Terör Avrupalı turistlerin Türkiye’den ayak kesmelerinin en önemli nedeni. Turizmin kalbi Sultanahmet ve Beyoğlu’nda patlayan canlı bombalar, İŞİD’in attığı roketlerin Gaziantep’e kadar ulaşır olması Avrupalıların gözünde Türkiye’yi güvenli bir ülke olmaktan çıkarmış durumda.
İspanya’daki otellerde ise yer kalmamış. Millet turistten bıkmış. Hürriyet’te fotoğrafı yayınlandı , duvarlara “Tourist go home” yazarak “Evinize dönün” protestoları yapmaya başlamışlar.
Fiyatlar kıran, kırana
İzmir, Çeşme başta olmak üzere yabancıdan çok yerli turistlerin çekim merkezi olduğu için gelişmelerden çok etkilenmez açıklamaları yapıldı bugüne kadar. Ancak kruvaziyer gemilerin de artık İzmir seferlerini iptal ettiğini unutmayalım.
Daha da önemlisi yabancı turistleri kaçıran Antalya gibi beş yıldızlı merkezler çok cazip fiyatlarla yerli turistlerin peşine düşmüş durumda. Bir yerli turist TV’deki röportajında “Bu fiyata böyle kalite, böyle hizmet beklemiyordum. Çok şaşırdım” diyordu.
Böyle haberlerin artmasıyla yerli turistin ibresini İzmir’den Antalya ve diğer yörelere çevirmesi çok normal. Ya da Ege’deki oteller müşteri kaçırmamak için kıran, kırana fiyat rekabetine girecek.
Turizme Japon modeli
Turizmde çok zor bir yıl geçecek. En kötü senaryonun gerçekleşerek gelen turist sayısının 8 milyon kişi azalması, gelir kaybının ise 10 milyar doları aşması bekleniyor. Turizmciler bu puslu günlerde devletin yaptığı desteğin de yetersiz kalacağını yeni Turizm Bakanı’ndan yeni beklentileri olduğunu dile getirmeye başladı bile.
Samsun Üniversitesi’nde Diş Hekimliği Fakültesi öğrencisiymiş gençler. İzmir’e Türk Diş Hekimleri Kongresi için gelmişler. Buralara kadar gelmişken Urla’yı, Çeşme’yi de görmek istemişler. Kocaeli, Mersinli olan gençler ilk kez geldikleri için izlenimlerini merak ettim.
İzmir’i çok beğendiklerini ama Urla’da hayal kırıklığına uğradıklarını söylediler. Nedenini sorduğumda genç kız “İskele’de kaldık. Aslında çok güzel bir yer olabilir ama çok bakımsız. Temiz de değil. Sahip olduğu ünü hak etmiyor” dedi. Daha önce de benzer hayal kırıklıkları dinlediğim için çok şaşırmadım. Ama temiz olmadığı eleştirisinden rahatsız oldum.
İkinci değerlendirme ise Urla’nın gençler için pek cazip bir yer olmadığı şeklindeydi. Emekli kasabası dedikleri Urla’da yaşlarına ve kafalarına uygun gidecekleri bir yer bulamamışlar. Halbuki bir gün önce gittikleri Kuşadası’nı ve Şirince’yi çok beğenmişler.
5 bin kişi geldi
Fuar İzmir, tarihinin en büyük etkinliğine ev sahipliği yaparak Diş Hekimleri Kongresi’nde 5 binden fazla kişiyi ağırladı. Öğrencilerden etkinliklere katılabilmeleri için sadece 1 lira alındığı için çeşitli şehirlerdeki 52 diş hekimliği fakültesinden yüzlerce genç gelmiş.
Büyükşehir Belediyesi’nin böyle bir Kongre’ye ev sahipliği yapmasıyla, Kongre turizminin İzmir için önemi somut olarak anlaşılmış oldu. Kongre için İzmir’e gelen beş bin kişinin bu kent için söyleyecekleri her olumlu sözün en az 30 bin kişinin kulağına gideceği istatistiklerle mevcut. Tanıtımın yanı sıra 5 bin kişinin şehirde attığı küçücük bir tur bile restoranından, hediyelik eşya satıcısına İzmir ekonomisinde büyük bir dinamizm yaratıyor.
