Sedat Ergin

Dikkat, salgında ölüm sayıları sonbahardaki ikinci dalganın üzerine çıktı

9 Eylül 2021
Koronavirüs salgınının 2020 mart ayında patlak vermesinden sonra geçen bir buçuk yıl içinde pandeminin ülkemizdeki seyrini bu köşede grafiklerin de yardımıyla belli aralıklarla değerlendirmeye çalıştım. Buna karşılık, geçen mart ve nisan aylarında yaşanan üçüncü dalganın mayıs ayından itibaren sönümlenmeye başlaması ve aşılamanın hız kazanması sonucu salgının gidişatını geride bıraktığımız yaz aylarında kısmen uzaktan izledim.

Yazın ilk yarısında salgının seyrindeki düşme eğilimi önemli ölçüde devam etti. Gelgelelim, temmuz ayının ikinci yarısından, özellikle de kurban bayramından sonra vakaların bir kez daha yükselmesiyle birlikte, salgının yeni bir dalgası kendisini göstermeye başladı.

Sağlık Bakanlığı’nın açıklamakta olduğu günlük veriler üzerinden salgının seyrindeki yönelişlerle ilgili şu gözlemleri belirtebiliriz.

VAKA SAYISI İKİNCİ DALGANIN BİRAZ ALTINDA

Aşılamada kat edilen bütün mesafeye karşılık, salgın vaka ve  vefat sayıları itibarıyla geçen kasım-aralık aylarında yaşadığımız ikinci dalganın pik yaptığı düzeyin bazı noktalarda altında, bazı noktalarda üstünde bir hatta seyrediyor. Bu, kuşkusuz kaygı verici bir durum.

Bu genel saptamayı rakamlarla göstermeye çalışalım ve önce vaka sayılarına bakalım. Geçen temmuz ayının ortasından bu yana vakalarda gözlenen belirgin artışa karşılık, rakamlar yine de geçen kasım-aralık döneminin biraz altında görünüyor.

İkinci dalgada en yüksek haftalık vaka toplamı 30 Kasım-6 Aralık arasında 220 bin 667 olarak ortaya çıkmıştı. Geçen 2-8 Ağustos haftasında toplam vaka sayısı 170 bin 605’e geldikten sonra haftalık 130 bin sayısına doğru inişe geçti. Ancak vaka sayıları geçen hafta yeniden yükselmeye başladı ve toplam 151 bin 173’e çıktı.

ANCAK ÖLÜM SAYILARI GEÇEN İKİNCİ DALGANIN ÜSTÜNDE

Yazının Devamını Oku

Diyanet İşleri Başkanlığı siyasi tartışmaların dışında kalmalı

8 Eylül 2021
Öyle anlaşılıyor ki önüne geçilmediği takdirde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı daha sık tartışacağımız bir döneme giriyoruz önümüzdeki günlerde.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın yüksek bir profille kamuoyunun karşısına çıkmasının ve aynı zamanda yaptığı bazı beyanların siyaset çevrelerinde, medyada, genelde kamuoyunda tetiklediği tartışmaların, polemiklerin alanı giderek genişliyor.

Prof. Erbaş’ın geçen hafta yeni Yargıtay binasının hizmete girmesi nedeniyle düzenlenen ve aynı zamanda yeni adli yılın açılışıyla birleştirilen törene katılarak, burada dua okuması hararetli bir tartışmayı tetikledi. Ardından kendisinin dinin ticaret, adalet ve siyaset alanlarına yansıması gerektiği anlamına gelen ifadeleri bu tartışmaları iyice alevlendirdi.

Hatırlanacaktır, geçen yıl da Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması dolayısıyla düzenlenen törende minbere eski bir geleneğin devamı şeklinde bir kılıç ile çıkması ve okuduğu hutbede yer verdiği bazı ifadeler, yine kamuoyunun bazı kesimlerinde tepkilere neden olmuştu.

*

Kabul edelim ki Diyanet İşleri Başkanı’nın bu kadar yoğun bir tartışmanın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi, her gün köşe yazılarına geçmesi, sosyal medya hesaplarında lehte ve da aleyhte esen paylaşımlar üzerinden beliren dalgalanmaların konusu olması, geçmiş dönemlerde çok sık karşılaştığımız bir durum değil.

