Paylaş
Özellikle o dönemde yayımladığım ilk yazıyı okuduğumda şunu fark ettim. İçinde bazı güncellemeler ve uyarlamalar yaptığım takdirde, önemli bir bölümünü tekrarladığımda, fikir akışı ve ana mesajlar bakımından pekâlâ bugün için de büyük ölçüde geçerli 2014 yılındaki bu yazı.
Zaten başlığına bakmak bile bunu göstermek açısından tek başına yeterli. “Maden kazalarında fıtrat faktörü ve bilimsel bakışın gereği” başlığını koymuşum 16 Mayıs 2014 tarihli bu yazıya.
Sekiz buçuk yıl sonra aynı tartışmaya dönmüş bulunuyoruz.
*
O yazıya “Yaşanan büyük faciadan sonra, bu gibi büyük kazaların ardından her seferinde yaşandığı gibi yine aynı soru karşımıza çıkıyor” diye başlayıp, sormuşum:
“Teknolojideki gelişmeler izlenmiş, gereken bütün önlemler alınmış, ayrıca bu konudaki prosedürler, kurallar titizlikle gözetilmiş olsaydı, bu kaza önlemez miydi?”
Pek çok vatandaşın bu soruya “Tabii ki önlenebilirdi” yanıtını vereceğini de eklemişim.
Ardından ülkenin karar vericileri arasında değişik yaklaşımlara rastlamanın mümkün olduğunu belirterek devam ediyor yazı. Bu çerçevede dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Soma’ya giderek burada yaptığı konuşmadan maden kazaları için “Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey madenlerde yok” şeklindeki sözlerini aktarmışım.
Erdoğan, bu kez geçen cumartesi günü Cumhurbaşkanı sıfatıyla geldiği Amasra’da kaza yerinde yaptığı konuşmada “fıtrat” sözcüğünü kullanmasa da, “Biz, kader planına inanmış insanlarız. Kader planına da inandığımız için bunun ne dünü ne bugünü ne yarını hiçbir zaman ne yapmayacaktır? Olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır. Bunu da bilmemiz lazım” demiştir.
*
Eski yazımda maden kazalarının dünyanın her yerinde olmakla birlikte bazı ülkelerde çok, bazı ülkelerde ise çok daha az meydana geldiğine dikkat çekerek “O zaman bu çelişkiyi nasıl izah edeceğiz?” diye sormuşum.
Bu soruyu yazının içinde paylaştığım bir tablo izlemiş. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) 2010 yılında hazırladığı “Madenlerde yaşanan iş kazaları ve sonuçları üzerinde bir değerlendirme” başlıklı bir raporunda yer alıyor bu tablo.
Taşkömürü kazalarına sahne olan üç ayrı ülkede “Milyon ton taşkömürü üretimi başına düşen ölüm sayısı” karşılaştırılmış. Bunlar, dünyanın en büyük iki taşkömürü üreticisi olan ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti ile üretim sıralamasında 44’üncü gelen Türkiye...
2008 yılı verilerine dayanan bu tabloya göre, ABD’de bir milyon ton taşkömürü üretimi başına düşen ölüm sayısı “0.02”. Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise 1.27. Bir kişiden biraz fazla. Peki Türkiye’de kaç dersiniz? Yanıt: 7.22...
Yani Çin’den neredeyse altı kat fazla.
TEPAV’ın raporu diyor ki, bütün araştırmalar maden ocaklarında kullanılan sistemlerin ve teknolojinin kazaların ve ölüm oranlarının düzeyi ile ilişkili olduğunu gösteriyor. Yeni teknolojiler klasik teknolojinin yerini aldığı oranda zarar gören işçi sayısı da azalıyor.
Ne yazık ki aynı göstergede bugüne ilişkin güncelleştirilmiş bir veri bulamadım. Ancak okuduklarıma dayanarak, majör bir değişikliğin meydana geldiği kanaatinde değilim.
