Sedat Ergin

Erdoğan’ın BM’de ‘KKTC’yi tanıyın’ çağrısı ve 2004’teki Annan planı referandumu...

28 Eylül 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na hitabının en dikkat çekici yönlerinden biri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması yolunda uluslararası camiaya yaptığı çağrıydı.

Erdoğan, “Kıbrıs’ta gerçekleri görmek isteyen herkesin adada iki ayrı devlet, iki ayrı halk olduğunu bildiğini, Kıbrıs Türk halkının egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü haklarının tescil edilmesinin adadaki çözümün anahtarı olduğunu” belirterek, şöyle dedi:

“Uluslararası toplumu, Birleşmiş Milletler prensipleriyle çelişir şekilde, ambargolarla dünyadan koparılmaya çalışılan Kıbrıs Türklerine yönelik zulme son vermeye ve bir an önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni resmen tanımaya davet ediyoruz.”

*

BM kürsüsünden yapılan bu çağrı Türkiye açısından önemli bir ilk. Erdoğan başta olmak üzere Türk yetkililer, son iki yıldır Kıbrıs sorununa artık iki devletli bir çözüm gerektiği tezini birçok vesileyle kayda geçirmiş bulunuyorlar.

Ancak bu mesaj “KKTC’nin tanınması” çağrısıyla birleştirilerek BM Genel Kurulu kürsüsünden bütün dünyaya seslendirildiğinde başka bir eşik geçilmiş oluyor.

Tabii bu beklentinin ifade edilmesi uluslararası camianın nasıl karşılık vereceği sorusunu da beraberinde getiriyor.

*

Batı dünyasının KKTC için tanınma seçeneği karşısında bundan önce olduğu gibi kuvvetli bir direnç sergilemesi beklenen bir durumdur. Avrupa Komisyonu Başkanı

Yazının Devamını Oku

Kalbimiz özgürlük isteyen İranlı kadınlar için atıyor

27 Eylül 2022
İran’da son 10 on gündür başörtüsü zorlamasına karşı sürmekte olan direnişle ilgili haberler, hafızamın gerisinde kalmış bazı görüntülerin bütün canlılığıyla geri gelmesine yol açtı.

Bunlardan birincisi, dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun 1984 yılı mart ayında Tahran’a yaptığı ziyareti izlemek üzere Cumhuriyet gazetesinin diplomasi muhabiri olarak ilk kez bu ülkeye gidişimle ilgili.

Bu geziden çok iyi hatırladığım bir durum, İran’dan Türkiye’ye dönüş yolunda yaşanmıştı. İran Hava Yolları’nın Boeing 747 tipi yolcu uçağının ikinci katında seyahat ediyordum. Uçuşun bir noktasında yolculara yapılan bir anonsla, uçakta İran İslam Cumhuriyeti kurallarının geçerli olduğu, kadınların örtünme kurallarına uymaları gerektiği duyurulmuştu.

Bazı İranlı kadınlar uçağın içinde başörtülerini çıkarınca, pilot anons yaparak rejimin kurallarını hatırlatma ihtiyacını duymuştu.

O yolculuğun en çarpıcı anlarından biri, uçak İstanbul Atatürk Havalimanı’na inip terminale park ettikten hemen sonrasına ait. Uçaktan havalimanının körüğüne geçilen sınır, İranlı kadınlar açısından iki farklı özgürlük alanının kesişme noktasıydı. Tam o noktada, görünmeyen bir duvar birden kalkıyordu. Uçaktan körüğe adımı atan birçok İranlı kadının ilk iş olarak başlarındaki örtüyü çıkarttıklarını ve pasaport kontrolüne bu şekilde gittiklerini çok iyi hatırlıyorum.

Buna benzer bir olaya yine Halefoğlu’nun iki yıl sonra 1986 yılı ağustos ayı sonunda Tahran’a yaptığı ziyareti izlerken tanıklık etmiştim. İran’a bu kez Türk Hava Yolları ile uçmuştuk. Gidişimizden bir iz yok belleğimde. Ancak dönerken Tahran Havalimanı’nda uçağa girip yerimizi almamızdan sonra ön kapıdan giriş yapan birçok İranlı kadının ilk işi, başörtülerini çıkarmak oluyordu.

İran rejiminin katı hicap kuralları, THY uçağının kapısına kadar geçerliydi.

