Sedat Ergin

Türkiye-Rusya arasında-İdlib mutabakatlarında taraflar taahhütlerini ne kadar tuttu?

5 Ekim 2021
Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında gerçekleşen Soçi zirvesi ile birlikte İdlib’e ilişkin ikili mutabakatların uygulanması ve bu çerçevede kimin taahhütlerini yerine getirip kimin getirmediği konusunda hararetli bir tartışma sürüyor.

Rusların son dönemde İdlib’e dönük hava saldırılarını yoğunlaştırması, bu mutabakatların uygulanmasına ilişkin tartışmanın alevlenmesine yol açan önemli bir faktör oldu.

Ankara ve Moskova’da yapılan açıklamalara baktığınızda, iki taraf da mutabakatların uygulanmasında altına imza atılan metinlere uygun davrandığını söylüyor.

Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen çarşamba günü Soçi’den dönerken gazetecilere “Bütün mutabakatlara uymaya ve güvenlik koridorundaki radikal unsurların temizlenmesine de Türkiye olarak devam ettik. Bundan da taviz yok. Ama tabii aynı yaklaşımı muhataplarımızdan da bekliyoruz” diye konuştu.

Buna karşılık, Rus tarafı da muhtelif açıklamalarla askeri harekâtlarda teröristleri hedef aldıklarını, bunda da mutabakatlara aykırı bir durum olmadığını vurguluyor.

Peki İdlib’de sahaya baktığımızda mutabakatların uygulanması açısından ne görüyoruz?

TARAFLAR HANGİ TAAHHÜTLERİ ÜSTLENDİLER?

Bu soruya yanıt ararken, önce referans olarak temel bir metni önümüze koymamız gerekiyor. Bu, 17 Eylül 2018 tarihinde Erdoğan ile Putin arasında yine Soçi’de yapılan zirvede kararlaştırılan İdlib’e ilişkin mutabakattır.

Bu anlaşmayla, o tarihte bütünüyle silahlı muhalefetin kontrolünde bulunan İdlib’in statüsü “

Yazının Devamını Oku

Sarkaç, ABD ile Rusya arasında kuzey komşumuza doğru mu kayıyor?

2 Ekim 2021
Geride bıraktığımız iki hafta boyunca Türkiye’nin hem ABD hem de Rusya ile ilişkilerini içine alan, merkezinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı, sert iniş çıkışlara sahne olan oldukça hareketli günlere tanıklık ettik.

Bu hareketlilik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu için gittiği iddialı bir New York gezisiyle başladı. Bu ziyaret, ABD Başkanı Joe Biden ile görüşme imkânı bulamadığı için Erdoğan’ın kendisine dönük bir tepki açıklamasıyla son buldu. Bunu, Erdoğan’ın New York’tan Rusya lideri Vladimir Putin’e dönük sıcak mesajları ve ardından geçen çarşamba günü gerçekleştirdiği Soçi Zirvesi ve dönüş yolunda yaptığı çıkış izledi.

Değindiğimiz hadiselerin akışı içinde Erdoğan bir dizi konuşma yaptı, gazetecilere birçok açıklamada bulundu. Bu beyanların hepsi, hem ABD hem de Rusya ile ilişkileri, bu çerçevede Türk dış politikasının üzerine oturduğu ayarları, hassas dengeleri yakından ilgilendiriyor.

Bugünkü yazımda bütün bu açıklamaları izledikten sonra, hepsinden ne anladığımı, karşımda önümüzdeki günlere dönük ne gibi yönelişler gördüğüme ilişkin gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

RUSYA’YA YAKINLAŞMA ABD İLE MÜZAKERE TAKTİĞİ Mİ?

Öncelikle Erdoğan’ın New York ve Soçi ziyaretlerini birbiriyle iç içe geçen toplu bir süreç olarak görmek gerekiyor. New York çıkışlı mesajlarının çoğu eşzamanlı olarak hem ABD Başkanı Biden’a hem de Rusya lideri Putin’e gidiyordu. Keza Soçi’den dönerken yaptığı açıklamaların altyazıları da doğrudan ABD Başkanı Joe Biden ve Amerikan sistemine yöneliyordu. Erdoğan’ın ABD ile Rusya’yı adres alan bu çıkışları, bir sarkacın iki karşıt merkez arasında gidip gelmesi gibi ilginç bir devinim izliyor.

