Körfezin derin sularından inci çıkararak kendi halinde bir yaşam süren insanların diyarıyken, petrol sayesinde ihya olmuş Arap Yarımadası ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri. Küçük olmasına aldanmayın, küçük ama çok zengin bir ülke. 7 adet emirlikten oluşuyor. Baş emirlik, yani başkent Abu Dabi… Ama en modern ve en turistik, finans dünyasının, dev uluslararası şirketlerin merkezi olan emirlik Dubai…
Birleşik Arap Emirlikleri’ne girerken vize alıyorsunuz ama konsolosluğa gitmek zorunda değilsiniz. Vize online olarak alınıyor, hatta Emirates Havayolları vize organizasyonunu sizin için yapabiliyor. Resmi dil Arapça olsa da İngilizce bilmeyen yok gibi. Neredeyse hiç Arapça duymuyorsunuz seyahatiniz boyunca. Tabelalar bile çift dilli. Dubai’de yaşayan herkes çoğunlukla ‘expat’ yani bir tür yabancı ülkede çalışan göçmen. Tezgâhtarlar, çalışanlar, garsonlar Pakistanlı, Hintli veya Filipinli. Ucuz işgücü yani. Kazandıklarını ülkelerine, ailelerine gönderenler. Bunlar birinci grup ‘expat’lar.
Üç büyük medeniyetin izi
Karaköy’den Galata’ya uzanan Bankalar (Voyvoda) Caddesi, bulmacanın en keyifli bölümü. Yürürken başınızı bir sağa, bir sola çevirin. İki yanınızı süsleyen muhteşem 19’uncu yüzyıl yapıları arasında gezinirken kendinizi başka bir zaman diliminde hissedebilmek, hayal gücünüzün enginliğine kalmış. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) ders de veren Giulio Mongeri’nin 1920’de yaptığı ve bugün bir bankanın şubesi olan Karaköy Palas’ta üç büyük medeniyetin izlerini göreceksiniz. İtalyan mimar Bizans, Selçuklu ve Osmanlı üsluplarını harmanlayarak ‘imza’ bir yapı çıkarmış ortaya.
Haliç’i izleyen heykeller
Karaköy’deki vapur iskelesine doğru ilerlediğinizde, köşede neo-klasik üslubun kullanıldığı bina çıkacak karşınıza, ki bu da bir başka banka şubesi. 1912 yılında yapılan binanın en dikkat çekici yönü, Haliç’e bakan yüzündeki iki heykel. Erkek olanının sanayiyi, kadın olanın ticareti temsil ettiği ifade ediliyor. Kimileriyse bu heykellerin kökenini Tevrat’a dayandırıp erkeğin ‘Hiram Usta’, diğerinin ise ‘Dul Kadın’ figürleri olduğunu ileri sürüyor. Her iki teorinin sahibi olanların buluştuğu orta nokta ise, o dönemde heykelli bir binaya izin verilmiş olmasının ilginçliği. Burada bir de limanın en ucunda bulunan, 1914’ten yadigâr Deniz Yolları Binası üç kat boyunca yükselen sütunlarıyla dikkat çekiyor.
Evet, her yönüyle bir dünya şehri olan İstanbul, gerçekten de sürprizlerle dolu. Yeter ki siz de onun sesini duymaya, sunduğu armağanların kıymetini bilmeye hazır olun. Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapmış bu şehre, zengin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine hayran kalmamak ne mümkün!
Anadolu’nun pagan dönemlerinden...
Mesela, bir devlet binasının bodrum katında tesadüfen bir arkeoloji mucizesiyle karşılaşırsanız sakın şaşırmayın. Sanat ve arkeoloji dünyasındaki gelişmeleri yakından takip edenler, sözü Zeytinburnu’na getireceğimi anlamışlardır. Zeytinburnu Kazlıçeşme sahili mevkiinde, müze ve sergi sarayı olarak kullanılan eski Başkanlık Binası’nın bodrum katında, geçen aylarda yaklaşık 2 bin yıllık mozaikler gün yüzüne çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’yle yapılan ortak planlama ile bu alan kısa sürede ‘Mozaik Odası’ olarak düzenlendi ve ziyarete açıldı. Bulunan mozaikler 2’nci yüzyıl, Roma dönemine ait. O sıra Anadolu’nun henüz pagan dönemleri ve Hıristiyanlığın yayılmasına daha yüzyıllar var. Oldukça az hasarla ortaya çıkarılan bu eser, dönemin özgün sanat tarzına ışık tutuyor.
Dünyanın gözü üstlerinde olan ve standartları çok yüksek insanları rahat ettirmek ve gezilerinden memnun ayrılmalarını sağlamak kolay şey değil. Onca yıl, onca insan; neler neler geçiyor gözümün önünden... Kişiler, mekânlar, tarihler değişiyor ama tekrarlayan, değişmeyen iki duygum var: Şaşkınlık ve hayranlık. Kaprislerinin tonuyla beni şaşırtanlar da oldu, mütevazı ve aşmış halleriyle hayran bırakanlar da...
