Biri entegre petrokimya sanayi bölgesinin kurulması. Diğeri yüksek teknoloji ürünlerinin üretileceği büyük ölçekli endüstri sanayi ve teknoloji bölgeleri kurulması.
Petrokimya denince akla ilk gelen tabii ki, Aliağa’daki PETKİM yarımadası. Tekstilden, buzdolabına, otomobilden, mutfak eşyasına pek çok sektörde üretim yapılabilmesi için PETKİM gibi petrokimya kuruluşlarının ürünlerine ihtiyaç var. Ancak PETKİM’in kapasitesi Türkiye’nin ihtiyacının çok altında. Türkiye her yıl petrokimya ürünleri ithalatı için yurtdışına yaklaşık 11 milyar dolar ödüyor. Dışarı giden bu dövizler ekonominin nefes borusunu tıkayan en önemli kalemlerden biri olan 50 milyar dolarlık cari açığın yüzde 20’sine denk. Türkiye’nin en az 4 PETKİM’e daha ihtiyacı olduğu geçen yıl Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından açıklanmıştı.
YENİ PETKİM YOLDA
Neyse ki, bu konuda hemen başlamaya hazır somut projeler var ve kaynak hazır. PETKİM’i özelleştirmeden satın alan ve bir süre sonra faaliyete geçecek Star Rafinerisi’ni yapan Azerbaycan devlet şirketi SOCAR’ın projesi bu. SOCAR Başkanı geçtiğimiz aylarda Yeni Ekonomi Programı’nda tarif edilen entegre petrokimya tesisleri kurarak projelerini duyurmuştu. Hatta bütün hazırlıkların tamam olduğunu, bazı şartlar oluştuğunda 3 milyar dolara mal olacak projenin 2019 Nisan ayında başlayacağını söylemişti. Ancak, projenin bürokratik tıkanma gibi gecikmeye yol açacak nedenlerden etkilenmemesi için bölgeye özel bir statü tanınması istenmişti. YEP’te net şekilde ifade edildiğine göre, sanırım bu şartlar oluştu.
İzmir Aliağa’ya yeni bir PETKİM ve onunla bağlantılı çalışacak tesisler kurulması inşaat ve sonrasında binlerce işçiye, mühendise, idari personele iş imkanı demek. Halen PETKİM’de 4 bin 300 kişi çalışıyor. Yarattığı ürünler ve yan sanayilerle, ülke çapında yaklaşık 150 bin kişinin istihdamına katkıda bulunduğu hesap ediliyor. Sadece bu rakamlar bile YEP’ten İzmir’e düşen lokmanın büyüklüğünü gösteriyor.
İzmir’de bu yıl 786 binden fazla öğrenci 2 bin 500 civarında okulda ilk, orta ve lise eğitimi alacak. Önümüzdeki haftalarda ise 8 üniversitede yaklaşık 200 bin öğrenci yüksek öğrenime başlayacak. Bu, her gün 1 milyon öğrencinin okul ve evlerine gidip gelirken yollara dökülmesi demek. Metrolar, tramvaylar, otobüsler dolacak, okul servisleriyle trafik artacak.
Ders verdiğim üniversitede geçen yıl sabah ve akşam saatlerindeki aşırı yoğunluktan İZBAN’a binme sıkıntısından şikayetçiydi. Sefer sayılarının azlığı nedeniyle sınav bile kaçırabiliyorlardı.
Bu sıkıntıya Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da geçen hafta ben TV’de yayımlanan söyleşisinde yine değindi. Kocaoğlu halen raylı sistemle günde 800 bin kişi taşındığını belirterek, “İZBAN’da sinyalizasyon çok ilkel. Bu sorun aşılıp sefer sıklığı 4-5 dakikaya inse, fazladan 300 - 400 bin yolcu daha taşırız” diyor.
İZBAN’IN SİNYALİ NEDEN HIZLANMIYOR
İşte tam bu noktada kafalar karışıyor. İZBAN’ın sinyalizasyon sisteminin çok eski olduğu bu nedenle seferlerin yeterli sıklıkla yapılamadığı yıllardan beri dile getirilen bir konu. Konu Devlet Demiryolları’nın sorumluluğunda. Ancak, TCDD web sitesinde yatırım projeleri, ihaleler gibi bölümlere bakıldığında bu yönde bir çalışma görülmüyor. O zaman akla şu soru geliyor. Yüksek hızlı trenler dahil, milyonlarca dolarlık yatırımlara imza atan TCDD, İzmir’de her gün 300 ile 400 bin fazla yolcu taşınmasını sağlayacak sinyalizasyon yatırımını neden hala yapmıyor.
