Herhangi bir Batı ülkesinde bizdeki kadar çok siyaset konuşulmadığına eminim. Ama bizde çok konuşulmasının da bir nedeni var. Türkiye’de insanlar konu bulamadıklarından değil, mecburiyetten siyaset konuşuyor. İktidarların, yerel yönetimlerin kararları insanların yaşamını doğrudan etkiliyor. Olumlu etkilenenler düzenlerini korumak için olumsuz etkilenenler “Düzen değişmeli” diyerek siyaset konuşmak zorunda kalıyor.
Örneğin, yerel yönetim değişirse kadrolar yerinden oynadığından kimileri için kara günler başlıyor, kimileri için ise umut doğuyor. İşten çıkan ya da işe giren her yeni kişi, aileleriyle birlikte en az 4 – 5 kişinin yaşamını etkiliyor. Böylece seçim sonuçlarıyla başlayan değişim dalgası halka halka bütün şehre yayılıyor.
Demokrasinin sağlam temeller üzerine oturduğu ülkelerde ise ülkeyi yönetenler değişse bile, toplumlar bir uçtan bir uca savrulmuyor. Kurumlarda siyasi kimlikten önce başarı ve liyakat önde geliyor. En önemlisi de ekonomik ve siyasi kriz her fırsatta kapıyı çalmıyor. O nedenle iki Alman veya üç Fransız bir araya geldiklerinde birkaç hal hatırdan sonra bizdeki gibi siyaset konuşmaya başlamıyor.
İzmir için tarım önemli
İZMİR’e dönecek olursak. Bir dost sohbetinde Aziz Kocaoğlu döneminin başarılı ve başarısız icraatları üzerine konuşurken, bir arkadaşımız tarıma verilen desteğe dikkat çekti. Büyükşehir’in Tire Süt Kooperatifi’nden çocuklara dağıtmak için süt alması, Bayındır’dan çiçek, zeytin üreticilerinin kooperatifinden zeytinyağı alım sözleşmeleri yapması, zor bir dönem geçiren tarım kesimi için hayati önem taşıyordu. Şimdi yeni başkan bu sistemi sürdürür mü? Yoksa bitirir mi? Buyurun köy kahvesinde sabahtan akşama kadar siyaset konuşmak için çok önemli bir neden. Doğrudan insanların gelirlerini ve yaşamlarını ilgilendirdiği için konu çok önemli.
İzmir de ‘Yeni Kent Merkezi’ olarak ilan edilen bölgede yükselmeye başlayan binalarla dikey mimaride İstanbul’un yoluna girmiş durumda. Gerçi bunun önemli bir nedeni var. İzmir’in kent merkezinde arazi miktarı sınırlı. Hızla artan nüfusun ihtiyacı olan konut ve işyeri talebi arttıkça dikey yapılaşma normal.
Ancak, İstanbul’da olduğu gibi rant için ihtiyaç fazlası binalar gökyüzünü sararsa, işte o zaman İzmir için büyük hata yapılmış olur. Hesaplamalara göre, İzmir’de yeni kent merkezi ilan edilen bölgede 250 kadar gökdelenin yükselmesi teknik olarak mümkün. Ancak trafikten, kanalizasyona bunun alt yapısı karşılanabilir mi, işte orası kocaman bir soru işareti.
Herhalde, İzmir’in, İstanbul gibi yaşanabilir bir kent olmaktan çıkma olasılığı göz önüne alınarak gerekli önlemler alınacaktır. İstanbul’da yaşananlar İzmir için büyük bir ders olmalı...
Bina değil eğitim seferberliği
TÜRKİYE’de ekonominin lokomotifi inşaat sektöründe “Konut ve AVM için fazla kaynak aktarılıyor” tartışması yıllardır sürüyor. Bir zamanlar ekonomik kalkınmada Türkiye ile aynı düzeyde olan Güney Kore ve Singapur gibi ülkeler ise önce eğitime yatırım yaparak kalkınma yolunu seçti. Bugün her ikisi de dünyanın en gelişmişin ülkeleri arasında.
