Rusya’nın ateşlediği füzeler günlerdir askeri hedeflerin yanı sıra sivilleri de vuracak şekilde Ukrayna’nın birçok şehrinin, kasabasının üstüne düşüyor.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, geçen cuma günü yaptığı açıklamada Rus ordusunun saldırılarda ayrım gözetmediğini, sivil yerleşimlere de balistik füze attığını, bu saldırıların bir bölümünün “savaş suçu” olarak nitelendirilebileceğini söylüyor.
Af Örgütü, ayrıca belgelenmiş tespitler ışığında ülkenin doğusundaki Vuhledar kentinde Toçka tipi bir balistik füzenin bir hastanenin hemen yanına düştüğünü, saldırının ikisi erkek ikisi kadın dört kişinin ölümüne yol açtığını, altı sağlık çalışanının da yaralandığını duyurdu.
Kuruluş, önceki gün yaptığı son açıklamada ise Rusya’nın yine ülkenin doğusundaki Okhtyrka kentinde yerel halkın sığındığı bir çocuk yuvasını bombalayarak biri çocuk üç kişinin ölümüne neden olduğunu duyurdu. Rus ordusunun bu saldırıda misket bombası kullandığını açıklayan Callamard’a göre, bu fiil de “savaş suçu” oluşturuyor.
Yetişkin erkekler Rus ordusuna karşı ülkelerini savunmak üzere geride kalırken, onbinlerce kadın ve çocuğun kafileler halinde Ukrayna’ya komşu Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Moldova’ya göç ettikleri görüntüleri izliyoruz televizyonların başında günlerdir.
Ülkeyi terk etmeyen kadın ve çocukların Rusların bombardımanından kendilerini koruyabilmek için sığındıkları metro istasyonlarında yaşamaya başlamaları, herhalde uzun yıllar bu savaştan en çok hatırlanan görüntüler olacak.
*
“
Saldırı 27 Şubat 2020 günü akşam saatlerinde Halep-Lazkiye istikametindeki M-4 otoyolunun altı kilometre kadar güneyinde, Cilvegözü sınır kapısına kuş uçuşu yaklaşık 60 kilometre mesafedeki Balyun yerleşimi civarında meydana geldi. TSK’nın İdlib’in güneyindeki bir gözlem noktasına takviye olarak gitmekte olan Türk askeri konvoyu, birden havadan savaş uçaklarının saldırısına uğradı.
Bu, bir kereye mahsus bir saldırı değildi. İlk darbeden sonra araçlarını terk edip çevredeki binalarda mevzi alıp savunma düzenine geçen Türk askerlerine dönük havadan saldırılar dalgalar halinde devam etti.
‘SALDIRIYI DURDURUN, ONLAR BİZİM ASKERLERİMİZ’ DENMESİNE RAĞMEN...
Hadisenin duyulmasıyla birlikte Ankara’da yaşanan şokun gerisinde konvoyun güzergâhının önceden Rus askeri makamlarına bildirilmiş olması yatıyordu.
TSK, o sırada Rusya, Türkiye ve İran’ın bir araya geldikleri Astana Mutabakatı çerçevesinde Hatay’ın karşısındaki İdlib’de bir dizi askeri gözlem noktası bulunduruyordu. TSK, bu gözlem noktalarını belli aralıklarla takviye ediyor, ihtiyaçlarının karşılanması için sevkıyat yapıyordu.
İdlib’de sahada Esad ordusu ve müttefiki Rusya’nın da askerleri bulunduğundan, bir yanlış anlamaya neden olmamak için bu hareketler her seferinde önceden Rus askeri makamlarıyla koordine ediliyordu.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da olaydan sonra yaptığı açıklamada “Birliklerin bulunduğu yerlerin önceden Rusya’nın sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen maalesef bu saldırının gerçekleştirildiğini” duyuracaktı.
Daha vahim bir nokta vardı.
Rusya’nın eylemlerinin “jeostratejik sonuçlara yol açacağı” da duyuruldu bu metinde.
İttifakın tam bir görüşbirliği içinde bu mesajları vermesi, kuşkusuz kuvvetli bir dayanışma gösterisidir. Benzer mesajların önümüzdeki günlerde en üst düzeyde NATO liderleri tarafından da tekrarlanacağı anlaşılıyor.
