Dünya Obezite Federasyonu’nun 2023 yılı raporunda 2020’de yaklaşık 1 milyar kişinin (her 7 kişiden 1’i) obezite ile yaşadığı; etkin şekilde müdahale edilemezse 2035 yılında dünya genelinde 1.9 milyar kişinin yani her 4 kişiden 1’inin obezite ile yaşayacağı, dünya nüfusunun yarısının yani 4 milyar kişinin fazla kilolu veya obez olacağı tahmin edilmekte. Ben de bu hafta obezite ve kalp damar sağlığına etkisini TOBB ETÜ Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hüseyin Bozbaş ile konuştum...
Prof. Dr. Hüseyin Bozbaş
1900’lü yıllardan itibaren kalp ve damar hastalıkları tüm dünyada ölümlerin bir numaralı nedeni olmuş ve çağımızın hastalığı olarak isimlendirilmiştir. Kalp damar hastalığını artıran risk faktörlerine bakıldığında, en önemli etkenlerden birinin obezite (şişmanlık) olduğu görülmektedir. Obezite, vücut kitle indeksine (VKİ) göre tanımlanır. VKİ, vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesiyle (kg/boy*boy) hesaplanır. VKİ’nin 30 kg/m²’den büyük olması obezite olarak kabul edilir. Günümüz modern yaşamında hareketsizliğin artması, fiziksel iş gerektiren mesleklerin azalması ve sağlıksız beslenme, obezitenin artışındaki temel etkenlerdir. Son 40 yılda iki katına çıkan obezite, günümüzde global bir kriz, bir epidemi olarak kabul edilmektedir. Yapılan çalışmalar bize kilo arttıkça ölüm oranın da doğrusal bir şekilde arttığını göstermektedir. Avrupa Kardiyoloji Derneği’nin 2004 yılında hazırladığı rapora göre, ülkemiz Avrupa’da obezite sıklığında ilk sırada yer almaktadır. Maalesef, ülkemizde erişkin nüfusun yüzde 32’sinde obezite görülmektedir.
OBEZİTENİN KALP VE DAMAR SAĞLIĞI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Obezite, kalp damar hastalıklarını artıran başlıca risk faktörlerinden biridir. İki farklı mekanizmayla kalp damar hastalıklarına neden olur.
1-Dolaylı etkiler:
Manuel terapi, kas iskelet sisteminde etkilenen dokuların iyileşmesini ve gevşemesini sağlamak amacıyla terapötik dokunuşları içeren bir tedavi tekniğidir. Bu nedenle elle yapılan bu yaklaşım, ağrıyı azaltmayı, kasın ve dokunun fonksiyonunu geri kazandırmayı ve işe ya da istenen sportif aktivitelere dönüşü kolaylaştırmayı amaçlar. Manuel terapi teknikleri, nöromüsküler sistemi olumlu etkileyerek proprioseptif (konum algısı) ve motor kontrolü artırır. Bu sayede denge, hareket paterni ve fonksiyonellik gelişir. Ayrıca terapötik dokunuşlar duygusal gerginliği serbest bırakır ve olumlu bir zihinsel durumun oluşmasını destekler. Çünkü manuel terapi, iyileştirici materyallerin ve kimyasalların salgılanmasını artırır ve bu süreç, duygusal iyilik halini destekleyen endorfin gibi hormonların üretimini teşvik eder. Bu faydaların etkili bir şekilde sağlanabilmesi için manuel terapi tekniklerinin deneyimli ve profesyonel eller tarafından uygulanması gerekmektedir. Fizyoterapistler tarafından uygulanan bu yöntem hastanın durumuna göre bir ya da birden fazla kez uygulanabilir.
MANUEL TERAPİ HANGİ DURUMLARDA UYGULANIR
Manuel terapi uygulamalarında başarılı bir sonuç için hasta seçimi son derece önemlidir. Kas iskelet sisteminin fonksiyon bozukluğu, lokalize hassasiyet ve hareket kaybı bulunan bütün ağrılarda sakıncalı bir durum yoksa manuel terapi tedavisi uygulanır. Peki bu durumlar nelerdir?
- Bel, boyun ve sırt ağrıları
- Duruş bozukluğu (skolyoz, kifoz, lordoz gibi)
- Sinir sıkışması
- Dejeneratif disk hastalığı (bel ve boyun fıtığı, boyun düzleşmesi)
Bugün, tüp bebek sürecinde nelere dikkat etmeniz gerektiğini ele alarak, başarı şansınızı artıracak önerileri paylaşacağım.
