Paylaş
Üstelik bu çekişmenin taraflarından biri hadisenin meydana geldiği dönemde iktidar partisinin milletvekili olup sonradan 2016-2018 yılları arasında Adalet Bakan Yardımcılığı görevini yürütmüş bir siyasi. Diğer tarafta ise ana muhalefet partisi lideri yer alıyor.
Başvurucu Bilal Uçar, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı grup konuşmalarında hakkında kullandığı ifadelerle “şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiği” şikâyetiyle AYM’nin kapısını çalmış.
AYM, bu başvuru karşısında siyasi çevrelerde tartışılması muhtemel ilginç bir karar verdi.
*
Karara geçmeden önce başvuruya giden olayın öyküsünü kısaca özetleyelim. AYM kararının girişinde kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak 2013 yılı aralık ayında operasyonlar başlatıldığı hatırlatılıyor. Bu operasyonlar “kara para aklama”, “altın kaçakçılığı” ve “kamu görevlilerine rüşvet” iddialarıyla yürütülmüştür.
Metinde daha sonra haklarında yolsuzluk yaptığı iddiası bulunan eski bakanlarla ilgili Meclis’teki süreç aktarılıyor. Bu bakanlar, AYM kararında isimlerinin baş harflerinin kısaltılması suretiyle Z.Ç., E.B., M.G. ve Er.B. şeklinde kayda geçiriliyor.
Bakanlar hakkında soruşturma yetkisi TBMM’ye ait olduğundan bu dört bakan hakkında Meclis Soruşturma Komisyonu kurulduğu anlatılıyor. Başvurucu Bilal Uçar, o tarihte bu komisyonda üye olan AK Parti milletvekillerinden biridir.
Komisyondaki görüşmelerden sonra 5 Ocak 2015 tarihinde dört eski bakanın yargılanmak üzere Yüce Divan’a sevki konusunda oylama yapılmış, Uçar’ın da aralarında bulunduğu iktidar partisi milletvekilleri olumsuz oy kullanınca, komisyon çoğunluğu bakanların Yüce Divan’a sevk edilmemesine karar vermiştir.
Karardaki aktarıma göre, bunun ardından Kılıçdaroğlu, 6 Ocak 2015 tarihinde partisinin grup toplantısında yolsuzluk iddiaları ve bakanların Yüce Divan’a sevk edilmemesi kararına değinmiş, başvurucunun bakanların Yüce Divan’da yargılanmamaları yönünde oy kullandığını kaydederek, hakkında “hırsızların hamisi” ifadesini kullanmış. CHP lideri, sözlerine devamla “milletvekilinin vicdanını sattığını, bu sebeple ailesinin yüzüne dahi bakamayacak duruma geldiğinin kuvvetle muhtemel olduğunu” söylemiş.
CHP lideri, 13 Ocak 2015 tarihinde bir sonraki grup toplantısında eleştirilerini sürdürüp, komisyonda olumsuz oy kullanılmasını “ahlaksızlık” olarak nitelendirerek bu kararı verenlerin “inançtan yoksun ve vicdansız olduklarını” da ileri sürmüş.
*
Bilal Uçar, bunun üzerine ana muhalefet liderinin kullandığı bu ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığını, şeref ve itibarının korunması hakkına saldırı oluşturduğunu belirterek, her bir konuşma için ayrı olmak üzere Kılıçdaroğlu hakkında iki ayrı manevi tazminat davası açmış.
Davaya bakan Ankara Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi 28 Şubat 2017 tarihinde Uçar’ı şikâyetinde haklı buluyor. Mahkeme, şikâyet konusu olan bu ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığını ve milletvekilinin kişilik haklarına saldırı oluşturduğuna hükmetmiş.
Bunun üzerine Kılıçdaroğlu da hakkındaki mahkûmiyet kararını istinafa götürmüş. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi de 17 Ocak 2019 tarihinde ana muhalefet liderini itirazında haklı bularak, her iki davayı da esastan reddetmiş.
