Ünalp ile bu yaklaşımlar doğrultusunda modern yaşamın kaçınılmaz gerçeği haline gelen bel, boyun, diz ve omuz ağrılarını, cerrahisiz ve kalıcı şekilde nasıl tedavi ettiklerini konuştuk... Ağrılar kader değil, doğru yaklaşımla hayatınızdan silinebilir. Artık ağrılar tek bir yöntemle ele alınmıyor. Çünkü beden bir bütün, ağrı bir sonuç. Nedenlerine bütünsel yaklaşmazsanız kalıcı çözüm mümkün olmuyor. Hastaların bel fıtığı, boyun düzleşmesi, diz kireçlenmesi, omuz donukluğu gibi şikâyetleri hücre temelli onarıcı tedavilerle ve manuel tekniklerle kombine edilerek tedavi edilebiliyor. Her hastaya özel, çok yönlü bir protokol uygulanıyor.
Erhan Ünalp
KOMBİNE AĞRI TEDAVİSİ NEDİR?
Mesela bizim Spor Hekimliği Uzmanı Dr. Mehmet Murat Seven ile birlikte uyguladığımız sistem, birçok yöntemin akılcı ve sıralı kombinasyonuna dayanıyor.
Manuel terapi–osteopati –kayropraksi: Eklem kilitlenmeleri, kas gerginlikleri ve postür bozukluklarına doğrudan müdahale edilir.
PRP (Trombositten zengin plazma) ve kök hücre uygulamaları, proloterapi, nöralterapi, ağrı mezoterapisi, ozon, eksozom: Hasarlı dokuların kendi kendini onarmasını sağlar,yeni hücre oluşturur. Özellikle diz, kalça ve omuz eklemlerinde yüksek başarı gösterir.
Lazer–manyetik alan–radyofrekans tedavileri:
Bildiğiniz gibi birçok alanda Türk doktorların başarılı çalışmaları dünyaya da örnek oluyor. Prof. Dr. Polat Dursun ile de Türk jinekolog onkologların Kazakistan’daki Türk Dünyası Endoskopi Kongresi’ne canlı bağlanarak yaptıkları rahim kanseri ameliyatını konuştuk. Prof. Dr. Polat Dursun ve Türk hekimleri deneyimlerini Türki cumhuriyetlerdeki hekimlerle paylaştı. Prof. Dr. Dursun yaptıkları ameliyatın detaylarını şöyle anlattı.
ANKARA’DAN 2 CANLI CERRAHİ YAPILDI
Türk Jinekolojik Kanser Vakfı desteği ile Kazakistan’ın Aktau şehrinde yapılan Türk Dünyası Endoskopi Kongresi’ne Ankara Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 2 canlı cerrahi yapılarak Türk Dünyası doktorlarının eğitimine ve mesleki gelişimine katkıda bulunduk. İkincisi yapılan Türk Dünyası Endoskopi Kongresi’ne Kazakistan, Rusya, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan uzman doktorlar katıldı. Rahim kanseri ameliyatlarında tümörün yayılma ihtimali olan lenf bezlerinin eskiden tamamı alınırken artık yeni teknolojik gelişmeler ile tümörün ilk yayıldığı lenf bezi olan sentinel lenf bezinin çıkartılmasının yeterli olduğunu gösterdik.
BİZDEN GÖRMÜŞ VE ÖĞRENMİŞ OLDULAR
Ameliyat komplikasyonlarını artırmamak için sadece sentinel lenf bezlerini kapalı laparoskopik ameliyat ile çıkartmak hastaların ameliyat sürelerini kısaltmakta ve iyileşme süreçlerini hızlandırmaktadır. Laparoskopik yapılan rahim kanseri ameliyatlarında özel bir kontrast madde kullanılarak yapılan sentinel lenf bezi değerlendirmeleri dünyada jinekolojik kanserlerde yeni yeni yaygınlaşmaktadır. Kazakistan’da yapılan bu kongrede Türk dünyasının değişik ülkelerinden gelen hekimler, yaptığımız canlı cerrahi ile bu yeni teknolojik ve cerrahi yenilikleri biz Türk hekimlerden görmüş ve öğrenmiş oldular.
Çocukluk çağı çürükleri, dünya genelinde en yaygın kronik hastalıklar arasında yer alır ve çoğu zaman hafife alınsa da hem ağız sağlığı hem de genel sağlık üzerinde önemli etkiler yaratabilir. Erken yaşta başlayan çürük oluşumu sadece dişlerle sınırlı kalmayıp, zamanla vücudun farklı sistemlerine de zarar verebilecek komplikasyonlara yol açabilir.
Ayşe Mete
ÇÜRÜĞÜN GELİŞİMİ VE YAYILMASI
Diş çürüğü, ağız içindeki bakterilerin şekerli gıdaları parçalamasıyla oluşan asidik ortamın, diş minesini zamanla aşındırmasıyla meydana gelir. Çocuklarda diş minesi daha ince ve hassas olduğundan, çürükler daha hızlı ilerler. Tedavi edilmeyen çürükler pulpa dokusuna kadar ulaştığında enfeksiyon gelişebilir ve bu enfeksiyon çevre dokulara yayılabilir.
