Ceyda Düvenci’nin programına konuk olan Sinan Akçıl, ilişkilerde hiç terk edilmediğini, hep terk eden taraf olduğunu açıkladı.
Mesela ben bir Ebru Şallı olayını pek öyle hatırlamıyorum ama mesele o değil.
Bir insan neden terk etmenin hesabını tutar ki? Hadi tuttu, neden bunu açıklama ihtiyacı duyar ki?
İnsan ilişkisini “Dur o terk etmeden ben edeyim” kafasıyla yaşar mı hiç?
Bir kere en baştan “ayrılmak” yerine “terk etmek” kelimesini seçmesi de sorunlu.
Ayrıca bu marifet değil, her seferinde yanlış seçim yaptığını fark etmenin itirafı.
İmambayıldıcılar ve karnıyarıkçılar olarak bölünüverdik yine ikiye.
Demeye kalmadan Doğukan Manço patlıcandan hastanelik oldu. Anaflaktik şok seviyesinde alerjisi varmış, solunum yolu tıkanıyormuş.
Babasının şarkısı vardı zaten “Domates, Biber, Patlıcan” diye:
“Bir anda bütün dünyam karardı...”
Bu patlıcan meselesi mühim. Kim Kardashian’la röportaj yapmıştım... Ailesi Türkiye kökenli olduğu için evlerinde patlıcana (eggplant) hâlâ patlıcan dendiğini anlatmıştı.
Oraya kadar gitmişler, kuşaklardır unutmuyorlar yani patlıcanı. Mustafa Sarıgül ise patlıcanlı bir deyimle girdi topa:
“Sevgili Vedat, bak canım kardeşim sana bir şey söyleyeyim... Senin canın can da Erzincan’ınki patlıcan mı? (Pat, elini masaya vuruyor) Bırak patlıcanı, gel can Erzincan’a da tulum peynirini gör. Cimin üzümünü gör, Kemah’ın tuzunu gör! Vedat, Vedat, Vedat (Pat, pat, pat)...”
Kanal D’de başlayan “Dilek Taşı” dizisi, yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi: Hapishane sahnelerinde gördüğümüz Yılmaz karakteri, gerçek hayattaki Yılmaz Güney mi?
Önce kısaca diziyi anlatayım ki ilk bölümü kaçıranlar da ne olup bittiğini anlayabilsin...
Mustafa (Salih Bademci) ölüm döşeğindeki eşini ameliyat ettirebilmek için patronundan para ister. Patron para vermeyi reddedince aralarında arbede çıkar ve Mustafa katil olur. O sırada hasta karısı da vefat eder. Küçük kızlarını çok zengin bir aile evlatlık alır. Mustafa ise hapiste türlü zorluklarla baş etmeye çalışıyordur...
Bu sırada ona Yılmaz adında, hapishanede kıdemli biri yardım eder... Tipi de Yılmaz Güney’e benzeyen bu karakterin, Çirkin Kral lakaplı sinemacı Yılmaz Güney olup olmadığı tartışılıyor.
Dizi, 12 Eylül döneminde geçiyor.
Yılmaz Güney’in hayatına baktım, bir yargıcı öldürdüğü için Temmuz 76’dan Ekim 81’e kadar hapis yatmış.
Yani tarihler de örtüşüyor.
Yanlış sarmalına tutulmuş gibi
Merve Boluğur
2017’ye kadar muhteşem bir hayatı vardı. Doğru dürüst okumadı ama güzel ve yetenekliydi. “Acemi Cadı”nın Ayşegül’ü, “Muhteşem Yüzyıl”ın Nurbanu Sultan’ı olmuştu.
Kliplerde oynuyor, düetler yapıyordu. Ünlü markaların yüzü ilan edilmişti. Üstüne üstlük ülkenin en popüler, en yakışıklı, en gözde bekarlarından biriyle, Murat Dalkılıç’la evlenmişti.
Fakat bu “Turkish Barbie” tablosu uzun sürmedi. En son başrolü ve hatta ciddi rolünü o uğursuz sene oynadı. Sonra hep teklifleri değerlendirmekte olduğunu söyledi ama o tekliflerin neler olduğu hiçbir zaman öğrenilemedi.