*

Henüz 22 yaşında olan

Yazının Devamını Oku

Bireysel başvuruda sivrisineklerle mücadele ve bataklığı kurutma meselesi

24 Eylül 2022
Dün, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru sisteminin işlemeye başlamasının onuncu yıldönümüydü.

Türkiye’de vatandaşların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili konularda uğradıklarını düşündükleri haksızlıkları şikâyet edip haklarını arayabilmeleri için büyük bir kapı açılmıştır bireysel başvuruyla. Bu reformun üzerinden geçen on yıl bir muhasebeyi de gerekli kılıyor.

Ancak, önce kendi hesabıma bir özeleştiri yapmam gerekiyor. Bu mekanizma 23 Eylül 2012 tarihinde işlemeye başladığında şahsen ciddi tereddütler taşıyordum. İyi işlemediği takdirde, AYM yolunun vatandaşların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) haklarını arama imkânlarını geciktireceği, sonuçta aleyhlerine işleyeceği yolunda kaygılarım vardı.

10 YILDA 30 BİN İHLAL KARARI

Ardından yeni sistemin işlemeye başlamasıyla birlikte mahkemenin verdiği bireysel başvuru kararlarını fırsat buldukça izlemeye çalıştım. Hak eksenli, özgürlükçü doğrultuda kararlar ortaya çıkmaya ve mahkemenin içtihatları şekillenmeye başladıkça tereddütlerimin zaman içinde belli ölçülerde dağıldığını belirtmem gerekiyor.

AYM Başkanı Prof. Zühtü Arslan, dünkü konuşmasında mahkemenin geçen 10 yıl içinde 30 bin dolayında ihlal kararı verdiğini açıkladı. Salt bu rakam bile başlı başına önemlidir. Bu ihlal kararları mahkemenin web sitesindeki bilgi bankasında yüz binlerce sayfa tutan bir dijital yüzölçümü kaplıyor.

Bu arada, mahkemenin yakın tarihimizde Türkiye’nin önünü kapayan bazı krizlerin aşılmasında kilit bir işlev gördüğünü de hatırlamamız gerekir. Gülen cemaatinin kumpas davalarıyla haksız bir şekilde hapse atılan, zulme uğrayan çok sayıda vatandaşımız AYM’nin verdiği hak ihlali kararları sonucu tahliye olmuştur. Mahkemenin 2014 yılındaki Balyoz kararı, keza İlker Başbuğ ve Prof. Mehmet Haberal kararları bu çerçevede altını çizebileceğimiz örnekler arasındadır.

Tabii böyle olması, mahkemenin her kararının kusursuz, mükemmel olduğu anlamına da gelmiyor. Mahkemenin tartışılan, eleştiri aldığı bir dizi kararını da sıralamak mümkündür. Örneğin AİHM’nin ihlal gördüğü Osman Kavala dosyasında AYM, iki ayrı kararla bir ihlal olmadığına hükmedebilmiştir. Bu yönüyle mahkeme AİHM ile de karşı karşıya gelmiştir. Oy çokluğuyla alınan bu kararlarda AYM Başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın azınlıkta kalıp karşı oy yazısı yazdığını da hatırlayabiliriz.

Zaten son dönemde AYM ile ilgili beliren bir izlenim, siyasal iktidar açısından özel bir hassasiyet yaratmayan dosyalarda hak eksenli çizgisini genellikle koruduğu, ancak hassasiyet yaratan bazı davalar söz konusu olduğunda

Yazının Devamını Oku

Putin’in açıklaması nükleer saldırı ihtimalini zihinlere soktu

23 Eylül 2022
Rusya Lideri Vladimir Putin’in önceki gün kısmi seferberlik kararını açıklarken gerekirse nükleer silaha başvurabileceğini kayda geçirdiği çıkışıyla, yedinci ayını geride bırakmakta olan Ukrayna Savaşı’nda bütün hesapların bu kez nükleer riski de içerecek şekilde yeniden yapıldığı çok daha tehlikeli bir aşamaya geçilmiştir.

Savaşta işgal edilen topraklarda tek taraflı referandum kararıyla eşzamanlı bir şekilde devreye sokulan bu hamle, Ukrayna’nın sahada elde ettiği etkileyici askeri başarıların hemen ertesinde gelmiştir. Son haftalarda savaşta sahada ortaya çıkan tablo, Rusya’nın cephede alan kaybetmesiyle inisiyatifin ve moral üstünlüğünün Ukrayna’ya geçtiğine işaret ediyordu.

