Evimde sürekli kaynayan çaydanlıktan bir bardak çay alır, kitaplarımın başına geçer ve çayımdan bir yudum aldığım anda dünyanın geri kalanından uzaklaşırım. Bazen, ne kadar çay içtiğimin farkına bile varmadan, bir bakarım ki ikizlerin okuldan dönme saati gelmiş.
Bazen de bunun tam tersine, dünyanın gürültüsünü duymak için içilir çay. Şehrin tam göbeğinde çeşit çeşit insanın doldurduğu caddelerde, ara sokaklarda dolaşırken bir çay ocağı görürüm. Ara sokaklarda, mahalle esnafının sürekli çay siparişi verdiği yerlerdir bunlar.
Sokak aralarına, bazen bir pasaja ya da çıkmaza konumlandırılmış olan bu çay ocaklarında çay içmek, o mahallenin soluğunu ciğerlerime çekmek demektir.
Çoğunlukla önlerinde birkaç küçük tahta tabure vardır bu çay ocaklarının. Bu taburelerden birine oturursunuz, daha siz sipariş vermeden elinde çay tepsisiyle çaycı dolaşmaya başlar masaların arasında.
Bir el hareketiniz yeter, çaycı önünüze bir çay bırakır. Çaydan bir yudum alırsınız, samimi bir mahalle tadı geçer damağınızdan.
Bu köşede esnaf lokantalarını ne kadar sevdiğimi birkaç kez söyledim. Mahalle aralarına saklanmış çay ocakları da bir o kadar değerlidir benim için. Nerede bir çay ocağı varsa orada insan sıcaklığı vardır.
LİMONLU PATLICAN
Orta boy ince patlıcanların kabuklarını tamamen soyun. İsterseniz saplarını bırakın. 10 bardak suyun içine yarım yemek kaşığı tuz koyun, soyulmuş patlıcanları suyun içine bırakın.
Bilmeyenler ve tatmamış olanlar için belirtmekte yarar var; adına aldanmayın, bu yemek dolma değil. Yapılışında kullanılan özel torbaların adı “ca” olduğu için yemek “ca dolması” diye de biliniyor.
İskilip dolması aslında Çorum’da sadece özel günlerde yani düğün, sünnet gibi törenlerde yapılır. Yemeğin günlük hayata girmemiş olmasının nedeni, hem zahmetli ve ustalık gerektiren yapımı hem de büyük kazanlarda ve çok uzun sürede pişiriliyor olmasıdır.
Dediğimiz gibi, düğünlerde ikram edilir bu yemek ve yaklaşık 18 saat piştiği için düğünden bir gün önce pişirilmeye başlanır. Her yemekte olduğu gibi iskilip dolmasında da yemeğe tadını veren, kullanılan tereyağının, etin ve pirincin özel olmasıdır.
Pirinç bol miktarda tereyağıyla ve soğanla kavrulduktan sonra ca denilen büyük bez torbalara koyulur. Büyük, yüksekliği 1 metre kadar olan kazanların dibine et ve et suyu konur. Kazanın ortasına bir sacayağı yerleştirilir ve torba ortasına, etle temas etmeyecek şekilde yerleştirilir.
Kazanın kapağıyla kazan arasına hamur sıkıştırılır ki düdüklü tencere etkisi yapsın. Kapanan kapağın üzerine de açılmasın diye ağırlık konur.
Kazan odun ateşinde ertesi günün ilk ışıklarına kadar pişer. Yani düğün sabahına kadar. Daha sonra da etin buharıyla pişmiş olan pilavın üzerine et suyu gezdirilir. Üzerine dana butlarından bolca yerleştirilir ve lengerlerde ikram edilir.
Çorumlu olanlar bilirler iskilip dolmasının ne muhteşem bir lezzet olduğunu. Olmayanlara ise tavsiyem, en kısa zamanda Çorum’a gidip tadına bakmaları...
İRMİKLİ OSMANBEY TATLISI
Herkesin bu kavramlar hakkında bir fikri vardır ve uzman olan, olmayan herkes bunlar hakkında konuşur.
İşte “Ekoloji Cep Rehberi” de sık sık kullandığımız bu kavramların ne olduğunu anlatmak için yazılmış rehber niteliği taşıyan bir kitap.
Yazar Ernest Callenbach, şöyle anlatıyor kitabı yazış amacını: “Ekoloji Cep Rehberi, şöyle bir göz atabileceğiniz, bir kenara veya cebinize koyup sonra tekrar başlayabileceğiniz şekilde düzenlenmiştir. Baştan sona doğru okumanıza gerek yoktur, bölümlerin arasında istediğiniz sırayla gezinebilirsiniz. Bu kitap, terimler halinde tanımladığı ekolojik dünyaya benzer şekilde ama sözcükler ve fikirlerle oluşturulmuş bir ağdır. Siz de istediğiniz bir noktadan bu ağa dahil olabilirsiniz.”
