Sedat Ergin

Adalet Bakanı ‘Yargı her zaman mükemmel kararlar vermiyor’ dediğinde...

23 Eylül 2021
Yargının her zaman ve her yerde mükemmel kararlar vermediğinin farkındayız...”

Bu sözleri sarf eden kişi sizce kim olabilir?

Yanıt: Adalet Bakanı Abdulhamit Gül...

Gül, ardından ekliyor: “Ancak eksik, hatalı karara karşı bir itiraz yolunun, bir düzeltme mekanizmasının olduğunu, hukuk düzeni içerisinde olduğumuzu da asla unutmamamız gerekmektedir.”

Bu sözleri, yargıdan çıkan kararlar konusunda bizzat Adalet Bakanı’nın da belli çekinceler taşıdığının bir ifadesi olarak görülebilir.

*

Adalet Bakanı’nın bu ifadesiyle geçen pazartesi günü Bursa’da düzenlenen, çok sayıda yargı mensubunun katıldığı Adalet Bölge Toplantısı’nın açılışında yaptığı konuşmada karşılaştım.

Bakanın konuşması, bir yönüyle yargı alanında bugün yaşanan sorunlara ve bunların çözümüne dönük bakışını yansıtırken, aynı zamanda yargı sisteminin işleyişiyle ilgili eleştirilere de yanıt vermeyi amaçlıyor. Ancak bunu yaparken yargı kararlarında problemli alanların varlığını da kabul ediyor.

Gül,

Yazının Devamını Oku

Avrupa Konseyi ile yol ayrımına doğru mu?

22 Eylül 2021
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği birçok kritik kararı uygulamamasının yol açtığı sorunlar bu köşede zaman zaman gündeme geldi.

Bu çerçevede geçen yıl sonunda kaleme aldığımız bir yazıda, Azerbaycan’ın AİHM’nin verdiği ünlü Ilgar Mammadov kararını yerine getirmemekte ısrar etmesinin, bu ülke açısından Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde ne gibi sıkıntılar yaratabildiğine özellikle dikkat çekmiştik (25 Aralık 2020).

Bakanlar Komitesi’nin, AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmaları yolundaki kararlarının uygulanmaması üzerine geçen hafta Türkiye hakkında verdiği yeni kararlara bakıldığında, Mammadov dosyasını kısaca hatırlamakta yarar var.

AİHS 18’İNCİ MADDEDEN İHLAL NE ANLAMA GELİYOR?

Azerbaycan’daki muhalif bir partinin kurucuları arasında yer alan Mammadov, kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle 2013 yılında tutuklanarak yedi yıl hapse mahkûm ediliyor. AİHM, yapılan bireysel başvuru üzerine, Azerbaycan’ın Mammadov’un tutuklanmasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) iki maddesini ihlal ettiğine ve kendisinin tahliye edilmesi gerektiğine hükmediyor 2014 yılında.

AİHM, ihlallerden birini AİHS’nin tutuklamaları ilgilendiren “özgürlük ve güvenlik hakkı”na ilişkin 5’inci maddesinden veriyor. İkinci ihlal ise Sözleşme’nin 18’inci maddesinden çıkıyor.

AİHS’nin 18’inci maddesi önemli, çünkü “Hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz” hükmünü taşıyor. Bu maddeden ihlal çıkması, ilgili ülkenin hak ve özgürlüklerin sınırlanmasında Sözleşme’nin amaçları dışına çıktığı anlamına geliyor.

AİHM’nin bu maddeden ihlal vermeye başlaması özellikle son 15 yıl içinde gözlenen yeni bir yöneliş. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ndeki bir önceki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Erdoğan İşcan’ın dün T-24’te bu konuda kaleme aldığı “Hukuk ile siyaset ilişkisi ve AİHM kararlarının uygulanması” başlıklı önemli yazısındaki tespite göre, AİHM, bugüne dek söz konusu maddeden yalnızca 18 kez ihlal kararı almış. Türkiye’ye bu maddeden ihlal iki kez verilmiş. Bunlar Kavala ve Demirtaş kararları.

BAKANLAR KOMİTESİ 

Yazının Devamını Oku

İlker Başbuğ davaları tartışma yaratmaya aday

21 Eylül 2021
Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un önümüzdeki dönemde İstanbul ve Ankara adliyelerinde sanık olarak önemli bir mesai sergilemek durumunda kalacağı anlaşılıyor.

Orgeneral Başbuğ hakkında açıklanan yeni bir iddianamede, bu kez bir grup AK Parti milletvekiline hakaret ettiği gerekçesiyle kendisinin hapis cezasıyla çarptırılması talep ediliyor.