DOKTORUNUZUN ÖNERİLERİNE TAM UYUM GÖSTERİN
Tüp bebek sürecinde doktorunuzun önerileri, tedavinin en önemli parçalarından biridir. Kullanılacak ilaçlar, uygulama saatleri ve dozları, başarıyı doğrudan etkileyen faktörler arasındadır. İlaçları tarif edildiği şekilde kullanmak, hormon seviyelerini dengede tutarak yumurta gelişimini destekler. Tedavi sürecinde aklınıza takılan her soruyu doktorunuza danışmaktan çekinmeyin.
BESLENMENİZE ÖZEN GÖSTERİN
Tüp bebek tedavisi gören kadınların beslenme alışkanlıkları, yumurta kalitesi ve rahim içi ortamın sağlığı açısından büyük önem taşır. Omega-3, folik asit, çinko ve demir açısından zengin besinler tüketmek, embriyonun tutunma şansını artırabilir. Fast food ve işlenmiş gıdalardan uzak durarak, doğal ve dengeli bir beslenme düzeni oluşturmak tedaviyi destekler.
STRESİ YÖNETMEYİ ÖĞRENİN
Tüp bebek süreci, çiftler için duygusal olarak zorlayıcı olabilir. Başarı oranları değişkenlik gösterdiği için kaygı ve stres bu dönemde sıkça yaşanır. Ancak yapılan araştırmalar, yüksek stres seviyelerinin tüp bebek tedavisinin başarısını olumsuz etkileyebileceğini gösteriyor. Bu nedenle meditasyon, yoga ve nefes egzersizleri gibi rahatlatıcı tekniklerden faydalanmak, süreci daha sakin ve kontrollü geçirmenize yardımcı olabilir.
Ancak, bu yolculukta duygusal dayanıklılığınızı korumak ve umutsuzluğa kapılmamak, süreci daha sağlıklı bir şekilde geçirmenizi sağlar. Bugün, tüp bebek tedavisi sırasında karşılaşılabilecek duygusal zorluklara karşı nasıl daha güçlü olunabileceğini ele alacağız.
TEDAVİDE BAŞARI ORANI BİRÇOK FAKTÖRE BAĞLI
Tüp bebek tedavisine başlamak, umut dolu ama bir o kadar da sabır gerektiren bir süreçtir. Bu sürecin her aşamasında farklı duygular yaşanabilir. Heyecan, korku, merak, endişe ve bazen de hayal kırıklığı... İlk denemede başarıya ulaşan çiftler olduğu gibi, birden fazla deneme gerektiren durumlar da yaşanabilir. İşte tam da bu noktada, psikolojik dayanıklılığı güçlü tutmak büyük önem taşır. İlk olarak, süreci doğru anlamak ve gerçekçi beklentiler oluşturmak gerekir. Tüp bebek tedavisinde başarı oranları, yaş, sağlık durumu ve diğer birçok faktöre bağlı olarak değişiklik gösterir. Bu yüzden, her tedavi sürecinin bireysel olduğunu unutmamak gerekir. Başarı oranları konusunda doktorunuzdan doğru bilgiyi almak, süreci daha sağlıklı bir şekilde karşılamanıza yardımcı olur. Umutsuzluk genellikle beklentilerle gerçeklik arasındaki farktan doğar, bu nedenle sürece bilinçli ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşmak önemlidir.
BİRLİKTE AŞILMASI GEREKEN BİR YOLCULUK...
Tedavi sürecinde duygusal desteğin gücü de göz ardı edilmemelidir. Eşler arasındaki iletişim bu süreçte kritik bir rol oynar. Tüp bebek tedavisi yalnızca tıbbi bir süreç değil, aynı zamanda birlikte aşılması gereken bir yolculuktur. Eşinizle açık ve dürüst bir şekilde konuşmak, duygularınızı paylaşmak ve birbirinize destek olmak, sürecin daha sağlıklı geçmesine yardımcı olur. Çiftler arasındaki dayanışma, umutsuzluk hissini azaltır ve motivasyonu artırır. Bu süreçte stres yönetimi de büyük önem taşır. Meditasyon, nefes egzersizleri, hafif tempolu yürüyüşler ve yoga gibi rahatlatıcı aktiviteler, zihinsel sağlığınızı korumanıza yardımcı olabilir. Tüp bebek tedavisi gören birçok çift, bu tür aktivitelerin süreci daha huzurlu geçirmelerine yardımcı olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, hobilerle ilgilenmek, kitap okumak veya sevdiğiniz bir müzik eşliğinde rahatlamak da ruh halinizi olumlu yönde etkileyebilir.