Hepimizin dahil olduğu ekolojik sistemle ilgili öğrenmek istediğiniz kavramlar varsa, bir şekilde konuyla ilgiliyseniz ya da sadece bilinçli bir insan olarak içinde var olduğunuz şeyi tanımak, bilmek, sistemin farkında olmak istiyorsanız alın bu kitabı.
Kitap, Sinek Sekiz Yayınevi’nin “Sürdürülebilir Yaşam Kitapları” serisinden çıkmış. Çevirisini ise Egemen Özkan yapmış.
KREMALI CHEESE KEK DONDURMASI
Yaklaşık 25-30 santim çapındaki kelepçeli kek kalıbı alüminyum folyoyla kaplanır. Bisküviler mutfak robotunda un haline getirildikten sonra derin bir kaba koyulur.
Sıvıyağı tencerede kızdırın. Kıymayı sıvıyağın üzerine ekleyip suyunu bırakıp çekinceye kadar, 5 dakika pişirdikten sonra soğanı ilave edin.
Karıştırarak 5 dakika daha kavurun. Tuz ve karabiberi serpip bir kenarda bekletin.
Diğer taraftan hamuru hazırlamak için yumurta, yoğurt, zeytinyağı, tuz ve kabartma tozunu yoğurma kabına aktarıp elinizle iyice karıştırın. Unu da azar azar ilave edip kulak memesi yumuşaklığında ve pürüzsüz bir hamur elde edinceye kadar yoğurun.
Üzerini temiz bir bezle örtüp 20 dakika bekletin. Hamuru eşit büyüklükte 5 bezeye ayırın. Bezelerden birinin üzerine un serpiştirip oklava yardımıyla yufka büyüklüğünde açın.
Yufkanın bir yarısına hazırladığınız kıymalı harçtan aralıklı olarak birer tatlı kaşığı kadar koyun. Yufkanın boş tarafını üzerlerine kapatın. Yani yufkayı D şekline getirin.
Yufkadan bir hamur ruleti ya da çay tabağı yardımıyla parçalar kesip kenarlarını elinizle bastırarak yapıştırın. Bu şekilde hazırladığınız yuvarlak küçük börekleri hafifçe unlanmış tepside biriktirin.
Sıvıyağı derin bir tavada kızdırın. Börekleri kızgın yağda, tavayı hafif hafif sallayarak iki tarafları da nar gibi oluncaya kadar kızartın.
Hatta dini törenlerden sonra bile dondurma yenmesi adet olmuştur. 18. yüzyıla gelindiğinde İtalya’da dondurma yapımıyla ünlü iki kişi dikkat çeker; Tortoni ve Pratti. Hatta ilk dondurmalı keklerin mucidi de bu ikili olmuş, kuplar ve muslar ilk olarak İtalya’da yapılmıştır.
Zaten 100 yıl sonraya gelindiğinde de artık kuplar ve diğer dondurmalı tatlılar İtalyanların damağında iyice yer etmiştir. Özellikle sosyetenin büyük davetlerinde yemek sonrası ikram edilen en popüler tatlı olmuştur dondurmalı tatlılar.
Bize gelince, bizler tatlıların sunumuyla değil, tadıyla daha çok ilgilendiğimiz için tek kişilik kalıpları ya da ayaklı şık cam bardakları pek benimseyemedik. Oysa tıpkı iyi bir ambalaj gibi yemeğin sunum şekli de içindeki yemeği çekici kılar. Benim kupların sunumu için tercihim ayaklı geniş ağızlı cam bardaklar.
Hazır yufkadan Siron böreği
Hazır yufkaları tezgaha serip keskin bir bıçak yardımıyla 2 santim kalınlığında şeritler elde edecek şekilde dilimleyin. Her bir şeridi tekrar üçe bölüp kısa şeritler elde edin. (yani her yufka şeridinden üç adet kısa şerit elde etmelisiniz) Şeritleri sıkıca sarıp uçlarını suyla ıslatın. Kenarları yüksek bir fırın kabını sıvıyağla yağlayın.
Sardığınız yufkaları kaba, aralıksız olarak yan yana sıkıca yerleştirin. Yufkaları 200 dereceye ve alt-üst konuma ayarladığınız fırında 20-25 dakika, hafif kahverengi oluncaya kadar kızartıp çıkarın. Henüz sıcak haldeyken üzerine ılık haldeki et ya da tavuk suyunu gezdirin ve suyunu iyice çekmesini bekleyin.
Diğer taraftan, süzme yoğurt, dövülmüş sarmısak, tuz ve normal yoğurdu bir kasede çırpın. Bu sosu siron böreğinin üzerine gezdirin. Son olarak, tereyağını ya da sıvıyağı tavada kızdırın. Nane ve pul biberi kızgın yağa koyup hemen ocaktan alın. Biberli sosu da böreğin üzerine gezdirin ve kaşık kaşık alarak sıcak servise sunun.