Yaşı yetenler, 70’li yıllarda Türkiye’de assolist olmak için önce Fuar’daki gazinolardan birinde sahneye çıkmayı başarmış olmanın gerektiğini hatırlar. O zamanlar Fuar’a Türkiye’nin dört bir yanından akın olur, hem eğlence, hem de ticaretle İzmir bol kazançlı rüya gibi bir ay geçirirdi.
80’li yıllarda serbest piyasa ekonomisine geçildikten sonra, ithalatta İzmir Fuarı’na tanınan ayrıcalıkların anlamı kalmadı ve geri sayım başladı.
Bugün ise yeni bir yükseliş devrinden söz edebiliriz. Hem kültür sanat ve eğlencede giderek yükselen kalite, hem de fuar için teknoloji ağırlıklı temalar seçilmesi dikkat çekiyor. Örneğin, bu yıl Hindistan yeniden Fuar’a katılıyor. Ama renkli dünyasından çok, teknoloji ağırlıklı ürünleri olan 50 kadar şirketiyle boy gösteriyor.
111 MİLYAR DOLAR KAZANIYOR
Söz teknolojiden açılmışken, Hindistan’ın bilgi teknolojileri ve yazılım sektöründe dünyaya parmak ısırtan girişimlerinden söz etmemek olmaz. Hindistan’ın sadece yazılım ihracatından yılda 111 milyar dolardan fazla döviz geliri var. Çok kısa sürede bu rakam 130 – 140 milyar dolara ulaşacak. Türkiye’nin tekstilden, makineye, incirden, otomobile tüm ihracatının aşağı yukarı Hindistan’ın sadece yazılım ihracatına denk geldiğini düşünürsek olayın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Bilgi teknolojileri sektörü, 1.3 milyar nüfusuyla Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ülkesi olan Hindistan’da işsizliğe de ilaç oluyor. Halen 4 milyon kadar Hintli yazılım sektöründe çalışıyor. Kısa süre içerisinde 3 - 4 milyon kişi için daha iş kapısı olacak. Dünyanın hızla dijitalleştiği çağımızda inşaat gibi vasıfsız sektörler yerine bu alana yatırım, Hindistan’ın uluslararası rekabet gücünü de hızla artırıyor.
YAZILIM İZMİR’E ÖRNEK OLSUN
Hattın öbür ucunda o güne kadar adını çok duyduğum ama hiç tanışmadığım Güngör Uras vardı. Bir gazetenin yeni kurulmakta olan ekonomi servisinde görev alıp alamayacağımı soruyordu. Sonra bizim kuşağın ekonomi gazetecileri gibi benim de Güngör abim oldu.
İzmir’e çok sık gelen Güngör Uras, Ayvalık Zeytin Hasat Günleri’nin de müdavimlerinden biriydi. Ama herkes zeytin toplamada en son geliştirilen makineleri incelerken, ben onu zeytin işçileriyle sohbet ederken görürdüm. Uzun zamandır gidemediğim bu hasatlardan birinde İvrindi’den gelen işçi kadınlar, Güngör abiye yevmiyelerinin günlük 25 TL olduğunu, bir bölümünü de onları Ayvalık’a getiren tayfa başına verdiklerini anlatmışlardı. Daha sonra elinden hiç düşmeyen defterine aldığı notlarla işçilik ücretleri ve zeytinyağı fiyatlarını analiz eden güzel bir yazı kaleme almıştı.
Ben Güngör abiye ‘istatistiklerin efendisi’ derdim. Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalıştığı yıllarda haşır neşir olduğu sektörel üretim, tüketim rakamlarının Ayşe Hanım teyzenin günlük hayatına etkisi yazılarında görülürdü. Hiç akla gelmeyecek veriler, örneğin Türkiye’nin yıllık polietilen üretimi ve bunun hazır giyim fiyatlarını ne yönde etkileyebileceği gibi analizleri Güngör Uras’ın gazetedeki sütunlarında yakalamak mümkündü. Ya da arabanızda giderken bir radyo programında yıllık çimento üretim rakamlarını vererek inşaat sektörünü yorumlarken karşınıza çıkması mümkündü.
