Saffet Emre Tonguç

En rahat ettikleri yer Balat’tı! Michael Douglas, Catherine Zeta-Jones ve çocuklarıyla İstanbul turu...

20 Ocak 2020
34 yıldır profesyonel rehberlik yapıyorum. Şimdiye dek 100’e yakın dünyaca ünlü ve etkili isme İstanbul’u gezdirdim. Devlet başkanlarından dev markaların CEO’larına, Hollywood yıldızlarından modacılara kadar çok geniş bir yelpazem var. Geçen haftaysa Türkiye’yi defalarca ziyaret eden Oscar’lı oyuncular Michael Douglas, Catherine Zeta-Jones, çocukları Dylan ve Carys ile İstanbul turu yaptık. Aklımda tarih ve kültüre meraklı, topraklarımıza sevgi duyan bir aile olarak kalacaklar.

Dünyanın gözü üstlerinde olan ve standartları çok yüksek insanları rahat ettirmek ve gezilerinden memnun ayrılmalarını sağlamak kolay şey değil. Onca yıl, onca insan; neler neler geçiyor gözümün önünden... Kişiler, mekânlar, tarihler değişiyor ama tekrarlayan, değişmeyen iki duygum var: Şaşkınlık ve hayranlık. Kaprislerinin tonuyla beni şaşırtanlar da oldu, mütevazı ve aşmış halleriyle hayran bırakanlar da...

Sanki İstanbul’da yaşıyor gibiler
Michael Douglas ve Catherine Zeta-Jones çifti, çocukları Dylan ve Carys ile aslında dünya turuna çıkmışlardı. Bir aydır
Botsvana’dan Hindistan’a, Mozambik’ten Tanzanya’ya kadar birçok yeri gezdiler ve noktayı İstanbul’da koydular. Tarihe, kültüre çok meraklı ve pozitif bir aile... Çocuklarını çok iyi yetiştirmişler. Oğulları Dylan tarih okuyor. Michael Douglas da Türkiye’yi yakından takip ediyor. Güncel gelişmelerin tümüne o kadar hâkim ki sohbet ederken sanki İstanbul’da yaşıyor diye düşündüm.
Türkiye’ye ilk gelişleri değil. Defalarca ziyaret etmişler. Seviyorlar bu toprakları. İstanbul’u, Antalya ve Bodrum’u gezmişler. Göbeklitepe ve Kapadokya’yı da çok merak ediyorlar; bir dahaki gelişleri için rotayı bu iki yere çizdiler. Catherine Zeta-Jones 20’li yaşlarında bir film çekimi için gelmiş ve bayılmış ülkemize. Ayağını da kesmemiş ondan sonra. Birlikte gezdiğimiz her adım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu topraklara bayılıyorlar!

Yazının Devamını Oku

Martı olup İstanbul'u dolaşalım mı?

5 Ocak 2020
Martı olmak lazım İstanbul’a. Hep gördüklerimize göremediğimiz şekilde bakabilmek, bu şehre yeni anlamlar yüklemek, yeni hazineler keşfetmek için… Tepemizde dönüp duran kuşlar nasıl bir İstanbul görüyor diye merak etmekle başladı her şey. Adını ‘Kanatlarımda İstanbul’ koyduğumuz bir yolculuğa çıktık. Yükseldikçe yükseldik ve bambaşka bir İstanbul’la tanıştık. O kadar yukarıdan bakınca ne trafik, ne kaos, ne kabalık, ne de kalabalık kaldı. İstanbul’da kızdığımız her şey, yerini âşık olunası güzelliklere bıraktı. Sis perdesinin mistik havası, güneşin Boğaz’a saçtığı ışıltı, erguvanların moru, sonbaharın sarısı, karın beyazı karşıladı bizi. Hayran olunası gün batımları, şehrin en sakin hallerine şahitlik ettiğimiz gün doğumları, kuleleri, minareleri, kubbeleri, çatılarıyla büyüleyici bir İstanbul çıktı karşımıza. Bir kez daha anladık ki Napolyon Bonapart boşa dememiş; “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.”