Erdoğan’ın hamlelerini doğrudan bu iki güç merkezini yani ABD ile Rusya’yı birbirine oynama çabası olarak değerlendiren çok sayıda gözlemci var. Örneğin, New York Times gazetesinin bakışı bu yönde. Erdoğan’ın Soçi’ye gittiği geçen çarşamba günü bu gazetede geziyle ilgili yayımlanan bir haber-analizde şu değerlendirme yapıldı: “Erdoğan’ın Rusya ile yürüttüğü diplomasinin çoğu Putin ile yakınlaşarak ABD’yi tehdit etmeye dönük bir pazarlık pozisyonu alma, ancak Washington’dan bir şey istediği zaman da Putin ile araya mesafe koyma şeklinde yorumlanıyor.”

Şurası açık. Erdoğan’ın ABD’ye yaptığı sert çıkışın gerisinde, New York ziyareti sırasında ABD Başkanı Biden ile bir görüşme imkânı bulamaması, istediği çalışma ilişkisini kendisi ile bir türlü tesis edememesi yatıyor. Nitekim, CBS televizyonuna verdiği mülakatta, Biden’a görüşmek için yaptığı davete olumsuz bir yanıt aldığını açıklayarak durumu gizlemedi. ABD Başkanı’nın New York’ta bulunduğu sırada Türk tarafına olumsuz yanıt verirken, Irak’ın Kürt kökenli Cumhurbaşkanı Barham Salih’e pekâlâ zaman ayırabilmiş olması da muhtemelen bu rahatsızlıkta rol oynamıştır.

YENİ TREND 

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın New York ve Soçi ziyaretleri arasındaki söylem farkı

1 Ekim 2021
Soçi Zirvesi, önceki gün Rusya’nın İdlib’de Türkiye’nin denetimindeki bölgede muhalif gruplara ait hedeflere üç aydır düzenlediği hava saldırılarının yarattığı bir basınç ortamında açılırken, bu durum İdlib’deki krizin görüşmelerin baskın konusu haline geleceği izlenimine yol açmıştı.

Buna karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki akşam Soçi’den ayrılırken yaptığı açıklamaları esas alırsak, İdlib dosyası Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmesinde önemli bir yer tutmakla birlikte, ağırlık ikili ilişkilere ve bu çerçevede yeni ve iddialı projelere kaymış görünüyor. Üstelik ikisi arasında konuşulan bu yeni projelerin bir bölümü, savunma sanayii gibi ABD’nin sinir uçlarına dokunacak hassas alanlara giriyor.

NEW YORK İLE SOÇİ ARASINDAKİ FARK

Kuşkusuz, görüşmeden sonra iki liderin bundan önceki buluşmalarının aksine ortak bir açıklama yapmamış olmaları dikkat çekici bir durum. Bununla birlikte, vedalaştıkları sırada gazetecilerin karşısında yaptıkları COVID-19 aşısı ve antikor sohbetinin de işaret ettiği gibi, ortalığa yayılan bir olumsuzluk havası da hissedilmiyor. Keza Erdoğan’ın uçakta dönerken gazetecilere ziyaretin genel havasından, sonuçlarından memnun bir ruh haliyle konuştuğu anlaşılıyor.

Tam bu noktada duralım ve Soçi tablosunu Erdoğan’ın geçen hafta New York’tan dönüşüne hakim olan sıkıntılı havayla kıyaslayalım. Hatırlanacaktır Cumhurbaşkanı, geçen hafta çarşamba günü Türkiye’ye dönmek üzere havaalanına gitmeden önce gazetecilerle yaptığı sohbette, ABD Başkanı Joe Biden ile görüşememekten dolayı hoşnutsuzluğunu dile getirmiş, kendisiyle “iyi bir başlangıç yapamadıklarını” anlatmış, ABD ile ilişkilerin de “pek hayra alamet gitmediğini” söylemişti.

Buna karşılık Erdoğan önceki gün Soçi’de görüşmelerin girişinde Putin’in yanında kameraların önüne çıktığında daha çok dostluk teması ön plana çıkıyordu. Kendisinin bir hafta arayla New York ve Soçi dönüşlerinde verdiği mesajlara ve aynı zamanda ruh haline hâkim olan karşıtlık, çok şeyi açıklıyor.

ABD’ye karşı söylemini kaplayan sitem, eleştiri ve tepki hali, Rusya karşısında yerini dostluk, yakınlık ve ilişkileri her alanda daha da ileri götürme temalarına bırakıyor.

NÜKLEER REAKTÖRLER, UÇAKLAR, DENİZALTILAR, S-400’LER...

Bu iklime dikkat çektikten sonra şimdi gezinin dökümüne gelelim.

