Selim Türsen

FETÖ’cü öğretmenler kaç öğrenciyi eğitti?

2 Ağustos 2016
GEÇEN hafta kaybettiğimiz dünyanın en ünlü tarihçilerinden Halil İnalcık’la ilgili yazıları okurken önemli bir nokta dikkatimi çekti.

Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı savaş veren Türkiye’nin yeniden ayağa kalkmaya çalıştığı yıllar. Nüfus sadece 14 milyon ve halkın yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyor. Devlet bütçesi ancak ülkeyi korumaya çalışan ordunun ihtiyaçlarına yetiyor.

İşte bu dönemde sadece maarif teşkilatı ve sağlık için ordunun bütçesinden kesinti yapılmış. Küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sırrı burada yatıyor. Ayakta kalabilmenin silahlı güçlerin yanında ancak eğitimciler ordusuyla mümkün olacağını gören Atatürk ilk yatırımı maarif teşkilatına yapmış. Halil İnalcık da o eğitim seferberliğinden yer alanlardan biri. Sonra da lafa değil bilimsel verilere dayalı Osmanlı İmparatorluğu’nu her yönüyle anlatan eserlerini yazmış.


3 MİLYON GENÇ
Darbe sonrası kamudaki görevlerinden alınan 70 bine yakın personelin 22 bine yakınının öğretmen olduğu haberleri de FETÖ örgütlenmesinin eğitime verdiği önemi bir kez daha gözler önüne serdi. Bu rakamları görünce ilk aklıma gelen “FETÖ tedrisatından geçtiği düşünülen bu öğretmenler yıllardan beri acaba kaç öğrenciyi eğitti?” sorusu oldu. Öyle ya... Bir öğretmen ortalama 30 öğrenciyi eğitse 20 bin öğretmen 600 bin öğrenciye ders vermiş olur. Bu kadar çok sayıda eğitmenin ortalama 5 yıl etkin bir şekilde görevde bulunduğunu düşünürsek en az 3 milyon öğrencinin işten el çektirilen öğretmenlerin eğitiminden geçtiğini varsayabiliriz. Sadece İzmir’de en az 100 bin öğrencinin bu eğitimden geçmiş olması sürpriz olmaz.
Tabii açığa alınan öğretmenlerin hepsi böyle olmayabilir, kurunun yanında yanan yaşlar da mutlaka vardır. Ama daha önce hazırlandığı anlaşılan bu listelerin de belli şüphelerle hazırlandığını da göz önünde bulundurmak gerek. Bunun yanında bu öğretmenlerin hepsinin de FETÖ’cü dünya görüşünü derslerde anlattığını varsaymak da doğru olmayabilir. Ama bu kadar öğretmenin milli eğitime sokulmasının belli bir amacı olduğu da çok açık.


Yazının Devamını Oku

Çılgın Türkler

27 Temmuz 2016
DARBE teşebbüsü bir çılgınlıktı.

Ama darbeye karşı çıkan kitlelerin de toplu halde tanklara, toplara, helikopterlere bağırlarını açıp yürümeleri, dünyada eşi görülmemiş en çılgın direnişlerinden birisiydi. Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı destanını anlattığı ‘Şu Çılgın Türkler’ kitabında olanlardan fazlası var, eksiği yok. Kimileri vatan sevgisi, kimileri iman gücü, kimileri lidere olan inancıyla bu direnişi gösterdi, kimileri demokrasi elden giderse başına gelebilecekler korkusuyla.