Bütün yorumların birleştiği nokta, Putin’in bir sıkışmışlık içinde durumu yeniden kontrol altına alabilmek amacıyla bir strateji değişikliğine yönelmek zorunda kaldığıdır. En iyimser analizlerde bile, silah altına çağrılan ihtiyat kuvvetlerinin muharebeye katılabilecek hazırlık düzeyine gelebilmelerinin belli bir zaman alacağı belirtiliyor.

*

Putin’in açıklamasında, Batı’nın Rusya’ya karşı “nükleer şantaj”da bulunduğunu öne sürüp, “Ülkemizin toprak bütünlüğü tehlike altındaysa Rusya’yı ve halkını korumak için elimizdeki bütün imkânları tereddüt etmeden kullanacağız” sözleriyle nükleer silaha başvurabileceğini hissettirmesi, tırmanmakta olan krizin en korkutucu yönüdür.

Bu arada, Ukrayna topraklarında işgal edilen bölgelerde referandum yapılmasıyla birlikte bu bölgeler Kırım’da olduğu gibi Rusya’ya ilhak edilmiş olacaktır. Rusya, bu çerçevede bu bölgeleri de kendi toprak bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirecektir.

Dolayısıyla, bundan sonraki aşamalarda Ukrayna ordusunun işgale uğramış bu toprakları geri almak için yapacağı muhtemel yeni askeri harekâtlar ve Batı’nın burada sağlayacağı askeri yardımlar da Rusya’nın toprak bütünlüğüne karşı hareketler olarak görülecektir. Putin, toprak bütünlüğünü koruma gerekçesiyle nükleer kartı göstermektedir Batı’ya.

*

Putin

Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’nin dikkat çekici bireysel başvuru kararları

22 Eylül 2022
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bireysel başvurularla ilgili aldığı önemli gördüğüm bazı kararlarına fırsat buldukça bu köşede yer vermeye çalışıyorum.

Dünkü yazım, mahkemenin, cezaevinde tuttuğu günlükte kullandığı ifadeler nedeniyle kendisine hücre hapsi cezası verilen bir tutuklunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yolundaki kararını konu alıyordu. Bugün, son günlerde dikkat çekici bulduğum başka kararları özet olarak aktarmak istiyorum.

‘ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE DAHA ÇOK HOŞGÖRÜ GÖSTERİLMELİ’

Bunlardan birincisi, AYM’nin üniversitelerde öğrencilerin ifade özgürlüklerinin sınırlarını geniş bir şekilde çizmesi bakımından önem taşıyor. Bu dosya, Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü öğrencisi olan Cebrail Padak’ın, 2013 yılında Gezi olayları sırasında Eskişehir’de polis ve karşıt görüşte kişiler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın bir afişini asması nedeniyle başına gelenleri konu alıyor.

Padak, Korkmaz’ın doğum günü (18 Mart) vesilesiyle 19 Mart 2018 tarihinde Eğitim Fakültesi’nin duvarına 150 santimetreye 90 santimetre boyutlarında “Öğrenci Kolektifleri” imzalı “İyi ki doğdun Ali İsmail KORKMAZ, Düşlerindeki özgür dünyayı biz kuracağız” yazılı bir afiş asar. Bunun üzerine üniversite yönetimi tarafından kendisi hakkında disiplin soruşturması açılır. Soruşturma uyarı cezası almasıyla sonuçlanır. Padak, disiplin cezasının kaldırılması için yargıya başvursa da girişimleri sonuçsuz kalır ve AYM’ye bireysel başvuruda bulunur.

AYM’nin beş üyeli İkinci Bölümü, “oybirliği” ile aldığı ve geçen 2 Eylül’de açıklanan kararında verilen uyarı cezasıyla Padak’ın Anayasa’nın 26’ncı maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. AYM, bu kararında söz konusu afişin “içerik ve biçim itibarıyla hakaret, şiddete teşvik, nefret söylemi veya isyana teşvik gibi bir içerik taşıdığının iddia edilmediğine” dikkat çekiyor.