Geçen hafta sonuçlandırılan bu metin, Başbuğ hakkında yakın zamanda düzenlenen ikinci iddianame. Başbuğ hakkında bu yılın başında yayımlanan “Türkiye Cumhuriyeti’nde 1961-80, Güç Odaklarının Mücadelesi” başlıklı kitabında “Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi” dediği için geçen mart ayında da bir dava açılmıştı.

 Kitabında ifade ettiği bu görüşü Cumhuriyet gazetesine bir mülakatında da tekrarlayan Başbuğ’un, bu iki beyanı üzerinden “darbe imasında” bulunarak, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunu işlediği” iddiasıyla Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216’ıncı maddesi çerçevesinde cezalandırılması talep ediliyor. TCK’da bu suç için bir yıl ile üç yıl arasında hapis cezası öngörülüyor. Bu dava 26 Ekim’de İstanbul 2’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlayacak.

Tabii, bu davalardan söz ederken kendisinin 2012 yılında tutuklandıktan sonra “Ergenekon silahlı terör örgütü yöneticiliği” ve ayrıca “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamalarından mahkum olup tam 26 ay Silivri’de hapis yattığını da hatırlatmak gerekiyor. Başbuğ, 2014 yılında Anayasa Mahkemesi kararı ile tahliye olduktan sonra bu suçlamalardan beraat etmişti.

2009 YILINDAKİ DÜZENLEMEYİ ELEŞTİRİNCE

Açılan ikinci dava, bu yıl açılan ilk dava gibi yine Başbuğ’un bazı beyanlarının sonucu ortaya çıktı. Bu kez suçlanmasına yol açan, yaklaşık 20 ay kadar önce 28 Ocak 2020 tarihinde Global Haber TV kanalında katıldığı bir programda sarf ettiği ifadeler.

Başbuğ, bu programda “FETÖ’nün siyasi ayağı” konusundaki bir soruyu yanıtlarken, “Vardır, yani yok dersek bu bir gerçeği inkâr olur. Çünkü, askeriyenin nerelerine, polise, yargıya, üniversiteye sızmış bir örgütün siyasi partilere sızmadığını düşünmek akla ziyandır. Vardır mutlaka, her partide vardır, olabilir... Bunu yargının ortaya çıkartması lazım. Ama burada siyasi otoritenin de ağırlığını koyması lazım” diye konuşmuştu.

Başbuğ

Yazının Devamını Oku

60 yıl önce bugün... Fatin Rüştü idam sehpasında sandalyeyi kendisi itti

16 Eylül 2021
Tarihin sayfaları bundan tam 60 yıl önce bugünü gösteriyordu, 16 Eylül 1961. Yer, Marmara Denizi’nde İmralı Adası’ndaki cezaevi... Yassıada’daki yargılamalarda haklarında idam cezası verilen hükümlüler hücrelerinde infaz anını bekliyordu. Saat 03.00 sularında önce Hasan Polatkan hakkındaki idam kararı infaz edildi. Sıra Fatin Rüştü Zorlu’ya gelmişti. Önce son mektubunu yazdı. Sonra etrafına bakındı. Kravatını arıyordu. İdam sehpasına kol düğmelerinin yanı sıra kravatıyla da çıkacaktı. Birden gülümseyerek “Sahi hatırladım, onu gelirken bizden almışlardı” dedi...

ÖNCE Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. İmralı Cezaevi’nde Polatkan’ın asılmasına tanıklık eden Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay, o anı şöyle anlatıyor:

Tek kelimeyle bitikti. Bütün reflekslerini kaybetmiş bulunan vücudu, ancak kollarındaki gardiyanların desteği ile ayakta durmaktaydı. Okunan kararı dinlemiş, anlamış olduğunu hiç sanmıyorum. Biraz sonra hocanın yapmış olduğu telkini çok zor tekrarladı. Yüzü bir ölününkinden de sarıydı. Gömlek giydirildi. Elleri arkadan kelepçelendi. Gardiyanların kolunda sehpaya kadar götürüldü ve hüküm infaz edildi.”

Tarihin sayfaları bundan tam 60 yıl önce bugünü gösteriyordu, 16 Eylül 1961. Yer, Marmara Denizi’nde İmralı Adası’ndaki cezaevi...


Fatin Rüştü Zorlu, heyecandan eli titreyen cellada, “Oğlum ne titreyip duruyorsun. İlmik senin değil benim boynuma geçecek” dedi.

TEK KİŞİLİK HÜCREDE ÖLÜMÜ BEKLERKEN

Yassıada’da görülen yargılamalar sonunda, darbeci subayların bir araya geldiği Milli Birlik Komitesi’nin kararıyla oluşturulan özel yetkili mahkeme, kararını bir gün önce, 15 Eylül 1961 tarihinde açıklamıştı.

