Paylaş
Savaşta işgal edilen topraklarda tek taraflı referandum kararıyla eşzamanlı bir şekilde devreye sokulan bu hamle, Ukrayna’nın sahada elde ettiği etkileyici askeri başarıların hemen ertesinde gelmiştir. Son haftalarda savaşta sahada ortaya çıkan tablo, Rusya’nın cephede alan kaybetmesiyle inisiyatifin ve moral üstünlüğünün Ukrayna’ya geçtiğine işaret ediyordu.
Bütün yorumların birleştiği nokta, Putin’in bir sıkışmışlık içinde durumu yeniden kontrol altına alabilmek amacıyla bir strateji değişikliğine yönelmek zorunda kaldığıdır. En iyimser analizlerde bile, silah altına çağrılan ihtiyat kuvvetlerinin muharebeye katılabilecek hazırlık düzeyine gelebilmelerinin belli bir zaman alacağı belirtiliyor.
*
Putin’in açıklamasında, Batı’nın Rusya’ya karşı “nükleer şantaj”da bulunduğunu öne sürüp, “Ülkemizin toprak bütünlüğü tehlike altındaysa Rusya’yı ve halkını korumak için elimizdeki bütün imkânları tereddüt etmeden kullanacağız” sözleriyle nükleer silaha başvurabileceğini hissettirmesi, tırmanmakta olan krizin en korkutucu yönüdür.
Bu arada, Ukrayna topraklarında işgal edilen bölgelerde referandum yapılmasıyla birlikte bu bölgeler Kırım’da olduğu gibi Rusya’ya ilhak edilmiş olacaktır. Rusya, bu çerçevede bu bölgeleri de kendi toprak bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirecektir.
Dolayısıyla, bundan sonraki aşamalarda Ukrayna ordusunun işgale uğramış bu toprakları geri almak için yapacağı muhtemel yeni askeri harekâtlar ve Batı’nın burada sağlayacağı askeri yardımlar da Rusya’nın toprak bütünlüğüne karşı hareketler olarak görülecektir. Putin, toprak bütünlüğünü koruma gerekçesiyle nükleer kartı göstermektedir Batı’ya.
*
Putin’in bu hamlesiyle, Batı kamuoylarını Avrupa’da nükleer savaş tehlikesiyle ciddi bir şekilde korkutmak istediğini, bunun üzerinden kendisine karşı yedi aydır kuvvetli bir şekilde sergilenen Batı dayanışmasını çözmeye çalıştığını düşünebiliriz.
Rusya lideri, bunu yaparken herhalde Ukrayna’nın sahadaki ilerlemesini durdurarak, kendi lehine bir çözümü daha kolaylıkla dayatabileceğini hesaplamaktadır. Doğalgaz kesintilerinin Avrupa’da şimdiden yaratmış olduğu 2023 kışının soğuk geçeceği korkusuna, bu kez nükleer savaş korkusunu da ekliyor.
Putin, gerçekten nükleer silahların düğmesine basabilir mi? Bu konuda zihinler çok karışık. Bunu “blöf” olarak görenler olduğu gibi, Putin’in son dönemdeki davranış kalıplarına bakıldığında bu endişeyi pekâlâ taşıyanlar da var.
Her halükârda Ukrayna Savaşı’yla ilgili denkleme nükleer boyutu da dahil etmiş bulunuyor Putin. Burada altı çizilmesi gereken husus, Avrupa kıtasında Rusya tarafından nükleer silah kullanılması seçeneğinin “olabilirliği”nin artık yaygın bir şekilde konuşulmaya başlanmasıdır. Rusya lideri, insanların zihinlerine bu ihtimali sokmuştur.
En azından gelinen noktada savaşın bundan sonraki seyrine dönük yürütülecek planlamalarda bu ihtimalin dışlanmayarak, ciddi bir şekilde ele alınacağını tahmin edebiliriz.
*
Bu mesele üzerinde Batı medyasında şimdiden sıcak bir tartışmanın yürümeye başlamış olması, daha önce pek karşılaştığımız bir durum değil. ABD Başkanı Joe Biden’ın önceki gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden Putin’in nükleer güce başvurabileceği yolundaki çıkışına yanıt verme ihtiyacını duyması, konunun uluslararası camianın önünde nasıl dalgalanmakta olduğunun bir göstergesidir.