Singapur 1965 yılında bağımsızlığını kazandığında ülkenin ilk Başbakanı Lee Kuan Yew “Singapur’un kalkınabilmesi için sahibi olduğumuz tek doğal kaynak insanlarımız” demiş ve ilk yatırımı eğitime yapmıştı. Bugün Singapur, eğitim sisteminde dünyanın en iyi ülkesi. Singapurlu öğrenciler, OECD’nin araştırmalarına göre matematik, sözel ve fen bilimlerinde en üst sıralarda.
Her yıl yumurta bırakmak için Ege’nin kuzeyinden Didim’e doğru göçe başlayan çipura sürüleri ekim ayının son haftası ile kasımın ilk haftasında İzmir çevresinden geçerken balıkçılara bayram ettiriyordu. Geçen yıl 10 ile 15 gün balık mezatlarında kiloluk çipuralar normal fiyatlarının yarısına hatta üçte birine kadar daha ucuza satılmıştı.
Ama bu yıl küresel ısınmadan balıkçılar da nasibini aldı. Havalar bu mevsimde hala sıcak ve sakin olduğu için çipura sürüleri açıklardan oltalara, ağlara takılmadan geçip gitti. Birkaç gün balık mezatlarında boy gösterip 1.5 kilosu 70 TL’den satıldı, ama çok kısa sürdü.
Aslında denizleri kirletip atmosfere gazları saldıkça dünyanın geldiği hali en güzel eski fotoğraflar anlatıyor. Geçen ay kaybettiğimiz usta fotoğrafçı Ara Güler’in dediği gibi “Zamanı durduran” bu fotoğraflardan birini bir balıkçı tezgahının arkasında gördüm. Belki de ustanın çektiği karelerden biriydi. Bir hamalın oflaya, puflaya sırtında taşıdığı en az 50 – 60 kiloluk bir balık irisi. Şimdi nerede, pazarda bile satılabilen orkinos bolluğu. Palamut familyasının irilerinden torik bile mumla bulunuyor.
Ne yazık ki, insanoğlu olarak el birliğiyle yaşanamaz hale getirdiğimiz dünyamızda, 50 - 60 yıl önce İstanbul sokaklarında sıkça görülen bu görüntüleri artık görmek mucize...
İzmir’in Fazıl Say şansı
PİYANONUN tuşları Körfez’in suları gibi dalgalanırken, “İzmir ne şanslı bir kent. Dahi bir müzisyen tarafından adına beste yapılan dünyada kaç kent vardır” diye düşündüm.
29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim tarihinde Başbakan olarak atanan İsmet Paşa’nın kurduğu hükümet, TBMM’de güvenoyu aldı.
O yıl, Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim tarihine kadar bir çok kez İzmir’e gelen Mustafa Kemal’in yaşamında çok önemli bir olay daha olmuştu. Soyadı kanunuyla birlikte, ileride Atatürk soyadını alacak Mustafa Kemal, 29 Ocak 1923 günü İzmir’de Latife Hanım’la evlenmişti. Atatürk’ün Uşakizade Köşkü’nde Latife Hanım’ın ailesiyle birlikte çektirdiği bir fotoğraf vardır. Bu fotoğrafta Latife Hanım en sağda görülür.
Evliliğin ilk haftasında, 5 Şubat 1923 tarihinde Mustafa Kemal, Batı Anadolu ve ilçelerini kapsayan bir yurt gezisine çıkar. Bu gezi sırasında 7 Şubat’ta Balıkesirlilere hitap eder ve 10 Şubat’ta tekrar İzmir’e döner.
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ’NDE ATATÜRK
Mustafa Kemal, 17 Şubat 1923 tarihinde yeni kurulacak Cumhuriyetin ekonomi politikalarına rehber olacak 1. İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasını yapar. Konuşmasında, “Bütün sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsin” der.
Bundan tam 95 yıl önce Atatürk İzmir’de, devletlerin başarılı olabilmesi için birinci şartın gelir dağılımında eşitlik olduğunu söyledi. Atatürk’ün gelir adaletinin önemini vurgulayan sözleri bugün hala geçerli.