Yazının Devamını Oku

Afganistan’dan yanı başımızdaki İdlib realitesine geçiş yapmak

15 Eylül 2021
Haftalardır kaygı içinde Afganistan’daki krize ilişkin gelişmeleri izlerken, geçen cumartesi günü İdlib’de meydana gelen bir saldırıda üç askerimizin şehit edilmesi, birden dikkatlerimizi Hatay sınırının hemen karşısındaki sorunlu bir coğrafyaya çevirmemize yol açtı.

Burada, aslında küçük ölçekte de olsa Afganistan’la pek çok alanda benzerlik gösteren bir realite Türkiye’yi bekliyor.

İdlib bölgesi, 34 Türk askerinin 28 Şubat 2020 tarihinde Rus ve Suriye savaş uçaklarının ortak hava saldırısında şehit edilmesinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında 5 Mart 2020 tarihinde varılan mutabakat sonrasında önemli ölçüde sakin bir şekilde seyretti.

Buna karşılık son haftalarda Rus ve Suriye savaş uçaklarının İdlib’deki hedeflere yönelen hava saldırılarının ciddi ölçülerde yoğunlaşması, bu ortamın biraz değişmeye başladığına işaret ediyor.

SON SALDIRIYI KİM YAPTI?

Geçen bir buçuk yılı aşkın süre içinde İdlib’de Türk askerlerinin hayatını kaybettiği iki saldırı oldu. Birincisinde, 19 Mart 2020 tarihinde M-4 otoyolu üzerinde düzenlenen bir saldırıda iki asker şehit olurken, bütün şüpheler o dönemde El Kaide çizgisindeki Huras El Din örgütü üzerinde toplandı. Ayrıca, geçen 10 Mayıs’ta yine İdlib’de intikal halindeki bir TSK konvoyuna düzenlenen saldırıda bir asker ölmüştü.

Peki geçen cumartesi günü M-4 otoyolunun biraz kuzeyindeki İdlib şehir merkezi ile 7-8 kilometre kuzey doğusundaki Binniş yerleşimi arasındaki yolda arama-tarama görevinden dönmekte olan TSK unsurlarını kim hedef aldı?

Olaydan sonra sosyal medya hesaplarında yapılan bir paylaşımda, saldırıyı “Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi” isimli bir örgüt üstlendi. Bir önceki 10 Mayıs saldırısını da aynı grup üstlenmişti. Bu, İdlib’de adı yeni yeni duyulmakta olan ve DEAŞ’a yakın çizgide olduğu değerlendirilen bir örgüt.

Bununla birlikte, saldırıyı söz konusu örgütün üstlenmiş olması, eylemin muhakkak onlar tarafından gerçekleştirildiği anlamına da gelmiyor. Bu aşamada saldırının failinin kim olduğu sorusunun yanıtının Ankara cephesinde henüz tam olarak netleşmediği anlaşılıyor.

Yazının Devamını Oku

Almanya’dan Türkiye’ye adı konmamış silah ambargosu

14 Eylül 2021
"Türkiye’nin alacağı bazı askeri malzemelerin ihraç izinleriyle ilgili sorunlar çıkabiliyor. Bu, Almanya’nın iç siyasetindeki bazı olumsuz tutumlardan kaynaklanıyor. Yüzlerce askeri malzeme söz konusu, tank motorları, obüs bataryalarının motorları da dahil olmak üzere...” diyerek, sorunun varlığını gizlememişti Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar.

Akar bu açıklamasını, geçen 2 Şubat tarihinde Berlin ziyareti sırasında Alman mevkidaşı Annegret Kramp-Karrenbauer ile görüşmesinden tam dört gün sonrasına rastlayan mülakatımız sırasında bir sorumuz üzerine yapmıştı.

Berlin ziyaretinin kritik bir başlığında Türkiye’nin Almanya’dan askeri alımlarda karşılaştığı sıkıntıların aşılması talebi yer alıyordu. Milli Savunma Bakanı, görüşmeler sırasında Alman muhatabına ihraç izinlerinde sıkıntı yaşanan silah ve askeri malzemenin bir listesini de iletmişti.

Kramp-Karrenbauer de buluşmadan sonra yaptığı açıklamada “bazı zor konuların görüşüldüğünü” söylemişti. Alman Savunma Bakanı’nın geçen haziran ayındaki Türkiye ziyaretinde bu dosya bir kez daha gündeme gelmişti.

Milli Savunma Bakanı Akar’la perşembe günkü sohbetim sırasında Almanya ile silah ve askeri malzeme alımında yaşanan sorunların aşılması konusunda bir gelişme olup olmadığını sorduğumda şu yanıtı aldım:

Maalesef hiçbir değişiklik yok. Almanya Savunma Bakanı Kramp-Karrenbauer geçen yaz başında geldiğinde de kendisiyle aynı konuları konuşmaya devam ettik. Maalesef adı konmamış bir tutum, ambargo var Türkiye’ye karşı. Biz de kendilerine her vesileyle bunun sadece Türkiye’ye değil aynı zamanda NATO ittifakına da zarar verdiğini söylüyoruz.”