Ancak NATO merkezinden gelen son derece çarpıcı ifadelerle kaleme alınmış bu metinler bir gerçeğin üstünü örtmeye yetmiyor. O da şudur: Başını ABD’nin çektiği Batı dünyası, derinleşmekte olan son krizde hangi araç ve yöntemleri devreye sokarsa soksun, Rusya Lideri Vladimir Putin’i Ukrayna’yı işgale girişmekten alıkoyamamıştır.
Putin, önce Ukrayna’nın kuzey ve doğu sınırları boyunca tatbikat gerekçesiyle 150 bin kişilik bir askeri güç yığmıştır. Ardından hafta başında yaptığı Batı’ya meydan okuma açıklamasını izleyen ikinci bir hamleyle dün gece yarısı Ukrayna’ya saldırmıştır. Sonrasını televizyonlardaki korkutucu savaş görüntülerinde hep birlikte izliyoruz.
*
Göz göre göre gelen bir işgal karşısında, Putin’i bu adımı atmadan önce iki kez düşünmeye sevk edememiştir Batı dünyası. Galiba böyle bir caydırıcılığı yaratacak araçlar da yoktu Batı’nın elinde.
Meselenin temelinde, Rusya Lideri Putin’in daha işin başında Batı dünyasının Ukrayna nedeniyle kendisiyle bir çatışmaya girmek istemediğini görmesi geliyor. ABD’nin kendi iç sorunlarıyla meşgul olması, Avrupa kamuoylarında savaşa karşı olan baskın eğilimler, Rusya Lideri’nin istediği gibi hareket edebileceği yolundaki kanaatini pekiştirmiş olmalıdır.
Bir anlaşmazlıkta taraflardan biri savaşmayı göze alamadığını daha baştan belli ettiği ve karşı tarafın da sonuç almak için zaten güç kullanmaya arzulu olduğu ve bundan çekinmediği bir durumda diplomasi seçeneklerini işletebilmek ve böylelikle barışçı bir dengenin kurulmasını beklemek, ne yazık ki çok gerçekçi görünmüyor.
Kriz bağlamında uluslararası alanda kayda değer bir dizi önemli yönelişin şimdiden uç verdiğini söyleyebiliriz. Öncelikle belirtmemiz gereken, Rusya Lideri Vladimir Putin’in Ukrayna üzerinde askeri yöntemlerle yürüttüğü ilhak stratejisiyle Batı dünyasında çoktandır benzeri görülmemiş ölçüde bir dayanışma ruhunun ortaya çıkmasına yol açmasıdır.
Putin’in stratejisinin kısa dönemdeki ilk sonucu, ABD’den Avrupa’ya uzanan Transatlantik hat üzerinde Batı’yı kendisine karşı kuvvetli bir şekilde kenetlemiş olmasıdır.
NATO içinde başlangıçta Almanya ve Fransa cephelerinde bazı farklı tonlar belirmiş olmasına karşılık, daha sonra Putin’in özellikle son çıkışının ardından ittifak aynı dalga boyunda kararlı bir tutum sergilemiştir.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un Rusya’nın doğalgazını Baltıklar üzerinden Almanya’ya getirecek olan, büyük ölçüde tamamlanmış “Nord Stream 2” hattı projesini askıya alma kararını açıklamış olması, herhalde Kremlin’in hamlesine Avrupa cephesinden verilen en kuvvetli ve etkili yanıt olmuştur. Almanya, Putin’e karşılık vermek üzere kendi çıkarlarından feragat edebileceğini göstermiştir.
Avrupa Birliği de Rus hükümetinin AB piyasalarına erişimine kısıtlama, DUMA üyelerinin yaptırıma tabi tutulması, bazı Rus bankaların hedef alınması gibi adımları içeren ve gelişmelere göre kademeli bir şekilde artırılacağı açıklanan bir yaptırım paketi üzerinde görüş birliğine varmıştır. Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar konusunda ABD ile AB arasında belli bir eşgüdümün işlediğini söylemek mümkündür.
*
Putin’in geçen pazartesi akşamı yaptığı ve Ukrayna’nın devlet olarak var olma hakkını sorguladığı açıklaması, kendisinin niyetlerinin, dolayısıyla krizin ciddiyet derecesinin algılanması bakımından Batı dünyasındaki karar vericilerin yanı sıra kamuoylarının geniş bir kesimi üzerinde sarsıcı bir etki icra etmiş olmalıdır.
