Sedat Ergin

Türkiye ile İsrail arasında Nâzım Hikmet’in bir şiiri üzerinden yeni bir başlangıç

11 Mart 2022
Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla başlayan savaşın gölgesi düşmemiş olsaydı, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret muhtemelen olduğundan daha da büyük bir ilgi yaratmayı hak ediyordu özellikle uluslararası alanda.

Ancak yine de önemli bir Ukrayna boyutunu da içerdi bu ziyaret. Çünkü, buradaki açılım Ukrayna’daki savaşın ortaya çıkardığı çok temel meseleleri, örneğin Avrupa Birliği’nin yeni dönemdeki enerji güvenliği önceliklerini de doğrudan ilgilendiriyordu.

Bu gibi başlıkların değerlendirmesine girmeden önce ziyareti bir perspektife oturtalım. Herzog’un Türkiye’ye gelişi, öncelikle Doğu Akdeniz’in iki başat ülkesi arasında çok uzun bir zamandır yokuş aşağı giden kavgalı ilişkilerin artık bu durumdan çıkartılıp bir normalleşme sürecine sokulması ve yeni bir başlangıç yapılmasının harcının atılmasına sahne oldu.

Ve ne ilginçtir ki Nazım Hikmet’in bir şiirinin sembolizmi, ilişkilerdeki bu yeni başlangıca bir anlamda kefil oldu. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin konferans salonunda gazetecilere açıklamalarda bulurken, “Modern çağın en büyük Türk şairlerinden biri” dediği Nazım Hikmet’in 1940’ların sonuna doğru Bursa Hapishanesi’nde yazdığı “Yaşamaya Dair” adlı ünlü şiirinden şu dizeleri okudu:

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı/yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil/ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için/yaşamak, yani ağır bastığından”

Herzog, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a dönerek şöyle dedi:

Sayın Cumhurbaşkanı, şairin dediği gibiyiz. Birlikte daha anlamlı bir yaşam seçiyoruz.“

Ziyaretin mesajı, böylelikle Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde yeni dönemde “anlamlı bir yaşam” için barışı simgeleyen zeytin ağacı metaforuyla kaplanmış oldu.

TÜRKİYE BÖLGE 

Yazının Devamını Oku

Ukrayna işgali sonrasında Türk-ABD ilişkilerinde S-400’ler için formül arayışı

10 Mart 2022
Bundan çok uzun yıllar sonra 21’inci yüzyılın bir noktasında bugünlerin önemli hadiselerini yazacak olan tarihçiler, araştırmacılar, Rusya’nın 2022 yılı şubat ayı sonunda başlayan Ukrayna’yı işgal dönemini kaleme alırken kendileri açısından oldukça kafa karıştırıcı bir durumla karşılaşacaklar.

Girilen küresel bunalımda Rusya’nın işgali ile birlikte Batı dünyası saldırgan ülkeye karşı kendi içinde büyük bir toparlanmaya girişirken, NATO bünyesinde sancılı bir mevzu karşılarına çıkacaktır. İttifakın başını çeken ABD ile ittifakın ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin ilişkileri, aralarında yaşadıkları bir dizi kriz nedeniyle felç halinde görünmektedir 2022 başı itibarıyla.

Biraz derinlemesine baktıklarında, müttefiklerden birinin, diğerinin fiilen ortak üretimine katıldığı F-35 tipi beşinci nesil savaş uçaklarına el koyduğunu, üretim sürecinden çıkarttığını, ayrıca bir dizi yaptırım da uyguladığını fark edeceklerdir. Bu durum yaptırımlara maruz kalan ülkenin hava savunması açısından bir zafiyet yaratmaktadır, Rusya’nın işgalci kimliğiyle sahneye çıktığı bir dönemde.

DİĞER ZOR SORUNLAR: S-400, PKK/YPG VE PENSİLVANYA MESELESİ

Tarihçiler bu noktaya nasıl gelindiğini incelerken, yaptırım uygulanan müttefikin de NATO’nun bütün belgelerinde ana tehdit olarak kabul ettiği ve zaten 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmiş olan Rusya’dan 2019 yılında S-400 tipi gelişmiş hava savunma sistemleri almış olduğunu, ABD yasaları çerçevesinde buna karşı bir dizi yaptırımın devreye sokulduğunu okuyacaklardır.