Martı olmak lazım İstanbul’a. Hep gördüklerimize göremediğimiz şekilde bakabilmek, bu şehre yeni anlamlar yüklemek, yeni hazineler keşfetmek için… Tepemizde dönüp duran kuşlar nasıl bir İstanbul görüyor diye merak etmekle başladı her şey. Adını ‘Kanatlarımda İstanbul’ koyduğumuz bir yolculuğa çıktık. Yükseldikçe yükseldik ve bambaşka bir İstanbul’la tanıştık. O kadar yukarıdan bakınca ne trafik, ne kaos, ne kabalık, ne de kalabalık kaldı. İstanbul’da kızdığımız her şey, yerini âşık olunası güzelliklere bıraktı. Sis perdesinin mistik havası, güneşin Boğaz’a saçtığı ışıltı, erguvanların moru, sonbaharın sarısı, karın beyazı karşıladı bizi. Hayran olunası gün batımları, şehrin en sakin hallerine şahitlik ettiğimiz gün doğumları, kuleleri, minareleri, kubbeleri, çatılarıyla büyüleyici bir İstanbul çıktı karşımıza. Bir kez daha anladık ki Napolyon Bonapart boşa dememiş; “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.”



15 asırdır dünyanın en etkileyicilerinden
AYASOFYA

Yazının Devamını Oku

Yeni yılda en uzağa: Yeni Zelenda

30 Aralık 2019
Eğer yeni yılda kendinize bir tek seyahat hakkı tanıyacaksanız size en uzaktaki en güzellerden birini seçmenizi öneririm. Benim seçimim ne olurdu diye merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: Yeni Zelanda olurdu ve orayı da ülkenin giriş kapısı sayılan Auckland’dan keşfetmeye başlardım.

Coğrafyanın ödüllendirdiği Auckland iki liman arasındaki geniş bir yarımadada ve 50’ye yakın volkanik tepenin üstüne kurulu. Ülkenin 4,5 milyonluk nüfusunun üçte biri burada yaşıyor. Şehrin büyük bir bölümü İngiliz kökenli… Dünyanın en kalabalık Polinezyalı nüfusu da bu şehirde. Sonra da Asyalı nüfus var. Fiji ve Polinezya’dan göç etmiş Yeni Zelanda yerlilerine ise Maori diyorlar Özetle çok kozmopolit bir şehir.

Yürüyüş rotalarıyla meşhur

Hayatın yavaş aktığı, huzurlu bir atmosferi var Auckland’ın. Bu haliyle dünyanın yaşanılacak en iyi şehirlerinden biri kabul ediliyor. İstanbul’a benzettim ama bizdeki gibi her an bir hareket, her an bir aksiyon yok, İstanbullulara fazla sakin gelebilir. Ha bir de şehrin hangi köşesinde olursanız olun bile denizle karşı karşıya gelmek en fazla yarım saat sürüyor. Şehirleri öyle bir planlamışlar ki Yeni Zelanda’ya hayran olmamak elde değil. Özetle şehri bir yere toplayıp etrafını orman bırakmışlar. Evler de bu ormanların içine dağılmış. Ormanın gerçek sahibi canlılarla birlikte kardeş kardeş yaşıyor insanlar.




Yazının Devamını Oku

Yılbaşı gecesinin yurtdışındaki en gözde adresleri

22 Aralık 2019
31 Aralık’ı karşılamak için dünyanın dört bir yanında birbirinden ilginç seçenekler mevcut. Yeni yerler görmeyi, yeni kültürler keşfetmeyi seviyorsanız size ‘en’lerden oluşan önerilerim var.

En görkemli Noel ağacı
New York - ABD
Frank Sinatra’nın “Uyumayan şehir” dediği New York’ta yılbaşı kutlamak için binlerce dolar ödeyerek parçası olacağınız etkinliklerden sıfır maliyetli sokak kutlamalarına kadar alternatif çok... Benim önerimse şu: Öncelikle Rockefeller Meydanı’na gidin. Dünyanın en görkemli Noel ağaçlarından biri buraya kuruluyor. Üstelik bu ağacın dikilmesi neredeyse 100 yıla yaklaşan bir gelenek. Süslemesinde 30 binden fazla ampul, bir o kadar da kristal kullanılıyor. Yılbaşı akşamı New York’lular Times Meydanı’na koşuyor. Hep birlikte 10’dan geriye doğru sayarak yeni yıla girmek şehrin geleneği. Ben de bir kez parçası oldum; -17 derecelik soğuğu ve buna rağmen iğne atsan yere düşmez kalabalığı unutamam...