AYŞE HANIM TEYZENİN DOLARI
Mesela, uzun tatilin ardından gerçek hayata döndüğümüz bugün gözler ekonomiye çevrilmişken, “Ayağını yorganına göre uzatacaksın. Kazandığından fazla harcamayacaksın” diye olan biteni özetleyebilirdi. Ayşe Hanım teyzenin cebinde dolar olmasa bile dövizdeki dalgalanmaların mutfağını nasıl yaktığını da sokak diliyle çok güzel anlatırdı.
Ekonomi gazeteciliğine rehber olmuş, hep üreten hayat dolu bir insanı kaybettik.
Bodrum’un, Çeşme’nin tatilcilerle birlikte gelen İstanbul trafiği ise hala çözüm bekleyen bir konu. Gelecek yıl İzmir - İstanbul otoyolu açıldıktan sonra gelen ziyaretçi sayısı birkaç kat arttığında neler olacak çok merak ediyorum.
DOLARDAN BİLE HIZLI
Ve tabii, bir de doların bile yetişemediği Çeşme’nin fiyatları meselesi var. Bu bayram bir milyon turist bekleyen Çeşme ve Alaçatı, son aylarda adisyonlara müzik dinleme parası ekleme gibi garip uygulamalarla atılan kazıklarla ulusal basının diline düşmüş durumda.
Eğer bir pizza 500 TL’ye satılıyorsa ve bu parayı ödeyenler de varsa, buna hiç itirazım yok. Bu bir arz ve talep meselesi. Satıcı “Benim pizzam 500 TL isteyen alır, isteyen almaz” der iş biter. Belki restoranına sadece bir pizzaya 500 TL ödeyebilenlerin gelmesini istiyordur. İsteyen gider, isteyen gitmez.
Asıl endişe verici olan müzik dinleme parası gibi hesap pusulalarına sonradan eklenen uygulamalarla turist kazıklayan esnaf türü. Bu kazıklardan yiyen birinden dinledim. Bir öğle sıcağında soluklanmak için eşiyle birlikte Çeşme’nin merkezinde, belediyenin tam karşısında deniz kenarındaki sıradan kahvelerden birine oturmuşlar. Dondurma istemişler. Sonra da içinde sadece üçer top olan iki külah dondurma için tam 53 TL ödemek zorunda kalmışlar. Kabadayı bir edayla hesap pusulasını uzatanlar fiş filan da vermemişler. Her türlü masrafıyla ben diyeyim “5” siz deyin “10” liraya satılabilecek bir ürünü beş kat kârla satanların ne kadar vergi ödediklerini gerçekten çok merak ediyorum.
YAKLAŞIK 19 YIL ÖNCE
Hikaye yaklaşık 19 yıl önce 1 Şubat 1999’da başlar. Bundan sonrasını çocuk doktoru olan Tamer’in kaleminden su gibi akan satırlara bırakıyorum:
“Yoğun bir çalışma günümde muayenehanemin kapısından içeriye kucaklarında yeni doğmuş bebekleriyle genç bir anne baba girdi. Giysileri, konuşma ve tavırları ile kırsaldan geldikleri belli oluyordu. Bebek sağlıklı görünüyordu. Ancak anne ile baba anlatmaya başlayınca bir şeylerin ters gitme olasılığının yüksek olduğunu hissettim. Akraba evliliği yapan anne ve baba daha önce olan iki çocuklarını 1 yaş civarında kaybetmişlerdi. O bebeklerde de her şey normal başlamış ama ardından hastalanmışlar ve hastanelerde tüm çabalara rağmen kurtarılamamışlardı. Bulgular kalıtımsal bir hastalığı işaret ediyordu ancak tanısı konulamamıştı. Anne ile baba bu çocuklarının da aynı akıbete uğramasından aşırı endişe duyuyorlardı.
Uzun ve zorlu bir yolculuğun başındaydık. Bir hafta önce çocuk hastanesinden bir arkadaşım yurtdışı ile genetik hastalıkların taramasıyla ilgili bir bağlantı kurduğunu, istersek bazı taramalar için örnek gönderebildiğini söylemişti. Hemen onu aradım. Ancak tetkikler oldukça pahalıydı. Yine de farklı yöntemlerle bu tetkikleri yaptırmayı başardık. Sonuçlar bebekte bir vitaminin yapımıyla ilgili enzim eksikliği olduğunu söylüyordu. Kaybedilen bebeklerin durumları da bu eksiklikle uyumluydu: Biotidinaz enzim eksikliği.