Yaralananlarla yapılan söyleşilerden anlaşıldığı kadarıyla direnenlerin büyük çoğunluğu orta ve alt gelir gruplarından. Büyük bir olasılıkla da bu iktidar döneminde son 15 yılda gelir durumları düzeldi, pastadan pay almaya başladılar. Kimi belediyelerde iş buldu, kimi devlet dairelerinde. Ya da esnaf kredileri, KOBİ vs. gibi devlet destekleriyle güçlenebildi. Daha öncesi kapısından geçemedikleri sağlık kuruluşlarına gidebilir oldular. Tankların karşısına çıkarken akıllarına bunlar gelmese de iktidar elden giderse kaybedecekleri çok şey vardı.
Bir de bazılarının tankların üzerine çıktığı saatlerde bankamatiklerden para, fırınlarda ekmek, benzin istasyonlarında depolarını doldurma kuyruğuna girenler vardı. Onlar da aniden başlayan kaosun nereye kadar süreceğini göremeyip çocuklarını ve ailelerini koruma iç güdüsüyle harekete eden gelir durumları daha iyi, sıradan vatandaşlardı. Bu arada darbe gecesi bankalardaki paralarını transfer etmek için müdürlerin telefonlarını sabaha kadar susturmayan işadamları hikayeleri de dinledik. Sonuçta herkesin kaygısı başkaydı.


ENDİŞEDEN UMUDA
Darbe sırasında İzmir’e tanklar giremedi, uçaklar, helikopterler başka hedeflere yöneldikleri için bombalar yağdıramadı, ama İstanbul ve Ankara’nın yaşadığı tramvayı biz de yaşadık. Her şeyden önce pek çoğumuzun çoluğu, çocuğu ya da mutlaka bir yakını vardı savaş halindeki bu iki büyük kentte. Televizyonların başından ayrılmadan, cep telefonlarını elden düşürmeden an be an yaşadık dehşeti.
Siyasi liderlerin hepsinin en baştan itibaren darbeye kesin tavır almaları umut verdi. Ama ben şahsen AK Parti üst düzey yöneticilerinin katılım kararıyla CHP’nin mitingi ve ardından Beştepe’deki siyasi liderler zirvesine kadar gelecekten çok endişeliydim. Düşünün son olaylarla ordu öyle bir hale geldi ki, astların üstlere, üstlerin astlara güveni en alt düzeyde. Bir emir verilse emrin, doğruluğu konusunda hep bir şüphe olacak. Benzer durum bir çok kamu kurumu için de geçerli.


Yazının Devamını Oku

Darbe olasılığı yüzde 2.5 idi

19 Temmuz 2016
“Darbe yapmak kek pişirmeye benzer. Eğer tarifeyi adım adım uygulamaz, malzemeyi eksik koyarsan yakarsın.”

Bu sözler askeri darbeler üzerine matematik bir model geliştirmiş Jay Ulderfeld’e ait. Politik tahminler uzmanı Ulderfeld’in New York Times’taki açıklamalarına göre Türkiye’de darbe başarıya ulaşsaymış büyük sürpriz olacakmış. Nedeni ise 2016 yılı raporuna göre Türkiye’de darbe olasılığının sadece yüzde 2.5 olması. Dünyadaki 160 ülke arasında Türkiye darbe olasılığı olan ülkeler arasında 56’ncı sıradaki yeri ile Laos ile İran arasındaymış. Bu sıra oldukça istikrarlı ülkelerin toplandığı grupta bulunuyormuş.

Modele göre bir toplumda darbenin altyapısının oluşması için ekonomik gelişmeler, politik özgürlükler, kamu sağlığı gibi temel kriterlerin oluşması gerekiyor. Darbe uzmanı araştırmacı, ‘Erken Uyarı Projesi’ adlı bir araştırmaya göre Türkiye’nin darbeye aday ülkeler arasında olmadığını söylüyor.
Darbe olasılığı olan ülkelerde yüksek oranda bebek ölümleri gibi yaygın yoksulluğun göstergesi olan ekonomik veriler bulunuyor. Ulderfeld, Türkiye’nin ise büyüyen ekonomi ve hızla azalan bebek ölüm oranlarına dikkat çekiyor.
Türkiye’de 12 Eylül darbesi öncesi ekonominin 70 cente muhtaç olduğu benzin, yağ, sigara kuyruklarının olduğu yokluk yıllarını hatırlarsak bu verilerin önemi daha iyi anlaşılır. Yoklukla birlikte içeride iç savaşa dönüşen sağ sol kavgaları en üst düzeydeydi. Sonunda ekonomiyi ayağa kaldırmak için 24 Ocak kararları ile toplumun büyük fedakarlıklar yapmasını gerektiren çok acı bir ilaç verildi. Ama bunu tam anlamıyla yutturmak 12 Eylül darbesinden sonra silahların gölgesinde mümkün oldu.