İNTERNETTEKİ YANILTICI BİLGİLERE KAPILMAYIN
Duygusal dayanıklılığı korumanın bir diğer yolu ise destek gruplarına veya uzman yardımlarına başvurmaktır. Tüp bebek tedavisi sürecinden geçen diğer çiftlerle deneyimlerinizi paylaşmak, yalnız olmadığınızı hissetmenizi sağlar. Psikolojik destek almak da süreci daha sağlıklı yönetmenize yardımcı olabilir. Profesyonel bir uzmandan destek almak, kaygılarınızı azaltabilir ve duygusal dengeyi sağlamanıza katkıda bulunabilir. Ayrıca, sosyal medyada veya internette yer alan yanıltıcı bilgilere fazla kapılmamak önemlidir. Her bireyin tüp bebek süreci farklıdır ve başkalarının deneyimleri sizin için birebir geçerli olmayabilir. Bilgi kirliliği, gereksiz endişelere ve yanlış beklentilere neden olabilir. Bu nedenle, güvenilir ve bilimsel kaynaklardan bilgi almak, doktorunuza danışmak en doğru yol olacaktır.
Bu süreçte yapılan bazı yaygın hatalar bebeğinizin uyku düzenini olumsuz etkileyebilir ve sizin de daha fazla zorlanmanıza neden olabilir. Bugün, bebeklerin uyku düzeni hakkında en sık yapılan hataları ele alarak, bu dönemi daha kolay ve huzurlu geçirmenize yardımcı olacak öneriler paylaşacağım.
UYKU SİNYALLERİNİ KAÇIRMAK
Bebekler genellikle uykuları geldiğinde belirli sinyaller verir. Gözlerini ovuşturma, esneme, huzursuz hareketler ya da ağlama gibi davranışlar, bebeğinizin yorulduğunu gösterebilir. Bu sinyalleri fark etmeden uyutmaya geç kalmak, bebeğinizin aşırı yorulmasına ve uykuya dalmada zorlanmasına neden olabilir. Bebeğinizin uyku sinyallerini tanımaya çalışmak ve bu işaretleri fark ettiğinizde hemen harekete geçmek, onun daha kolay uykuya dalmasını sağlar.
UYGUNSUZ UYKU ORTAMI
Bebeğinizin uyuduğu ortamın konforu ve güvenliği, uyku kalitesi üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Oda çok sıcak ya da çok soğuksa, ışık fazla yoğunsa veya dışarıdan gelen gürültüler varsa, bebeğinizin uyuması zorlaşabilir. Ayrıca, kalabalık yastıklar, battaniyeler ve oyuncaklar bebeğin güvenli uyumasını engelleyebilir. Amerikan Pediatri Akademisi’nin önerdiği gibi, bebeğinizi sert ve düz bir yatakta, sırt üstü yatırmak, en güvenli uyku ortamını sağlar.
UYKU RUTİNİNE UYMAMAK
Bebekler düzeni sever ve rutinler, onların kendilerini güvende hissetmesine yardımcı olur. Uyku öncesinde tutarlı bir rutin oluşturmak, bebeğinizin uykuya geçişini kolaylaştırabilir. Ancak bu rutini her gece farklı bir şekilde uygulamak ya da tamamen atlamak, bebeğinizin kafasını karıştırabilir. Örneğin, her gece aynı saatte banyo yaptırmak, hafif bir masaj yapmak ve ninni söylemek, bebeğinizin uykuya hazırlanmasını sağlar.
Bu 100 gün, zorlukların yanında birçok güzel anıyı ve unutulmaz dersleri de beraberinde getirir. Bugün, anne olmanın ilk 100 gününü bir annenin gözünden ele alarak bu süreçte yaşanan deneyimleri ve çıkarılacak dersleri paylaşmak istiyorum.
HAYATINIZIN MERKEZİNDE ARTIK BEBEĞİNİZ VAR
Anne olmanın ilk günleri, tamamen bebeğinizin ihtiyaçlarına odaklandığınız bir dönemdir. Onun ağlamaları, uyku düzeni ve beslenme saatleri sizin gününüzü şekillendirir. Bir annenin içgüdüleri şaşırtıcı bir hızla devreye girer. Bebeğinizin her hareketini anlamaya çalışırken, bazen endişelenir bazen de kendinizi yetersiz hissedersiniz. Ancak bu duyguların hepsi doğaldır. Bebeğinizle aranızdaki bağ, bu günlerde şekillenmeye başlar ve zamanla karşılıklı bir ritim kurarsınız.
UYKU BİR LÜKS GİBİ GÖRÜNSE DE ÖNEMLİDİR
İlk 100 gün boyunca uykusuzluk, annelerin en büyük mücadelesi olabilir. Bebeklerin uyku düzeni genellikle düzensizdir ve geceleri sık sık uyanırlar. Bu, yorgunluk hissini artırabilir ve sabrınızı zorlayabilir. Ancak, bebeğiniz uyurken kısa molalar vererek ya da uyumaya çalışarak bu yorgunluğu hafifletebilirsiniz. Ayrıca, eşinizden veya ailenizden destek istemek, size dinlenme fırsatı sunabilir.
