ABD Dışişleri Sözcüsü, örgütün ismini geçirmeden NATO müttefiki Türkiye’ye sınır ötesinden yapılan saldırıları kınadıktan sonra öldürülen polislerin ailelerine de başsağlığı dileklerini iletti.
Sözcü, açıklamasında ismini telaffuz etmese de bu olayın sorumlusu olan örgüt, Rusya’nın kontrolündeki Tel Rifat bölgesinde mevzilenmiş PKK/YPG’dir.
ABD, TÜRKİYE’NİN HAREKÂTINA KARŞI
Bu brifingin dikkat çekici bir yönü, bir gazetecinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ABD’nin desteklediği Kürt güçlerine karşı yeni bir harekât düzenlenebileceğinin işaretini verdiğini” söylemesiyle, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine dönük yeni operasyon tartışmasının da gündeme gelmesiydi.
Price “Sınır ötesi saldırıların durdurulması gerektiğini” belirterek “Ateşkes bölgelerinin tüm tarafların riayet etmesi suretiyle korunması, Suriye’de istikrarın güçlendirilmesi ve krize siyasi bir çözüm bulma çalışmaları açısından çok önemlidir” diye konuştu.
ABD Dışişleri Bakanlığı, ateşkes bölgelerinin korunması gerektiğini belirterek, Türkiye’nin yeni bir harekâtına da karşı olduğunu duyurmuş oluyor. Biden yönetimi, Kuzey Suriye’de mevcut statükonun çatışma çıkmadan aynen sürdürülmesi yönünde bir tutum almış oluyor.
YPG, FIRAT’IN BATISINDA RUSYA, DOĞUSUNDA İSE ABD’NİN HİMAYESİNDE
Burada altını çizmemiz gereken bir nokta var. ABD Dışişleri’ndeki brifingde son saldırılar bağlamında yöneltilen soruda, Türkiye’nin muhtemel bir harekâtının “
Hafta başından bu yana Türkiye’nin ne gibi adımlar atabileceği yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Kanaatimizce sahadaki gelişmeleri değerlendirebilmek için Tel Rifat civarında meydana gelen son hadiselerle bir süredir İdlib’deki ortaya çıkmış olan yüksek basınca bir bütünlük içinde bakmak yararlı olabilir. Böyle bir bakışla karşımızdaki kafa karıştırıcı tabloyu çözmeye çalışalım.
HMEYMİM ÜSSÜ’NDEN KALKAN RUS UÇAKLARININ ROTALARI
Önce geçen perşembe günü Suriye’nin batısında Lazkiye şehrinin yanı başında Rusya Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki Hmeymim üssünden kalkan savaş uçaklarının düzenlediği iki operasyonu büyüteç altına yatırmak gerekiyor.
Birinci harekât, İdlib çatışmasızlık bölgesinde M-4 karayolu boyunca kuzey ve güneye doğru altı kilometre derinlikteki güvenlik koridoru içinde, yola hemen bitişik Basenkul köyünün civarındaki bir noktayı hedef aldı. Burası, Türkiye’nin Rusya ile yaptığı mutabakatlar çerçevesinde radikal gruplardan arındırma taahhüdünü üslendiği güvenli koridor. Sahadan gelen haberlere göre, Rusların bu koridorda gerçekleşen saldırısında, Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütüne bağlı 7 militan öldürüldü.
Aynı gün ilerleyen saatlerde yine Hmeymim’den havalanan bir Rus savaş uçağı, bu kez doğuda daha uzak bir noktaya yöneldi. TSK’nın denetimindeki Fırat Kalkanı bölgesinin başlangıcında, Mare kasabasına yakın Tuways’da bulunan TSK üssünün civarındaki bir sahaya iki atış yaptı. Burası Rusların kontrolündeki Tel Rifat bölgesinin hemen karşısında bulunuyor.
Bu harekâtın öncesindeki saatlerde Mare-Tel Rifat ekseninde büyük bir gerilim yaşanmıştı. Önce Tel Rifat çıkışlı olduğu anlaşılan bir PKK-YPG saldırısında, tanksavar silahıyla Tuways’taki TSK üssüne yakın noktada bir Türk askeri şehit edilmişti. Bunun üzerine buradaki TSK mevzilerinden Tel Rifat’taki PKK/YPG hedeflerine doğru kuvvetli bir topçu ve roket ateşiyle karşılık verildi. Rus savaş uçağı işte tam bu sırada devreye girdi.