Diyanet İşleri Başkanları, geçmişte genellikle bu gibi tartışmaların dışında kalmak konusunda özel bir dikkat sarf ederlerdi. Toplumun büyük çoğunluğu da makamı bu gibi çekişmelerin dışında tutmak konusunda belli bir özenle davranırdı. Yakın zamanlardan Prof. Ali Bardakoğlu’nun başkanlığı bu açıdan örnek dönemlerden biri olarak gösterilebilir.

*

Geçmişte yerleşmiş olan bu geleneğin aslında kuvvetli bir mantığı var. Buradaki mantık, Diyanet’in siyaset rüzgârlarının uzağında tutulmasının anlaşılabilir gerekleriyle yakından ilgilidir. Siyaset, son tahlilde politikacılar arasında iktidar hedefine ulaşmak üzere rekabet koşulları içinde, hatta kendine özgü birtakım esneklikler de taşıyabilen kurallar üzerinden yürütülen bir egzersizdir.

Yazının Devamını Oku

Şansölye Merkel dönemi kapanırken

7 Eylül 2021
Almanya’da bu ayın sonuna doğru yapılacak seçimlerin muhtemel sonuçları uluslararası politikanın merceği altına girmeye başladı.

Bu seçimler Almanya’da 16 yıla yayılan Angela Merkel döneminin sonuna gelindiğini gösteriyor.

Merkel’in liderliğinin Almanya’nın yakın tarihindeki en istikrarlı dönemlerinden birini temsil ettiği hususunda bir şüphe yok. Gerçekten de 16 yıl süren başbakanlığı, Almanya açısından içte genel hatlarıyla bir istikrar ve ekonomik büyüme dönemi oldu.

Bu, aynı zamanda Almanya’nın Avrupa politikasındaki ağırlığının somut bir şekilde güçlendiği bir zaman kesitiydi. Birleşik Krallık Brexit süreciyle Avrupa Birliği denkleminin dışına çıkar ve Fransa birbirini izleyen iktidar değişiklikleri ve yönetim sorunlarıyla içte savrulurken, Merkel’in liderliğindeki Almanya Avrupa’nın başat gücü olarak sivrildi. Almanya AB politikalarında büyük ölçüde belirleyici olurken, Merkel de Avrupa’nın en önemli siyasi aktörü konumuna geldi.

Gelgelelim Almanya’nın kazandığı bütün zemine karşılık, geçen bu yılları AB’nin küresel bir güç kimliğiyle dünya politikasında tescil edildiği bir dönem olarak nitelendirebilmek güç. AB, uluslararası krizlere tuğrasını vurabilen bir küresel oyuncu olamıyor.

Zaten Merkel’in dış politikasına yöneltilen temel eleştirilerden biri, içte başarılı bulunsa da Avrupa açısından kuvvetli bir gelecek vizyonu ortaya koyamamış olmasıdır.

TÜRKİYE’NİN TAM ÜYELİĞİNE HEP MESAFELİ DURDU

Bu yönünün yansımalarından biri, Merkel’in Türkiye’nin tam üyelik hedefinde icra ettiği olumsuz etkide görülebilir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının resmen kabul edilmesi ve ardından müzakerelerin başlaması Almanya cephesinde önemli ölçüde sosyal demokratların iş başında olduğu bir konjonktürün türevidir.

Merkel

Yazının Devamını Oku

Afganistan’dan çekilen ABD, Suriyeli Kürtlere “Bölgede kalacağız” güvencesini veriyor

4 Eylül 2021
ABD’nin Afganistan’dan kaotik bir şekilde çıkmasının yol açtığı büyük sarsıntı Biden yönetiminin güvenilirliği üzerinde önemli bir tartışmayı başlattı.

Bu tartışmanın odaklandığı soruların uzandığı, en sıcak bir şekilde yankılandığı yerlerden biri de Suriye ve Irak’ın Kürt bölgeleri.

Son günlerde ABD’nin önde gelen yayın organlarında çıkan haberler, Afganistan’da tanık olunan görüntülerden sonra “ABD buradan da çıkar mı?” sorusunun, bu coğrafyada şimdiden zihinlere yerleştiğini gösteriyor.

Örneğin, ABD’nin saygın gazetelerinden Wall Street Journal gazetesinin Suriye’nin Fırat’ın doğusunda Kürt özerk yönetimi altındaki bölgesini dolaşan muhabiri Jared Malsin, sahada devriye gezen ABD’li askerlerin, köylülerin “(Burada) Kalacak mısınız?” sorusuyla karşılaştıklarını yazıyor.