HER BEBEK FARKLIDIR
Pilates egzersizlerinin amacı; karın ve sırt kaslarını güçlendirip sağlam bir omurga ve iskelet sistemi oluşturmaktır. Hamilelik döneminde ise bel ve omurga sağlığı çok önemlidir. Bebeğin anne karnında büyümesiyle bütün ağırlık bel ve omurgaya yüklendiğinden anne adayının hamilelik sürecince sırt ve bel ağrıları olacaktır. Pilates egzersiziyle bel ve karın kaslarını kuvvetlendirerek omurgaya binen yükü en aza indirmemiz mümkündür. Kasların dengeli bir şekilde güçlenmesi ve kasların esnemesiyle birlikte kas kasılmaları azalır ve duruş bozukluğu (postür) iyileşir. Hareketin artmasıyla el ve ayak bileklerindeki, bacaklardaki ödemin dağılıp vücuttan atılmasını sağlar. Pelvik taban kaslarını destekleyerek stresi azaltmaya ve ruh halini dengelemeye yardımcı olan endorfin salgılanmasını arttırır. Tüm bu faydalar gebeliğin daha rahat ve sağlıklı geçmesini sağlar ve normal doğumu kolaylaştırır.
Melike Emiroğlu
NE ZAMAN BAŞLANMALI VE NE SIKLIKTA YAPILMALI?
Doktor kontrolünden sonra egzersiz yapmayı engelleyecek bir durum yoksa (düşük tehlikesi vs.) doktorunuzun onay vermesiyle hamileliğin 12’nci haftasından itibaren egzersize başlanır. Haftada 2-3 gün dinlenme aralıkları tanınarak 40-45 dakika düzenli olarak yapılmalıdır.
NE KADAR SÜRE DEVAM EDİLEBİLİR,YENİDEN NE ZAMAN BAŞLANABİLİR?
Pilates egzersizlerine doktorunuzun onayıyla pilates eğitimi almış kas iskelet sistemi bilgisine sahip fizyoterapist eşliğinde 34’üncü haftaya kadar devam edebiliriz. Doğum sonrasında ise tekrar egzersizlere devam edebilmemiz için yine doktorunuzun onayıyla normal doğumda 6 hafta sonrasında, sezaryen doğumda doktorunuzun belirttiği süre sonrasında başlanabilir.
Bu dönemde spor ve egzersiz, yalnızca fiziksel sağlığınızı iyileştirmekle kalmaz, aynı zamanda ruh halinizi ve enerji seviyenizi yükseltir. Ancak, doğum sonrası egzersize başlamak için doğru zamanı bilmek ve vücudunuzun ihtiyaçlarına uygun bir yaklaşım benimsemek büyük önem taşır. Bugün, doğum sonrası spor ve egzersiz konusunu ele alarak ne zaman ve nasıl başlamanız gerektiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
DOĞUMDAN SONRA SPOR İÇİN DOĞRU ZAMAN NEDİR?
Her kadın için doğum sonrası iyileşme süreci farklıdır. Normal bir doğum yaptıysanız, genellikle 4-6 hafta sonra hafif egzersizlere başlayabilirsiniz. Ancak, sezaryen gibi cerrahi müdahalelerde bu süre daha uzun olabilir ve doktorunuzun onayını almanız şarttır. Vücudunuzun iyileşme sürecine saygı göstermek ve acele etmemek önemlidir. İlk haftalarda, yürüyüş gibi hafif fiziksel aktivitelerle başlayarak vücudunuzu hareket etmeye alıştırabilirsiniz. Doktorunuzun onayı olmadan yoğun egzersizlere başlamaktan kaçının. Doğum sonrası dönemde rahim toparlanır, hormon seviyeleriniz değişir ve kaslarınız eski gücüne dönmeye çalışır. Bu süreçte aceleci davranmak, iyileşmeyi geciktirebilir ve hatta sağlık sorunlarına yol açabilir. Vücudunuzun sinyallerini dinlemek ve küçük adımlarla ilerlemek her zaman en güvenli yöntemdir.
DOĞUM SONRASI EGZERSİZİN FAYDALARI
Egzersiz, doğum sonrası dönemde hem fiziksel hem de psikolojik birçok fayda sağlar. Düzenli spor, kaslarınızı güçlendirir, kilo kontrolünü destekler ve enerji seviyenizi artırır. Aynı zamanda doğum sonrası depresyon riskini azaltır, stresle başa çıkmanıza yardımcı olur ve uyku düzeninizi iyileştirir. Egzersiz sırasında salgılanan endorfin hormonu, kendinizi daha mutlu ve zinde hissetmenizi sağlar.
EGZERSİZE NASIL BAŞLANMALI?