Saffet Emre Tonguç

Krallara ev sahipliği yapan şehir

5 Haziran 2022
İlk gördüğünüzde doğasıyla sarhoş eden, sokaklarında dolaşırken tarihiyle büyüleyen eskiyle yeninin bir arada, uyum içinde yaşadığı bir yer... Kuruluşu milattan önceye dayanıyor. Amasya’da keşfedecek o kadar çok şey var ki her anın tadını çıkarmak için birkaç gününüzü ayırın.

Coğrafyanın babası sayılan Amasya doğumlu Strabo, belki biraz da mitolojik hikâyelerin etkisinde kalarak, şehrin kuruluşunu Amazonların kraliçesi Amasis’e atfetmiş. Arkeologlar şehirdeki yerleşimin MÖ 5.500 yılına uzandığını tahmin ediyor. Birçok kaynakta, kentin tarihi Hitit yerleşimiyle başlatılıyor. Fakat herkes Büyük İskender’in MÖ 4’üncü yüzyılda bölgeye gittiği ve Pontus Krallığı’nın onun ardından geliştiği konusunda hemfikir. Krallık doruk noktasına 2. Mithridates zamanında ulaşmış. Yeşilırmak Nehri’nin kıyısında dağların eteklerine oyulan ve günümüze dek ulaşan kral kaya mezarları da güçlü Pontus kralları için yapılmış. Şehir, MÖ 47’de Romalılara geçmiş. Ondan sonra da Amasya’da çok az iz bırakan Bizans’a. 1075’de Selçuklular tarafından alınmış. Osmanlılar döneminde padişahlar şehzadelerinin çekirdekten yetişmesini ister, bu amaçla eğitimleri için Amasya’ya gönderirmiş. Bu nedenle Amasya’nın yüzyıllardır süregelen unvanı ‘Şehzadeler Şehri’. Bu önemini Cumhuriyet tarihimizde de devam ettirmiş. Kurtuluş Savaşı’nın temellerinin atıldığı Amasya Kongresi’nin anısına dev bir Atatürk heykeli yapılmış.
Amasya Arkeoloji Müzesi

Şehrin koruyucuları

Amasya’ya yolunuz düştüğünde Selçuklu ve Osmanlı izlerini bugüne taşıyan ahşap evlerin ardındaki yamaçta konumlanan ihtişamlı kaya mezarları hemen dikkatinizi çekecek. Hele ki akşam ışıklandırıldığı saatlerde kaya mezarlarını seyretmek ayrı bir güzellik. 18 mezarın sadece kralların gömüldüğü yer olarak değil, aynı zamanda birer tapınak olarak da kullanıldığına inanılıyor. Kaya mezarlarını gezerken ‘Kızlar Sarayı’ tabelası dikkatinizi çekecek ama burada bir saray aramayın. Geçmişin ihtişamlı günleri için eski çizimler ve hayal gücünüz size yardımcı olabilir. Bölgede 1146 yılında Selçuklu Sultanı 1. Mesud’un bir cami, medrese, hamam ve saray yaptırdığı, ömrünün sonuna kadar bu sarayda yaşadığı biliniyor. Kaya mezarların tepesinde, Pontus döneminden kalma kalenin yıkıntılarını da görebilirsiniz.
Yeşilırmak Nehri kenarındaki tarihi sur duvarları üzerine bitişik nizamda inşa edilmiş, şehirle özdeşleşen 19’uncu yüzyıldan kalma evler, koruma altında...

Sanki ‘yerli Floransa’

Amasya’daki eski evlere bakarken ister istemez o klasik düşünce geliyor aklıma: Bu yapılar Avrupa’da bir şehirde olsaydı kim bilir nasıl değeri bilinirdi! Yeşilırmak kenarındaki tarihi sur duvarları üzerine bitişik nizamda inşa edilmiş, şehirle özdeşleşen 19’uncu yüzyıldan kalma evler, koruma altında. Bazıları çok güzel restore edilmiş, bazılarıysa kıymetinin anlaşılacağı günleri bekliyor. Geleneksel Osmanlı evlerinin tüm özelliklerine sahip yapılar; bodrum üzeri çıkılmış tek ya da iki kat, haremlik selamlık bir düzen, avlu ya da bahçe genellikle ortada; dışa kapalı bir görünüm; taşkın ikinci kat uygulamaları, cumbalar, içerinin görünmesini önleyen pencere kafesleri gibi özelliklere sahip. 19’uncu yüzyıl zenginlerinin nasıl yaşadığına dair fikir edinmenize yardımcı olan Hazeranlar Konağı, Osmanlı evlerinin en güzel örneklerinden.