Yazının Devamını Oku

Korsan Denizi’nin üç incisi

16 Aralık 2019
Kuzey yarımkürede havalar soğumuş olsa da gezegenin birçok noktasında davetkâr bir sıcaklık var. Bana göre bu davetin dünya üzerindeki en etkileyici adreslerinden biri de Karayipler. Bölgede 7 bine yakın ada bulunuyor. Ama benim gönlümde özellikle üç tanesi taht kurmuş durumda. Bir sıcak kaçamak yapmak istiyorsanız işte size bir değil, üç neden birden.

En yeşil ve en güzel adalardan biriGRANADA

Ocak-mayıs arası adanın kuru mevsimi, kalanında yağışlar hâkim. Karayip Adaları’nın en renkli halini görmeyi istiyorsanız 7 Şubat’ta adada olmanızı öneririm. Bu, İngilizlerden bağımsızlıklarını kazandıkları tarih ve Granadalılar için öyle önemli bir gün ki gururla kutlayıp büyük eğlenceler düzenliyorlar. Ancak ada festival ve kutlamalar dışında da çok davetkâr. Özellikle de birbirinden güzel plajlarıyla, yılın bu zamanlarında. 344 kilometrekare yüzölçümü olan Granada’da 45 plaj var. En güzelleri güneybatı bölümünde. Üç kilometre uzunluğundaki Grand Anse Plajı denize girilecek en iyi yerlerden. Beyaz kumu ve tertemiz suyuyla çok gözde. Grand Anse’nin iki kilometre güneyinde onun kadar güzel ama daha az kişinin gittiği Morne Rouge Bay Plajı bulunuyor. Burası, şnorkel için adadaki en doğru yer. Pink Gin, La Sagesse ve Levera plajları da diğer popüler kumsallar.



Karayipler’deki en güzel başkent de bu adada. Adı, St. George’s. Çok hoş bir limanı var. Dik ve dar sokaklardaki kolonyal evler başkente apayrı bir güzellik katıyor. 18. yüzyıldan kalma pembe Anglikan Kilisesi, Market Square’deki pazarda, rengârenk kıyafetleriyle ürünlerini satan kadınlar, Fransızların inşa ettiği ve Fort George olarak geçen kale, St. George’s’a farklı bir hava veriyor. Granada’nın doğu sahilindeki Grenville, adanın ikinci büyük şehri. Yolunuz bu şehre bir cumartesi günü düşerse yerel pazara mutlaka uğrayın. Renkler, baharat kokuları, ortam çok gerçeküstü.

Yazının Devamını Oku

Evrensel sevgiye davet

8 Aralık 2019
“Ölümsüz aşk istiyorsan, ölümsüze âşık ol. Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil!” Ömrünü ilahi aşka adamış, ölümünü en mutlu gün diye beklemiş evrensel bir sevgi timsali Mevlana. Onun deyimiyle vuslatının 746’ncı yılında, bir kez daha törenlerle anılıyor. Misafirlerini, manevi havasını her karışına yaydığı Konya’da ağırlayacak. Ve herkes bir kez daha fark edecek ki Mevlana demek biraz da Konya demek, Konya demek ise en çok Mevlana demek...

Mevlana 1207 yılında Afganistan’da doğmuş. Ailesi Moğol istilasından kaçarak Konya’ya sığınmış. Esas adı Muhammed; Celaleddin ise tıpkı babası ve dedesi gibi kendisine verilen lakap. Mevlana “Efendi, önder, rehber” anlamlarına geliyor. Özellikle batı dünyasının onu anmak için kullandığı “Rumi” lakabı ise “Rum ülkesinden; Anadolulu”  manasını taşıyor. Ömrünü Konya’da geçirdiği için bu isimle anılmış.