DENİZALTILAR AMBARGO KAPSAMI DIŞINDA

Burada ilginç bir nokta, Alman hükümetinin Türkiye’ye uyguladığı adı konmamış ambargoda Kara ve Deniz Kuvvetleri arasında ayrım yaparak hareket etmesidir. Kara Kuvvetleri’nin kullanacağı sistemler için ihraç izinleri verilmezken, özellikle yeni sınıf denizaltıların üretimine dönük Türkiye ile daha önceden başlatılmış olan kapsamlı işbirliği projesi bu tasarrufların dışında tutuluyor.

Almanya da bu ayrımı yaptığını gizlemiyor. Almanya’nın Dışişleri Bakanı

Yazının Devamını Oku

 ‘Amerika, Amerika gibi hareket etmeli’

12 Eylül 2021
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile geçen perşembe günü gerçekleştirdiği İzmir ziyareti sırasında bir mülakat yaptım. Kendisiyle bir önceki sohbetimiz 6 Şubat tarihinde İstanbul’da olmuştu. Aradan yedi ay geçmiş. Mülakat sırasında kendisine Afganistan’daki gelişmelerin yanı sıra özellikle Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin geçen bu süre zarfındaki seyrine ilişkin bir dizi soru yönelttim.

Sorulardan biri şuydu: “Geçen süre içinde Türk-ABD ilişkileri nereye geldi? Yerinde saydığını söyleyebilir miyiz?”

Kısa bir yanıt geldi bu soruya. “Şöyle diyelim...” diye söze girdi Akar: “Kötüleşmedi hiç olmazsa...”

ABD İLE BAŞA MI DÖNDÜK?

Şimdi geçen yedi ayın dökümüne bakalım. Bu süre zarfında ilişkilerin gündemini kaplayan en önemli konulardan biri, ABD’nin Afganistan’dan çekilme süreci içinde Kabil Havalimanı’nın işletilmesinin Türkiye’ye bırakılması meselesiydi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın geçen 14 Haziran tarihinde Brüksel’de yaptıkları görüşmenin de -açıklandığı kadarıyla- en önemli gündem maddesi bu dosya olmuştu.

Ankara ile Washington arasındaki ilişkinin önümüzdeki dönemde nasıl bir görüntü kazanacağı, bir anlamda Kabil Havalimanı’ndaki işbirliğine ilişkin müzakerelerin sonucu ile ilişkilendiriliyordu. Tabii müzakere edilen mutabakat metni, Kabil’deki Batı destekli hükümetin daha gözle görülebilir bir süre iş başında kalacağı varsayımına dayanıyordu. Taliban’ın tahminleri altüst ederek kısa zamanda ülkeye ve Kabil’e hâkim olması, Afgan ordusunun dağılması, ABD ile müzakere edilen anlaşmayı, bu çerçevede Türkiye-ABD ilişkilerindeki bu beklentileri gündemden düşürdü.

Ben de Akar’a “Kabil Havalimanı gündemden çıkınca ABD ile ilişkiler ne olacak? Başa mı döndük?” diye sordum.

ABD ORTADOĞU’DA BULUNACAKSA BİZİMLE İŞBİRLİĞİ YAPMALI

Akar

Yazının Devamını Oku

'Bunu beklemiyorduk...'

11 Eylül 2021
Milli Savunma Bakanı asker gözüyle Afganistan’daki faciayı değerlendirdi

Afganistan’da yaşanmakta olan krizin en çok yanıt aranan sorularından biri, ABD’nin geçen yirmi yıl içinde büyük kaynaklar tahsis ederek sıfırdan inşa ettiği Afgan ordusunun, Taliban karşısında hiçbir direnç gösteremeden kısa zamanda dağılmış olmasını konu alıyor.

Taliban’ın kısa zamanda ülkeye hâkim olup, Kabil’e bütün tahminleri altüst eden bir şekilde süratle girebilmesi, Amerikalıların Afgan ordusunun bu örgüte karşı belli bir direnç göstereceği yolundaki istihbarat analizlerini olduğu gibi boşlukta bıraktı.

Peki Afgan ordusu neden bu kadar çabuk çözüldü? Ordunun bu şekilde dağılmasından çıkartılacak sonuç nedir?

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile önceki gün Dokuz Eylül Üniversitesi ile Başkent Üniversitesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Türk-Yunan ilişkileri konulu sempozyuma hitap etmek üzere gittiği İzmir ziyareti sırasında yaptığımız mülakatta bu soruları da yönelttik.



Yazının Devamını Oku