Yazının Devamını Oku

Soçi Zirvesi’nin önceki buluşmalardan ayrıldığı noktalar

30 Eylül 2021
Dün Rusya’nın Karadeniz’e bakan sahil şehri Soçi’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya Lideri Vladimir Putin arasında gerçekleştirilen ve Suriye krizinin geniş bir şekilde gündeme geldiği anlaşılan zirveyi bundan önceki benzer buluşmalardan ayıran bir dizi nokta var.

Son yıllardaki Suriye odaklı zirvelere baktığımızda, Erdoğan ve Putin, genellikle önceden iki ülkenin güvenlik bürokrasileri tarafından yürütülen hazırlıklarla olgunlaştırılmış bir müzakere zemininde karşı karşıya gelirdi. Bunun sonucunda zirve toplantıları, altına imza atılan somut mutabakatların duyurulmasıyla sonuçlanır, kameraların karşısında yapılan ortak basın açıklamalarından uluslararası kamuoyuna olumlu bir mesaj yayılırdı.

17 EYLÜL 2018 SOÇİ ZİRVESİ’NDE  İDLİB MUTABAKATI

Örneğin 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Zirvesi, öncesinde silahlı muhalefetin kontrolündeki İdlib’de aylar boyunca yaşanan çatışmalar, Rusya ve Suriye’nin hava bombardımanının yarattığı büyük bir krizin baskısıyla gerçekleşmiş, gelgelelim pek çok çevreyi şaşırtacak bir şekilde ateşkes ilan edilerek, “İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi”ndeki statükonun korunmasına ilişkin bir mutabakatla sonuçlanmıştır.

Buna göre, Ruslar saldırıları durdururken, İdlib’de rejim ile muhalefet bölgelerini ayıran çatışma hattını izleyen 15-20 kilometre genişliğinde bir “Silahsızlandırma Bölgesi” oluşturulup radikal gruplar buradan çıkartılacaktı. Ayrıca Halep’i Şam’a bağlayan M-5 karayolu ve M-5 üzerindeki Serakib’den batıya kıvrılarak Lazkiye’ye doğru yönelen M-4 karayolunun güvenliği sağlanıp her iki ulaşım hattı da 2018 sonuna kadar trafiğe açılacaktı.

Sonradan bu mutabakatın içerdiği taahhütlerin ne kadarının hayata geçirildiği tartışmaya açıktır. Ancak anlaşmanın önemi, İdlib’de birikmekte olan basıncın yarattığı tehlikeli bir durum karşısında, çatışmaları durdurarak uluslararası alanda büyük bir rahatlamaya yol açması, bu çerçevede kuzeye, Türkiye sınırına doğru bir göç dalgasını da frenlenmiş olmasıydı.

22 EKİM 2019 SOÇİ ZİRVESİ’NDE BARIŞ PINARI MUTABAKATI

Keza bir yıl kadar sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Suriye’de Fırat’ın doğusunda sınır boyunca Suriye topraklarından içeri girerek icra ettiği “Barış Pınarı Harekâtı”nın hemen ertesinde 22 Ekim 2019 tarihinde gerçekleşen Soçi Zirvesi, öncesinde yaşanan bütün sorunlara rağmen yine önemli bir anlaşmayla kapanmıştır.

İmzalanan “

Yazının Devamını Oku

Erdoğan-Putin buluşması en zor zirvelerden biri olacak

29 Eylül 2021
Projektörler bugün Rusya’nın Soçi kentinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında gerçekleşecek görüşmeye çevrilmiş durumda.

Bu zirvenin öncesinde İdlib’de Türkiye ile Rusya arasında yaşanan gerilimin arkasında ne yatıyor? Rusya’nın son dönemde İdlib’de sistematik bir şekilde yoğunlaştırdığı hava saldırılarının yarattığı basınç ortamında yapılacak bu zirveden ne çıkabilir? Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin Erdoğan’ın ifadesiyle “pek hayra alamet gitmediği” bir dönemde, Putin bu durumu Türk muhatabıyla ilişkisinde nasıl değerlendirmek isteyebilir?

Bütün bu soruların yanıtlarına geçmeden önce sahadaki durumu anlamamız gerekiyor. Bunun için öncelikle Türkiye’nin akademik düzeyde İdlib dosyasındaki en önemli uzmanlarından olan Doç. Serhat Erkmen’in bu konuda kaleme aldığı ve geçen pazar günü Terörizm ve Radikalleşme ile Mücadele Araştırma Merkezi’nin web sitesinde yayımlanan “Rusya’nın İdlib Saldırılarını Anlama Kılavuzu” başlıklı çalışmasına başvurabiliriz.