TARİFEYİ UYGULAYAMAMIŞLAR
Araştırmacının dikkat çektiği çok önemli bir başka nokta ise komşu ülkelerde silahlı çatışmalar olduğu zaman da darbe olasılığı düşük oluyor. Toplumların tek bir bayrak etrafında toplanma isteği bunun nedeni. Türkiye’yi terör tehdidi altına sokan Irak’ta, Suriye’de olup bitenlere bakarsak sadece bu neden bile darbecilerin ne kadar büyük bir yanlış yaptığını gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

At sineği  

13 Temmuz 2016
Felsefenin  babası Sokrates kendini at sineğine benzetirdi. Tatsız biçimde ısıran yapışkan, rahatsız edici ama zarar vermeyen bir sinek.  

Ama kendisi  zarar vermediğini düşünse de Sokrates’in  sürekli sorgulaması ve akıl yürütmesi Atina’da birilerini rahatsız etti.  Sonunda tanrılara yeterince saygı göstermemek,  gençleri otoriteye karşı gelmeleri için yoldan çıkarmak gibi gerekçelerle mahkemeye verildi. Büyük jüriyi oluşturan 501 yurttaşın yarısından fazlası Sokrates’in  cezalandırılmasını istedi. 70 yaşındaki  Sokrates af dilemek bir yana   ömür boyu bedava yemekle ödüllendirilmesi  gerektiğini söyleyerek  Atinalıları iyice kızdırdı. Sonunda   baldıran otu zehiri içirilerek idam edildi.

Ölümünün üzerinden 2400 yıl geçti ama  hala  her toplumda  Sokrates gibi at sinekleri var ve sorgulamaktan vazgeçmiyor.  Örneğin Türkiye’de pek sorulmaz ama ABD başta olmak üzere gelişmiş toplumlarda en fazla sorulan soru  vergilerin nereye harcandığıdır.  Halk, kendilerinden alınan vergileri  hükümetlerin, bürokratların sanki kendi paralarıymış gibi  sorgusuz, sualsiz harcamalarına göz yummaz.  Örneğin  vergilerini en düzenli  ödeyen ve devlet bütçesine en yüksek katkıda bulunan il lerden biri olarak bilinen İzmir’in vergilerini n kuruşu, kuruşuna   nerelere ve nasıl harcandığı bilinir. ABD , Almanya gibi ülkelerde işleyen sistem böyle.  

Sorgulamak demokrasinin temel şartlarından biridir. Örneğin Kültürpark’la ilgili yeni projeler hakkında soru sormak da herkesin hakkı.  Ben şahsen  Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda titiz davrandığını düşünüyorum ama kafalarda soru işaretleri varsa bunlara açıklık getirilmeli.  Kültürpark’ın yeni planları, maketleri konur halkın önüne ve ortada bir sorun varsa ortak akılla çözülür.   Bu arada işi medya malzemesi ya da siyasi malzeme haline getirmek  isteyenler de ortaya çıkmış olur.

Sonuçta hayatın her alanında gelişme, veya olumsuzluklardan korunmak için Sokrates gibi at sinekleri ne her zaman  ihtiyaç vardır. Onlara kızmak yerine teşekkür etmek gerek.

 

Boşuna kavga

Yunan adaları ucuz, Çeşme pahalı kavgası yine canlandı.  Bence  turizmcilerin “Bizde vergiler, maliyetler yüksek . İstakoz yerine kumru yesinler”  gibi açıklamalarla  fiyatları masum gösterme çabalarına  hiç gerek yok.  Her şeyden önce Çeşme’de  kumruların fiyatlarının da başka yerlerdeki emsallerine göre hayli uçuk olduğunu söylemek gerek. 