Batı dünyası ile Rusya arasındaki çatışma, son tahlilde demokrasiler ile yayılmacı hırslarına gem vuramayan totaliter bir rejim arasındaki bir fay hattı üzerinden şekilleniyor. Bir yanda Ukrayna halkının sandıkta kendi özgür iradesiyle ortaya koyduğu tercihler ve karşısında onun iradesini yok sayan ve tanklarıyla ezebileceği mesajını veren ve bu doğrultuda harekete geçen bir rejim var karşımızda.
En azından öyle olduğu varsayılıyordu.
O yılları hatırlayalım. Liberal demokrasilerin ve kapitalizmin komünizm karşısında galip geldiği görüşünden kaynaklanan muzaffer bir ruh hali ortalığı kaplamıştı.
Batı’daki kanaat önderleri ve stratejistler arasında “tarihin sonuna gelindiği” yolunda tezlerin ortaya atıldığı, tarihin artık yalnızca demokrasi güçlerinin güzergâhında yol alacağı şeklindeki görüşlerin mutlak doğrular olarak kabul gördüğü günlerdi.
Sonraki dönemde eski Doğu Bloku ülkelerinin önemli bir bölümünün Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi bütünleşmesine dahil olup aynı zamanda NATO’nun genişlemesinde yer aldıklarına tanıklık ettik.
Bu genişleme dalgaları Rusya ile sınırdaş Ukrayna’ya kadar yaklaştı ve orada durdu. Bu ülkenin ittifaka üye yapılmasına ilişkin 2008’deki NATO zirvesinde alınan bir ilke kararı, iş uygulamaya geldiğinde kâğıt üstünde kaldı. Ukrayna’nın hangi istikamette gideceği, Batı dünyası ile Rusya arasında adı konmamış önemli bir çekişme konusu haline geldi.
Ardından Ukrayna halkı yüzünü Batı’ya çevirdiği oranda Rusya’nın askeri araçlar da dahil muhtelif yöntemlerle bu ülkeye müdahil olması şeklinde bir kalıp şekillendi. Ukrayna’nın doğusunda Rusya’ya bitişik iki bölgedeki ayrılıkçı eğilimlerin Rusya tarafından desteklenmesini, 2014’te kuzey komşumuzun Ukrayna toprağı olan Kırım’ı işgal ve ilhakı izledi. Benzer bir tablo, 2008’de NATO üyeliği arayışlarına giren Gürcistan’ın Rusya ile karşı karşıya geldiği savaşta yaşandı.
Yine de bu hadiseler yaşanan durumların bütün vahametine ve yol açtıkları sıkıntılara rağmen, Rusya ile Batı dünyası arasındaki ilişkilerinin seyrini majör bir şekilde altüst edecek boyutlar kazanmadı.
SOĞUK SAVAŞ
Bir tarafta Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca’nın “Vaka sayılarının azaldığı, genelde hafif seyrettiği, hastaneye yatışlarda da düşüşler olduğu”, bu yönelişin sürmesinin beklendiği yolunda kamuoyunu iyimserliğe sevk eden açıklamaları var.
Diğer tarafta Sağlık Bakanlığı’nın günlük paylaşımlarına baktığımızda, vefat sayılarının son haftalarda ciddi bir tırmanışa girdikten sonra oldukça yüksek bir eşikte seyretmeye devam ettiğini görüyoruz.
Vefat sayılarında çok kaygı verici bir tablo söz konusu.
VEFAT SAYILARI İKİNCİ DALGAYI GERİDE BIRAKTI
Durumun ciddiyetine dikkat çekebilmek için hazırladığımız karşılaştırmalı bir grafiğe yer veriyoruz bugünkü yazımızda. Bakanlık verileri esas alınarak üç ayrı dönemdeki haftalık ölüm toplamları üzerinden hazırlanan bu grafikte, en solda salgının 2020 yılı sonuna rastlayan ikinci dalgasındaki en yüksek vefat sayıları var.
İkinci dalgada bir hafta zarfında en yüksek vefat sayısı 21-27 Aralık 2020 haftasında kayda geçmişti. O hafta 1.781 kişi COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetmişti. İkinci dalga ardından vefat sayıları düşüş eğrisi izleyerek ocak ayında önemli ölçüde gerilemişti. Bu dalgada bir gün içinde kaydedilen en yüksek vefat sayısı 23 Aralık 2020 tarihinde 259 kayıpla kaydedilmişti.
