Sedat Ergin

Eski NATO Daimi Temsilcisi NATO ile ilgili bilgi kirliliğinden şikâyetçi

22 Ekim 2022
Nedir bu NATO? Yola çıkış belgesi olan 1949 tarihli Washington Antlaşması’nın dibacesinde taahhüt edilen demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerini içselleştirmiş bir savunma örgütü mü?

Yoksa bazılarının öne sürdüğü gibi, bütün kötülüklerin kaynağı olan, ABD emperyalizminin istediklerini yaptırabilmek için kullandığı bir koçbaşı mı?

Hangisi?

Peki bazılarına göre ABD’nin her dediğini yaptırabildiği bir örgütse, nasıl oluyor da ABD’nin çok istediği bazı adımlar, örneğin İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üye yapılması, bir müttefikin (Türkiye) vetosuyla pekâlâ engellenebiliyor?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle  NATO ile ilgili bu sorular bütün hararetiyle Türk kamuoyunun gündemine taşınmış bulunuyor.

NATO, bu tartışmalarla birlikte hepimizin zihinsel egzersizlerinde değişen ölçülerde bir yer tutuyor.

Ne olduğu sorusuna da herkesin kendi bakışına göre bir yanıtı var. Üstelik bazılarımızın oldukça kuvvetli kanaatleri var NATO hakkında.

ÖNYARGILI, ŞABLONA DAYANAN KULAKTAN DOLMA DEĞERLENDİRMELER

Yaklaşık 40 yıllık meslek hayatının önemli bir bölümünü NATO konularında uzmanlaşarak geçiren ve emekli olmadan önceki son görevinde 2013-2018 yılları arasında Türkiye’yi büyükelçi olarak bu örgütün Brüksel’deki merkezinde temsil eden

Yazının Devamını Oku

ABD, Ankara ile Atina karşısında gerçekten de dengeli ve tarafsız mı?

21 Ekim 2022
ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi Jeffry Flake’in geçen salı günü ülkesinin Türkiye ile Yunanistan karşısında taraf tutmadığı ve denge gözettiği mesajını taşıyan bir açıklama yapmasını nasıl değerlendirmeliyiz?

Bu soruya yanıt ararken önce kısaca Büyükelçi Flake’in açıklamasına bakalım. Büyükelçi, “Son dönemde kendisine ABD’nin Ege’de güvenliğe ilişkin pozisyonunda bir değişiklik olup olmadığı sorusunun yöneltildiğini” anlatıyor. Ardından şu yanıtı veriyor:

“Bu soruya cevabım ‘Hayır’. NATO müttefiklerimiz Türkiye ve Yunanistan ile güvenlik alanındaki işbirliğimiz, ortaklardan biri lehine taraf tutmaya ya da dengeyi bozmaya yönelik bir tutuma dayanmamaktadır.”

Özetle, “İkisi arasında taraf tutmayız, dengeyi de bozmayız” diyor.

*

Büyükelçiden bu açıklama gelirken geçen pazartesi günü ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın, önceki gün de iki ülkenin savunma bakanları Lloyd Austin ile Hulusi Akar arasında gerçekleşen telefon görüşmelerinde de bu yöndeki güvencenin tekrarlandığı tahmin edilebilir.

Flake’in beyanı, son zamanlarda iki gelişmenin Türkiye cephesinde yarattığı tepkilerin ertesine rastlıyor. Bunlardan birincisi, ABD’nin Yunanistan’daki askeri varlığını güçlendirmesi, özellikle Dedeağaç Limanı’nı burada yaptığı tahkimatla büyük bir üsse çevirmekte oluşudur. İkinci fasılda, ABD’nin Yunanistan’a hibe olarak verdiği zırhlı araçların bir bölümünün uluslararası antlaşmalara göre gayri askeri statüde olması gereken Yunan adalarına intikal ettirmesi yer alıyor.