ÇOCUKLUK ÇAĞI ÇÜRÜKLERİNİN OLASI ZARARLARI
Enfeksiyon yayılımı:
Bayramda hem dini inancımızı yerine getiririz hem de tüm sevdiklerimizle bir araya geliriz. Özellikle bayram sabahı bol kahkahalı kahvaltı sofrası etrafında toplanırız. Herkes en güzel kıyafetlerini giymiş ve kahvaltı için ekstra hazırlıklar yapmış olur. Kahvaltıyı her zamankinden fazla yapmış olmamıza rağmen diğer öğünleri dengelemeyip, üstüne bir de gidilen her ev ziyaretinde fazlaca atıştırmak günün sonunda bizi çok rahatsız edebilir. Bayram sofralarında genellikle ağır, yağlı, kızartmalı etler ve bu etlerin yanında hamur işi tüketimi ağırlıkta oluyor. Bayramda ağır ve aşırı yemek yenilmesi durumunda ise kişilerde sindirim zorluğu, gaz, hazımsızlık, mide bulantısı, kan şekeri ve tansiyon yükselmesi gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Kalp, diyabet, tansiyon, kolesterol yüksekliği olan hastalara da normal beslenme düzeninin dışına çıkmamalarını öneririm.
Kırmızı et, içerik olarak kaliteli protein dışında, B1, B6, B12, A vitaminleri ve demir, çinko, fosfor, magnezyum gibi mineraller içermektedir. Etin yağını ne kadar temizlesek de bizim göremediğimiz yüz 20’lik yağ hâlâ içinde bulunmaktadır. Bu nedenle sebze yemeklerini etin yağı ile pişirmek kalori alımınızı azaltacaktır. Kurban Bayramı’nda en önemli sorunlardan birisi de kesim koşullarına dikkat edilmediğinde insanlara hayvanlardan tenya, salmonella, tüberküloz, şarbon gibi hastalıkların bulaşma riskinin olmasıdır. Veteriner kontrolünde hijyenik ortamlarda hayvanların kesilmesi gerekir. Bu bayram daha önceleri yapmadıysanız eğer hayatınızda bir değişiklik yapın ve akşamüzeri sevdiklerinizle birlikte temiz havada uzun uzun yürüyüşler yapın. Yürüyüş yapmak hem harcadığınız enerjiyi artırır hem de kan şekerinizin daha dengede kalmasını sağlar.
Kurban Bayramı’da kilo almak istemeyenler için 20 tavsiyem ise şöyle:
1-Güne sade ve güzel bir kahvaltı ile başlayın.
2-
Bu noktada karşımıza çıkan en heyecan verici yeniliklerden biri; eksozomlar. Eksozomların kullanıldığı tedavi yöntemleri, sadece hastalıkla savaşmak değil, hücrelerin kendi kendini onarma potansiyelini desteklemek yönünde kendini gösteriyor. Kordon kanı kaynaklı olarak geliştirilen eksozomlar, bu alandaki en ileri ve güvenilir uygulamalardan biri olarak dikkat çekiyor. Bu hafta bu konuda merak edilenleri Dr. Gani Akıncı’ya sordum. İşte verdiği yanıtlar...
Gani Akıncı
* Son zamanlarda adını sıkça duymaya başladığımız eksozomlar, tıpta devrim niteliğinde bir gelişme olarak gösteriliyor. Öncelikle eksozom nedir, ne işe yarar?
Eksozomlar, hücrelerimiz tarafından doğal olarak üretilen, nanometrik boyutta (yaklaşık 30-160 nanometre) küçük keseciklerdir. İçlerinde proteinler, RNA’lar (özellikle mikroRNA), lipidler ve çeşitli büyüme faktörleri taşırlar. Adeta hücrelerin birbiriyle konuştuğu “haberleşme paketleri” gibidirler. Bu biyolojik paketler, hasarlı dokuya ulaştıklarında oradaki hücrelerin davranışlarını değiştirir, onarmalarını, yenilenmelerini ve iltihap süreçlerini baskılamalarını sağlarlar. İşte bu nedenle eksozomlar, özellikle son yıllarda tıbbın farklı alanlarında umut verici bir tedavi seçeneği olarak gündeme gelmektedirler.
* Peki, eksozomların tedavi edici özellikleri ne zaman ve nasıl keşfedildi?
Son 10 yılda yapılan çalışmalarla birlikte, eksozomların hücresel iletişimdeki rolü daha iyi anlaşıldı ve bu sayede klinik kullanımları da artmaya başladı.