Bir başka uçuk fiyat örneğine ise arife günü bir büyüğümü götürdüğüm  Çeşme’nin Ovacık, Ildırı, Dalyanköy, Çiftlikköy gibi köylerinden birindeki bir berber dükkanında   şahit oldum. Maksat köy

Yazının Devamını Oku

Çeşme’de susuz bayram

6 Temmuz 2016
İNSANLIĞIN Mars’ta bile suyun izlerini bulduğu bir çağda Çeşme’de musluklardan 48 saat damla su akmaması tam bir felaket.

 Özellikle Dalyanköy’ün yukarı kesimleri gibi yerlerde susuzluktan insanlar tuvaletlerini bile damacana suyla temizlemek zorunda kalıyor. Su satıcılarının keyfi yerinde, ama günlerce musluklarından su akmayan, akınca da ip gibi akan ev sahiplerinin İZSU’nun hayli hatırını saydıkları çok açık.

Baraj yapıldıktan sonra Türkiye’nin en pahalı sularından birini kullansalar bile yıllardan beri susuzluğu unutan Çeşmeliler, nedense bu yıl su kesintilerinden kurtulamıyor. Arızaların biri bitiyor, biri başlıyor.
Örneğin İZSU’nun 14 Haziran tarihli açıklamasında Dalyanköy’de ana boru arızası nedeniyle yapılan kesintinin 5 saat 30 dakika süreceği belirtilmiş. Kesinti bittikten sonra ise şöyle bir uyarı yapılmış:
“Arızanın giderilmesinin ardından İZSU şebekesinin düşük kotlarında bulunan aboneler tarafından su kullanımı devam ettiği için şebekenin tamamen dolması zaman almaktadır. Çeşme üst kotlarındaki abonelere suyun ulaşımı daha fazla zaman almaktadır.”
Özetle, su geldiğinde vatandaş ve işyerleri su depoladığından daha yukarı kesimlerde oturan binlerce kişiye bir türlü su gitmiyor ya da çok az gidiyor. İşte o gün, bu gündür o borular hala dolamadığı için insanlar damacana suyla yaşamaya çalışıyor.

OTOYOL BİTTİĞİNDE NE OLACAK

İZSU’nun Çeşme’nin dört bir yanıyla ilgili su kesintisi açıklamaları hemen her gün yapılıyor. Eğer bu kadar çok arıza oluyorsa sistem iflas etmiş demektir. Neden bu hale geldiğinin araştırılması gerekir. Eğer barajdaki su yetmiyorsa bu kadar hızla büyüyen bir yerin ihtiyacının neden daha önceden belirlenip tedbir alınmadığı sorusu akla gelir.ı

Yazının Devamını Oku

Yarım kalan sevinç

29 Haziran 2016
İZMİR’den İstanbul Atatürk Havalimanı’na saat başı uçak vardır. İzmirlilerin bir ayağı ya iş, ya eğitim, ya da eş dost, akrabalar nedeniyle devamlı İstanbul’dadır.

O nedenle Atatürk Havalimanı’nda bombaların patladığı duyulduğu anda bir çok İzmirli telefona sarılıp “Bizden bugün kim İstanbul’daydı” diye sormaya başladı.