Bir süre sonra aslında çalışma şartları nedeniyle dizi istemediğini söylemeye başladı. Bunun tek bir istisnası vardı.
Dövüş ustası ve sinema ikonu Jackie Chan’in katıldığı bir televizyon programında anlattığı Türkiye anısının görüntüleri ortaya çıktı.
Seyircilerin gülmekten kırıldığı videoda Jackie Chan Türkiye’ye geldiğini, burada tezahüratla karşılandığını ve oteline geçtiğini anlatıyor.
Otelde televizyonu bir açmış ki kendi filmi...
Filmde kendisini uzun uzun Türkçe konuşurken izlediğini söylüyor ünlü aktör.
Sonra sahne değişiyor ve yanına bir kadın geliyor filmde.
Fakat o da ne?
O kadını da kendisini seslendiren kişi seslendiriyor!
Cumartesi günü Bodrum, Çeşme gibi yerlerde yazlık şubeleri olan ve şehre dönüş vakti gelen mekânların işletmecileriyle yazın nasıl geçtiğini konuşup yazdım.
Çünkü fiyatlardan dolayı pek de alışık olmadığımız bir yaz geçirdik. Tüketici alışkanlıkları değişti.
Alışkanlıkları bırakın, sohbetler bile değişti.
En hali vakti yerinde insanlar bile ikinci cümlede fiyatlara getiriyordu meseleyi:
“Dün akşam şuradaydık” da, “Kişi başı şu kadar ödedik” de...
Benim de şöyle tespitlerim var geçirdiğimiz yazla ilgili:
◊ İnsan kalabalığı yok değil, var. Ama bu, harcamayan bir kalabalık.
Otellerinde motellerinde yemek yiyip, restoranlara girmiyorlar.
İbrahim Kutluay’ın kendisi gibi basketçi olan 14 yaşındaki oğlu Ömer Kutluay, Real Madrid’in altyapı takımına transfer oldu. İspanya’ya giden Ömer için “Demet Şener oğlunu uğurladı” haberlerini okuyunca bu durumu yadırgadığımı yazmıştım.
“Tamam, Ömer kocaman bir delikanlı. Elbette ki uçağa kendi binebilir. Hatta belki babası da oradadır, ilgileniyordur. Ama bu çocuk anneyle büyüdü. Hayatının böyle önemli bir dönemecinde annesi de onunla olmalıydı. Hele de maddi imkân varsa...” diye düşünmüştüm.
Demet Şener’le konuştum. Meğer Demet Hanım oğluyla birlikte 3 gün Madrid’deymiş.
Hazır konuşmuşken oradaki atmosferi, nasıl bir sistem kurduklarını, neler yaşadıklarını anlattırdım.
İşte başlıklar...
◊ “Cehennem”in klibi film tadında olmuş. 26 mekânda 10 günde çekilmiş. Niye bu ihtimam? Ne lüzum var?
- Bu bir nevi şimdiye kadar yaptığım işlerin zekâtı. “Bakın bunlar da yapılabiliyor” demek istedim. Kendimizin farkında olalım ve sınırlarımızı aşalım. Çıtaları kendimiz belirleyelim. Bambaşka şeyler yapabildiğimizi göstermek istedim.
◊ Ne kadara mâl oldu klip?
- Çok! (Gülüyor) Para konuşunca magazinsel bir tarafa gidiyor iş ama illa bilmek istiyorsanız, 5 milyon lira gitti...
◊ Dublör kullanmadığın doğru mu?
- Denize atladığım sahnede dublörüm vardı, yalan olmasın. Öyle büyük ve derin sular korkutuyor beni. Diğer sahnelerin hepsinde ben oynadım.
◊ “Ben şarkıcı değilim” diyordun. Artık şarkıcı mısın?
- “Şarkıcı değilim” demekte diretmek de istemiyorum ama... Şarkıcılar belli bir çizgisi olan profiller oluyor ya genelde, piyasaya hizmet ediyorlar falan. Ben o durumun içinde kendimi görmediğim için “Şarkıcı değilim” demek daha doğru geliyor. Ben kendimi daha çok “proje adamı” olarak görüyorum.