Paylaş
Çatlı’nın o araçta bulunması büyük bir skandalı ortaya çıkardı. Çünkü kazada ölen Çatlı, yüklü bir suç dosyasından dolayı uzun yıllardır devlet tarafından aranmakta olan bir kanun kaçağıydı. Aranmasının nedeni, 8 Ekim 1978 tarihinde Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili yedi gencin vahşice öldürüldüğü katliamı gerçekleştiren ülkücü ekibin lideri olmasıydı. Haluk Kırcı infaz ekibindeki bir diğer isimdi.
Kaza meydana geldiği tarihte Ankara Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâlâ devam etmekte olan bu katliamla ilgili davada sanık listesinin en başında Çatlı’nın ismi yer alıyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı zamanda İnterpol’den kırmızı bülten çıkartmayı da ihmal etmemişti Çatlı hakkında.
Ankara’daki mahkemenin tam 18 yıldır aradığı bu şahıs, bir emniyet müdürünün (Hüseyin Kocadağ) sürdüğü, aynı zamanda bir DYP milletvekilinin (Sedat Bucak) de bulunduğu bir otomobilin içinde can vermişti. Mahkemenin aradığı Çatlı’nın, Bahçelievler katliamından sonra MİT tarafından yurtdışında düzenlenen bazı eylemlerde kullanıldığı, kazanın ardından teşkilatın hazırladığı ve kamuoyuna da yansıyan bir rapordan anlaşılmıştı.
DÜĞÜNDEKİ ÖZEL KONUKLAR
Kazadan sonraki günlerde ortaya saçılan ilişkiler ağı, Çatlı’nın devletin bir dizi üst kademe görevlisiyle yıllardır birlikte faaliyet gösteren bir yapılanmanın en önemli aktörlerinden biri olduğunu göstermişti. Bu ekibin mensupları arasında bir grup özel harekâtçı polis görevlisi de yer alıyordu.
Hepsi topluca “Susurluk Çetesi” olarak adlandırıldı. Bu dönemde ortalığa saçılan tarihi fotoğraflardan biri, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin ile Abdullah Çatlı’yı bir düğünde yan yana göbek atarken gösteren bir fotoğraftı.
Peki bu fotoğraf nerede çekilmişti? Yanıt: Özel harekâtçı Ziya Bandırmalıoğlu’nun oğlunun sünnet düğününde...
Peki Bandırmalıoğlu’nun oğlunun kirvesi kimdi?
Yanıt: Abdullah Çatlı...
SUSURLUK’TAKİ KAZADAN KALAMIŞ’TAKİ RESTORANA
Susurluk şebekesinin kilit isimlerinden Ziya Bandırmalıoğlu’nun adını yıllar sonra geçen pazartesi akşamı İstanbul’da Kalamış’taki bir restoranın üst katında patlak veren silahlı çatışmada ölen kişilerden biri olarak duyduk.
Bir mega yat ile karşılığında Ataköy’deki mağazaların konu olduğu bir alacak verecek meselesini çözmek için bir araya geldiği ileri sürülen iki grubun karşılıklı olarak silah çekip birbirlerine ateş açmalarıyla meydana gelen bu hadisede iki kişi ölürken, beş kişi yaralandı.
Basına da yansıyan, herkesin bir salonda bir birine yakın mesafeden ateş ettiği dehşet verici görüntüler, ne yazık ki yaratıcı bir senaristin kurgusunu filme çeken usta bir yönetmenin eseri değil, 2021 Türkiye’sinden gerçek bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Bandırmalıoğlu, Susurluk dosyasını izleyenler için çok aşina bir isimdir. Dün o dönemin arşivlerini karıştırırken, kazadan sonra TBMM’de kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu’nun tutanakları üzerinden hazırladığım bir yazı dizisinde de karşımda belirdi Bandırmalıoğlu ismi.
Bu yazı 14 Şubat 1997 tarihinde Hürriyet’te yayımlanmış ve 2 Mart 1995 tarihinde esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan MİT muhbiri Tarık Ümit’in akıbetini soruşturan jandarma istihbarat astsubay Ahmet Altıntaş’ın ifadesini konu alıyor. İstihbarat görevlisi, Tarık Ümit’in en son konuştuğu telefon numarası üzerinden yaptığı araştırmanın kendisini özel harekâtçı Ziya Bandırmalıoğlu’na götürdüğünü anlatıyor.