Malzeme listesi
Kentlerde yaşayan insanların evlerinin küçük balkonlarında ya da teraslarında oluşturdukları bahçelerde sebze ve meyve yetiştirdiklerini anlatmaya çalışmış, konuyla ilgili örnekler vermiştik. Hatta Yeryüzü Derneği’nin bu bahçelerin Türkiye’de de yaygınlaşması için kendi çabalarıyla yürüttüğü bir çalışma olduğunu söylemiştik.
Evet, insanların kendi sebze ve meyvelerini yetiştirmesinin emin ellerden yiyecek temin etme dışında pek çok global yararı var. Şimdi kısaca bu yararlara değinelim...
Bir kere, bu bahçelere vereceğiniz gübreyi kendi atıklarınızdan yapabilir ve çöplerin daha geç dolmasını sağlayabilirsiniz. Oluşturacağınız küçücük bahçeyle iklime katkıda bulunabilir ve sizin gibi kent bahçesi oluşturanlarla birlikte kentinizin daha çok yağış almasını sağlayabilirsiniz.
Yetiştireceğiniz ürün size yettiği için dışarıdan ürün almayabilir ve böylece kente dışarıdan gelecek sebze meyvenin azalmasına neden olursunuz. Bu da nakliye yakıtlarından tasarrufu sağlar.
Yani, iklim değişikliğini azaltmak için çaba harcamış olursunuz. Yeşilliklerin çok olduğu bir kent oluşumunda payınız olur ve böylece çocuklarınızın daha rahat nefes almasını sağlamış olursunuz.
Özellikle yeni nesil çocukların ve gençlerin evlerin içine hapsolmuş yaşamlarını bir parça renklendirebilir, onların toprağa, meyveye ve sebzeye dokunmasını sağlayabilirsiniz. Toprakla uğraşmak sadece çocuklara ve gençlere değil, yaşlılara da iyi gelecektir.
Kısacası, şimdi kendi sebze ve meyvenizi üretmenin tam zamanı. Sebebiniz ne olursa olsun, inanın ki kent bahçesi oluşturmakla hem kendinize hem de çevreye iyilik yapmış olacaksınız.
BALLI MEYVELİ EV DONDURMASI
Pek çoğumuzun hayali, emekli olduktan sonra küçük ve bahçeli bir evde oturmaktır. Böyle bir evin bahçesinde kendi domatesimizi, biberimizi, patlıcanımızı yetiştirmenin hayaliyle avunur dururuz.
Oysa dünyanın pek çok yerinde insanlar kendilerine yetecek kadar meyve ve sebze yetiştirmek için emekli olmayı ya da şehir dışına taşınmayı beklemiyorlar.
Küçük bir bahçe, balkon ya da teras çoğu zaman yeterli oluyor.
Örneğin Küba’nın başkenti Havana’da insanlar tükettikleri sebze ve meyvenin yüzde 80’ine yakınını balkonlarında, teraslarında ve bahçelerinde yetiştiriyorlar.
“Kent bahçeleri” denen bu yerlerde sebze ve meyve yetiştirmenin çevreye ve ekonomiye sağladığı yararlar saymakla bitmez.
Ülkemizde henüz yaygın bir şey değil kent bahçeleri.
Ama Yeryüzü Derneği bu işe baş koydu ve kendi meyve sebzesini yetiştirmek isteyen şehir insanına destek olmaya karar verdi.
Dostlarımız ve ailemizle geniş sofralar kurup saatlerce sofra başında oturabiliyoruz. Tabii, yıl içinde bazen otellerde kalmak zorunda da kalıyoruz, özellikle de bir haftadan fazla kalacaksam, ev ortamının sıcaklığını hemen özlemeye başlıyorum.
Tatil bu, tamamen tercih meselesi. Bazıları da otellerde tatil yapmaktan, yatak toplamak da dahil hiçbir şey yapmadan bir ya da iki hafta geçirmekten hoşlanıyor. “Yıl içinde yeterince yemek yapıyorum zaten, bir de tatilde mi yapacağım” diyen pek çok arkadaşım var.
Artık pek çok otel, yemek hizmetini açık büfe olarak sunuyor. Çeşit çeşit yemek bir platformda sıralanmış oluyor ve herkes tabağına istediğinden, istediği kadar alabiliyor.
Aslına bakarsanız gayet mantıklı bir sistem. Neyi ne kadar yiyeceğinizi sizden daha iyi kimse bilemeyeceğine göre açık büfe hoş bir mantık.
Ama benim gittiğim otellerde gözlemlediğim bir şey var: Tabaklar tıka basa dolduruluyor, yenecek, yenmeyecek ne varsa alınıyor ve tabakların ya da alınanların kayda değer bir bölümü ziyan ediliyor.
Yani pek çoğumuz bu açık büfelerde karnımızı değil, gözümüzü doyurmayı seçiyoruz. Üstelik sevdiğimiz şeyden tekrar tekrar alma şansımız varken.
Diyeceğim o ki, sırf orada var diye tabağımıza yiyecek almayalım, yiyebileceğimiz kadar alıp ziyana neden olmayalım.
HALHAL- KÜPE TATLISI