Yazının Devamını Oku

‘100 mücevheriyle’ İstanbul’a yeniden ilanı aşk

29 Mayıs 2022
Kendi en büyük mücevher olan bu kadim kenti, geçmişin ve bugünün hikâyeleriyle anlattığımız ‘İstanbul’un 100 Mücevheri’ yayımlandı. Kitabı, Zeynep Şahin Tutuk ve benzersiz fotoğrafları çeken Halit Bilen ile beraber hazırladık. Bu şehre aşkımı, onu anlatma tutkumu bilirsiniz... Binlerce mücevher barındıran bu çok boyutlu kente farklı bir açıdan baktığımız kitabımızdan 10 nadide pırlanta seçtim size bu hafta.

İstanbul denince akla kimisi için Boğaz, martı, yalılar, Ayasofya, Süleymaniye, kültür, miras, Bizans, Osmanlı, Tarihi Yarımada gelir; kimisi içinse kaos, gökdelen, trafik, çarpık yapılaşma, kalabalık, gürültü kirliliği ve dahası…

İstanbul’u tek boyutlu bir şehir olarak değerlendirmek imkânsız. Onu ilginç kılan da bu büyülü harmanı!

Bazen aynı yere kim bilir kaçıncı kez bakınca yeni bir detay gösteriyor. Onu keşfetmek isteyenleri binlerce yılın renkli, coşkulu, acı tatlı izleri üzerinde yükselen bir köprüden geçiren; her adımda Roma’dan Cumhuriyet’e, Bizans’tan Osmanlı’ya selam verdiren bir şehir. Sanırım bu yüzden onu keşfetme ve anlatma tutkum hiç bitmiyor.
Bu hafta raflardaki yerini alan ‘İstanbul’un 100 Mücevheri’ benim 28’inci kitabım; kitaplarımın 17’si İstanbul üzerine… Ama her defasında sanki ilk İstanbul kitabım çıkıyor gibi heyecanlandığımı fark ediyorum. Birisi filizlenirken bir diğer kitabın tohumu düşüyor kalbime ve biliyorum ki daha yüzlerce hatta binlerce mücevher çıkar bu şehirden.

Kitabı 19 Mayıs’la 29 Mayıs arası bir tarihte çıkararak bu eşsiz şehri bize miras bırakanlara da bir saygı selamı yollamak istedik. Bu yazı da tam 29 Mayıs’ta, fethin yıldönümünde yayımlanarak bu selamın perçini oldu.

Fetihle armağan edilen, Kurtuluş Savaşı ile işgalden kurtulan İstanbul’un 100 mücevheri var sayfalarımızda. Müzelerden camilere, parklardan saraylara İstanbul’u 100 farklı yerden göreceksiniz. İmparatorlar, mimarlar, valide sultanlar, paşalar ve daha sayısız isim, sayfalarda gezinirken size eşlik edecek.

Bu hafta kitabımdan tadımlık birkaç rotayı paylaşmak istedim; hem en kısa zamanda sayfalarda kavuşmamıza vesile hem de bu güzel günlerde şehri keşfetmenize ilham olsun diye.

Yazının Devamını Oku

Çölün ve denizin renkli dünyası

22 Mayıs 2022
Bu hafta size askeri bölge olarak yapılıp turistik bir vahaya dönen Şarm el-Şeyh’i anlatacağım. Sina Yarımadası’nın güzel bir noktasındaki bölgede deniz suyu sıcaklığı yıl boyu en az 20 derece. Dünyanın en renkli mercan resifleri de burada, uçsuz bucaksız çöl de. Ve en güzeli Mısır, sadece buraya gidecek Türk turistlere vizeyi tamamen kaldırdı, bilginize...

Televizyon programım ‘Ayrıcalıklı Rotalar’ın çekimlerinde çok yoruluyorum. Ancak bu program aynı zamanda en çok beslendiğim kaynağım. Mesela geçen hafta çekim için Mısır’daydık ve güzel bir haberim var; Mısır’ın 20-45 yaş arasındaki Türklerden istediği turist vizesi sadece Şarm elŞeyh için kaldırılmış. Sina Yarımadası’nın en güzel noktasındaki bu tatil beldesi Türkler için bu nedenle de artık daha cazip bir hale geldi. Kahire’ye 488 kilometre uzaklıktaki, yıl boyunca deniz suyu sıcaklığının 20 derecenin altına inmediği Şarm el-Şeyh, Avrupa ülkelerine olan yakınlığı, denizaltı zenginlikleriyle yıldızı yükselen yerlerden biri.