Buna karşılık geçen haftanın vefat toplamı 1.909’a çıkarak ikinci dalganın en yüksek haftasını geride bırakmıştır. Bu arada, geçen hafta bir gün içindeki en yüksek vefat sayısı 300’ün de üstüne çıkmıştır. Geçen hafta salı günü 309 kayıp açıklanmıştır.
Bu haliyle bakıldığında vefat sayıları ikinci dalgadan yüksek, 2021 ilkbaharındaki üçüncü dalganın ise biraz altında görünüyor. Üçüncü dalgada en yüksek haftalık vefat toplamı 26 Nisan-2 Mayıs 2021 döneminde 2 bin 486 sayısı ile kaydedilmişti.
Cumhuriyet gazetesinin çiçeği burnunda diplomasi muhabiri olarak 1979 yılı aralık ayında NATO’nun Brüksel’deki güz dönemi toplantılarını izlemekle görevlendirilmiştim. Türkiye’de Demirel azınlık hükümeti işbaşındaydı. Hükümetin Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen NATO Konseyi toplantılarına katılırken, Milli Savunma Bakanı Ahmet İhsan Birincioğlu da kendi mevkidaşları ile NATO Savunma Planlama Komitesi toplantısında bir araya geliyordu.
Toplantıların en önemli konusu, NATO’nun o dönemde Doğu-Batı ilişkilerinde büyük bir sarsıntıyı tetikleyen Avrupa’ya nükleer yetenekli orta menzilli Pershing ve Cruise füzelerini yerleştirme kararını almasıydı.
HAYRETTİN ERKMEN’E UYGULANAN PROTOKOL
İzlediğim bu gezi genç bir gazeteci olarak zihnimde Türkiye’nin Batı dünyasındaki konumuyla ilgili bir dizi soru işaretinin yerleşmesine yol açtı. Şu nedenle...
Dışişleri Bakanı Erkmen NATO merkezine geldiğinde kırmızı halının üzerinden geçiyor, toplantı salonuna ittifakın eşit üyesi olarak giriyor, alınan kararlarda eşit oy hakkına sahip oluyordu.
Hayrettin Erkmen’in Brüksel’de iken Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) buradaki merkezine giderek o dönemdeki Komisyon Başkanı Roy Jenkins’i de ziyaret edeceği bildirildi. Bütün Türk gazetecileri topluca AET’nin Charlemagne Bulvarı üzerindeki Berlaymont binasına giderek kendisini beklemeye başladık.
AET yetkilileri kendisine saygıda kusur etmediler ama son tahlilde Türk Dışişleri Bakanı bu binada bir misafir kimliğiyle karşılandı.
Uzmanlar, haftalardır Rus ordusunun Ukrayna’ya girip girmeyeceği konusunda tahmin yürütmekle meşgul. Rusların Ukrayna’ya girmesi ihtimalinden kesinlik içinde söz edenler de var; bir şekilde diplomatik bir çıkış yolu bulunacağından emin olanlar da...
ABD yönetimi, son günlerde Rusya’nın Ukrayna’yı “her an işgal edebileceği” şeklinde çıkışlar yaparken, Rusya’nın bazı birliklerini sınırdan çektiği yolundaki açıklamaları tansiyonu bir nebze aşağı çekti. Ancak bu kez Kremlin ile NATO başkentleri arasında Rus birliklerin gerçekten çekilip çekilmediği konusundaki polemikler patlak verdi.
Muhtemeldir ki, daha uzun bir süre Ukrayna sınırındaki silahların gölgesi altında nefesimizi tutarak yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Avrupa kıtasında barış, Berlin Duvarı’nın 1989 kasım ayında yıkılmasından sonra hiç bu ölçüde tehdit altında olmamıştı. Geçen otuz yılı aşkın süre zarfında -Balkanlar’da yaşanan
savaşlar hariç tutulursa- Avrupa’da Doğu ile Batı arasındaki bir gerilimin yansıması olan bir savaş ihtimalini hiç bu kadar yakında hissetmemiştik.
PUTİN’İN BELİRSİZLİK YARATMA STRATEJİSİ
İçinden geçtiğimiz kritik süreçte, gerilimin bundan sonraki seyrine ilişkin soruların çoğunun yanıtı bir kişide, Kremlin’de oturmakta olan Rusya Lideri Putin’in kafasının içinde yatıyor.
Burada altını çizmemiz gereken nokta,