Gerekçeli istinaf kararındaki ilginç bir nokta, Kılıçdaroğlu’nun kullandığı ifadelerin “kaba” ve “incitici” bulunmakla birlikte, “İfade özgürlüğünün sadece olumlu karşılanan ya da önemsiz görülen meselelerle sınırlı olmayıp aynı zamanda kaygı uyandıran bilgi ya da kırıcı düşünceleri de kapsadığının” vurgulanmış olmasıdır. Kararda, “Davalının ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir demokratik toplum için acil sosyal bir ihtiyaç bulunmadığı” kanaatine varılmış.
Uçar, bunun üzerine, şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğini belirterek konuyu bu kez Anayasa Mahkemesi’ne götürmüş.
*
AYM’nin Birinci Bölümü, yaptığı değerlendirme sonunda 21 Eylül 2022 tarihinde bir dizi gerekçeye dayanarak, Uçar’ın “şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edilmediği açık olduğundan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar vermiş.
Mahkeme, burada önce A) Başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkı ile B) Davalının ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gereğini vurguluyor.
AYM’nin bu kararı alırken hangi gerekçelere dayandığına yakından bakmamız gerekiyor. AYM, bu noktada siyasiler ve ifade özgürlüğü bağlamında daha önce aldığı birçok kararına göndermede bulunuyor, bu kararlarından alıntılar yapıyor.
Bu çerçevede kararın dayandığı gerekçelerden biri siyasilerin üslubuyla ilgilidir. “Bu noktada siyaset yapan insanların birbirlerine karşı kullandıkları sözlerin açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olduğu kabul edilmelidir” yolundaki görüşünü hatırlatıyor mahkeme.
Bunun ardından demokratik rejimlerin bir vasfına dikkat çekiliyor: “Toplumun tamamını ilgilendiren ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmayan konularda oluşan rahatsızlıkların yüksek sesle dillendirilmesinin ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu unutulmamalıdır.”
AYM, önemli bir görüşünü de tekrarlıyor kararda: “Kullanılan dil ve üslup muhatabı açısından rahatsız edici olsa dahi Anayasa Mahkemesi’nin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü; sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir.”
*
Kayda değer bir nokta daha var. AYM, “Özellikle siyasetçilerin ve milletvekillerinin aralarında geçen tartışmalarda tarafların ifade özgürlüğünden çok daha geniş bir şekilde yararlandıklarını” da vurguluyor. Bu çerçevede müdahale bir siyasetçinin, özellikle de muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların daha sıkı denetimden geçmesi gerektiği anlatılıyor.
AYM şu tespiti yapıyor: “Davalının konuşması bir bütün olarak değerlendirildiğinde, konuşmanın esas olarak kamuyu ilgilendiren güncel meseleler hakkında olduğu, davalının başvurucuya yönelik keyfi ve sebepsiz bir saldırıda bulunmaktan çok devlet ve toplum hayatında ciddi etkileri olan, o tarihten bu güne kadar siyasetin merkezi gündem konularından biri haline gelen dört bakanın yolsuzluk iddialarına ilişkin kendisinin ve temsil ettiği partililerinin düşüncelerini yansıtmaya çalıştığı değerlendirilmiştir.”
AYM Birinci Bölümü, sonuçta Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek başvuruyu dayanaktan yoksun bulmuştur. Bu dosyanın altı çizilmesi gereken bir yönü, Bölüm Başkanı Hasan Tahsin Gökcan ve üyeler Muammer Topal, Recai Akyel, Prof. Yusuf Şevki Hakyemez ve İrfan Fidan’ın kararı “oybirliği” ile almış olmalarıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını önümüzdeki dönemde siyasilerin yürüttükleri tartışmalarda, polemiklerde yararlanacakları ifade özgürlüğünün sınırlarını tanımlayan önemli bir referans metin olarak değerlendirmek mümkündür.
Paylaş