Sabah saatlerinde bir dost meclisinde hükümetin dış politikadaki barış hamlelerinin turizm başta olmak üzere ekonomiye vereceği yeni hayat öpücüğünü konuşuyorduk. Hatta içimizden biri ekonomik sıkışıklık endişesiyle hükümetin dış politikada çark ettiğini söylemişti.
Gerçekten de mayıs ayında turizmde son 22 yılın en sert düşüşü yaşandı. Rus turist kaybı yüzde 92’ye ulaştı, Alman ve İngilizler’de yüzde 30’dan fazla kayıp var. Şezlonglar boş kaldığı için bir çok otel kapılarını açamazken, turizm sektöründe işini kaybedenlerin sayısı 500 bin kişiye yaklaştığı tahmin ediliyor. Otellere domatesten, havluya yüzlerce çeşit ürün satan yan sektörlerin durumunu da göz önüne alırsak, ekonomik kaybın Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in 10 ile 15 milyar dolarlık tahminlerinin çok üzerine çıkacağı düşünülebilir.
İşte, tam bu karamsar havada önce İsrail ardından Rusya ile barış müjdeleri müthiş sevinç yarattı. Artık AK Parti’ye yakın yazarların bile “Gücümüzün üstünde dış politika yapma döneminin sonuna geliyoruz” diye yazdığını görebiliyorduk. Nihayet bizi Ortadoğu bataklığına çeken politikalar döneminin sonu geliyordu.
Ama önceki akşam Atatürk Havalimanı’ndan gelen haberle sevincimizi kursağımızda bıraktı. Dünyada Türkiye’nin güvenli ülke olmadığı imajını yaratmak için Sultanahmet, Beyoğlu gibi İstanbul’un sembolik turizm merkezlerini hedef alanlar, bu kez en korunmalı havalimanlarından biri olarak ünlenen Atatürk’te bombaları patlattılar. Böylece dünyaya en güvenli yerlerde bile kan dökebiliriz mesajı verdiler.


TERÖRİST AKIL EDEBİLİYORSA

Yazının Devamını Oku

Temmuz ayı sıcaklık raporu

22 Haziran 2016
HAZİRAN ayında 41, hatta Torbalı’da 44 dereceyi gören İzmirlileri haklı olarak temmuz, ağustos aylarının endişesi aldı. Ben de önceki akşam saat 19:30’da bile bulunduğum yerde 36 dereceyi gördükten sonra aynı endişeyle uzatılmış hava raporlarına baktım.

 

Müjdemi isterim. Bugüne kadar isabetli hava tahminlerini gördüğüm web sitesine göre önümüzdeki haftadan itibaren İzmir’de nefes almaya başlıyoruz. Ve bu keyif sıcaklıkların ortalama 29-30 derece olacağı temmuz sonuna kadar sürecek. Ağustos ise henüz yayımlanmadığı için bilemiyorum. Bu yıl mevsimlerde yaşanan kaymaları düşünecek olursak belki de bugünlerde yaşadığımız ağustos sıcaklarıdır.
Gelişmiş ülkelerin terörden bile daha büyük tehlike olarak gördükleri küresel ısınmanın etkilerini her yıl daha fazla hissetmeye başlayacağız. Bu yıl yaşadıklarımız daha başlangıç. Aslında Kuzey Kutbu’ndaki buzdağları eriyerek bu sinyali çoktan vermeye başladı ama çok uzaklarda olduğu için bizler çok iyi anlamadık. Şimdi haziranda gölgede 40 derece başımıza geçtiği için belki daha iyi anlarız.
Geçen yıl son aylarında Paris’te uluslararası Küresel Isınma Zirvesi vardı. Küresel ısınmaya neden olan maddelerin, üretim biçimlerinin sınırlandırılması konusunda beklentilerin çok daha üzerinde bir dizi karar alındı. Bunlardan birisi de kömür gibi fosil yakıtlarının kullanımının hızlı bir şekilde durdurulmasıydı. Küresel ısınma sadece ülkelerin değil insanlığın felaketi olacağı için öyle kararlara her ülkenin titizce uyması gerek. Yoksa kendi kendimizi yok edeceğiz.

GAZETECİ SELAMETTİN BAYINDIR

Bundan üç, beş yıl önce küçük bir operasyon için gittiğim hastanede odamın kapısı açıldı içeri Selamettin Bayındır girdi. Şaşırıp kaldım. Bir iki kişi dışında orada olduğumu bilen yoktu. Meğer Selamettin Bey de bir operasyon için oradaymış. Kat defterinden aynı kattaki diğer hastaların isimlerine bakmış, benim adımı görünce hemen yanıma gelmiş.
O zaman Selamettin Bayındır için “İşte gerçek gazeteci” demiştim. Gazetecilik dürtüsü o kadar güçlük ki, hasta yatağında bile çevresini kolaçan edip, bir şeyler yakalamaya çalışıyor.