*
Bu arada, eski yazıları tekrarlayarak işin kolayına kaçtığım gibi bir izlenim edinmenizi istemem. Aksine, sorunların nasıl çözümsüz kaldığını ve kendini tekrarlamaya devam ettiğini vurgulamak bakımından bazen bu tür hatırlatmaları yapmakta bir mahzur olmasa gerektir.
Amasra’da yaşanan facia, kazalardan gereken dersler alınmadığı takdirde felaketlerin insan ölümleri üzerinden ortaya çıkmaya devam ettiğine işaret ediyor.
Bu yönüyle baktığımızda geçmişle bugün arasında zaman boyutu itibarıyla bir fark yok. Bugünün Amasra gerçekliğinde Soma’yı yaşamaya devam ediyoruz aslında. Karşımızda hep aynı öykü var.
*
Üstelik bu aynı öykünün insanı iyice karamsarlığa sevk eden başka yönleri de var.
Teknoloji yenilenmese bile en azından dikkat, iş disiplini, liyakat ve sıkı denetimle de pekâlâ kazaları ciddi derecelerde aşağı çekebilmek mümkün olmalı.
Zaten Sayıştay’ın Amasra’da son kazanın meydana geldiği taşkömürü madeni hakkında 2019 yılında hazırladığı ve basına da yansıyan raporuna baktığımızda, bu işletmede riskin artığı hususunda ciddi uyarıların yapılmış olduğunu görüyoruz.
Önemli bir nokta daha var. Bugün Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Genel Müdürü olanKazım Eroğlu, 2013 yılında Zonguldak Kozlu’daki madenin müessese müdürü pozisyonunda görev yaparken burada meydana gelen ve sekiz işçinin öldüğü kazada tali kusurlu bulunup 4 yıl hapis cezasına çarptırılmış. Ancak bu ceza, para cezasına çevrilmiş. Eroğlu, ardından 2018 yılında TTK’nın başına atanmış. Bu atama da karşımızdaki sorunun liyakat boyutunun altını kuvvetli bir şekilde çiziyor.
*
Sorunun bir bu kadar kayda değer yönü, cezasızlık kültürü ve bu kültürün gerisinde yatan hukuk boyutuyla ilgilidir. Bunu gösterebilmek için yine 2014 yılındaki Soma faciasına dönelim. Hatırlayalım, Soma faciası bütün Türkiye’yi ciddi bir şekilde sarsmış, ortalığı kaplayan tartışmalardan sonra bu kazanın “göz açıcı” bir etki yapacağı, Türkiye’de maden kazaları açısından alınacak önlemler itibarıyla bir milat olacağı yönünde beklentilere de kaynaklık etmişti.
Milat olabilmesi, her şeyden önce Soma felaketinin sorumlularının hak ettikleri cezaya çarptırılmaları halinde mümkündü. Hepimiz geçen sekiz yılı aşkın zaman zarfında Soma davasının sanıklarının adalet karşısında hesap verme sürecini yakından izledik. Kamuoyu vicdanı, sorumluların bu sürecin sonunda gereken bedeli ödedikleri hususunda ikna olmamıştır.
Örneğin, Yargıtay’ın madeni işleten şirket yöneticisi sanıklar hakkında önce “olası kasıtla öldürme” suçuna hükmettiğini, daha sonra dosyaya bakan dairenin kompozisyonunun değişmesiyle birlikte suçun vasfının “bilinçli taksirle öldürme”ye çevrildiğini ve öngörülen ceza miktarının dramatik bir şekilde azaldığını gözledik.
Her halükârda Yargıtay’da kesinleşen kararla 20 yıl hapis cezasına çarptırılan ve infaz indirimleriyle yedi yıl hapis yatması gereken sanıklardan Can Gürkan, COVID-19 pandemisi dolayısıyla getirilen son infaz düzenlemeleri sonucu bugün serbest durumdadır.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki Soma faciasıyla Türk toplumunda ortaya çıkan kuvvetli beklenti hayata geçirilememiştir. Amasra kazasının anlattığı, ülkemizde hâkim olan cezasızlık kültürünün aslında mutlak kaderimiz olduğu gerçeğini bütün Türkiye’ye sarsıcı bir şekilde göstermesidir.
Paylaş