Health Metrics and Evaluation (IHME) Enstitüsü’nün son araştırmasına göre, 2040 yılına kadar, yani önümüzdeki 20 yıl içerisinde, dünyada ortalama yaşam süresinin en fazla artacağı ülke İspanya olacak.
Ortalama 85.8 yıl yaşayacak İspanyollar bu alanda halen dünyada ortalama 85.7 yıl ile insanların en uzun yaşadığı ülke Japonya’yı bile geride bırakacak. Araştırma diyabet, kanser, aids, kalp rahatsızlıkları gibi hastalık riskleri dikkate alınarak yapılmış. Araştırmanın direktörü Kyle Foreman, İspanya, İtalya, Portekiz, Fransa gibi Akdeniz ülkelerinde ortalama yaşam süresinin artmasında Akdeniz Diyeti’nin büyük rolü olduğunu söylemiş. Zaten aşağıdaki listede görüldüğü gibi, dünyada ortalama yaşamın en uzun olduğu 10 ülkeden 6’sının Akdeniz’de olması da bu teoriyi doğruluyor.
İspanya (85.8 yıl), Japonya (85.7 yıl), Singapur (85.4 yıl), İsviçre (85.2 yıl), Portekiz (84.5 yıl), İtalya (84.5 yıl), İsrail (84.4 yıl), Fransa (84.3 yıl), Lüksemburg (84.1 yıl), Avusturalya (84.1 yıl).
Ege ve Akdeniz’in buluşma noktasındaki İzmir, zengin balık tezgahları, enginar, cibes, şevketi bostan, arapsaçı, turp otu, rezene, istifno, radika, gelincik, sarmaşık gibi sayısız ot çeşidiyle Akdeniz Diyeti’nin tam kalbinde.
Bence, dünyada sağlıklı gıdalara eğilimin arttığı bir dönemde gurme kültürünü giderek zenginleştiren İzmir’in, çok özel ot yemekleriyle, ‘İzmir Diyeti’ diye bir marka yaratmasının tam zamanı...
Efes batabilir
EFES, İzmir’in göz bebeği... Uzun yıllar yılda 3.5 milyon turistin ziyaret ettiği Efes’i, terör nedeniyle lüks yolcu gemilerinin Türkiye seferlerini iptal etmesi üzerine 2017 yılında sadece 450 bin kişi ziyaret etmişti. Ne mutlu ki, şeytanın bacağı 2018 yılında kırıldı ve ziyaretçi sayısı ilk altı ayda bir milyonu aştı. Kruvaziyer gemilerinin yeniden Türkiye’ye gelme işaretleriyle 2019’da parlak günlere geri dönüş umudu arttı.
Artık sadece eş, dost değil, şehirde, ülkede olup bitenler de sosyal medyadan takip edilir oldu. Sosyal medyada takip ettiğiniz bir dostunuz ya da beğendiniz bir yazarın, sanatçının paylaştığı bir haber, bir anda size, sizden kendi takipçilerinize giderek geometrik bir hızla yüzlerce, binlerce, on binlerce kişiye ulaşabiliyor.
Eğer haber ‘doğru’ ise ışık hızıyla yayılması güzel bir şey. Geçen hafta yakın bir arkadaşımın sosyal medya grubumuzda paylaştığı bir haberde televizyonda reklamları yapılan rezidans ve AVM projelerinin Kültürpark’a yapılacağı gibi saçma bir yazı vardı. Gülüp geçtim.
Ama daha sonra bu paylaşımın çok sayıda kişiye ulaştığını ve bayağı da ciddiye alındığını fark ettim. Daha sonra haberin, bazı platformların bilgileri dışında adları kullanılarak sosyal medyada yayıldığı anlaşıldı. Ama bu arada yalan haber çok sayıda kişiye ulaştırılıp kafalar karıştırılmış oldu.
YALAN HABERDE TÜRKİYE BİRİNCİ
Aslında bu çok da şaşırtıcı bir durum değil. Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün hazırlattığı 2018 Digital Haber Medya Raporuna göre, Türkiye sosyal medyada yalan haberde dünya birincisi. Araştırma 37 ülkeden tam 74 bin kişi ile görüşülerek yapılmış. Ne yazık ki Türkiye, haberlerdeki dezenformasyon oranı yüzde 49 olan bir ülke olarak birinci sırada. Yanıltıcı haber konusunda Türkiye’yi yüzde 44 ile Yunanistan ve Malezya takip ediyor. Yalan haberlerin en az görüldüğü ülkeler ise Almanya, Danimarka ve Hollanda.