ABD Temsilciler Meclisi’nde Türk F-16 savaş uçaklarının modernizasyonunun Yunanistan ile ilgili koşullara bağlanmasını öngören yasa tasarıları kaleme alınırken, ABD’nin Yunanistan’a hibe yardımlarıyla Türkiye’nin yanı başındaki adalar antlaşmalara aykırı bir şekilde silahlandırılıyor. Kuşkusuz, denge ve tarafsızlık kavramlarıyla izah edilebilecek bir durum yok burada karşımızda.

Bu arada, Yunanistan’daki askeri tahkimatı Türkiye’yi hedef almıyorsa, ABD’nin bunu en baştan kamuoyuna açıklaması gerekmez miydi? Ancak ABD’nin Ankara’nın bu yöndeki beklentisi karşısında uzun bir süre sessiz kalması, kaşların kalkmasına yol açtı. Yunan hükümeti de bu sessizliği ABD’yi Türkiye karşısında kendi yanına çektiği şeklinde yorumlamakta, bu şekilde takdim etmekte bir beis görmedi.

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’ne göre siyasi eleştirinin sınırları ne kadar geniştir?

20 Ekim 2022
Geçenlerde Anayasa Mahkemesi’nin web sayfasına konan yeni bir bireysel başvuru kararı dikkatimi çekti. Bu karar, 17-25 Aralık soruşturmaları çerçevesinde adı gündeme gelen AK Partili dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi önerisinin TBMM soruşturma komisyonunda reddedilmesi üzerine patlak veren bir siyasi tartışmayı konu alıyor.

Üstelik bu çekişmenin taraflarından biri hadisenin meydana geldiği dönemde iktidar partisinin milletvekili olup sonradan 2016-2018 yılları arasında Adalet Bakan Yardımcılığı görevini yürütmüş bir siyasi. Diğer tarafta ise ana muhalefet partisi lideri yer alıyor.

Başvurucu Bilal Uçar, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı grup konuşmalarında hakkında kullandığı ifadelerle “şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiği” şikâyetiyle AYM’nin kapısını çalmış.

AYM, bu başvuru karşısında siyasi çevrelerde tartışılması muhtemel ilginç bir karar verdi.

*

Karara geçmeden önce başvuruya giden olayın öyküsünü kısaca özetleyelim. AYM kararının girişinde kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak 2013 yılı aralık ayında operasyonlar başlatıldığı hatırlatılıyor. Bu operasyonlar “kara para aklama”, “altın kaçakçılığı” ve “kamu görevlilerine rüşvet” iddialarıyla yürütülmüştür.

Metinde daha sonra haklarında yolsuzluk yaptığı iddiası bulunan eski bakanlarla ilgili Meclis’teki süreç aktarılıyor. Bu bakanlar, AYM kararında isimlerinin baş harflerinin kısaltılması suretiyle Z.Ç., E.B., M.G. ve Er.B. şeklinde kayda geçiriliyor.

Bakanlar hakkında soruşturma yetkisi TBMM’ye ait olduğundan bu dört bakan hakkında Meclis Soruşturma Komisyonu kurulduğu anlatılıyor. Başvurucu Bilal Uçar, o tarihte bu komisyonda üye olan AK Parti milletvekillerinden biridir.

Komisyondaki görüşmelerden sonra 5 Ocak 2015 tarihinde dört eski bakanın yargılanmak üzere Yüce Divan’a sevki konusunda oylama yapılmış,

Yazının Devamını Oku

HTŞ’nin, Zeytin Dalı Harekât Bölgesi’nde ne işi var?

19 Ekim 2022
Türkiye’nin Suriye’nin kuzey batısında kontrol ettiği “Zeytin Dalı Harekât Bölgesi”nde son günlerde alışagelmedik şeyler oluyor. Ne oluyor derseniz, İdlib’de yerleşik olan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından “terörist” olarak tanımlanan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütü, bu bölgeden içeri girerek Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenlerini sahada geriye itti.