Şarm el-Şeyh’ten önce Sina Yarımadası hakkında bilgi vermeli. Burası Hz. Musa’ya On Emir’in indirildiği ve Mısır’dan atılan Yahudilerin İsrail’e giderken geçtikleri yer. Bizim gündemimize Mısır ile İsrail arasındaki savaş dolayısıyla giren yarımada, Afrika ve Asya kıtaları arasında. Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinden sonra 1956’da İsrail ordusu Sina’ya girmişti.

1967’deki Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in eline geçen yarımada, 1978’deki Camp David Antlaşması’ndan sonra Mısır’da kaldı. Topraklarının yüzde 90’ını çöllerin kapladığı, 1914’e kadar çoğunu Osmanlı’nın görevlendirdiği hıdiv unvanlı valilerin yönettiği Mısır, Eski Dünya’nın Yedi Harikası’ndan ikisi olan Gize Piramitleri ve İskenderiye Feneri’nin de olduğu yer. Başkent Kahire, Afrika’nın en büyük şehri.

Şarm el-Şeyh’te güneş 12 ay boyunca cömertliğini esirgemiyor. Bölgenin en güzel özelliği nemsiz havası; gündüzleri denizdesiniz ama geceleri bir hırka giymeyi gerektirecek kadar serin. Denizin altı da muhteşem, üstü de. Burada doğanın tadını çıkarmak için ister çölde safari ve deve turu yapın, ister tekneyle Kızıldeniz turu. Ama önce gelin merkezde ufak bir tur yapalım.

Mısır’ın en önemli turizm merkezlerinden biri burası. Bu şehir aslında, 1967’deki Mısır-İsrail savaşı esnasında, İsrailliler tarafından askeri amaçlarla kurulmuş. Yapılan antlaşmalarla daha sonra Mısır’a verilmiş. 1980’lerde birbiri ardına açılan otellerle turizmin başkentliğine soyunan Şarm elŞeyh, İstanbul’a sadece 2.5 saatlik uçuş mesafesinde.
Çarşısı (üstte) ‘1001 Gece Masalları’nı aratmayan Şarm el-Şeyh’teki tesisler çok lüks konaklama deneyimleri sunuyor.

Eski Çarşı’yı görün

Her türlü turistin ihtiyacına cevap veren bu şehirde otantik dokuyu hissetmek isterseniz yolunuzu çarşıya çevirin. Alışveriş sevenlere önerim, Eski Çarşı. Burada sıradışı mimarisiyle dikkat çeken Sahabe Camisi’ni gezip görmeyi ihmal etmeyin. 2017’de açılan camide Osmanlı mimarisinin etkileri görülüyor. El Mustafa Camisi’nden sonra şehirdeki ikinci büyük cami olan El Sahabe’nin minareleri 76 metre.

Yazının Devamını Oku

Kızıl çöllerin renkli ülkesi

15 Mayıs 2022
Uzun bir aradan sonra yolumu yeniden Ürdün’e düşürdüm. Dolu dolu geçen 4 günde Ortadoğu’nun bu güzel ülkesi beni yine ve yeniden etkisi altına aldı. Haydi sırtımızı çöl rüzgârına verip atlayalım bir uçan halıya ve bakır rengi topraklarıyla, binlerce yıllık tarihiyle, stratejik konumuyla dünyanın gözdesi olmayı başarmış Ürdün’e doğru bu defa birlikte yola çıkalım.

Krallıkla yönetilen Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan, Filistin, Suudi Arabistan ve Mısır’la olan sınırları sayesinde Ortadoğu’nun en çok sınır komşusuna sahip ülkesi. Batı Şeria toprakları Ürdün tarafından 1950’de ilhak edilmiş. Ama 1967’deki Arap-İsrail Savaşı sonucunda İsrail’in kontrolüne geçmiş ve Ürdün-İsrail sınırı yeniden yapılanmış. Ürdün Kralı II. Abdullah’ın eşi, Rania Abdullah aslen Filistinli. Ülke nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan Filistinlilere vatandaşlık hakkı tanıyan tek Arap ülkesi Ürdün. Ortadoğu’da petrolü ve doğalgazı olmayan nadir ülkelerden olsa da Ürdün dinarı, dünyanın en güçlü para birimlerinden. Çöl toprakları ile verimli Ürdün Vadisi arasındaki başkent Amman, İstanbul gibi 7 tepeye kurulmuş. Tarihi 7 bin yıl öncesine uzanan, taşın başrolde olduğu şehirde Batı Amman modern yapılaşması, Doğu Amman ise tarihi ve otantik dokusuyla dikkat çekiyor. Amman merkezde, sanki Eminönü’nü hatırlatan baharat dükkânları, kilimler ve geleneksel ürünler satan mağazalar, yerel tatlıcılar var.