Arşivleri biraz daha karıştırdıklarında, meselenin göründüğünden çok daha sıkıntılı olduğu gerçeği onları beklemektedir. Çünkü, NATO müttefiki ABD’nin aslında terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD-YPG isimli örgüt ile bir askeri ittifak kurmuş olduğunu, bu sırada PKK’nın da Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin sürdüğünü anlayacaklardır.

Ayrıca sorunların dökümüne baktıklarında, Türkiye’de 2016 yılında bir askeri darbe girişimi olduğunu ve kalkışmayı gerçekleştiren kriminal örgütün önderinin Pensilvanya’da ABD’nin koruyucu kolları altında yaşadığını da öğreneceklerdir.

Peki tarihçiler karşılarına çıkan bu karmakarışık tabloyu Rusya’nın Ukrayna’yı fiili işgali ışığında değerlendirdiklerinde Türkiye-ABD ilişkilerinin 2022 yılı başında içinde bulunduğu durumu hangi nitelemelerle tasvir edeceklerdir?

RUSYA’NIN İŞGALİ İKİLİ

Yazının Devamını Oku

Ukrayna savaşının zor sorusu: Türkiye, Rusya ile ilişkilerini nasıl dengeleyecek?

9 Mart 2022
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesiyle ile ortaya çıkan küresel bunalım, Türkiye’yi dış ilişkileri alanında İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemin en zorlu, en yaşamsal sınavlardan birinin içine sokmuş bulunuyor.

Karşımızda asılı duran büyük bir soru var. Bu soru, Batı kurumlarının çoğunda yer alan, bu çerçevede NATO’nun da üyesi olan, ancak aynı zamanda karşı kamptaki Rusya ile özel bir ilişkiyi de genellikle hassas bir şekilde yürütegelmiş olan Türkiye’nin, yaşanan altüst oluşta buradaki iki cephe arasında nasıl bir denge tutturacağı meselesidir.

1990’lı yılların başında son bulan Soğuk Savaş döneminde Doğu ile Batı arasında Avrupa’da sıcak bir çatışmanın yaşanmadığı göreceli bir istikrar ortamında bu denge politikasının yürütülmesi, kolay olmamakla birlikte özellikle 1960’lı yılların ortasından itibaren Türk diplomasisinin pekâlâ üstesinden gelebildiği bir sınamaydı.

Oysa bu kez Rus tanklarının bağımsız bir ülkenin topraklarından içeri girdiği bir savaş söz konusudur ve Avrupa’nın topyekûn jeopolitik düzeni şiddetli bir depremle sarsılmaktadır. Zemin sürekli sallanırken girilen belirsizlik ortamında Türkiye’nin eski dengeyi kurabilmesi geçmişe kıyasla her bakımdan meşakkatli olacaktır.

Meseleyi çok daha karmaşık hale getiren başka faktörler de denkleme giriyor. Türkiye Rusya’nın saldırısına karşı Batı dünyası ile aynı pozisyonu almakta, NATO bildirilerindeki mutabakatların altına imzasını atmaktadır. Ama NATO’da Rusya’ya karşı dayanışma içinde olduğu Batı dünyası ile hem ABD hem de AB cephelerinde aslında kronikleşmiş ciddi sorunlar da yaşamaktadır.

Üstelik bu dönemde Rusya ile ilişkileri de büyük bir yoğunlaşmaya sahne oluyor. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki en dikenli konulardan biri Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almış olmasıdır. Yani NATO bildirilerinde Ukrayna’yı işgal ettiği için kınadığı ve “siyasi bedel ödeyeceğini” söylediği Rusya’dan...

*

Rusya ile ilişkilerdeki yoğunlaşma bir olgudur. Gelgelelim bu ilişkiler de dikensiz bir gül bahçesi değildir.

Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta cephe hattındaki iki hasım aktörden birine açık bir şekilde silah sağlamakta oluşu meseleyi daha da zorlaştırıyor. Türkiye’nin Ukrayna’ya sattığı insansız hava araçlarının savaşta Rus kuvvetleri üzerinde nasıl hasara yol açtığına ilişkin çarpıcı görüntüler, uluslararası kamuoyunun ortalığa yayılan videolar üzerinden ilgiyle izlediği bir konudur.

Yazının Devamını Oku

Ukrayna savaşının en büyük mağdurları çocuklar

8 Mart 2022
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte haritalar üzerinden yapılan derin jeopolitik tahlilleri, Rusya Lideri Vladimir Putin’in Ukrayna’ya dönük yayılmacı tarih tezlerinin tartışmasını bugün bir tarafa bırakalım.

Bugünkü yazımızda savaşın insan gerçeğine ve sahada yaşanan büyük insanlık dramına eğilelim.

Savaşta önümüzde beliren tabloda tartışılmasına ihtiyaç duyulmayan mutlak bir gerçek varsa, o da Rusya’nın sivil-asker ayrımı yapmadan acımasız bir saldırı yürüttüğü ve bunun sonucunda milyonlarca insanın canını kurtarmak amacıyla ülkesinden kaçmaya çalışmakta oluşudur.

ANNELER SIĞINAKLARDA ÇOCUKLARININ ÜSTÜNE YATIYOR, ÇÜNKÜ...

Televizyon haberlerinde, sosyal medya paylaşımlarında sıkça karşımıza çıkan görüntülerde sert kış koşullarında ellerinde çantalarıyla, bavullarıyla kaçmaya çalışan, tren istasyonlarını dolduran, yollarda yürüyerek göç eden yaşlılar, kadınlar, çocuklar var.



Yazının Devamını Oku

COVID-19 ile mücadelede Bilim Kurulu’nda konsensüs olmayınca

5 Mart 2022
"Birazdan sizinle paylaşacağım kararlar mutlak bir mutabakatla alınmış kararlar değildir” diye söze girdi geçen çarşamba akşamı Koronavirüs Bilim Kurulu toplantısının bitiminde Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca.

Ardından kurul üyeleri arasındaki bölünmeyi biraz daha açtı:

Bilim insanlarımızdan “Henüz erken” diyen ve bekleme taraftarı olanlar da var. Birçok bilim adamı ise bizlerin sosyal gerçekliği, dünyadaki benzer gelişmeleri dikkate alarak salgın baskısından kurtulmuş bir hayata dönüş için aldığımız inisiyatifi destekliyor.

Koca, bu ifadesinden sonra “Şimdi salgının mücadele etmesi kolay bir evresinde olduğumuz tespitinden hareketle Bakanlık olarak aldığımız kararları maddeler halinde açıklıyorum” diyerek bu kararları sıraladı.

Buradaki kilit ifade, herhalde Koca’nın kararın “Bakanlık olarak alındığını” vurgulayarak, Bilim Kurulu’nun bu inisiyatife ortak bir tutumla kefil olmadığını kabullenmesidir.

BİLİM KURULU ÜYESİ: ‘MANTIKLI DEĞİL’ DEYİNCE

Hatırlanacaktır, geçen ocak ayında da Bilim Kurulu ile ilgili tartışmalı bir durum yaşanmış, Sağlık Bakanlığı PCR testi yaptırma kurallarının gevşetilmesi yönünde atılan bir dizi adımı kurul kararı şeklinde takdim etmişti. Ancak bu konuda bir karar alınmadığı sonradan kurul üyelerinin beyanlarıyla ortaya çıkmış ve ardından bu açıklamanın düzeltilmesi yoluna gidilmişti.

Aslında her iki olayda da karşımızda şekillenen genel bir kalıp varsa, o da Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 önlemlerinin gevşetilmesi doğrultusunda attığı bütün kritik adımlarda Bilim Kurulu’nun mutabakatını bir bütün olarak yanında bulmamasıdır.