Aslında Putin, Ukrayna’yı işgalin 24 Şubat’ta başlamasından tam dört gün sonra aldığı bir kararla ülkesinin nükleer silahları ve hipersonik füzeleri de özel savaş durumuna geçirme kararı aldığını duyurmuş, ancak bütün gözlerin Rus ordusunun Kiev’e doğru yürüyüşüne çevrildiği o günlerde bu açıklaması bugünkü gibi büyük bir hareketlenmeye yol açmamıştı.
Putin, bu kez bir adım daha ileri giderek, nükleer silahı kullanabileceğini de açıklamış oluyor.
Ne kadar ilginçtir ki, Soğuk Savaş döneminde 1962 yılında ABD ile Sovyetler Birliği’nin karşı karşıyla geldikleri “Küba Füze Krizi” hariç tutulursa, nükleer silahların kullanılması ihtimalinin bu şekilde gündeme geldiği bir kriz ortamı yaşanmamıştı Sovyetler Birliği/Rusya ile Batı arasında.
Ayrıca Soğuk Savaş’ın 1990’lı yılların başlarında sona ermesinden sonraki otuz yıl içinde ilk kez nükleer silah kullanımına ilişkin senaryoların sıcak bir şekilde gündeme alındığı bir gerilim dönemine girmiş bulunuyoruz.
*
Meseleyi daha da karmaşık hale getiren nokta şurada. Soğuk Savaş döneminde bütün savunma planları Avrupa’da NATO ile Varşova Paktı ülkeleri arasındaki bir çatışma senaryosu üzerinde şekilleniyordu. Avrupa kıtasında her iki tarafta da birbirlerine karşı kullanabilecekleri kısa ve orta menzilli nükleer silahlar bulunuyordu.
Buna ek olarak, ABD ile Sovyetler Birliği arasında karşılıklı olarak ateşlenebilecek kıtalararası balistik füzelerin varlığı da nükleer denklemin önemli bir unsuruydu. Sonuçta, nükleer silah kullanıldığı takdirde iki tarafın da karşılıklı yıkıma uğrayacağı bir “dehşet dengesi” geçerliydi. Bu, iki tarafı da nükleer silaha başvurmaktan caydıran bir faktördü.
Kritik bir nokta daha var. Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş döneminde Batı’ya nükleer silahı kullanan ilk tarafın kendisi olmayacağını da söylüyordu. Putin’in son açıklaması Sovyetler Birliği’nin geçmişte itibar ettiği nükleer doktrinden ayrıldığını gösteriyor.
*
Tabii bugünkü Ukrayna Savaşı’nda, geçmişte Soğuk Savaş döneminde geçerli olan senaryolardan çok farklı bir durumla karşı karşıyayız. Bunun birinci nedeni, Ukrayna, Soğuk Savaş yıllarında olduğunun aksine artık nükleer silaha sahip değil. Rusya kendisine nükleer başlık taşıyan kısa menzilli bir füze ateşlediği takdirde, Ukrayna buna aynı imkânlarla karşılık verebilme, dolayısıyla bir caydırıcılık yaratabilme imkânından yoksun.
İkinci neden, Ukrayna’nın Batı’nın desteğini yanına almış bulunmakla birlikte NATO ittifakına üye olmamasıdır. NATO ülkelerinin ittifaka üye olmayan ama savaşta askeri açıdan destekledikleri bir ülkeye karşı nükleer silah kullanılması halinde buna nasıl bir tepki verecekleri, son derece kritik bir soru olarak beliriyor. Burada özellikle ABD’nin alacağı tutum önem kazanıyor.
Önümüzdeki günlerde NATO bünyesinde bu ihtimalle ilgili yakın danışmaların yürütüleceğini tahmin etmek güç değildir. Kuşkusuz, NATO müttefiki olarak Türkiye de bu danışmaların içinde yer alacaktır.
Unutmayalım ki, nükleer güç kullanımı, bütün serpintileri ile Avrupa kıtasını, Karadeniz bölgesini, Türkiye’nin de içinde bulunduğu çok geniş bir coğrafyayı tehdit edecektir.
Rusya lideri Putin, Ukrayna’yı işgal ederek Avrupa’da barış ve huzur ortamını bozmuş, dünyayı büyük bir türbülansın içine itmiştir. Kaba güce başvurduktan sonra bu kez nükleer silah kullanmaktan söz ederek, ortalığa nükleer korku iklimi yaymaktadır. Bütün uluslararası camianın kendisinin böyle bir çılgınlığına, bu yöndeki tehditlerine “Hayır” demesinin zamanı gelmiştir.
Paylaş