Görüleceği gibi, TSK Rusya’nın nüfuz alanındaki Tel Rifat’ta PKK/YPG unsurlarını vurunca, durdurma amaçlı olduğu anlaşılan yanıt Rus hava kuvvetlerinden geldi.
Bugün, projektörlerimizi vakaların yükselmesinin büyük ölçüde tetikleyicisi de olan aşılama kampanyasındaki sorunlara çevirelim.
Burada karşımızda ana sorun olarak aşı kampanyasının hızının ciddi ölçülerde gerilemesi konusu çıkıyor.
Sözünü ettiğimiz olguyu, geçen ocak ayından itibaren Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı aşı rakamlarını günlük bazda işlediğimiz bir Excel dosyasındaki veriler üzerinden göstermeye çalışalım.
YAZ AYLARINDAKİ YÜKSEK TEMPO GERİLİYOR
Aşı kampanyasının geçen 13 Ocak tarihinde başlamasından sonra tedarikle ilgili sorunların aşılması ve Çin yapımı Sinovac’ın yanı sıra BioNTech aşısının da devreye girmesiyle birlikte, özellikle yaz aylarında oldukça kuvvetli aşılama oranlarına ulaşılmıştı.
Bir ve ikinci doz, ayrıca üçüncü dozun da 1 Temmuz’da devreye girmesiyle aşılamada toplamda bir hafta içinde 7 milyon kişinin üstüne çıkıldığı durumlar yaşandı. Temmuz-ağustos aylarında genellikle haftalık toplam 5-6 milyon aralığında sayılara ulaşılabilmiştir.
Buna karşılık son zamanlarda, özellikle eylül sonundan itibaren haftalık aşı toplamının 2-2.5 milyon gibi bir aralığa yerleşmeye başladığını görüyoruz. Örneğin, geçen haftanın aşı toplamı 2 milyon 52 bin dolayındaydı. Ondan önceki hafta ise toplam 2 milyon 509 bine ulaşıyordu.
Bu yönelişi aylık toplamlarda da gözlemek mümkündür. Aşamalı olarak bir, iki ve üç olmak üzere bütün dozları dahil ettiğimiz aylık toplamlarda karşımızda yaklaşık rakamlar üzerinden şöyle bir tablo beliriyor: Ocak: 1 milyon 961 bin, Şubat: 6 milyon 370 bin, Mart: 7 milyon 150 bin, Nisan: 6 milyon 928 bin, Mayıs: 6 milyon 225 bin, Haziran: 20 milyon 310 bin, Temmuz: 23 milyon 593 bin, Ağustos: 20 milyon 656 bin, Eylül: 15 milyon 776 bin...
Bu da grafiklerde her seferinde sert bir yükseliş, pik noktasına çıkış ve düşüş eğrisi şeklinde kendisini gösteriyordu.
Bu çerçevede salgın 2020 Mart ayında ilk patlak verdiğinde, özellikle nisan ayındaki tırmanışın ardından mayıs ayında kayda değer bir düşüş gözlenmişti. Daha sonra 2020 sonbaharında kasım ve aralık aylarında ikinci dalganın yükselişine tanıklık ettik. Alınan kapanma önlemleriyle birlikte salgının baskılanmasıyla başlayan normalleşmede bu yılın nisan ayında, kendimizi bu kez üçüncü dalganın içinde bulduk.
Temmuz sonundan itibaren girdiğimiz dördüncü dalgada ise bundan önceki dalgaların hareketlerine uymayan farklı bir örüntünün belirdiğini izliyoruz. Salgın, özellikle 2020 sonbaharındaki ikinci dalganın pik dönemindeki yoğunluğa yakın bir çizgide sabit kalarak, inişe geçmeden düz bir plato şeklinde ilerlemektedir.
Bunu COVID-19 salgınının yüksek bir eşikte kronikleşmesi hali olarak tanımlamakta hata olmaz.
VAKALARDA TEHLİKELİ 30 BİN EŞİĞİ GEÇİLDİ
Şimdi buraya kadar söylediklerimizi rakamlarla daha yakından göstermeye çalışalım. Ancak bunu yaparken öncelikle bir olgunun altını çizelim. Geçen yaz aylarına göreceli olarak rahat bir şekilde girilmesine karşılık, özellikle 19 Temmuz’da başlayan Kurban Bayramı haftasıyla birlikte vakalarda yeniden bir patlama yaşanmıştır. Bir sonraki hafta vakalar birden iki katına çıkmış, zaten bir daha da inişe geçmemiştir.