Mevlana hep çok sevilen ve sayılan bir İslam âlimiymiş. Fakat bugün tanıdığımız kimliğine bürünmesini sağlayan yani hamlıktan yanmaya giden yolda ışığı olan Tebrizli Şems’miş. Onu tanıdığı gün değişen hayatı, bir daha asla eskisi gibi olmamış. İslamiyeti yaşamaya bakışındaki derinleşmeyi sığlaşma olarak gören müritleri, özellikle tüm zamanını Şems ile geçirmeye başlamasından rahatsızlık duymaya başlamış. Hiç hoşa gitmeyen bu durum, çok geçmeden şehirde ciddi bir huzursuzluğa neden olmuş ve Şems’i Konya’dan ayrılmaya zorlamışlar. Şems’in gidişiyle kahrolan Mevlana ise değil eskiye dönmek adeta hayata küsmüş. Yaptıklarından pişman olan müritleri Mevlana’dan af dileyip Şems’i tekrar getirmeye karar vermişler. Görevi üstlenen Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, uzun bir yolculuk sonunda Şems’i bularak Konya’ya dönmeye ikna etmiş.

Ne var ki bu geri dönüş uzun sürmemiş ve Şems birkaç ay sonra sonsuza dek gitmiş. Bu gidişe dair görüşler ikiye ayrılıyor. Bir kısım tarihçiler ve İslam bilginleri Mevlana’nın müritlerinin Şems’i öldürdüğünü düşünüyor; bu görüşe katılmayanlar ise Şems’in bir kez daha Konya’yı terk ettiğini ve izini kaybettirdiğini anlatıyor.

Nasıl gittiğine ilişkin görüşler ayrılsa da gidişinin etkisi konusunda herkes hemfikir. Şems’i bir daha yitirmek Mevlana’nın hayatını tamamen değiştirmiş. Her şeyden elini eteğini çekip kendini şiirlerine adamış ve 25 bin beyitten oluşan Mesnevi’yi yazarak asırlardır insanlara ışık tutan muhteşem bir eser bırakmış ardında.

Her zaman mistik ve huzurlu

Şehirlerin de karakterleri olduğuna inananlardanım. Mimarisi, insanların birbiriyle iletişimi, gelenekleri hatta mutfağı o karakterin parçasıdır. Konya da bana göre Türkiye’nin en mistik, huzurlu ve misafirperver kentlerinden biri. Bu nedenle Şeb-i Arus törenleri için gidenler bu kentin altını üstüne getirmeden, belli başlı yerleri ziyaret etmeden dönmemeli. Bu yerlerin başında ise Çatalhöyük geliyor.

Tarih ve arkeoloji meraklıları için büyük bir heyecan kaynağı Çatalhöyük’e ayak basmak.

Yazının Devamını Oku

Taşlarla yazılan tarih

1 Aralık 2019
Labirente benzeyen dar sokaklarında yürüyor, tarihi evlerine ayrı tarihi camilerine ayrı bakakalıyorsunuz... Bir köşeden kilise çıkıveriyor başka bir köşeden müze. Diyarbakır keşfetmesi sürprizli ve her köşesinde ‘ilk’ler, ‘tek’ler, ‘en’ler saklayan bir kent.

Şehirlerin karakteri bazen tek bir malzeme etrafında şekillenir. Diyarbakır’ı da ne temsil eder derseniz taş derim. 6 bin 43 kilometre uzunluktaki surlarıyla simgeleşen bir kent. Tarihi Diyarbakır’ı çevreleyen bu surlar öyle kıymetli ki… Yapısı ve günümüze kadar ulaşabilme başarısıyla dünyanın en uzun ve en sağlam surları arasında gösteriliyor. Hatta Çin Seddi’nden sonra ikinci sırayı aldığı belirtiliyor. Yapılış yılı kesin olarak bilinmese de kimi kaynaklarda 7 bin, kimi kaynaklarda 9 bin yıl önceye kadar tarihleniyor. En kapsamlı onarım ise MS. 349 yılında Roma İmparatoru 2. Constantinus zamanında yapılmış. Türkülere bile konu olan 4 ana kapısı ile 82 burcu var. Diyarbakır Kalesi, surları ve burçlarında, bölgeden geçen medeniyetlerin bıraktığı birçok izi görmek mümkün. Özgünlüğünü koruması nedeniyle, sadece bizim için değil dünya için önemli bir kültürel hazine. O yüzden de UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.