Yazının Devamını Oku

Sürekli kriz yönetimi

8 Haziran 2016
Patlamanın İstanbul’u yine kana buladığı gün bir süre önce yaptığım sohbet aklıma geldi.  

Yaşar Holding CEO’su Mehmet Aktaş’a “Siz iş dünyasının işi gerçekten çok zor. Hem içeride , hem dışarıda sürekli gündem değişiyor. Bir yanda Güneydoğu’da şehir savaşları , biraz öteden IŞİD’in attığı roketler.  Döviz kurları bir aşağı , bir yukarı baş döndürüyor. İki ay sonra kendimizi yeni bir seçim ya da referandum  ortamında bulursak hiç şaşmayalım. Bu fırtınada gemiyi nasıl yürütüyorsunuz?” diye sordum.Cevabı çok kısa ve net  bir şekilde  “Sürekli kriz yönetimi” oldu. Aktaş, uzun yıllardan beri plan ve projelerini her an en kötü senaryo gerçekleşecekmiş gibi yaptıklarını söyledi. Böylece kötü senaryolar gerçekleştiğinde ne yapacaklarını bildiklerini sürprizle karşılaşmadıklarını belirtti. Galiba Türkiye gibi bir saat sonra nereden, ne geleceği belirsiz bir  ülkede en doğrusu bu. Sadece şirketler değil insanların da en kötüye hazırlıklı olmaları gerek.   Yayın evi sahibi Hakan Tekin ve İstanbul Üniversitesi’nde memur eşi  Esra Tekin ile Laleli’de mağaza müdürlüğü yapan Ahmet Albayrak ve bankacı 29 yaşındaki Elif Tutuş sabah evlerinden çıkarken bir patlamaya bu dünyadan ayrılacaklarını akıllarının köşesinden geçirmiyordu. 


En kötü senaryo
Yıllarca  Türkiye,   Avrupa Birliği’ne  çapa atamazsa Ortadoğu batağının içine çekilme ihtimalimiz olduğunu çok yazdım. Ne yazık ki şu anda en kötü senaryo gerçekleşiyor. Türkiye hızla batıdan uzaklaşıyor. Otoriter bir rejim görüntüsüyle Ortadoğu batağına tahminimizden çok daha büyük bir hızla saplanıyor. Belki de AB ile ilişkiler kafalardaki başka bir düzen anlayışını hayata geçirebilmek için  özellikle sorunlu hale getiriliyor.Böyle bir ortamda vatandaşlar olarak bizlerin de yaşamımızda sürekli kriz yönetimi uygulamamızdan başka çare kalmıyor.  Her an , her yerde yanı başımızda bir bomba patlayabilir, kaza kurşunu gelebilir, bir yakınımızın tanıdığımızın şehit haberini alabiliriz.  Yarım asırdan beri her an patlayabilen bir barut fıçısı olan Ortadoğu işte böyle bir yer. Ne yazık ki üç dört yıl öncesine kadar bize çok uzak gelen bu bölgenin artık bir parçasıyız. Yine de umut Her şeye rağmen ben hala bir şeylerin değişeceğine inanmak istiyorum.  Öncelikle Türkiye bölgedekilerden farklı bir ülke.  Avrupa’nın en büyük ordusuna ve  Osmanlı İmparatorluğu’nun bıraktığı 600 yıllık  büyük devlet mirasına ve geleneklerine sahip.  Aşiretler ve  kabileler ülkesi değil. NATO üyesi olarak  Batı için büyük stratejik öneme sahip. Kişilerin veya ailelerin keyiflerine göre yönetilen bir ülke olmasına izin verilemeyecek kadar değerli bir ülke. Durum bu olunca dengelerin yeniden kuruması herhalde kaçınılmaz olur. 

Yazının Devamını Oku