İçinde bulunduğumuz süreci “dördüncü dalga” kabul edersek, bunu 2020 sonbaharındaki ikinci dalgayla karşılaştırdığımızda çok yakın sayılarla karşılaşıyoruz. (Geçen nisan-mayıs dönemindeki üçüncü dalgada vaka ve ölümler çok daha yüksek pik noktalarına çıkmıştır.)
İkinci dalgada günlük vakalarda en yüksek sayı 8 Aralık 2020 tarihinde 33 bin 198 olarak çıkmıştı. Dördüncü dalgada geçen hafta ilk kez günlük vaka sayısında 30 bin eşiğinin üstüne geçilmiştir. 6 Ekim Çarşamba günü günlük vaka sayısı 30 bin 438 olarak açıklanmıştır.
Aslında son 48 saat içinde sahada olanları kısaca aktarmak bile Suriye’deki tablonun Türkiye açısından ne kadar karışık göründüğünü izah etmeye yeterli olmalıdır.
Göstermeye çalışalım...
RUS UÇAKLARI İDLİB’İ YİNE VURUYOR
Geçen hafta çarşamba günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Lideri Vladimir Putin arasında Soçi’de yapılan zirvenin dört gün öncesinde, Ruslar İdlib üzerindeki yoğun hava saldırılarını durdurmuştu. Erdoğan Soçi’den ayrıldıktan sonra hafta sonundan itibaren eski yoğunlukta olmamakla birlikte yeniden başladı hava harekâtları.
Örneğin, Rus savaş uçakları, önceki gün M-4 otoyolunun hemen üstünde Serakib’in 30 kilometre kadar batısında Basenkul isimli yerleşimin civarındaki bir noktayı bombaladı. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin raporuna göre, Heyet Tahrir eş Şam’a (HTŞ) bağlı bir grubun karargâhını hedef alan operasyonda 7 kişi öldü.
Rusların TSK’nın da kuvvetli bir askeri varlığının bulunduğu muhalefet bölgesinde gerçekleşen bu harekâtı, denetiminden bizzat TSK’nın sorumlu olduğu güvenli koridorun içindeki unsurları hedef aldı.
Bu arada, önceki gün dikkat çekici bir gelişme daha yaşandı ve Ruslar bu kez Türkiye’nin kontrolündeki Fırat Kalkanı bölgesindeki Mare kasabasına yakın bazı noktaları havadan vurdular. Ruslar’ın Fırat Kalkanı bölgesine uçakla harekât düzenlemesi pek karşılaşılmış bir durum değil.
Bu olayın, önceki gün Fırat Kalkanı bölgesinde bir Türk askerinin PKK uzantısı YPG tarafından düzenlenen saldırıda şehit edilmesi üzerine TSK ve Suriye Milli Ordusu (ÖSO) unsurları tarafından Tel Rifat’taki YPG hedeflerine verilen sert karşılıktan sonra meydana gelmesi dikkat çekti.
“Kesinlikle onlardan vazgeçmeyeceğiz. (Onlar) artık bizden bir parça. Halkla iç içeler. Onlar halktan memnun, halk da onlardan. Bu insanlar kendi devletlerine bir tehdit değiller. Bizim kurduğumuz siyasetin altındalar... Dinimiz ve kültürümüz gereği onları koruyacağız.”
Culani’nin geçen ayın başında İdlib’de etrafı duvarlarla çevrili küçük bir evde “Independent Türkçe” haber sitesinin muhabiri Cihat Arpacık’ın sorularını yanıtlarken yaptığı bu açıklama, Suriye’de silahlı muhalefetin sığındığı son bölgelerden biri olan İdlib’deki karmaşık fotoğrafın önemli bir yüzünü ortaya koyuyor; “yabancı savaşçılar...”
DOĞU TÜRKMENİSTAN’DAN GELENLER DE VAR...
Bugün İdlib’deki sorun yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütleri yaptırım listesinde tutulan HTŞ ve yine listede yer alan Culani’den ibaret değil. Suriye içsavaşına katılmak üzere 2011 yılından sonra dünyanın birçok ülkesinden kalkıp buraya gelen yabancı savaşçıların azımsanmayacak bir bölümü de silahlı muhaliflerin kuzeye çekilmesi sürecinde onlarla birlikte buraya geçip yerleşmiş durumda.