Bu yıl üniversitelere 1 milyon 32 bin öğrenci alınacak. İzmir’de üniversitelerde yaklaşık 200 bin öğrenci okuyor. Sadece Ege Üniversitesi’ne geçen yıl yaklaşık 12 bin öğrenci kayıt oldu. Dokuzeylül’e de yaklaşık o kadar. Toplamda önümüzdeki ders yılında İzmir üniversitelerine yaklaşık 30 bin yeni öğrencinin kayıt olacağını tahmin edebiliriz.
YARINLARI PARLAK BÖLÜMLER
Geçen hafta öğrencilere yardımcı olması amacıyla Hürriyet’le birlikte verilen meslek tercih rehberinde ilginç bilgiler vardı. Örneğin, gelecek 10 yılda dünyada en çok kazandıracak 10 bölüm; hemşirelik, biomedikal mühendisliği, makine mühendisliği, inşaat mühendisliği, bilgisayar bilimleri, fizik, işletme yönetimi, finans, yönetim bilgi sistemi, aktueryal matematik şeklinde veriliyordu.
Bunun yanında her ülkenin kendi ihtiyaçlarına göre yükselen sektörler ve meslek grupları da var. Örneğin, İzmir’de tarım ve tarıma dayalı sanayi yükselen bir değer. Nitekim Yaşar Üniversitesi bu sektörün çok önemli bir açığını kapatmak için Tarım Teknolojisi Fakültesi açacağını duyurdu. Tarım ve gıda teknolojilerinde dünyanın önemli bilim kuruluşlarından Hollanda’dan Wageningen Üniversitesi işbirliğiyle bu fakülte eğitim verecek.
Sadece Atatürk Organizede yaklaşık 40 bin kişi çalışıyor. Bu sanayi bölgelerinde kurulu fabrikalarda BMW’den Jaguar’a otomotiv devleri için janttan, vites kutusuna yüzlerce çeşit yan sanayi malı, Zara’dan, Mango ve Boss’a dünya markaları için gömlek, takım elbise gibi onlarca çeşit hazır giyim ve tekstil ürünü üretiliyor.
Şimdi dikkat. Robotlar Türkiye’deki yüz binlerce sanayi işçisinin işini çalmaya hazırlanıyor. Daha önce üretimlerini maliyetlerin düşük olduğu ülkelere kaydıran ünlü markalar geri dönüş hazırlığında. Bu kuruluşlar yapay zeka ve robot yatırımlarını artırdıkça Türkiye gibi işgücünün ucuz olduğu ülkelere ihtiyaçları azalıyor.
İşçinin saati 49, robotun 4 dolar
Rakamlar çok açık. Foreign Policy dergisinde yer alan bir araştırmaya göre Almanya’da sanayide çalışan işçilerin saat ücretleri ortalama 49 dolar. Fransa’da 43 dolar. Çok üstün özellikleri olmayan vida sıkan, boya yapan , dikiş diken sıradan bir robotun saat ücreti ise sadece 4 dolara denk geliyor. Bu durum doğal olarak robot kullanımının hızla yaygınlaşmasına yol açıyor.
Sanayide robot kullanımının yoğunluğunu belirleyen ölçümlere göre Almanya’da 2016 yılında her 10 bin işçiye karşılık gelen kurulu robot sayısı 309’du. Bu rakam İsveç’te 223, ABD’de ise 189 oldu. Robot kullanımı bir yılda ABD’de yüzde 7, İsveç’te yüzde 5 ve Almanya’da yüzde 3 arttı. Önümüzdeki 10 yılda ise ABD’de sanayide robot kullanımının ikiye katlanması bekleniyor.
En çok tekstil, otomotiv etkilenecek
Araştırmalara göre robotlaşma en çok tekstil, otomotiv, elektronik gibi sektörleri etkiliyor. O nedenle uzun yıllardan beri ucuz işgücü ve düşük maliyet nedeniyle gelişmekte olan ülkelere kaydırılan yatırımların ülkelerine geri dönmesi bekleniyor.
OECD’nin hazırladığı bir rapora göre ise; robotlaşma ve yapay zekadan en fazla Türkiye, Yunanistan, Litvanya gibi ülkeler ile Güneydoğu Asya’daki ucuz işgücüne dayalı Endonezya, Vietnam, Sri Lanka gibi ülkeler etkilenecek.