Kararın ağırlık taşıyan yönlerinden biri, üniversitelerde ifade özgürlüğü konusunda yapılan şu değerlendirmedir:

“Bilimsel üretimin merkezlerinden biri olarak kabul edilen üniversitenin yerleşkesinde ifade özgürlüğü ortamının oluşturulması zaruridir. Bir kamu kurumu olmakla birlikte ceza infaz kurumu, karakol veya örgün eğitim yeri niteliğinde olmayan üniversitelerde ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin istisnai olması esastır. Bu bağlamda özgür düşüncenin ve eleştirel aklın beşiği olarak görülen akademide farklı düşüncelere sahip olan, ifadelerini açıklama şekilleri keskin olabilecek üniversite öğrencilerine daha fazla hoşgörü gösterilmesi gerekmektedir.

İfade özgürlüğü, üniversite öğrencileri de dahil olmak üzere herkesin görüş ve fikirlerini serbestçe anlatabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi imkânına sahip olması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla üniversite öğrencileri, söz konusu görüş ve fikirler tartışmalı olsa veya rağbet görmese dahi ifade etme özgürlüğünün sıkı korumasından yararlanmalıdır.”

Yazının Devamını Oku

AYM'den ilginç bir karar... Cezaevinde tutulan bir günlükte gardiyana ‘Avarel’ demek suç mudur?

21 Eylül 2022
Cezaevindeki bir tutuklunun, tuttuğu günlükte cezaevi personeli hakkında “Avarel” kelimesini kullanması ve onlara beddua etmesi suç mudur? Evet, ‘Daltonlar’ın en yüksek boylu olanından söz ediyoruz...

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yakın zamanda baktığı ilginç bireysel başvuru dosyalarından birinde ünlü çizgi kahraman Red Kit’te sıkça karşımıza çıkan Daltonlar çetesinden “Avarel” de var. Daha doğrusu, birini “Avarel” diye nitelemenin hakaret olarak değerlendirilip verilen bir hücre hapsi cezasının Anayasa’ya uygunluğunu konu alıyor bu başvuru.

Mahkemenin aldığı karara geçmeden önce dosyanın içeriğine kısaca bakalım.

SUÇ: ‘AVAREL DEMEK APTAL İMASI YAPMAKTIR’

Başvurucu, 15 Temmuz 2016’da anayasal düzeni ortadan kaldırma suçunu işlemekten tutuklanarak Ankara 28’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Davası’nda yargılanan, (Yarbay) Mehmet Günhan Baysan’dır. Sanık, 2018 yılında ağır ceza mahkemesinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılır. Dosyasının halen Yargıtay’da olduğu anlaşılıyor.

Baysan’ın Sincan Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nda kaldığı odada infaz görevlileri tarafından 2018 yılında yapılan bir aramada kendisine ait günlük bulunur.

Günlük üzerindeki incelemenin ardından bazı sözlerin hakaret ve iftira niteliğinde olduğu belirtilen bir tutanak tutulur. Tutanak, Cezaevi İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı’nın disiplin soruşturmasına konu olur.

Soruşturma sonucunda Baysan’a 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 44’üncü maddesinde düzenlenen “Kurum görevlilerine hakaret veya tehditte bulunma eylemini” gerçekleştirdiği gerekçesiyle yedi gün hücre cezası verilir.

Hakaretin dayanağı? Disiplin Kurulu’na göre,

Yazının Devamını Oku

Erdoğan, Şanghay Zirvesi ve dış politikada çok yönlülük

17 Eylül 2022
Özbekistan’da düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi, son iki yazıda da değindiğim gibi beni bundan on yıl kadar önce bu konuda yürütülen bir tartışmanın izlerini sürmeye, bu çerçevede eski dosyaları karıştırmaya yöneltti.

Özellikle 2013 başına gelindiğinde ŞİÖ başlığı üzerinde yürüyen tartışmalarda dış politika alanındaki kanaat önderleri, köşeyazarları ikiye bölünmüş durumdaydı.

Birinci grupta olanlar, Erdoğan’ın ŞİÖ meselesine tam üyelik müzakerelerini durduran Avrupa Birliği’ne tepki olarak pazarlık gücünü artırmak için taktik amaçla başvurduğunu savunuyordu. İkinci grupta olanlar ise kayda geçirdiği görüşlerin gerçekte Erdoğan’ın samimi bakışını yansıttığını, dolayısıyla önemsenmesi gerektiği kanaatindeydiler. Bir de her iki hedefi birlikte gözettiğini belirtenler vardı.