Bu grupların İdlib’deki faaliyetleri belli aralıklarla BM tarafından El Kaide ve DEAŞ tehdidi üzerine hazırlanan raporlarda da karşımıza çıkıyor. Aralarında Çin Halk Cumhuriyeti’nden, Orta Asya’dan, Kafkasya’dan, muhtelif Arap ülkelerinden gelen savaşçılar var. Özellikle “Doğu Türkistan Kurtuluş Cephesi”ne mensup savaşçılar, Çin Halk Cumhuriyeti’nin de İdlib’deki durumu çok yakından izlemesine yol açıyor.
Culani’nin açıklamaları, yabancı savaşçıların önemli bir bölümünün şimdilik bir yere gitmediğine, İdlib’de bugün alan hâkimiyetine sahip olan HTŞ’nin himayesi altında burada hayata entegre olma sürecine girdiklerine işaret ediyor.
DİĞER GRUPLARLA OPERASYON ODALARIMIZ ORTAK
Culani
Türkiye, Hatay’ın hemen karşısındaki İdlib’de ateşkes rejiminin devamından yana. Bütün gücüyle bunu sağlamaya çalışıyor. Çünkü, ateşkes bozulduğu takdirde rejimin kuzeye doğru ilerlemesiyle patlak verecek bir çatışma ortamının kendi sınırlarına doğru tetikleyeceği yeni bir göç dalgasından, bunun yol açabileceği devasa sorunlardan çekiniyor.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Dileğimiz, mutabakat muhtırasının başlangıcındaki sükûnet haline dönülmesidir” derken bu beklentiyi ifade ediyor.
Tabii İdlib’de sükûnetin devamı, bir anlamda buradaki mevcut statükonun da büyük ölçüde sürmesi anlamına geliyor.
Ancak İdlib’de statüko dediğimiz zaman, sahada ağırlıklı olarak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) adındaki örgütün alan hâkimiyetine dayanan bir realiteyi anlamamız gerekiyor. Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre sahada 12-15 bin arasında bir askeri güce sahip olan bir örgütten söz ediyoruz.
Mesele şurada çatallaşıyor. HTŞ, dünkü yazımızda izah ettiğimiz üzere BM Güvenlik Konseyi tarafından “terörist örgüt” kategorisinde görülüp yaptırım listesine alınan, üstelik Türkiye’nin de bu şekilde tanıdığı bir organizasyon.
İDLİB’DEKİ STATÜKODA TSK FAKTÖRÜ
Statükonun dayandığı unsurlara baktığımızda önemli bir faktörü daha denkleme dahil etmemiz gerekiyor: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İdlib’de sahadaki varlığı...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan (50) sayılı karar, BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarıyla listelenen kişi, kuruluş ve organizasyonların tasarrufunda bulunan malvarlığının dondurulmasına ilişkin daha önce yayımlanmış olan listelerdeki bazı değişiklikleri içeriyor. Daha doğrusu, BM listelerinde yapılan değişiklikleri Türkiye’deki mevzuata teşmil ediyor.
Cumhurbaşkanlığı kararı, bu çerçevede DEAŞ ve El Kaide bağlantılı yaptırım listelerine iki yeni ismin eklenmesi, bir kişinin bilgilerine ekleme yapılması ve bir örgütün isminin güncellenmesini öngörüyor.
Kararın üç numaralı ekinde yaptırım uygulanan organizasyonun güncellemeden önceki halinin altında “Al Nusrah Front” (El Nusra Cephesi) yazıyor. Hemen karşısında güncellenen yeni halinin altında da yine “Al Nusrah Front” denildikten sonra bir eklemeyle “a) Hay’at Tahrir al-Sham (HTS)” ifadesi yazılı.
Adı Türkçe genellikle “Heyet Tahrir eş Şam” (HTŞ) diye yazılan bu örgütün, Suriye’deki Nusra Cephesi’nin güncellenmiş yeni kimliği olduğunu anlıyoruz bu karardan.
Peki Nusra Cephesi nedir?
BM YAPTIRIM KOMİTESİ İSİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN İKNA OLMUYOR
Nusra Cephesi, Suriye’deki içsavaş başlayınca önce IŞİD’in 2012 yılında Ebu Muhammed El Culani’nin (El Golani ya da El Cevlani de deniyor) liderliğinde bu ülkede kurup sahaya sürdüğü örgütün adı. Ancak El Culani, 2013 yılında saf değiştirerek El Kaide’ye bağlılık bildiriyor. El Nusra, silahlı muhalefetin 2015 sonrasındaki süreçte şekillenen yenilgisi sonucu Halep’i tümüyle terk edip İdlib’e yerleşmek zorunda kalınca, HTŞ’nin kuruluş öyküsü de başlıyor.
Nusra lideri