O dönemde MİT’te yönetici olan Mehmet Eymür’ün de zaten Tarık Ümit’i Ziya Bandırmalıoğlu’nun kaçırdığı yolunda bir ifadesi var.
Bandırmaoğlu, Susurluk kazası sonrasındaki bağlantılar nedeniyle savcılık tarafından şüpheli olarak aranmaya başlayınca, önce saklanmış, ardından teslim olduktan sonra altı ay kadar hapis yatıp 1997 kasım ayında tahliye edilmiştir. Susurluk davasında “Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak” suçundan tutuksuz olarak yargılanmış ve 2001 yılında 4 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ancak kendisinin o dönemde çıkan aftan yararlandığı anlaşılıyor.
Bandırmalıoğlu açısından Susurluk dosyası burada kapanmamıştır. Susurluk sanıklarının çete suçlamasından sonra ayrıca suçlandıkları “faili meçhul” cinayetlerle ilgili yargılanmaları ise yıllar sonra 2011 yılında açılan soruşturma ertesinde 2013 yılında başlamıştır.
Verilen beraat kararlarından sonra geçen nisan ayında istinaftan dönen ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmekte olan bu davanın 17 numaralı sanığı Ziya Bandırmalıoğlu’dur. Kendisine “tasarlayarak adam öldürme” suçu yükleniyor.
Bir başka anlatımla, pazartesi akşamı Kalamış’ta silahlı çatışmada öldüğünde hâlâ Susurluk bağlantılı faili meçhul iddialarından yargılanmaktaydı.
SUSURLUK SONRASINDAKİ BEKLENTİLER BOŞLUKTA KALINCA
Evet, kazadan sonra o günlerde çok şey yazılıp çizildi Susurluk hakkında. Bu skandal uzun bir zaman gazetelerin manşetlerinden inmedi. Susurluk üzerine muhtelif devlet birimleri tarafından pek çok rapor hazırlandı. Ayrıca, haftalarca süren “aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri yapıldı.
O dönemde kamuoyunun geniş bir kesimine hâkim olan ruh halini çok iyi hatırlıyorum. Devlet-siyaset-mafya ekseninde şekillenen bu ilişkilerin ortalığa yayılmasıyla birlikte, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, Türkiye’nin bu hadiseden gereken dersleri çıkartıp kendisine çeki düzen vereceği inancının o günlerde toplumda kuvvetli bir karşılığı vardı.
Bu kadar karanlık ilişkiler ortaya çıkarıldıktan sonra Türkiye bir hukuk devleti ve demokrasi olarak yoluna devam edecekse işler artık eskisi gibi yürümeyecekti.
Pek çok insan bir milat olarak gördü Susurluk kazasını.
Ne yazık ki bütün bu beklentiler, umutlar karşılıksız çıktı. O dönemde su yüzüne çıkan bütün gerçeklere rağmen, Türkiye’nin bu gerçeklerle ne kadar hesaplaşmış olduğu, bugün yanıtı tümüyle boşlukta olan bir sorudur.
SUSURLUK’U MİLAT GÖRENLERİN YANILGISI
Kalamış’taki hadisenin düşündürücü bir yönü, ne yazık ki 2021 yılında Türkiye’de birtakım insanların hâlâ anlaşmazlıkların çözümü için yargıya değil silahlı çetelerin arabuluculuğuna başvurmakta olduklarını göstermesidir.
Türkiye Susurluk skandalının projektör tuttuğu ilişkilerin, yapılanmaların hesabını bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi zamanında sorabilmiş olsaydı, muhtemelen geçen pazartesi akşamı Kalamış’ta patlayan o silah seslerini duymayacaktık.
Bir Susurluk aktörünün ölüm şekli, belki de yakın zamanlardan bugüne uzanan bir tarih dersini de önümüze koyuyor. Susurluk’un Türkiye’yi değiştireceğine inanan insanlara, o dönemde ne kadar büyük bir yanılgıya düştüklerini anlatıyor.
O zaman Susurluk’un bir milat olduğunu zannedenler, bugün Türkiye’de tarihin akışının belki de o kazada kilitlendiğini düşünmekte serbesttirler.
Paylaş