Bu satırların yazarı, 2013 Ocak ayı sonunda “Şanghay Beşlisi” üzerine kaleme aldığı üçlü bir yazı serisi içinde “ikinci görüşe itibar ettiğini” belirterek, “Başbakan’ın yüzünü doğuya çevirdiğine işaret eden Şanghay Beşlisi konusundaki çıkışının aslında gönlünden geçenleri yansıttığını söylemek hata olmaz” diye not düşmüş.

Şimdi geriye dönüp baktığımda, o günlerdeki münazaranın dönemin koşulları içinde biraz soyut, teorik bir tartışma gibi durduğunu fark ediyorum. Bundan 10 yıl önce soyut görülebilen bir konu, önceki gün ve dün Özbekistan’dan yansıyan Şanghay Zirvesi aile fotoğrafı görüntüleriyle somut bir gerçeklik olarak karşımızda yerleşmiştir.

Cumhurbaşkanı’nın fotoğraflardan yansıyan ruh hali, o ortamda bulunmaktan dolayı duyduğu memnuniyeti kuvvetli bir şekilde gösteriyor.

*

Bundan on yıl önceki tartışmaların bugünle kıyaslandığında, her şeye rağmen göreceli olarak daha sakin bir konjonktürde cereyan etmiş olduğunu söylemeliyiz. Örneğin, o zamanlar Suriye’de Fırat’ın doğusunda PKK’nın uzantısı YPG/PYD’nin kontrolü altında olan, ABD’nin güdümündeki bir özerk yönetim ve bunun Türk-ABD ilişkilerinde yarattığı çatlak yoktu. 15 Temmuz kalkışmasının Pensilvanya’da yaşayan Fethullah Gülen üzerinden bu ilişkiler üzerinde yüklediği bir basınç söz konusu değildi.

Türkiye ile Rusya ile bugünkü ölçülerde yakınlaşmamıştı. S-400’ler diye bir konu gündemimizde yoktu. Dolayısıyla Türkiye ABD’den yaptırım görmüyordu. AB ile müzakereler durmuş olsa da, en azından kurumsal diyalog bugünkü gibi bir belirsizlik alemine kaymış değildi. Avrupa Konseyi ile ilişkilerimizde bugün olduğu gibi bir krizden söz edilemezdi.

Yazının Devamını Oku

Şanghay Örgütü ile imzalanan 'Muhtıra' ne getiriyor?

16 Eylül 2022
Gündemimiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Özbekistan’daki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne çevrilince bu konu üzerine yaptığım araştırma sırasında karşıma çıkan bir haber beni şaşırttı.

Bu, Hürriyet’te 13 Ocak 2005 tarihinde yayımlanmış olan, gazetemizin Moskova temsilcisi Nerdun Hacıoğlu’nun imzasını taşıyan bir haber. Rusya lideri Vladimir Putin’in Kazakistan ziyareti sırasında yaptığı bir açıklamayı konu alıyor.

Putin’in bu ziyareti, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 10-11 Ocak 2005 tarihlerinde Moskova’ya yaptığı gezinin hemen ertesine rastlamış. Putin, açıklamasında Erdoğan ile görüşmesinin ilginç bir boyutunu anlatıyor.

Putin, Kazakistan’ın Almati kentindeki açıklamasında şöyle konuşmuş:

Dün Türkiye Başbakanı Sayın Tayyip Erdoğan’ı Moskova’da misafir etme, onunla detaylı görüşme imkânım oldu. Temaslarımız sırasında Erdoğan’dan ülkesinin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne büyük ilgi duymaya başladığını memnuniyetle öğrendim. Türkiye’nin dile getirdiği bu ilgi bence önemli bir pozitif sinyal olarak algılanmalı.”

Habere göre, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev de Putin’in bu açıklaması üzerine söze girerek “Türkiye’yi her zaman aralarında görmekten memnuniyet duyacaklarını” belirtiyor.

Kazakistan, o tarihte Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kırgızistan ve Tacikistan’la birlikte ŞİÖ’nün beş üyesinden biridir.

*

Yayımlandığı tarihte Türk kamuoyunda nedense üzerinde pek durulmayan bu haber, aslında

Yazının Devamını Oku