Bu araştırmaların ortaya koyduğu gerçek Türkiye’de sosyal medyada yer alan haberlere büyük bir şüpheyle yaklaşmak gerektiği. Ancak, yıllardır kendini ispat etmiş güvenilir kuruluş ve kaynakların haberlerini ciddiye almak gerek. Yoksa, çamur at izi kalsın misali, kafalarda soru işareti yaratacak haberlerle kime, neye güveneceğimizi, inanacağımızı bilemez hale geliriz.
İzmir’e başkan seçilecek yeni isim hayli yükseltilmiş bir çıta ile karşılaşacak. Kendi payıma Aziz Kocaoğlu dönemindeki en önemli başarıyı, akılcı bütçe yönetimiyle finans kuruluşları gözünde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kazandığı itibarda görüyorum. İşçilerinin maaşını bile ödeyemez duruma düşen pek çok belediyenin aksine, uluslararası derecelendirme kuruluşları AAA gibi yatırım seviyesi en yüksek seviyede Türkiye’de görülmemiş notları İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne verdi.
KARNE İYİ OLMASAYDI
Fitch gibi bir derecelendirme kuruluşundan AAA gibi notlar alınmasıydı, İzmir’de bugün ne araba vapuru, deniz otobüsü olurdu ne de tramvay, metro gibi toplu ulaşım araçları. Salkım, saçak eski model otobüslerde egzoz gazlarının zehirlerini soluyarak işe, okula gidip gelmeye çalışırdık.
Bazı meteoroloji uzmanlarına göre ‘mini tayfun’, bazı haberlere göre ise saatteki hızı 180 kilometreye kadar ulaşabilecek bir kasırga geliyordu. İzmir’in ve Ege Bölgesi’nin tarihin en sert doğal afetlerinden birinden ne derece etkileneceği henüz belli değildi.
Aslında ilk olarak çarşamba günü sosyal medyada “Kasırga geliyor” haberleri yayılmaya başladı. Ancak, resmi kurumlardan herhangi bir açıklama olmadığı için haberin güvenilirliği konusunda şüpheler oluştu. Bir gün sonra perşembe öğle saatlerinden itibaren ise sosyal medyadaki haberlerin uyarısıyla gerekli araştırmayı yapan Hürriyet gibi güvenilir haber sitelerinde “İzmir için kırmızı alarm” haberleri yer almaya başladı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise İZSU, itfaiye gibi acil durum ekiplerini 24 saat alarma geçirdiğini açıklamıştı.
UYARI İKİ GÜN ARKADAN GELDİ
Ama perşembe günü Meteoroloji, çok kısa bir açıklama yaparak çeşitli senaryolara göre gelişmelerin takip edildiği haberini veriyor, ama alarm vermiyordu. Ulusal televizyonların hava durumu raporlarında da önemli bir uyarı yoktu. Bir yanda internet ve sosyal medyada kasırga alarmları, diğer yanda işi asıl bilmesi gereken kurumlarda ise aşırı sakinlik vardı.
Eğer bu şiddette bir fırtınanın bölgeyi vurma olasılığı yüzde bir bile olsa mutlaka erken uyarı gelmeliydi. İnsanlar evinde, çiftçi bağında, bahçesinde, serasında, iş sahipleri fabrikalarında, balık çiftliklerinde önlem almak için zaman kazanmış olurdu. Sosyal medyada bile çarşamba günü yer alan bu olay ne yazık ki, esas uyarıyı yapması gereken kurumlar tarafından ancak cuma günü dile getirildi. Hem de nasıl önlemler alınması gerektiğini anlatan çok detaylı şekilde. Vatandaşın çarşamba gününden beri beklediği buydu. Herkes kolları sıvadı ve kendi çapında önlemlerini almaya başladı.