Kaleye çıkıp şehri izlemeli

Şehri tamamen görmek için kale en ideal yer. Eski adı Philadelphia olan Amman’ı oluşturan 7 tepeden biri, bu tepe. Buluntulardan bölgede cilalıtaş devrinden beri yerleşim olduğu tahmin ediliyor. Avrupa’yı gotik mimariyle tanıştıran Emeviler döneminden kalan bir saray, bir Bizans kilisesi ve Herkül Tapınağı’na ait kalıntıların bulunduğu tepeyle süslenmiş Amman; eteklerindeyse Roma dönemine ait 1.800 yıllık ve 6 bin kişilik bir antik tiyatro var. Amfi tiyatroya bir de karmaşık yeraltı geçit sistemi kurulmuş.

Tarihi 7 bin yıl öncesine uzanan, taşın başrolde olduğu şehirde Batı Amman modern yapılaşması, Doğu Amman ise tarihi ve otantik dokusuyla dikkat çekiyor.

Yazının Devamını Oku

Anneye en güzel hediye, anı paylaşmak

8 Mayıs 2022
Özel günlere çok değer veririm. Sadece olsun diye alınan hediyelerden çok hatırlamak ve paylaşmaktır benim için o günlerin önemi. Bu Anneler Günü’nde, kafamıza kazınmış kalıpların ve kutlamaların ötesine geçip yeni bir bakış açısıyla bakalım istedim bugüne.

Küçüklüğümden bu yana annem Leman Tonguç’la birlikte gezmeyi çok severim. Şimdiye dek dünyanın bir ucundan öbür ucuna gittiğimiz çok keyifli seyahatlerimiz oldu. Yol bazen bizi anılarımıza bazen yepyeni keşiflere götürdü. Patagonya’ya da uçtuk birlikte, Avrupa turu da yaptık; Hong Kong’da lezzet peşinde de koştuk, Martinik’te denizin tadını da çıkardık. Türkiye’de birlikte gitmediğimiz yer kalmadı gibi... Nereye gidersek gidelim yolculuk bize anne-oğuldan öte arkadaşlığı öğretti.

Karayipler’in en güzel adalarından Martinik annemle gittiğim en egzotik yerlerden.

Özellikle gemi seyahatlerimizde hiç valiz taşımadan, her gün yeni bir limanda uyanmak ve kısa bir sürede farklı şehirler hatta farklı kültürlerle tanışmak, yaş farkından bağımsız, birlikte geçirdiğimiz zamanı arttırdığı için ikimizi de çok memnun ediyor. Geçen aylarda, kışın soğuk günlerinde biraz içimizi ısıtsın diye Karayipler’den bahsetmiştim size. Belki size de ilham olur diye bu hafta annemle yaptığımız Karayipler tatilimizden, hafızamızda tatlı anılar bırakan yemyeşil bir cenneti, Martinik’i anlatacağım. Ve söze başlamadan, ilk ve en çok sevdiğimiz, hayatımız boyunca en çok kavga ettiğimiz, yine de sadece varlığımızın sebebi olduğu için derinden bağlı olduğumuz bütün annelere sevgilerimi gönderiyorum.

İlk adı Çiçekler Adası

Yazının Devamını Oku

Biraz nostalji, biraz da umut

1 Mayıs 2022
Ağaçlar çiçeklenip doğa uyandıkça tabiat ana bize ‘her şeyin yoluna gireceğini’ fısıldıyor sanki. Hazır bayram tatili de yaklaşırken genişletilmiş ‘Kanatlarımda İstanbul’ kitabımın yeni baskısından Burgaz ve Kınalıada’yı seçtim sizin için. Eğer İstanbul civarındaysanız, güneşli günlere en yakışan bu iki adresi gezmenizi öneriyorum...