Ancak şunu söylemeliyim; bu yolculuk ne kadar erken başlarsa başlasın, sevgiyle, sabırla ve doğru bilgilerle yüründüğünde bir mucizenin adım adım gelişini izlemek mümkün olur. Erken doğan bebeklerin ilk bir ayında aileler hem tıbbi terimlerle hem de duygusal değişimlerle tanışır. Bu dönem bir sınav gibi değil, bebeğin dış dünyadaki ilk gelişim yolculuğudur aslında. Her gün bir adım daha atılır, önce gözünü açar, sonra nefes desteği azalır, anne sütüyle tanışır, kalbi düzene girer. Her küçük gelişme büyük bir bayram havası yaratır ailede. O yüzden bu sürece umutla bakmak gerekir. Çünkü bebekler, hayata tutunma konusunda sandığımızdan çok daha dirençlidir.
ANNELERİNİN SESİNİ TANIR
Anne ve baba, ilk günlerde cam bir inkübatörün ardından göz göze geldikleri bebekleriyle henüz temas kuramamış olabilirler. Ama temas sadece dokunmakla değil, varlığınla, sesinle, kalbinle kurulur. Prematüre bebekler, annelerinin sesini tanır. Babalarının sabrını, gözlerindeki ışığı hisseder. Bu nedenle ailelerin bebeğin yanında olması, onun yaşama tutunma kararlılığı üzerinde inanılmaz bir etki yaratır. Yoğun bakım ünitesi başlangıçta soğuk ve mesafeli bir yer gibi algılansa da zamanla tanıdık bir dost haline gelir. Orada çalışan hemşireler, doktorlar ve solunum terapistleri sadece tıbbi değil, duygusal destek de sunar. Aile bir süre sonra her cihazın, her sesin ne anlama geldiğini öğrenir. Gelişmeleri takip etmek konusunda içgüdüsel bir yetkinlik kazanır. Bu, anne babalığın çok erken ama çok güçlü başladığı zamandır.
ERKEN DOĞUM BİR SON DEĞİLDİR
Süt üretimi bu süreçte özel bir anlam taşır. Bebek ememese de anne sağdığı birkaç damla sütü minik bir şırınga aracılığıyla bebeğine ulaştırmanın yollarını öğrenir. Bu birkaç damla, bir annenin sevgisini ve gücünü içinde taşır. O damlalarla başlayan beslenme süreci zamanla büyür, güçlenir ve annenin bebeğini ilk kez kucağına alma anına doğru ilerler. İlk bir ayda bebeğin her gram alışı, her cihazdan ayrılışı, her uyanışı bir kutlama sebebidir. Çünkü erken doğan bebekler zamanla büyür, gelişir, güçlenir. Aileler ise bu sürecin içinde olgunlaşır, kenetlenir ve sabrın ne kadar yapıcı bir şey olduğunu derinden öğrenir. Unutmamak gerekir ki erken doğum bir son değil, sadece başka bir başlangıçtır. Hayat, her bebek için kendi ritminde akar. Bazılarının takvimi birkaç hafta önce açılır ama bu onların gücünden hiçbir şey eksiltmez. Aksine, o minik bedenlerin her nefesi, hayata meydan okumanın en saf hali gibidir.
1-Açık rinoplasti mi daha üstündür kapalı rinoplasti mi?
Üstünlük açısından ikisinin de farkı yoktur. Ehil ellerde nihai sonuç olarak aynıdır. Sadece ameliyatı yapan doktor hangisi kolayına gelirse onu yapar.
Yahya Baltu
2-Ameliyat masasında burun çok kalkık görünüyor. “Acaba burnum çok mu kalkık oldu?” diyenler oluyor mu? Bunun nedeni nedir?
Ameliyat masasında burun pozisyona bağlı olarak daha kalkık görünür. Zaman içerisinde burun bir nebze düştüğü için bir tık kalkık yapmakta fayda var.
3-Burun yanlarında kesiler oluyor. İşlem için oradan mı giriyorsunuz?
Tıbbi olarak 37’nci gebelik haftasından önce gerçekleşen doğumlar, “erken doğum” olarak tanımlanır. Ve ne yazık ki, erken doğum her zaman anne ve bebek için hazırlıksız yakalanılan bir durumdur. Bugün, erken doğumun ne olduğunu, nedenlerini, risklerini ve bu süreçte nelere dikkat edilmesi gerektiğini ele alacağız.
ERKEN DOĞUM NEDİR?
Normal gebelik süresi yaklaşık 40 haftadır. Ancak bazı bebekler, çeşitli nedenlerle 37’nci haftadan önce dünyaya gelir. Bu durum, bebeğin organ gelişimini tamamlayamadan doğması anlamına gelir ve başta solunum olmak üzere birçok sistem açısından risk taşıyabilir. Erken doğumlar, gerçekleştiği haftaya göre alt gruplara ayrılır: 34–36 hafta arası; geç preterm doğum, 32–34 hafta arası; orta preterm doğum, 28–32 hafta arası; erken preterm doğum, 28 haftadan önce; çok erken doğum. Doğum haftası ne kadar erkense, bebeğin bakım ihtiyacı ve riski o kadar artar.
ERKEN DOĞUMA NELER SEBEP OLUR?
Erken doğumun nedeni her zaman net bir şekilde tespit edilemeyebilir. Ancak bazı risk faktörleri bilinir:
- İkiz ya da üçüz gebelikler.
- Rahim veya rahim ağzı problemleri.