rahatlama oluşmasını sağlar. Diğer bantlardan farklı olarak, esnek yapısı ve yapıştırma tekniğinden dolayı hareketi kısıtlamaz. Uygulama yapılacak kişi rahatlıkla günlük yaşam aktiviteleri ve egzersizlerine devam edebilir.

VÜCUDA UYUM SAĞLIYOR

* Peki bu bantın özellikleri nelerdir?

Yazının Devamını Oku

Ağrısız doğum epidural anestezi

24 Ağustos 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz ‘epidural anestezi...’

Epidural anestezi, özel iğneler ile omuriliği çevreleyen zarlar arasına girilerek, bu bölgeye ilaç verilmesidir. Verilen ilaç omurilikteki sinirsel iletimi geçici olarak durdurur. Bu olay hastanın ağrı duymasını engelleyerek, anestezinin uygulandığı bölgede rahat bir şekilde ameliyatın yapılabilmesini sağlar.
Epidural anestezi hem normal doğumda, hem de sezaryen ile doğumda başarıyla uygulanmaktadır. Normal doğumda uygulandığında ağrılı olan doğum kasılmalarını gidermede oldukça etkilidir ve daha konforlu bir normal doğum yapılmasını sağlar. Sezaryende uygulandığında ise genel anesteziye göre risklerinin belirgin bir şekilde az olması yanında anne adayının bebeğini ilk doğduğu dakikalarda görmesine ve emzirmesine olanak sağlar.
İşte bu hafta, epidural anestezi ile ilgili merak edilenleri Özel TOBB ETÜ Hastanesi doktorlarından Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Gülser Günaydın’a sordum, o da cevapladı.

* Hocam, bize gebelikte anesteziden bahseder misiniz?

Gebelik anestezisi (obstetrik anestezi), anestezinin en zevkli, en güzel ama oldukça da heyecanlı dallarından birisidir. Hayatın bu fizyolojik olayının neden olduğu ağrıya ve problemli vakalara tarih boyunca çözüm aranmıştır. Bugün ağrısız doğumda tek bir yöntem, tek bir ilaç diye bir şey yoktur. Gebenin doğum konusunda bilgilendirilmesi ve doğuma hazırlanması en önemli konudur. Sadece bu bilgilendirilme süreci bile anne ile kontrol ve işbirliğini arttırır, endişeyi, ağrıyı, ağrı kesici ilaç dozunu, çıkacak ilave sağlık sorunlarını ve bebekte sıkıntı halini azaltır.

NORMAL DOĞUM AZALIYOR SEZARYEN DOĞUM ARTIYOR

* Peki ağrısız doğum nedir?

Doğum ağrısı, genellikle çok şiddetli ve kadınların büyük çoğunluğu tarafından yaşamlarındaki en ağrılı deneyim olarak tanımlanıyor. Bu ağrı kendine has özellikleri olan çok yönlü bir ağrıdır, etkin bir şekilde giderilmesi için, doğumdaki ağrı mekanizmaları ve ağrı iletimi iyi bilinmelidir. Anestezi yöntemleri de, coğrafi bölgelerin ve kültürlerin farklılıklarıyla az çok değişiyor. Her ülkede değişik oranlarda olmak üzere normal doğumlarda azalma, sezaryenlerde artış var. Ülkemizde ise bölgelere göre çok değişik oranlar bulunmakla beraber, yıllar içinde (normal doğum ve sezaryende) rejyonel yada bölgesel diyebileceğimiz (epidural, spinal) anestezi uygulamalarında artış görülüyor. Biz bu durumu destekliyoruz. Bugün genel duruma baktığımızda rahatlıkla epidural anestezi, doğum sırasında ağrı gidermede en popüler ve etkin yöntemdir diyebiliriz.

Yazının Devamını Oku

KAYGI İÇİN DEĞİL SAĞLIK İÇİN ‘ESTETİK’

17 Ağustos 2013
Sevgili okurlar, bu hafta konumuz görünümünü düzeltmek için burnun tekrar şekillendirilmesi anlamına gelen ‘rinoplasti’ yani ‘burun estetiği...’

Bilindiği gibi dünyada en çok yapılan estetik amaçlı ameliyatlar burun ameliyatlarıdır. Burun estetiğinin amacı, burnun şekli, büyüklüğü ve genel görüntüsünde değişiklikler yaparak, burnu yüz ile uyumlu bir hale getirmektir. Önemli olan tek başına en güzel burnun yapılması değil, kişinin yüzüne en uygun burnun yapılmasıdır.
İşte bu hafta burun estetiği ameliyatına neden ihtiyaç duyulur, bu ameliyat en erken hangi yaşta yapılabilir, ameliyat için özellikle tercih edilen bir mevsim var mıdır, ameliyat sonrasında iş gücü kaybı yaşanır mı gibi rinoplasti ile ilgili tüm merak edilenleri ONEP Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği doktorlarından plastik cerrah Op.Dr. Hıfzı Velidedeoğlu’na sordum, o da cevapladı.

* Hocam öncelikle rinoplasti yani burun estetiği nedir?Estetik burun cerrahisi (Nasoplasty-Rhinoplasty) görünümün düzeltilmesi için burnun tekrar şekillendirilmesidir. Rekonstrüktif rhinoplasty, doğumsal bozukluk veya yaralanma sonucu oluşmuş şekil bozukluğunu düzeltmek için yapılan operasyonlardır. Aynı zamanda içerideki anatomik kusurlar nedeni ile burun tıkanıklığını rahatlatmak amacıyla yapılan ameliyatla birlikte gerçekleştirilebilir.

* Bu ameliyat en erken hangi yaşta yapılabilir?Rhinoplasti için önerilen en erken yaş, yüz gelişiminin yüzde 90 tamamlandığı 17- 18 yaştır.

* Peki kişi burun estetiği ameliyatına neden ihtiyaç duyar?Kişinin kendisine baktığında burun şeklini beğenmemesi ve beraberinde burundan nefes alma kusuru bulunması halinde genellikle bize başvurur. Rinoplasti düşünen kişinin atması gereken ilk adım plastik cerraha danışmaktır. Herhangi bir estetik ameliyat girişiminden önce saptanması gereken en önemli faktörlerden biri duygusal dengedir. Rinoplasti burnunuza yeni bir şekil verebilir ama hayatınızın akışına yön veremez. Estetik cerrahi görünümünüzü düzeltir ve özgüveninizi tazeler fakat gerisi size kalmaktadır. Plastik Cerahhi uzmanı burnunuzu muayene ettikten sonra, yöntemle ilgili kararı etkileyen diğer değişkenleri muayene sırasında ve bilgisayar ekranındaki resminiz üzerinde sizinle tartışacaktır.

HASTALAR FOTOĞRAFLA GELİYOR

* Hastalarınız size başvurduklarında elinde fotoğraf ile geliyorlar mı?

Yazının Devamını Oku