Diğer adalar kadar isimleri anılmaz ama Burgaz ve Kınalıada’nın sevenleri asla vazgeçemez onlardan. Siz de mimozaların sahneyi morsalkımlarla erguvanlara bıraktığı bugünlerde atlayın bir vapura, Marmara Denizi’nin hafif esintisiyle yol alın. Geçmişin özlemiyle baharın umudunu harmanlayan adaların sokaklarında kaybolun.

İstanbul’a en yakın ada

Kınalıada’ya ayak basarsınız ve Sirakyan İkiz Evleri zarif bir şekilde size ‘Hoşgeldiniz’ der. 1900’lü yılların başında yapılan üç katlı bu ahşap köşklerin selamını alıp simetri harikası mimarisinin etkisine girersiniz. Diğer “merhaba” da Taş Köşk’ten gelir. Bu iki yapının güzelliğine hayran kalarak yürümeye başlarsınız. Kınalıada, 1.5 kilometrekarelik alanıyla Prens Adaları’nın en küçüklerinden biri ve karaya en yakın olanı. Tam da bu yüzden geçmişte sıkça sürgün yeri olarak kullanılmış. Adını da demir ve bakır madenlerinin etkisiyle kızıla çalan toprağından almış. Yarım saatte tamamlayabileceğiniz ada turunuzda, manzaraya nazır keyif yapmak için 115 metre rakımdaki Çınar Tepesi’ni, ondan 5 metre daha aşağıda kalan Teşrifiye Tepesi’ni ve 93 metrelik Manastır Tepesi’ni tercih edebilirsiniz. Kınalıada’ya ilk olarak 19’uncu yüzyıl başlarında İstanbullu Ermeniler yerleşmiş.

Aya Yani Kilisesi

Yazının Devamını Oku

Bayramın en güzel mekânları

24 Nisan 2022
Bu hafta sizi tek bir yere davet etmeyeceğim. Malum, önümüz Şeker Bayramı. Birkaç günlük bir tatil için, hâlâ plan yapmayanlara ‘Butik Oteller Türkiye’ kitabımı yazarken bizzat deneyimlediğim otelleri anlatacağım ve uzun bir rota çizeceğim. İstanbul çevresinden başlayıp Akdeniz’e kadar yol alacağız.

Deniz şart değil

Baharda doğanın canlanmasına şahit olmak isteyen ve kültür turizmi sevenlere de önerilerim var. Bolu’da Lotus (0374 237 10 90), Safranbolu’da Paçacıoğlu Bağ Evi (0370 712 36 19) ve Yeşil Çizme Doğa Evi (0538 442 52 11), Kastamonu’da İksir Resort Town (0366 616 10 16) ve Uğurlu Konakları (0366 212 82 02), Sivrihisar’da Türkay Konağı (0530 405 81 74) , Mardin’de Mardius Tarihi Konak (0482 212 46 46) ile Gaziantep’teki Hışvahan (0531 781 86 57) bölgelerinin hem dokusunu hem de mutfağını en iyi şekilde temsil ediyorlar.

Safranbolu

Konya’da Hich (0332 353 44 24) ve Eskişehir’de Omm Inn (0222 220 06 46) hep beğendiğim yerler. Kapadokya’nın zamansız güzelliği için Uçhisar’da Argos (0384 219 31 30), Ariana (0384 219 22 23), Petra Inn (0384 219 33 22) ve Rox (0384 219 24 06) ile Ürgüp’te Exedra (0384 343 24 25), Kayakapı (0384 341 88 77) ve Sacred House (0384 341 71 02) önerilerim arasında. Akdeniz’in saklı cenneti Kahramanmaraş’ın Başkonuş Yaylası da keşfedilecekler listenizde olsun. Endemik bitkiler, geyikler ve kuşlarla dolu yaylada 22 şık bungalovdan oluşan Orman Evleri, bir restoran, karavan-çadır kamp alanları var (0532 111 93 99).

Yazının Devamını Oku

Sokaklarında sürprizler saklı

17 Nisan 2022
Geçen haftalarda Mora Yarımadası’ndan bahsetmiştim size. Başlı başına bir konu olan Atina’yı sonraya bırakmıştım. Bu hafta komşuya misafir olalım yine. Bu sefer antikçağda demokrasinin doğduğu yer olarak bilinen Atina’nın tarihine ve popüler yerlerine ufak bir gezi yapalım.