Keza Washington Post’un Beyrut Bürosu Şefi Louisa Loveluck, yine aynı bölgeye gittikten sonra kaleme aldığı Haseke mahreçli yazısında, ABD’nin Kuzey Suriye’deki müttefiklerinin Afganistan’daki çekilme sürecini ve Kabil’deki hükümetin çöküşünü “tetikte izlediklerini” ve “kendi geleceklerinin farklı olacağını ümit ettiklerini” aktarıyor.

TRUMP’IN SURİYE’DEN ÇEKİLME PLANI DA SARSINTI YARATMIŞTI

Suriye’deki Kürt grupların duyduğu tedirginliğin gerisinde, Afganistan’da yaşanan çekilme karambolünün çok daha küçük ölçekteki bir benzerini 2018 ve 2019 yıllarında bizzat kendilerinin yaşamış olması da yatıyor.

Taliban’la müzakere masasına oturarak ABD’nin Afganistan’dan çıkmasına ilişkin anlaşmayı 2020 Şubat ayında yapan önceki ABD Başkanı Donald Trump, bu mutabakatın öncesinde Suriye’deki ABD birliklerini de çekmeyi kafasına koymuş, hatta bu yönde somut bazı adımlar da atmıştı.

Trump

Yazının Devamını Oku

İslam dünyası ve Afganistan’dan Türkiye’ye uzanan çizgi

3 Eylül 2021
Önümüzdeki dönemde Afganistan’dan gelecek haberlere hâkim olacak temalar şimdiden az çok şekilleniyor. Kabil’e giden meslektaşlarımız Fevzi Kızılkoyun ile Selçuk Şamiloğlu’nun dün Hürriyet’in birinci sayfasında “Taliban kararttı” başlığıyla manşetten yayımlanan haberleri, herkesi Afganistan’da bekleyen yeni dönemi oldukça çarpıcı bir şekilde anlatıyordu.

ABD’nin çekilmesinin ardından tümüyle Taliban’ın kontrolüne giren Kabil’de hayatın seyrinin köklü bir şekilde değiştiğini, kızlı erkekli gençlerin gittiği kafelerin kapandığını, müziğin sustuğunu, televizyonda aşk ve macera dizilerinin yasaklandığını, Batı tarzı giyimin yerini geleneksel giyime bıraktığını okuyoruz bu haberde.

Gelen başka haberlerde, Kandahar vilayetinde televizyon ve radyo kanallarında müzik ve kadın sesinin yasaklandığı da bildiriliyordu. Bir başka haberde, yeni dönemde Afgan kadınların üniversiteye gidebilecekleri, ancak erkeklerle birlikte aynı sınıflarda bulunamayacakları, erkek hocalardan ders alamayacakları belirtiliyordu.

Ya aynı dersi verecek kadın hocalar yoksa? Yanıt, herhalde “öğrenmesinler” olacaktır.

*

Afganistan’ın muhtelif vilayetlerinden birbiri ardına gelen bu yöndeki haberlerin yoğunluğunun önümüzdeki günlerde daha da artacağına tanıklık etmeye hazır olalım. Özetle, renklerin karardığı, müziğin sesinin kısıldığı bir hayat yerleşiyor Afganistan’da.

Kabil’e hâkim olan zihniyet, aynı zamanda kadının yaşamını büyük ölçüde eviyle sınırlamakta, daha doğrusu hayatı ona yasaklamaktadır. Kadının toplum içindeki rolünün, enerjisinin, özetle var olma hakkının zorbalıkla baskılandığı bir hayatı dayatıyor Taliban felsefesi.

Sonuçta, çok eski asırlarda kalmış olması gereken katı bir şeriat yorumunun dokuduğu kalın bir perde ağır ağır Afganistan’da bütün toplumun üzerini kaplamaya başlamıştır.

*

Yazının Devamını Oku

Afganistan’da parantez daha yeni açılıyor

2 Eylül 2021
ABD, El Kaide’nin 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki İkiz Kuleler’e düzenlediği saldırı üzerine bu örgüte ve onu himaye eden Taliban’a karşı Afganistan topraklarında açtığı savaşı tam yirmi yıl sürdürdükten sonra önceki gün ülkeyi Taliban yönetimine bırakıp terk etti.