HTŞ ile ÖSO grupları arasında özellikle geçen hafta yaşanan, önceki gün yeniden patlak veren çatışmalarda ölenlerin sayısının siviller de dahil olmak üzere 60’a yaklaştığı anlaşılıyor.

TSK’nın gözetimi altında bulunan bir bölgede meydana gelen bu olaylar, kuşkusuz Türkiye açısından önemli sonuçlar taşıyor, Suriye rejimi ile normalleşme tartışmalarının sürdüğü bir dönemde.

*

Son olayları değerlendirebilmek için önce biraz geriye, geçen haziran ayına dönelim. Haziran ayında merkezi Afrin şehri olan Zeytin Dalı Harekât Bölgesi’nde ÖSO bileşenleriyle ÖSO çatısı dışında kalan Ahrar eş Şam gibi silahlı muhalif gruplar arasında çatışmalar meydana geldi. Bu çatışmalar sırasında İdlib’de üslenmiş olan HTŞ, 18 Haziran tarihinde Zeytin Dalı bölgesine girerek çatışmalarda ÖSO’nun karşısında yer alacak şekilde taraf oldu.

HTŞ, bu hadiseler sırasında yaklaşık 700 araçtan oluşan dev bir konvoyla bu bölgeye giriş yaparak Afrin’in 20 kilometre kadar güneybatısındaki Cinderes kasabası ve civardaki köylerde belli bir süre için kontrolü eline geçirdi. Sonradan Türkiye’nin de devreye girmesiyle HTŞ Afrin bölgesinden çekildiyse de örgüt bu hamlesiyle önemli bir mesaj vermiş oldu ilgili bütün taraflara.

Böylelikle, Hatay’a bitişik İdlib’de büyük ölçüde alan hâkimiyetine sahip olan, kurduğu ve “hükümet” olarak adlandırdığı bir idare üzerinden bu bölgeyi yöneten HTŞ, ilk kez İdlib sınırları dışına çıkmış oldu. HTŞ, Türkiye’nin kontrolü altındaki bir bölgeye girerken, askeri gücünü sahaya sürdüğünde arazideki dengeyi pekâlâ Türkiye’nin himayesindeki ÖSO aleyhine değiştirebileceğini gösterdi.

Ateşkesin ardından uzun bir süre her şey yatışmış görünüyordu ki kapanmış görünen anlaşmazlık konuları geçen hafta yeniden patlak verdi ve HTŞ bir kez daha sahaya girdi, üstelik bu kez Afrin’e kadar çıktı.

*

Yazının Devamını Oku

Amasra’daki maden kazası ve cezasızlık kültürü

18 Ekim 2022
Amasra’da 41 madencimizin hayatını kaybettiği son kaza hakkında yazmak üzere dün bilgisayarımın başına oturduğumda, bundan sekiz buçuk yıl kadar önce 13 Mayıs 2014 tarihinde 301 madencimizin öldüğü Soma faciası üzerine kaleme aldığım metinlerin üzerinden bir kez daha gittim.

Özellikle o dönemde yayımladığım ilk yazıyı okuduğumda şunu fark ettim. İçinde bazı güncellemeler ve uyarlamalar yaptığım takdirde, önemli bir bölümünü tekrarladığımda, fikir akışı ve ana mesajlar bakımından pekâlâ bugün için de büyük ölçüde geçerli 2014 yılındaki bu yazı.

Zaten başlığına bakmak bile bunu göstermek açısından tek başına yeterli. “Maden kazalarında fıtrat faktörü ve bilimsel bakışın gereği” başlığını koymuşum 16 Mayıs 2014 tarihli bu yazıya.

Sekiz buçuk yıl sonra aynı tartışmaya dönmüş bulunuyoruz.

