Paylaş
Karşımızda asılı duran büyük bir soru var. Bu soru, Batı kurumlarının çoğunda yer alan, bu çerçevede NATO’nun da üyesi olan, ancak aynı zamanda karşı kamptaki Rusya ile özel bir ilişkiyi de genellikle hassas bir şekilde yürütegelmiş olan Türkiye’nin, yaşanan altüst oluşta buradaki iki cephe arasında nasıl bir denge tutturacağı meselesidir.
1990’lı yılların başında son bulan Soğuk Savaş döneminde Doğu ile Batı arasında Avrupa’da sıcak bir çatışmanın yaşanmadığı göreceli bir istikrar ortamında bu denge politikasının yürütülmesi, kolay olmamakla birlikte özellikle 1960’lı yılların ortasından itibaren Türk diplomasisinin pekâlâ üstesinden gelebildiği bir sınamaydı.
Oysa bu kez Rus tanklarının bağımsız bir ülkenin topraklarından içeri girdiği bir savaş söz konusudur ve Avrupa’nın topyekûn jeopolitik düzeni şiddetli bir depremle sarsılmaktadır. Zemin sürekli sallanırken girilen belirsizlik ortamında Türkiye’nin eski dengeyi kurabilmesi geçmişe kıyasla her bakımdan meşakkatli olacaktır.
Meseleyi çok daha karmaşık hale getiren başka faktörler de denkleme giriyor. Türkiye Rusya’nın saldırısına karşı Batı dünyası ile aynı pozisyonu almakta, NATO bildirilerindeki mutabakatların altına imzasını atmaktadır. Ama NATO’da Rusya’ya karşı dayanışma içinde olduğu Batı dünyası ile hem ABD hem de AB cephelerinde aslında kronikleşmiş ciddi sorunlar da yaşamaktadır.
Üstelik bu dönemde Rusya ile ilişkileri de büyük bir yoğunlaşmaya sahne oluyor. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerindeki en dikenli konulardan biri Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almış olmasıdır. Yani NATO bildirilerinde Ukrayna’yı işgal ettiği için kınadığı ve “siyasi bedel ödeyeceğini” söylediği Rusya’dan...
*
Rusya ile ilişkilerdeki yoğunlaşma bir olgudur. Gelgelelim bu ilişkiler de dikensiz bir gül bahçesi değildir.
Türkiye’nin Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta cephe hattındaki iki hasım aktörden birine açık bir şekilde silah sağlamakta oluşu meseleyi daha da zorlaştırıyor. Türkiye’nin Ukrayna’ya sattığı insansız hava araçlarının savaşta Rus kuvvetleri üzerinde nasıl hasara yol açtığına ilişkin çarpıcı görüntüler, uluslararası kamuoyunun ortalığa yayılan videolar üzerinden ilgiyle izlediği bir konudur.
Tabii Ukrayna’ya verilen bu askeri destek, Rusya’yı rahatsız ediyor. Pek çok vatandaşın zihninin gerisinde “Rusya buna başka bir şekilde yanıt verir mi?” sorusu açık durmaktadır.
Bu noktada Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarının gösterdiği üzere, savaşan her iki tarafla da, hem Ukrayna hem de Rusya ile ilişkilerini birbirinden etkilenmeden yürütmek niyetindedir. Biri için diğerinden vazgeçmeden yoluna devam etmek ve ikisi arasında bir diyalog kanalı oluşturarak çözüm yönünde rol oynayabilmek, bu şekilde uluslararası alanda profilini güçlendirmek düşüncesi, Ankara’nın başlıca hedeflerinden biridir.
*
Tabii savaş döneminde Batı ile Rusya arasında dengeyi kurmaya çalışırken Ankara’daki karar vericilerin hesaba katmaları gereken önemli bir durum var. Türkiye bu hassas dengeyi, ekonomisinin bir süredir baş gösteren ciddi sorunlar nedeniyle azımsanmayacak bir kırılganlık yaşadığı bir dönemde yürütmek durumundadır.
Nitekim Ankara, Rusya’nın işgaline karşı net bir tavır alıp NATO pozisyonlarını desteklemekle birlikte, daha ilk günden itibaren Batı’nın Rusya’yı hedef alan ekonomik misillemesine katılmayacağını belirterek, kendisini yaptırım rejiminin dışında konumlandırmış bulunuyor. Kuşkusuz, mevcut ekonomik kriz ortamına bir de yaptırımların yol açacağı büyük bir hasarın eklenmesi, Türkiye açısından arzu edilmeyecek bir durumdur.
Moskova’nın zaviyesinden bakıldığında, Türkiye’nin ekonomik yaptırımların dışında kalacağını açıklamış olması öncelikle siyasi olarak Türkiye’ye dönük olumlu bir bakışın yerleşmesine yol açacaktır. Zaten Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Ukraynalı muhatabı ile görüşmek üzere çok yakında Türkiye’ye gelecek olması, Kremlin’in Türkiye’ye bu krizde diplomatik alanda bir kulvar açma niyetini de gösteriyor.