Dikkat çekici bir nokta, Bilim Kurulu üyelerinin bakanlığın kararlarına çekincelerini kamuoyundan saklamamalarıdır. Örneğin Bilim Kurulu üyesi olan ve aynı zamanda Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin (KLİMİK) başkanlığını da yürüten Prof.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’yi Karadeniz’de ABD ile Rusya arasında zorlu bir sınama bekliyor

4 Mart 2022
Bundan tam 14 yıl önce Rusya ile Gürcistan arasında patlak veren savaş aynı zamanda Türkiye ile ABD arasında Montrö Sözleşmesi üzerinden yaşanan bir krize de sahne oldu.

Washington, 2008 Ağustos ayında ABD Ordusu’nun “USNS Comfort” ve “USNS Mercy” adlarındaki iki hastane gemisini Türk Boğazları’ndan geçirerek insani yardım amacıyla Gürcistan’a göndermek için Ankara’nın kapısını çaldı.

Ankara olumsuz yanıt verdi. Çünkü her iki geminin de tonajı Montrö Sözleşmesi’nde Boğazlar’dan geçiş için öngörülen sınırların üstündeydi. ABD’li yetkililerin insani yardım gerekçesini getirerek ısrarlı olmalarına karşılık Ankara’nın pozisyonunu değiştirmemesi Washington’da ciddi eleştirilere yol açtı o günlerde.

Türk tarafı geri adım atmayınca, ABD Gürcistan’a ulaştırmak istediği insani yardımları tonaj sınırlamasına takılmayan savaş gemileri aracılığıyla sevk etti. “USS McFaul” adlı muhrip, bu savaş sırasında 2008 Ağustos ayının son haftasında Batum Limanı’na demir atan ilk ABD savaş gemisiydi. Bunu sonraki günlerde “USCGC Dallas” ve “USS Mount Whitney” askeri gemileri izledi.

MONTRÖ ABD’YE DAR BİR ELBİSE GİYDİRİYOR

2008 yılındaki bu kriz Türkiye ile ABD arasında Karadeniz’de Montrö üzerinde aslında çok uzun yıllardır yaşanan bir çekişmenin de bir yansımasıdır. Hadise, Türkiye’nin Montrö konusunda ne kadar hassas olduğunu ve sözleşmenin aşınmaması için ne kadar katı durabileceğini de gösteriyor.

Bu tutumun gerisinde,Sözleşme bir şekilde esnetildiğinde, bunun emsal oluşturarak metnin aşınmasına yol açabileceği yolundaki Ankara’nın yerleşmiş  bakışı var.

Türkiye’nin Montrö konusunda esnekliğe kapalı durması, aynı zamanda Türkiye ile ABD arasında Karadeniz’de NATO’yu da içine alacak işbirliğinin sınırlarını da çizmektedir.

Bu sınırlar, muhtelif ihtimaller için öngörülen düzenlemelerin yanı sıra, öncelikle Sözleşme’nin Karadeniz’e çıkacak savaş gemilerinin tonajlarına ve burada kalış sürelerine getirdiği katı kurallarda yer alıyor.

Yazının Devamını Oku

Montrö’nün değerini daha yakından anlamak...

3 Mart 2022
Geçen hafta Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin başlamasıyla patlak veren krizin uluslararası politika ve dünya kamuoyunun gündemine taşıdığı başlıklardan biri de Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki kontrolünün hukuki çerçevesini çizen 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi oldu.

Bu sözleşme Türkiye’ye Rusya dahil üçüncü ülkelerin savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışlarını sınırlama, yasaklama imkânı tanıyor. Sözleşmenin bu yönü, kaçınılmaz olarak silahlı çatışmaların güney cephesine sahne olan bu bölgedeki askeri güç dengesini ve savaş denklemini yakından ilgilendiriyor. Dolayısıyla, bugünlerde bütün gözler Montrö Sözleşmesi’ne ve onun hükümlerine çevriliyor.