SADECE EYLÜL AYINDA 208 SALDIRI

Doç.

Yazının Devamını Oku

Ankara’nın gündeminde bu kez Berlin ile diyalog meselesi var

28 Eylül 2021
İki binli yılların hemen başlarında Türkiye’nin önüne Avrupa Birliği’ne tam üyelik adaylığı perspektifinin açılmasında, o dönemde Almanya’da sosyal demokrat bir hükümetin iş başında olmasının etkisi göz ardı edilemez.

Gerek 1999 sonunda Helsinki’deki AB zirvesinde Türkiye’nin adaylığının kabul edilmesi, gerek müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde resmen başlatılması kararlarının gerisindeki en önemli faktörlerden biri, Almanya’da başbakanlık koltuğunda sosyal demokrat bir politikacı olan Gerhard Schroder’in oturuyor olmasıydı.

Schroder’in bu görevini 2005 Kasım ayı sonunda Türkiye için AB’ye tam üyelik yerine “imtiyazlı ortaklık” fikrini savunduğunu gizlemeyen Hıristiyan Demokrat Angela Merkel’e devretmesi ve ardından bir dizi başka faktörün de denkleme girmesiyle birlikte, müzakere süreci sonradan kademe kademe hız kesmiş ve bugün olduğu gibi fiilen durma noktasına gelmiştir.

Ancak önceki gün yapılan seçimlerde az bir farkla Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) birinci gelmiş olması ve bu partinin adayı Olaf Scholz’un muhtemel bir koalisyonun başbakanlığı için daha şanslı konumda bulunması, tüm üyelik sürecinde girilen olumsuz süreci tersyüz edebilme gibi bir potansiyel taşımıyor ne yazık ki...

SPD ARTIK TAM ÜYELİKTEN SÖZ ETMİYOR

Geride kalan seçim kampanyasının dikkat çekici bir yönü, Türkiye’nin tam üyeliği projesinin Alman partilerinin çoğunluğu açısından artık büyük ölçüde gündemden çıkmış olmasıdır. Örneğin bir önceki seçimde (2017) Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin önemini vurgulamayı ihmal etmeyen Sosyal Demokratlar, bu kez seçim bildirgelerinde bu hedeften hiç söz etmemeyi tercih etmiştir. Türkiye ile AB arasında diyaloğun önemine kuvvetli bir vurgu olsa da tam üyelik perspektifi yer almıyor sosyal demokratların yeni vizyonunda.

Almanya’nın bundan sonraki başbakanı olması muhtemel görülen Olaf Scholz da kampanya sırasında Türkiye söz konusu olduğunda, iki ülke arasında özel bağlar, yakın ilişkiler ve demokrasi gibi temaları telaffuz etmiş olmasına karşılık, tam üyelik konusuna değinmekten uzak durmuştur. Kendisinin geçen hafta Hürriyet Avrupa’dan Ahmet Külahçı’ya mülakatı, bu bakımdan fikir vericidir. Anlaşılan bu konudan söz etmenin seçmen tabanında oy kaybettireceği endişesi, artık SPD’yi bile geleneksel pozisyonunu tekrarlamaktan alıkoyuyor.

Seçimden önce Almanya’nın kamu yayıncısı Deutsche Welle’nin Türkçe Servisi’nin siyasi partilerin seçim bildirgelerinde Türkiye konusunda yer verdikleri görüşlere ilişkin hazırladığı derleme, tam üyelik meselesinin Alman siyasetinde ne kadar zemin kaybettiğini göstermesi bakımından çarpıcı bir içerik taşıyordu.

TEK AÇIK DESTEK 

Yazının Devamını Oku

Erdoğan ABD ile ilişkilerde tırmanmaya gidiyor

25 Eylül 2021
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen çarşamba günü New York’ta gezisini izleyen Türk gazetecilerine yaptığı açıklamada, ABD ile ilişkilerin durumu üzerinde son derece olumsuz bir tablo çizdi. Erdoğan, ABD Başkanı Joe Biden ile “iyi başlamadıklarını” belirttikten sonra “İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil...” dedi.

Cumhurbaşkanı, dünkü açıklamalarında bu söylemini tekrarlayarak, “Ben şu ana kadar Amerika’daki liderlerin hiçbiri ile böyle bir konum yaşamadım” diye konuştu.