*
Aynı zamanda Rusya Lideri Vladimir Putin’in Batı’nın ekonomik kuşatması altına girerken, Türkiye’yi ambargonun sıkıntılarını hafifletmek bakımından önemli bir kapı olarak görmesi muhtemeldir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen pazar günü Putin ile yaptığı görüşmeden sonra basına yansıyan haberler, Türkiye’nin Rusya ile krizden herhangi bir şekilde etkilenmeden ticaret ve ekonomik işbirliğine devam etme, hatta bunun için yeni formüller bulma arayışında olduğuna işaret ediyor.
Bu haberlere göre, Erdoğan’ın görüşmede muhatabına Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin aralarında kendi ulusal paraları ve altınla ticaret yapmalarını önermiş olması, bu bakımdan yeteri kadar fikir vericidir. Hatta Çin de fotoğrafın içine girmektedir.
Ayrıca Rusya’nın önceki gün açıkladığı “Rusya’ya, Rus şirketlerine ve vatandaşlarına hasmane eylemlerde bulunan yabancı ülkeler listesi”nde Türkiye’nin yer almaması da Kremlin açısından Türkiye’yi savaş koşullarında işbirliği yapılacak bir ülke olarak konumlandırıyor.
Özetle, yaptırımlarla çevrelenmekte olan Rusya’nın NATO üyesi de olsa Türkiye’yi yanına çekmeye dönük hamleler yapması, kendi çıkarları açısından anlaşılabilir bir durumdur.
*
Her halükârda Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini yürütürken gerçekçi bir muhasebe yapması gerekecektir. Bu muhasebedeki kritik mülahazalardan biri, Rusya’nın Türkiye’nin birinci doğalgaz tedarikçisi olduğu gerçeğidir. EPDK’nin resmi rakamlarına göre, Türkiye 2020 yılında doğalgaz ihtiyacının yüzde 33.6’sını Rusya’dan karşılamıştır. 2021 rakamı henüz açıklanmamış olmakla birlikte, EPDK’nin aylık verileri üzerinden yapılan hesaplamalar (*) Rusya’nın payının geçen yıl yüzde 44.8’e yükseldiğine işaret ediyor.
Ekonomik işbirliği alanındaki yoğunluk pek çok alana yayılıyor. Türkiye’nin geçen yıl 5 milyar doları geçen ihracat hacmi, Türk müteahhitlerinin bu ülkede halen 21 milyar dolar değerinde 150 kadar projeyi yürütmekte oluşu, keza Rusya’nın Türk turizmi açısından çok önemli bir müşteri olması ilk akla gelen başlıklardır.
Bir dizi siyasi faktör de bu muhasebede hesaba katılması gereken kayda değer bir diğer başlığı oluşturuyor. Ama burada da paradokslar var. Örneğin Türkiye ile Rusya, Suriye’de Fırat’ın doğusunda işbirliği, buna karşılık batısında çekişme halindedirler. Fırat’ın batısında Suriye hava sahası Rusya’nın kontrolündedir. Bu coğrafyada yer alan İdlib’de 10 bine yakın Türk askeri, Suriye’deki rejim ordusunun yeni bir göç dalgasına yol açabilecek kuzeye doğru bir hareketini baskılamak için sahada bir set çekmiş bulunuyor. Ayrıca, Türkiye ile Rusya Libya’da cephe hattının karşı taraflarında saf tutuyorlar.
Özetle, tarafların hem yoğun bir işbirliği yaptıkları, hem belli alanlarda rekabet yürüttükleri ve aynı zamanda zaman zaman çatıştıkları karmaşık bir ilişki söz konusu iki ülke arasında. Bu, yazılarımızda sıkça vurguladığımız üzere uluslararası ilişkiler literatüründe pek benzeri olmayan nevi şahsına münhasır, çok katmanlı, ciddi paradokslar da barındıran bir ilişki yapısıdır.
Zaten zorluklarla dolu bu ilişki yapısı şimdi Ukrayna’daki savaşla daha da sert bir türbülansın içine girmektedir.
*
Batı dünyası ile Rusya’nın arasının açıldığı, küresel ölçekte yeni bir cepheleşmenin yerleştiği bir dönemde, Türkiye’nin iki taraf arasında bir denge politikasını yerleştirmeye çalışırken, Rusya cephesinde atacağı adımlar her zamankinden daha yakın bir şekilde izlenecektir.
Bu noktada Erdoğan’ın geçen 29 Eylül tarihinde Soçi’ye ziyareti sırasında Putin’le görüşmesinde gündeme gelen ve işbirliğini daha da ileri götürecek projelerin akıbeti yeni dönemin merak uyandıran bir sorusudur. Erdoğan, yaptığı açıklamada “askeri işbirliğini derinleştirme” hedefinden, “S-400’lerin ileri boyutlara taşınmasından” söz etmiş, işbirliği için savaş uçakları, denizaltı yapımı gibi projeleri saymıştır. Erdoğan, Soçi’deki görüşmede halen inşaatı yürümekte olan Mersin Akkuyu’daki nükleer reaktöre ek iki yeni reaktör yapımı için de Putin’e öneride bulunmuştu.
Kabul edelim ki, Ukrayna üzerindeki sıcak savaşın sürdüğü ve çatışma ortamının ağırlaştığı bir senaryoda Rusya ile bu gibi yeni projelerin hayata geçirilmesi kolay olmayacaktır.
(*) Enerji politikaları uzmanı Necdet Pamir’in hesaplaması.
Paylaş