İşte uluslararası alanda bütün projektörler Türk Boğazları’na odaklanırken, Rusya’nın dört savaş gemisini 27-28 Şubat tarihlerinde Karadeniz’e sokmak için yaptığı başvuru karşısında, Türkiye bu taleplerden yalnızca birini kabul etti, diğer üçünü geri çevirdi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun önceki akşam Habertürk’te yaptığı açıklamaya göre, bu gemilere izin verilmemesinin nedeni “Rusya’nın Karadeniz’deki üslerine kayıtlı olmamaları” idi... Çavuşoğlu, şöyle dedi:

Rusya’ya da söyledik, bunları göndermeyin... Rusya da bu gemilerin Boğazlar’dan geçmeyeceğini söyledi. Biz de Montrö’ye taraf olan tüm ülkelere ‘Rusya böyle bir talebini geri çekti’ diye bildirimde bulunduk. Burada Rusya veya diğerleri de alınganlık göstermesin. Montrö Anlaşması bugün de, dün de, yarın da geçerli olduğu sürece biz bunu uygulayacağız. Sonuçta dört gemiden üç tanesinin savaş durumunda geçiş hakkı yoktu.”

ABD TÜRKİYE’NİN UYGULAMASINDAN HOŞNUT

Türkiye’nin olumsuz yanıtı, Rusya açısından dünyanın sonu değildir. Rusya’nın Karadeniz’de deniz gücü olarak Ukrayna karşısındaki mutlak üstünlüğü bir olgudur. Rusya’nın 2014’te Kırım’ı işgal ettikten sonra Ukrayna Donanması’na verdiği tahribat hatırlardadır.

Sonuçta Ankara’nın Rus Donanması’nın üç gemisinin Karadeniz’e geçişine izin vermemesinin Rusya’nın savaşın güney cephesindeki harekât yetenekleri üzerinde büyük bir etkisinin olacağı düşünülemez.

Her halükârda Ankara’nın Montrö’yü bu şekilde uygulamasının özellikle ABD cephesinde kayda değer bir memnuniyetle karşılandığı anlaşılıyor. Montrö, ABD Dışişleri Bakanı

Yazının Devamını Oku

Putin Ukrayna’yı işgal ederken nükleer güce başvurabilir mi?

2 Mart 2022
Eskiden Moskova’daki Kızıl Meydan’da Ekim Devrimi’nin yıldönümü kutlamaları sırasında platformda yan yana dizilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi Politbüro üyeleri, çevreye yaydıkları ciddi görüntü ile Batı medyasında her zaman itici bulunurdu.

En başta da 1964-1982 yılları arasında tam 18 yıl süreyle Komünist Parti’nin Genel Sekreteri olarak ülkenin bir numaralı yöneticisi olan Leonid Brejnev...

Geçen pazar günü Rusya Lideri Vladimir Putin’in, Ukrayna’yı işgalin dördüncü gününde ülkesinin nükleer silahları ve hipersonik füzeleri de kapsayan caydırıcı güçlerini “özel savaş görevi durumu”na geçirme kararı alması karşısında, insan Sovyetler Birliği döneminin eski liderlerini hatırlamaktan kendisini alıkoyamıyor.

Soğuk Savaş döneminde, Doğu-Batı ilişkilerinin gerilimlere sahne olduğu anlarda bile Sovyetler Birliği yöneticilerinin nükleer sistemlerin görev statüsünde değişikliğe gitmeleri pek karşılaşılan bir durum değildi.

Tam 42 yılı bulan diplomasi kariyerinden 2007 yılında Türkiye’nin NATO Daimi Temsilcisi unvanıyla emekli olan Büyükelçi Ümit Pamir’e dün geçmişte buna benzer bir durumun yaşandığını hatırlayıp hatırlamadığını sorduğumda şu yanıtı aldım:

Hayır, böyle bir açıklamaya hiç tanık olmadım. Böyle bir şey hiç aklımın ucundan geçmedi. Hedef ülke bir NATO üyesi olmasa bile, bir nükleer tehdidinin ilk kez yapıldığını görüyorum.

DÜNYA KAMUOYU İÇİN ALIŞILMAMIŞ BİR DURUM

Putin’in geçen pazar günü Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Valeri Gerasimov’u Kremlin’e çağırıp kameraların önünde bu talimatı vermesi herkes için büyük bir şok oldu.

Batı dünyası Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ekonomik yaptırımlarla karşılık verirken,

Yazının Devamını Oku