Bu açıklamalardan anladığımız, devletler arasındaki ilişkilerin yanı sıra, iki ülkenin başkanları arasında şahsi düzeydeki çalışma ilişkisinin de Erdoğan açısından benzer bir olumsuzluk içinde seyretmekte oluşudur.

Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Türkiye ile ABD arasındaki işbirliği ve bununla iç içe geçmiş olarak Erdoğan ile Biden arasındaki ilişkiler nereye doğru gidiyor? Bu sorulara yanıt vermeye çalışırken, önce biraz geriye gidelim ve bugüne nasıl bir akış üzerinden geldiğimize bakalım.

1 HAZİRAN: ‘BIDEN İLE GÖRÜŞME TRAFİĞİMİZ RAHAT OLMADI’

Erdoğan, özellikle Biden ile ilişkisi hakkında ilk kez böyle konuşmuyor. Kendisinin Biden ile 14 Haziran’da Brüksel’deki NATO zirvesi sırasında yaptığı ikili görüşme öncesinde 1 Haziran tarihinde TRT’ye yaptığı açıklamalarını hatırlayalım.

Erdoğan, bu mülakatında ABD’nin yeni Başkanı Biden ile ilişkisinin seyrinden rahatsızlığını gizleme gereği duymayarak şunları söylemişti:

“Kendisiyle yapacağımız görüşmede Türkiye-ABD ilişkileri niçin böyle bir gerilim safhasında, bunu tabii soracağız. Yani biz sizden önce yine Demokratlarla çalıştık, böyle bir görünüm bizde olmadı. Yani Bush’la da çalıştık, Obama ile de çalıştık ve bunlar da demokrattı ama bunlarla böyle bir gerilimi ben yaşamadım. Ardından Cumhuriyetçi olarak Sayın Trump’la bir çalışma yaşadık ve hiçbir gerilimi onunla da yaşamadık. Tam aksine, yani telefon diplomasimizde çok huzurluyduk, çok rahattık. Ne yaparız, ne ederiz, yani şu toplantıda şöyle buluşuruz, uluslararası toplantılarda ilk durumları falan böyle yürüttük. Sayın Biden ile maalesef bu görüşme, buluşma trafiğimiz o kadar rahat olmadı...”

BIDEN’IN MESAFELİ 

Yazının Devamını Oku

Beethoven’dan Avrupa Marşı eşliğinde Türkiye’de hak ihlalleri meselesi

24 Eylül 2021
Son yıllarda Ankara’da pek karşılaşmadığımız bir tabloydu. Konusu Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği ihlal kararlarının uygulanması olan bir konferans geleneksel şekilde Milli Marş’ın okunmasıyla açıldı. Salondaki davetliler sandalyelerine oturmak üzereydiler ki, salonda bir anons duyuldu:

Şimdi de Avrupa Marşını dinleyeceğiz...”

Herkes doğrulup yeniden ayağa kalktı ve Büyük Ankara Oteli’nin konferans salonunu günümüzde resmi “Avrupa Marşı” olarak kabul edilen, Alman besteci Beethoven’ın ünlü Dokuzuncu Senfonisi’nin finalindeki “Neşeye Övgü” bölümünün coşkulu müziği kapladı. Salonun duvarlarında Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Anayasa Mahkemesi’nin bayrakları ya da sembolleri asılıydı.

Mehmet Akif Ersoy ile Beethoven’ı buluşturan bu etkinlik, “Anayasa Mahkemesi’nin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi” projesinin açılışı ve aynı zamanda Türkiye’de Bireysel Başvurunun Dokuzuncu Yıldönümü” vesilesiyle düzenlenmişti.

AB ve Avrupa Konseyi tarafından finanse edilen bu projenin ana yararlanıcısı Anayasa Mahkemesi olmakla birlikte paydaşları arasında TBMM, mahkemeler, Barolar Birliği, Hâkim ve Savcılar Kurulu ve sivil toplum kuruluşları yer alıyor.

Projenin temel amacı, hâkimlerin, savcıların, avukatların ve diğer paydaşların AİHM ve AYM içtihatlarına ilişkin farkındalıklarının arttırılması ve AYM kararlarının uygulanması...

GÜL: AYM KARARLARINA UYMAK HUKUKUN EMREDİCİ HÜKMÜ

Konferansın açılış oturumunda Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Zühtü Arslan, Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Faruk Kaymakçı ile AB’nin Ankara’daki Büyükelçisi Nikolaus Meyer-Landrut ve Strasbourg’dan video mesajıyla katılan Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Bjorn Berge kürsüyü alan konuşmacılardı.

Adalet Bakanı

Yazının Devamını Oku