Hayal kırıklığı yaşanmasın
Bay Votta, İtalyan ama 18 yıldan beri Türkiye’de yaşıyor. Artık bizden sayılır. Sohbet sırasında Türk Traktör’ün Avrupa’nın en büyük traktör fabrikası olduğunu öğrenince doğrusu biraz şaşırdım. Aslında biraz araştırınca şaşılacak çok şey olduğunu gördüm. Önce yakından başlayayım. Manisa 80 bin 500 adetle Türkiye’de en fazla traktöre sahip kentimizmiş. İkinci sırada yine 80 binin üzerinde traktörle Konya, üçüncü sırada 59 binle Balıkesir ve dördüncü sırada da yine 59 bin civarında traktörle İzmir geliyor.
DÜNYANIN DÖRDÜNCÜ BÜYÜK PAZARI
Türkiye’de toplam 1.6 milyon civarında traktör var. Çin, Hindistan, ABD’den sonra dünyanın dördüncü büyük pazarı. Brezilya yüzölçümü çok daha büyük bir ülke olmasına rağmen Türkiye’de oradan iki kat daha fazla traktör satılıyor. Afrika kıtasının tamamında yılda toplam 25 bin traktör satılıyor, Türkiye’de ise geçen yıl satılan traktör sayısı 69 bine yaklaştı. Türk Traktör’ün sadece Ege Bölgesi’nde sattığı 5 ile 6 bin civarındaki traktör Portekiz’de bir yılda satılan traktör sayısına eşit.
Votta’ya Türkiye’nin neden böylesine traktör zengini bir ülke olduğunu sorduğumda tarımda izlenen politikalardaki istikrara dikkat çekti. İnişli çıkışlı değil düzenli destek politikaları olunca, Ziraat Bankası’nı arkasında görünce çiftçinin yarından endişe etmeden yeni traktör aldığını ya da eskisini değiştirdiğini söyledi. Ayrıca, giderek azalsa da hala tarım kesiminde 20 milyon kişinin yaşadığını ve Türkiye’de köyden kente göçün yavaş yavaş gerçekleştiğine dikkat çekiyor.
Traktör sanayinin gelişimi Türkiye’yi sadece üretim değil teknolojide de dünyanın önde gelen merkezlerinden birisi yapmış. Örneğin, Türk Traktör’ün şu anda en fazla ihracat yaptığı ülke ABD... Japonya gibi teknolojik üstünlüğü olan bir ülkeye bile 2013’ten bu yana ihracat yapan şirket dünyada 130’dan fazla ülkeye traktör veriyor.
Evde bebekler büyüyor, öğrenciler okula gidiyor, esnaf dükkan açıyor, işçi fabrikada çalışıyor, kahvede okey oynanıyor, meyhanede kadehler kaldırılıyor, düğün dernek oluyor. Bütün bu hengame arasında gelen güzel haberler ise kötü günlerin eninde sonunda biteceği umudunu canlı tutuyor.
İzmir- Londra hattı
Geçen hafta İzmir’le ilgili üç haber dikkatimi çekti. Bunlardan birisi British Airways’in yeniden İzmir – Londra direk seferlerine başlamış olması. Bu köşede bir çok kez yazdım. İzmir gibi yurtdışı yolcusu çok bir kentten Avrupa’ya gitmek için İstanbul’dan aktarma yapmak hem zaman, hem para kaybı. Herkesin Türkiye’ye sırt çevirdiği bir dönemde British Airways’in İzmir- Londra seferlerini başlatması hem anlamlı, hem de İzmir’in geleceğine olan güvenin önemli bir göstergesi.
Çin’e Afyon patatesi
İkinci olarak bir İzmir grubu Özgörkey’lerin ortakları Ata grubuyla birlikte Afyon’dan Çin’e Burger King’lerde satılmak üzere patates ihraç etme hazırlığı. Proje gerçekleşirse yılda 10 milyon dolarlık patates Çin’de Türklerin işletmesini yaptığı 500 Burger King restoranına gönderilecek. İleride Çin’e dondurma ve süt ihracatı da planlanıyormuş. Nüfusu 1.5 milyarı aşan Çin’e gıda ürünleri ihracat kapılarının Ege’den açılması patates üreticileri başta olmak gıda sektörü için umut veren haberler.