*

O yazıya “Yaşanan büyük faciadan sonra, bu gibi büyük kazaların ardından her seferinde yaşandığı gibi yine aynı soru karşımıza çıkıyor” diye başlayıp, sormuşum:

“Teknolojideki gelişmeler izlenmiş, gereken bütün önlemler alınmış, ayrıca bu konudaki prosedürler, kurallar titizlikle gözetilmiş olsaydı, bu kaza önlemez miydi?”

Pek çok vatandaşın bu soruya “Tabii ki önlenebilirdi” yanıtını vereceğini de eklemişim.

Ardından ülkenin karar vericileri arasında değişik yaklaşımlara rastlamanın mümkün olduğunu belirterek devam ediyor yazı. Bu çerçevede dönemin başbakanı

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi'nin 'Dezenformasyon Yasası' sınavı

15 Ekim 2022
Kısaca “Dezenformasyon Yasası” olarak adlandırılan “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBMM’de hararetli tartışmalara sahne olduktan sonra beklendiği üzere kabul edildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın onayının ardından yürürlüğe girmesiyle birlikte kendimizi Türkiye’de yeni bir dönemin içinde bulacağız.

Bu yasanın uygulaması artık herkesin günlük hayatının bir parçası haline gelecektir. Çünkü yalnızca gazeteciler değildir bu yasanın getirdiği sınırlamaları göz önünde bulundurmak zorunda olanlar. Aynı zamanda sosyal medyayı kullanan bütün vatandaşlar da bundan böyle tweet mesajı atarken ya da başka mecralarda paylaşımda bulunurken kullandıkları ifadeleri artık iki kez düşünmek durumunda kalacaklardır, “Gönder” düğmesine basmadan önce.

Bunun nedeni, yasanın vatandaşların kendilerini ifade ettikleri bütün sosyal paylaşım mecralarını da kapsayan bir genişlik taşımasıdır.

*

Sorunun temeli, yasayla getirilen düzenlemelerde suçun tanımının son derece geniş ve muğlak bir şekilde formüle edilmiş olmasıdır. Zaten yasanın “Hukuki belirlilik” ilkesi bakımından çok sayıda sakınca taşıdığı bizzat Yargıtay temsilcisi tarafından da ortaya konmuştur TBMM Adalet Komisyonu’ndaki görüşmeler sırasında.

Metindeki muğlaklığın savcılar ve hâkimler tarafından geniş bir şekilde yorumlanarak uygulanması ihtimali ifade özgürlüğünün kullanılması açısından önemli handikaplar yaratmaya adaydır.

Bu ihtimale dikkat çekebilmek için yeni düzenlemenin Türk Ceza Kanunu’nun 217’nci maddesine yaptığı eklemeyi özellikle hatırlamamız gerekiyor.

Buna göre, “

Yazının Devamını Oku

Yunanistan’la F-16 modernizasyonuna başlayan ABD, Türkiye’nin talebini sürüncemede bırakabilir mi?

14 Ekim 2022
ABD Senatosu’nun gündemindeki 2023 mali yılı Ulusal Savunma Bütçe Tasarısı’nda Türkiye’ye F-16 satışını Yunanistan’la ilgili koşullara bağlayan değişiklik önergelerinin yer almayacağı yolundaki haberleri nasıl karşılamalıyız?

Bu haberlerden ilk bakışta Biden yönetiminin devreye girerek Kongre üzerinde ağırlığını koyduğunu anlamamız gerekiyor.

Ancak yönetimin bu hamlesine bakarak dosyanın Kongre’de nihai şeklini aldığı sonucunu çıkarmak da yanıltıcı olur. İşin bu kısmını yazının sonuna bırakıp konunun genel çerçevesini değerlendirebilmek için yakın zamandan iki olayı hatırlayalım.

ABD BÜYÜKELÇİSİ YUNAN HAVA ÜSSÜNDEKİ TÖRENDE NE DEDİ?