Şehrin tarihi 3 bin yıldan daha eskiye dayanıyor. Antik Yunan döneminde en ihtişamlı çağlarını yaşayan Atina; Sokrates, Perikles ve Sofokles gibi düşünürlere ev sahipliği yapmış. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, Bizans olarak adlandırılan Doğu Roma İmparatorluğu, Yunanistan’ı başkent İstanbul’dan yönetmeye başlamış. Şehir, Roma döneminde de imparatorların gözdesi olmuş. Özellikle İmparator Hadrian zamanında inşaat reformu yaşamış. Zeus Tapınağı ve su kemerleri Hadrian’ın himayesinde tamamlanmış. Onun şehri ziyaret etmesini kutlamak içinse MÖ 131 yılında Hadrian Kapısı yapılmış. Bu kapının bir benzeri aynı isimle Antalya Kaleiçi’nde de var.

1832’de Batı’nın büyük güçleri Bavyeralı Otto’yu Yunan kralı olarak başa geçirmişler ama Kuzey Yunanistan 1912’ye kadar Osmanlı’nın parçası olarak kalmış. Aslında Yunanlar Osmanlı’dan memnunmuş ama medeniyetin beşiği olmuş Eski Yunan uygarlığını canlandırmak isteyen Lord Byron isimli şairin dolduruşuna gelmişler! Atina’nın düzenli gelişimi 1920’lerde Türkiye’yle Yunanistan arasında yaşanan mübadeleye dek devam etmiş. Mübadeleyle Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden 1 milyondan fazla Rum, ağırlıkla Atina çevresine yerleşince nüfus neredeyse iki katına çıkmış. 1940’larda Alman işgali sırasında bakımsız kalmış şehir. İşgal bitmiş ama bu sefer de iç savaş başlamış. 1950’lerde Atina plansız biçimde şehirleşmiş. 1970’lere gelindiğinde turizmin gelişmesi ve 1981’deki AB üyeliğiyle beraber ülkenin kaderi değişmiş.

Dünyanın en ünlülerinden

Şehrin simgesi olan yerden başlayalım turumuza. Atina’nın tam merkezinde ve 152 metreyle şehrin en yüksek noktasındaki Akropolis ‘yukarıda bulunan şehir’ demek Eski Yunancada. MÖ 530’da Akropolis’te Tanrıça Athena için büyük bir tapınak inşa edilmiş. O zamana dek savunma amaçlı kullanılan Akropolis kutsal bir yer halini almış. Pire’ye kadar tüm şehrin ayaklarınızın altına serildiği Akropolis’e doğru yürürken içinizde tanrıların huzuruna çıkacak gibi bir heyecan oluyor. Akropolis’in en büyük tapınağı Partenon, dünyanın en ünlü arkeolojik kalıntılarından biri.

MÖ 480’de Perslerin ele geçirmesiyle talan edilen Atina’da Akropolis de yıkımdan nasibini almış. Ancak daha sonra Perslerle varılan anlaşmayla 40 yıl içinde baştan aşağı yenilenmiş.

Partenon 1460’larda Osmanlı egemenliğinin başlamasıyla cami haline getirilmiş. 1687’de hemen yakınındaki Osmanlı cephaneliğinin bir bölümü, Venedik kuşatması sırasında atılan bir top mermisiyle patlayınca bina zarar görmüş. Partenon civarında Dionysos Tapınağı, Odeon ve Sokrat’ın hapsedildiği tepe var. Akropolis’te ayakta kalabilmiş son yapı Erehteyon. Halkın Athena ve Poseidon’a tek çatı altında tapınmasını sağlamışlar bu yapıyı inşa ederek.

Akropolis’teki diğer önemli eserse Athena Nike (Zafer) Tapınağı. İyon tarzı başlıkları olan bu bina MÖ 426-421 arasında yapılmış.

Atina, sokaklarında sürprizler saklıyor. Bazen bir yapıda, bazense bir ezgiyle bambaşka bir havaya sokuyor sizi. Ama önemli yerleri kaçırmamanız için işte birkaç öneri... Şehrin en bilineni, adı ‘Anayasa’ anlamına gelen Sintagma Meydanı. Buradaki Parlamento Binası’nın önünde ‘Meçhul Asker Anıtı’nı bekleyen Evzoni denilen askerlerin nöbet değişim törenleri ilgi çekici. Sintagma Meydanı’nın hemen yukarısında, lüks kafelerin ve ünlü markaların mağazalarının sıralandığı Kolonaki Meydanı var. Omonia Meydanı şehrin merkezi noktalarından bir diğeri. Venizelou Caddesi’nden Omonia’ya giderken sağ tarafta karşınıza muhteşem yapılar çıkıyor.

Yazının Devamını Oku