Meğer büyük şehirlerin kalabalığından kaçmaya, camları açılamayan yüksek binaların suni havasından çıkıp derin nefes almaya, şık ambalajlar içindeki yiyecekler yerine doğal tatlar almaya insanların ne çok ihtiyacı varmış. Önce Alaçatı Ot Festivali, geçen hafta da Urla Enginar Festivali’ne gösterilen bu olağanüstü ilgi başka türlü izah edilemez.
İzmirliler bir yana, İstanbul’un kalabalığından, trafiğinden kaçanlar da buradaydı, Türkiye’nin dört bir yanından turlarla gelenler de. Urla’ya, Alaçatı’ya gelenlerin bir bölümü aşırı kalabalık nedeniyle hayal kırkılığına uğramış olabilir. Ama festival bu, adı üzerinde biraz kalabalık olacak elbet. Ama tadı kaçmaması şartıyla...
Turizm istatistiklerine göre bir kişinin bir yerden övgü ile bahsetmesi en az 6 yeni turist getiriyor. Son bir kaç gündür Ertuğrul Özkök gibi Türkiye’nin en çok okunan yazar ve yöneticilerinin festival için geldikleri Urla üzerine yazıp çizdikleri, milyonlarca dolarlık tanıtım bütçesine bedel. O nedenle daha birkaç yıl öncesine kadar tarlada kaldı denilen enginardan festival yaratmayı akıl edenlerle, bu organizasyonu başarıyla gerçekleştirenleri kutlamak gerek.
Yazılıp çizilenlerin katkısıyla Urla’ya gösterilecek ilgi, Bağbozumu gibi yeni etkinliklerde fazlasıyla artacak. Urla’nın artık hızla markalaşan bir yerleşim birim olacağını yaşayarak göreceğiz.
Sıkışıklığa çare gerek
Hatta İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda bir ilki gerçekleştirerek 3 bin 500 kişiye hizmet verebilen Türkiye’nin ilk görme engelliler kütüphanesini kurduğunu bile hatırlatmak gerek.
Ancak bazı işlerde birilerinin iş bilmezlikleri veya özensizlikleri yapılan güzel işlere , harcanan onca emeğe, masrafa ve iyi niyete gölge düşürüyor.
Karşıyaka’dan diş hekimi arkadaşım Dr. Yıldırım Uran’ın bir mesaj yazarak gönderdiği fotoğrafı görünce ne diyeceğimi bilemedim. Uran mesajında “Atakent’te tramvay çalışması nedeniyle yenilenen kaldırımda, görme engellilerin yürüme şeridini kapatan ağaç kaza ve yaralanmalara neden olabilir” diyerek bir hekim hassasiyetiyle yapılan yanlışa dikkat çekmiş.
Gerçekten de böyle bir hatayı anlamak mümkün değil. Görme engelli vatandaşlarımız kendilerine özel yapılan şeritte güven içinde yürürken bir anda başlarını ağaca çarpmaları durumunda neler olabileceğini düşünüyor musunuz. Yaralanıp, berelenme bir yana, karanlıkta yaşayan bir insanın çarpışma anda neye çarptığını bilmeden yaşayacağı paniği hayal etmek bile zor.
Prof. Kamil Uğurbil önceki gün ödülünü aldı. Beyin konusundaki çalışmalarıyla dünyanın önde gelen bilim adamlarından biri olan Uğurbil, İzmirlilerin de gurur lisesindeki isimler arasında yerini aldı. Aynı geçtiğimiz günlerde gazete manşetlerini süsleyen İzmir’in efsane belediye başkanlarından asfalt Osman’ın torunu Osman Kibar gibi.
Kamil Uğurbil ilköğrenimini doğum yeri olan Tire’de Kurtuluş İlkokulu’nda aldı. Orta eğitiminin ilk bölümü ise orta okul son sınıfa kadar Bornova Anadolu Lisesi’nde (eski adıyla İzmir Koleji). Daha sonra İstanbul Robert Kolej, oradan da Colombia Üniversitesi.