Bu olaylardan birincisi, ABD’nin Atina Büyükelçisi George Tsunis’in geçen 12 Eylül’de sosyal medya hesabından paylaştığı görüntülü bir haberde karşımıza çıkıyor. Tsunis, “F-16 VIPER modernizasyon programını kutlamaktan onur duyuyorum” diyor bu paylaşımında.

Bu mesajı destekleyen fotoğraflarda ABD Büyükelçisi Yunan Hava Kuvvetleri’nin Tanagra Hava Üssü’nde bir F-16 savaş uçağının önüne yerleştirilmiş kürsüden törene katılan üst düzey konuklara hitap ediyor. Fondaki ABD ve Yunanistan bayrakları da bu görüntüyü tamamlıyor.

Kutlama töreni, Yunanistan’ın elindeki F-16 uçaklarının modernizasyonu için ABD ile yürütülen işbirliği programı çerçevesinde ilk iki uçağın yeni donanımlar eklenerek “VIPER” diye adlandırılan bir üst kategoriye geçmesi vesilesiyle düzenlenmiştir.

Teknik terminoloji ile ifade etmek gerekirse, yetenekleri açısından bugün itibarıyla “4’üncü nesil” olan F-16 uçakları, bu modernizasyon programından geçerek “4.5’uncu nesil” kategorisine çıkacaklardır.

Bundan, uçağın radarlarının menzil derinliğinin artması, radar izlemesinde çoklu hedefe odaklanabilmesi, aynı zamanda radarla elde edilen bilgilerin aktarım yeteneğinin geliştirilmesi ve bütün bu işlevlerin icra edilebilmesini sağlayacak olan görev bilgisayarının ve bütün yazılımın da bir üst eşiğe sıçramasını anlıyoruz.

Yazının Devamını Oku

100 yıl sonra Mudanya'da İsmet İnönü'yü hatırlamak

13 Ekim 2022
Mudanya Mütarekesi’nin 100’üncü yıldönümünde Mudanya Barış Ödülü İnönü’nün kızı Özden Toker’e verildi.

MUDANYA sahilinde Gemlik Körfezi’ne bakan iki katlı ahşap binanın girişinde salonun sol tarafındaki küçük odada zaman sıkışmış gibi duruyor. Pencereden dalgalı bir denizin görüntüsü içeri yansıyor. Odanın ortasındaki masanın iki tarafında, tarihin kritik bir dönemeç noktasında o masaya oturmuş müzakerecileri temsil eden balmumundan heykelleri var, askeri üniformalarıyla birlikte.

Masanın girişe göre sol tarafında kalpağıyla TBMM hükümetinin müzakerecisi, İstiklal Savaşı’nda Garp Cephesi’nin muzaffer komutanı İsmet İnönü... Tam karşısında İngiliz Korgeneral Harington. Onun solunda Fransız Tümgeneral Charpy ve sağında İtalyan Korgeneral Mombelli...


İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker ile ödül töreninden sonra bir arada.

Önceki gün, yani bundan tam yüz yıl önce 11 Ekim 1922 tarihinde, o masanın etrafında oturan Ankara hükümetinin temsilcisi ile itilaf devletlerinin temsilcileri, Kurtuluş Savaşı’nda ateşkesi ilan eden, savaşı resmen bitiren Mudanya Mütarekesi’ne imza atmışlardı.

İmzalar atıldıktan sonra İsmet İnönü, beraberindeki generallerle birlikte evin merdivenlerden inecek ve onları açıkta bekleyen savaş gemilerine hareketleri öncesinde askeri törenle uğurlayacaktı.

Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” kitabının üçüncü cildinde yazdığına bakılırsa, bu sırada askeri selam birliği vaziyet alır. Müttefik generaller kıtayı teftiş ederek geçerken, askeri bandonun şefinin değneğini kaldırmasıyla mızıka marşa girer. Generaller, bu marşın ahengine ayak uydurarak rıhtıma doğru yürürler.

Aydemir

Yazının Devamını Oku