Sadece kale ve surlar değil, Hevsel Bahçeleri de yine bu listede… Bu bahçeler, tarih boyunca halkın kullanımına açık sivil bir alan olmuş. 30’dan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bölgedeki bahçe varlığının sürdürülebilir şekilde korunmuş olması çok önemli. Zaten bu yüzden sadece toprağın verimliliğiyle değil, tarihi ve kültürel anlamda da büyük değer taşıyor.  Diyarbakır’ı çevreleyen surların doğu kısmında, Dicle Nehri kıyısında yer alan bahçeler, yaklaşık 10 bin dönümlük alana yayılmış durumda. Bölge antik çağlardan beri tarımın beşiği olmuş. Başta tahıl çeşitleri olmak üzere birçok ürün yetiştirilmiş. Bu bölge aynı zamanda kuşların göç yolu üzerinde. Bazı türler yazın bazı türler kışın burada konaklamayı tercih ediyor. Şimdiye dek 200’e yakın kuş türü kayıtlara geçmiş.

Anadolu’nun en eskileri

Arap istilası sırasında Bizans kilisesi St. Thomas’ın yerine yapılan Ulu Cami, 1091 yılında Melik Şah tarafından genişletilmiş. Şehrin merkezindeki bu yapı, Müslümanlar tarafından 5. Harem-i Şerif (Mukaddes Mabed) olarak kabul ediliyor. Anadolu’nun en eski camileri arasında. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı’ya ait çok sayıda kitap ile ferman örnekleri, caminin farklı yerlerinde sergileniyor.

Yazının Devamını Oku

Hiç hesapta yokken seyahat planı yaptıran müze

17 Kasım 2019
Avrupa’da seyahate çıkma nedeni olabilecek birçok müze var. Uzun yıllar bu müzelere ve onlara olan ilgiye özenerek baktım. Neyse ki bizde de son yıllarda müzelerimiz hızla değişip güzelleşmeye, uğruna yola çıkmaya değer bir içerik ve sunuma ulaşmaya başladı. Bu güzel gelişmenin son halkasıysa Eskişehir’de açılan Odunpazarı Modern Müze. Eskişehir denince anlatacak çok şeyim var. “Gidin ve mutlaka görün” diyeceğim liste uzun. O listeden başta diğer müzeler olmak üzere sevdiğim maddeleri seçtim sizin için ama önce şehrin kazandığı en yeni güzelliği yani ‘Modern Müze’yi anlatarak başlamak istiyorum. Çünkü bu öyle bir müze ki artık sadece onu görmek için bile günübirlik de olsa gidilir!

Adından anlaşıldığı üzere müze Odunpazarı’nda; yani Eskişehir’in çok merkezi, çok sevilen ve tarihi bir noktasında. Böyle bir yere modern bir müze yapmak zor ve hassas bir işe soyunmak demek. Çünkü bulunduğu yerin dokusuyla uyum sağlayacak bir proje üretemezseniz, sonuç hüsran olabilirdi. Ama olmamış! Ben müzeye gittiğimde ağzım açık kalarak gezdim ve bu ülkenin bir vatandaşı olarak gurur duydum. Baksı Müzesi’ne gittiğimde yaşadığım hisse benzer bir haldeydim. Daha fazla tasvir yapmadan müzeyi anlatmak istiyorum size çünkü gittiğinizde zaten kendi duygunuz, fikriniz yerli yerine oturacak.




Doğançay’dan Akyavaş’a Vuslat
Müzenin kurucusu, tam bir sanat dostu olan iş insanı Erol Tabanca... Erol Bey’in 15 yıldan fazla süredir biriktirdiği koleksiyonunda, 1950’lerden günümüze hem Türkiye’den hem dünyadan çok önemli sanatçıların eserleri var. Bu eserler, müzenin açılışı için Haldun Dostoğlu’nun küratörlüğünde hazırlanan ‘Vuslat’ sergisi ile sanatseverlerle buluştu. Burhan Doğançay, Erol Akyavaş, Haluk Akakçe, Taner Ceylan, İnci Eviner, Peter Zimmerman, Julian Opie, Sarah Morris eserleri sergilenen isimlerden yalnızca birkaçı...

Yazının Devamını Oku