Siyasetin, terörün, bazı bölgelerin savaş halinde olduğu bu sıkıntılı ortamda Kamil abiyle birlikte Türkiye’ye gelen umut dolu hava bence 10 Nobel ödülüne bedel. Zihni’yle sohbet ederken, abisinin yer aldığı bir çalışma grubundaki diğer 7 bilim adamının hepsinin Nobel ödülü sahibi olduğunu söyledi. Türkiye’nin Nobel’i sayılan Koç Vakfı Bilim Ödülü’nü alan Prof. Kamil Uğurbil, gelecekte Nobel ödülü sahibi de olursa hiç sürpriz olmayacak.
Uğurbil kendisiyle yapılan söyleşilerde “Çok sevindiğim bir ödül. Çünkü memleketimin ödülü. ABD’deki araştırmalarımı etkileyebilir. Benim Türkiye’ye olan katkımı artıracak bir ödül bu” diyor.
İşte bu nokta çok önemli. Sadece ABD’de Kamil Uğurbil gibi bilim adamı, doktor, mühendis gibi entelektüel düzeyi yüksek tam 250 bin Türk bulunuyor. Geçtiğimiz yıllarda bu bilim adamlarından bir grup ESBAŞ’ta düzenlenen bir konferans için geldiklerinde “Türkiye bizi yetiştirdi ve biz şimdi ABD’de çok önemli mevkilerdeyiz. Ama artık orada bilime yaptığımız katkıların benzerini laboratuvar ve gerekli çalışma ortamı yaratılırsa Türkiye için de yapmaya hazırız. Bir ülke teknolojik buluşlar yapmadan sıçrama yapamaz. Biz bu görevi yapmaya hazırız” demişlerdi.
Şimdi sıfırlandı. Haydi biz başka yerlerden gelirlerimiz sayesinde küçülsek bile ayakta durabiliyoruz. Ama bir de tamamen Rusya’ya bağlı olup büyük yatırım yapanlar var, işte onların durumu felaket” dedi.
Sanırım Rusya krizinden iş dünyasının çıkardığı en büyük ders “yumurtaları tek bir sepete koymamak” olacak. Yıllardan beri Türkler, Rusya’dan, Kazakistan’a, Irak’tan, Suriye’ye Avrupa ve Amerikalı yatırımcıların gitmeye cesaret edemedikleri yerlere risk alarak girdiler. Tabii, riskli bölgelerde yapılan işlerin fiyatları da yüksek olduğu için kazançları da hayli yüksek oldu. Hele ilk olmanın getirdiği avantajın tadına doyum olmadı.
Ama Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi gibi hiç beklenmeyen olaylar bir anda bütün hesap, kitapları alt üst edebiliyor. O nedenle bu coğrafyada iş yaparken hem iç, hem dış siyaseti çok yakında takip etmek hem de sürprizlere karşı gelir elde edilen yer ve kaynakları çeşitlendirmek gerek. Tabii, bir de Rusya krizinin Türk turizmine etkilerine bakmak lazım. Gelen haberler özellikle beş yıldızlı dünyadaki otellere Arap sermayesinin göz diktiği yönünde.
Bodrum otellerini ucuza kapatma telaşı
Rusya krizinin ve terörün turizm sektörünü vurmasının ardından Antalya, Fethiye, Bodrum gibi turizm cennetlerinde otellerin satışa çıkarıldığı malum. Ünlü bir turizmciyle sohbet eden bir dostum anlattı. Terör korkusuyla Avrupalı yatırımcıların gelmek bir yana ellerindeki varlıkları satmaya çalıştığı bir dönemde Suudi Arabistan, Katar gibi Ortadoğu’dan yatırımcılar Türkiye’ye üşüşmüş. Üşüşmüşler diyorum, çünkü 5 yıldızlı otelleri bu kriz ortamında, fırsat bu fırsat, yok pahasına satın almaya çalışıyorlarmış.
Anladığım kadarıyla şu sıralarda pazarlıklar kıran, kırana gidiyor. Bir süre sonra Bodrum’daki, Fethiye’deki pek çok otel ve tatil köyünün Arap şeyhlerinin, prenslerinin eline geçtiğini duyarsak hiç sürpriz olmasın. Geçen yıl Dubai emiri El Maktum sahibi olduğu Jumeirah Group, Bodrum’un lüks otellerinden Golden Savoy Hotel’in işletmesini satın aldığını hatırlayacak olursak Arapların bölgeye ilgisine şaşmamak gerek.