Washington, trilyonlarca dolar kaynak akıttığı, çoğu Afgan vatandaşı olmak üzere on binlerce insanın öldüğü bu savaştan -doğru dürüst bir çıkış stratejisi bile oluşturmadan- çekilirken, önceki gün Kabil Havalimanı’ndan havalanan son askeri nakliye uçağı ABD’nin Afganistan’daki yenilgisini simgeliyordu.

NEREDE HATA YAPILDI?

Kuşkusuz, Afganistan’da yaşanan yalnızca ABD değil, bütün bir Batı dünyasının da yenilgisidir. Batı, bir büyük ittifak halinde Afganistan’a gitmiştir. Örneğin NATO, doğrudan kurumsal kimliğiyle bu savaşa angaje olmuştur. Dolayısıyla, yirmi yıl süreyle sergilenen çabanın nafile bir şekilde sonuçlanmasının nedenlerini yalnızca ABD değil, bütün Batı dünyası da değerlendirmek, bunun üzerinde fikir imal etmek durumundadır.

Zaten daha şimdiden Washington D.C.’den Avrupa başkentlerine kadar yayılan düşünce kuruluşlarında, dış politika çevrelerinde “Nerede hata yapıldı?” sorusu üzerinde kuvvetli bir tartışma başlamış bulunuyor. Önümüzdeki aylarda, yıllarda bu tartışmanın çok daha canlı bir şekilde süreceğinden emin olabiliriz.

Galiba yaşanan tecrübenin ışığında meselenin şu kısmını görebilmek için dış politika ya da siyaset bilimi uzmanı olmak gerekmiyor. Yabancı bir ülkede askeri gücün üstünlüğüne dayanan kısa süreli başarılar sağlansa bile, sahadaki bu kazanımları uzun vadede koruyabilmek, aynı zamanda ülkeyi, kurumlarını köklü bir şekilde dönüştürmeye kalkışmak pek mümkün olmuyor.

MODERN TOPLUM İNŞA HEDEFİ GERÇEKÇİ MİYDİ?

Pek çok farklı etnik aidiyetin bir arada var olduğu, uluslaşma sürecini tamamlayamamış, okuma yazma oranının nüfusun yarısından az (yüzde 43) olduğu, geleneksel aşiret yapılarının gücünü koruduğu, on yıllardır süren savaşlar ve terör hadiseleri içinde savrulmuş bir ülkeden söz ediyoruz.

İşte böyle bir ortamda elinizde sihirli bir değneğin olduğunu varsayarak kısa bir zaman içinde modern toplum kurumları inşa edebilmek zannedildiği kadar kolay değilmiş.

Yazının Devamını Oku

2021 YAŞ KARARLARI (2) - Kurmay subaylara mesafeli duruş sürdü

1 Eylül 2021
2016 yılındaki FETÖ darbe girişiminden sonra düzenlenen Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantılarına hâkim olan önemli bir yöneliş, generalliğe terfi aşamasında kullanılan tercihlerde kurmay subayların ağırlığının belirgin bir şekilde azalmakta oluşudur. Geçen ağustos ayının başında yapılan YAŞ toplantısı da bu açıdan sürpriz olmamış, özellikle Kara ve Hava Kuvvetleri’nde bu yönelişi iyice yerleştiren bir şekilde sonuçlanmıştır.

Bu tespitimizi önce Kara Kuvvetleri’nde rakamlarla göstermeye çalışalım. Bu yılki YAŞ’ta toplam 37 albay tuğgenerallik rütbesine terfi etmiştir. Bunlar içinde kurmay kadrosundaki subayların sayısı 6 ile sınırlı kalmıştır. Terfi alan diğer 31 albay, kurmaylık sisteminden geçmemiş olan piyade, tank, istihkam gibi muhtelif sınıflardan gelen subaylardır.

Oranladığımızda, bu YAŞ devresinde Kara’da kurmay kökenli olan yeni tuğgenerallerin oranı toplam içinde yaklaşık altıda birdir. Geçen yılki şurada Kara Kuvvetleri’nde toplam 32 albay generalliğe terfi ederken, bunlar arasında kurmay olanların sayısı 5’ti. Bu yılkine yakın bir oran söz konusuydu.

Biraz geriye dönüp baktığımızda şöyle bir tablo karşımıza çıkıyor: 2016 YAŞ’ında tuğgeneralliğe yükselen 57 albay içinde 24’ü, 2017 YAŞ’ında aynı terfiyi alan 37 albay içinde 17’si kurmay kökenliydiler. 2018 yılında generalliğe terfi eden 24 albay içinde kurmayların sayısı 8’de kalırken, 2019 yılında 23 albay içinde bu sayı 2’ye düşmüştü.

Bütün bu rakamlar, Kara Kuvvetleri’nde 2016 sonrası dönemde tuğgeneralliğe yükselen subaylar içinde kurmayların ağırlığının düzenli bir şekilde küçülmekte olduğunu, terfilerde bu rütbede çoğunluğun kurmay olmayan sınıf subaylarına geçtiğini anlatıyor.

ESKİDEN TAM TERSİYDİ

Neyin değiştiğini anlayabilmek için 2016 öncesini kısaca hatırlamak gerekiyor. Bu döneme baktığımızda, oynamalar olmakla birlikte, her yıl YAŞ’ta Kara Kuvvetleri’nde 24-25 kadar albayın generalliğe terfi etmesi, bu toplamın genellikle 21-22’sinin kurmaylardan, kalan kadroların sınıf subaylarından, ayrıca askeri hekim ve hukukçulardan seçilmesi genel bir teamüldü.

Sistem, bu şekilde Kara Kuvvetleri’nde ve aynı zamanda TSK’nın bütününde üst komuta kademesinin özel bir eğitimden geçmiş olan kurmay subaylardan oluşturulması şeklinde işlemekteydi.

Ancak bugünkü tabloya bakıldığında, en azından tuğgeneral kademesinde bu sistemin artık majör bir şekilde değiştiğini söylemek mümkündür. Darbe girişimin meydana geldiği 2016’dan son 4 Ağustos’ta yapılan toplantıya kadar geçen toplam altı YAŞ’ta tuğgeneralliğe terfi eden toplam 210 karacı albayın 148’i sınıf subayı kökenliyken, yalnızca 62’si kurmaylık sisteminden gelmiştir.

Yazının Devamını Oku

2021 Yaş Kararları (1)- 2021 YAŞ sürecinin bir sürprizi Birinci Ordu Komutanlığı oldu

31 Ağustos 2021
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde terfilerin görüşüldüğü bu yılki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı geçen 4 Ağustos’ta yapıldı.

Toplantıdan hemen sonra açıklanan Orgeneral Musa Avsever’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi kararı hariç, YAŞ terfileri çerçevesinde yapılan yeni görevlendirmeleri içeren atama kararının Resmi Gazete’de yayımlanması bu yıl bir hayli gecikti.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda 85, Deniz Kuvvetleri’nde 26 ve Hava Kuvvetleri’nde 30 olmak üzere toplam 141 general/amirali kapsayan 24 Ağustos 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı kararı Resmi Gazete’de geçen hafta 25 Ağustos Çarşamba günü yayımlandı. YAŞ toplantısı ile görevlendirme listesinin çıkması arasında tam üç hafta geçmişti.

Geçen yılki YAŞ, her zamanki ağustos başı olan toplanma tarihinden bir hafta kadar önce 23 Temmuz’da yapılmış, görevlendirmelere ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararı da 5 Ağustos 2020 tarihinde yayımlanmıştı. Geçen yılki takvim dikkate alındığında, bu yıl göze çarpan bir gecikmenin yaşandığını söylemek mümkün.

1. ORDU KOMUTANI KARA KUVVETLERİ’NE GİDİNCE

Bu yılki YAŞ sürecinin en önemli sonuçlarından biri, 2013 yılından bu yana orgeneral rütbesinde görev yapan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın yaş haddinden emekli olup, yerine Birinci Ordu Komutanı Musa Avsever’in getirilmesiydi. YAŞ toplantısından sonra yanıtı merakla beklenen konulardan biri, Kara Kuvvetleri’ndeki en önemli görevlerden biri olan Birinci Ordu Komutanlığı’na Avsever’den sonra kimin atanacağı sorusuydu.

Yeni Birinci Ordu Komutanı, bu yılki YAŞ’ta orgeneralliğe terfi eden generallerden biri olabilir miydi?

Bu yıl “

Yazının Devamını Oku