Sanki İstanbul’da yaşıyor gibiler
Michael Douglas ve Catherine Zeta-Jones çifti, çocukları Dylan ve Carys ile aslında dünya turuna çıkmışlardı. Bir aydır
Botsvana’dan Hindistan’a, Mozambik’ten Tanzanya’ya kadar birçok yeri gezdiler ve noktayı İstanbul’da koydular. Tarihe, kültüre çok meraklı ve pozitif bir aile... Çocuklarını çok iyi yetiştirmişler. Oğulları Dylan tarih okuyor. Michael Douglas da Türkiye’yi yakından takip ediyor. Güncel gelişmelerin tümüne o kadar hâkim ki sohbet ederken sanki İstanbul’da yaşıyor diye düşündüm.
Türkiye’ye ilk gelişleri değil. Defalarca ziyaret etmişler. Seviyorlar bu toprakları. İstanbul’u, Antalya ve Bodrum’u gezmişler. Göbeklitepe ve Kapadokya’yı da çok merak ediyorlar; bir dahaki gelişleri için rotayı bu iki yere çizdiler. Catherine Zeta-Jones 20’li yaşlarında bir film çekimi için gelmiş ve bayılmış ülkemize. Ayağını da kesmemiş ondan sonra. Birlikte gezdiğimiz her adım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu topraklara bayılıyorlar!
Martı olmak lazım İstanbul’a. Hep gördüklerimize göremediğimiz şekilde bakabilmek, bu şehre yeni anlamlar yüklemek, yeni hazineler keşfetmek için… Tepemizde dönüp duran kuşlar nasıl bir İstanbul görüyor diye merak etmekle başladı her şey. Adını ‘Kanatlarımda İstanbul’ koyduğumuz bir yolculuğa çıktık. Yükseldikçe yükseldik ve bambaşka bir İstanbul’la tanıştık. O kadar yukarıdan bakınca ne trafik, ne kaos, ne kabalık, ne de kalabalık kaldı. İstanbul’da kızdığımız her şey, yerini âşık olunası güzelliklere bıraktı. Sis perdesinin mistik havası, güneşin Boğaz’a saçtığı ışıltı, erguvanların moru, sonbaharın sarısı, karın beyazı karşıladı bizi. Hayran olunası gün batımları, şehrin en sakin hallerine şahitlik ettiğimiz gün doğumları, kuleleri, minareleri, kubbeleri, çatılarıyla büyüleyici bir İstanbul çıktı karşımıza. Bir kez daha anladık ki Napolyon Bonapart boşa dememiş; “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.”
15 asırdır dünyanın en etkileyicilerinden
AYASOFYA
Coğrafyanın ödüllendirdiği Auckland iki liman arasındaki geniş bir yarımadada ve 50’ye yakın volkanik tepenin üstüne kurulu. Ülkenin 4,5 milyonluk nüfusunun üçte biri burada yaşıyor. Şehrin büyük bir bölümü İngiliz kökenli… Dünyanın en kalabalık Polinezyalı nüfusu da bu şehirde. Sonra da Asyalı nüfus var. Fiji ve Polinezya’dan göç etmiş Yeni Zelanda yerlilerine ise Maori diyorlar Özetle çok kozmopolit bir şehir.
Yürüyüş rotalarıyla meşhur
Hayatın yavaş aktığı, huzurlu bir atmosferi var Auckland’ın. Bu haliyle dünyanın yaşanılacak en iyi şehirlerinden biri kabul ediliyor. İstanbul’a benzettim ama bizdeki gibi her an bir hareket, her an bir aksiyon yok, İstanbullulara fazla sakin gelebilir. Ha bir de şehrin hangi köşesinde olursanız olun bile denizle karşı karşıya gelmek en fazla yarım saat sürüyor. Şehirleri öyle bir planlamışlar ki Yeni Zelanda’ya hayran olmamak elde değil. Özetle şehri bir yere toplayıp etrafını orman bırakmışlar. Evler de bu ormanların içine dağılmış. Ormanın gerçek sahibi canlılarla birlikte kardeş kardeş yaşıyor insanlar.
En görkemli Noel ağacı
New York - ABD
Frank Sinatra’nın “Uyumayan şehir” dediği New York’ta yılbaşı kutlamak için binlerce dolar ödeyerek parçası olacağınız etkinliklerden sıfır maliyetli sokak kutlamalarına kadar alternatif çok... Benim önerimse şu: Öncelikle Rockefeller Meydanı’na gidin. Dünyanın en görkemli Noel ağaçlarından biri buraya kuruluyor. Üstelik bu ağacın dikilmesi neredeyse 100 yıla yaklaşan bir gelenek. Süslemesinde 30 binden fazla ampul, bir o kadar da kristal kullanılıyor. Yılbaşı akşamı New York’lular Times Meydanı’na koşuyor. Hep birlikte 10’dan geriye doğru sayarak yeni yıla girmek şehrin geleneği. Ben de bir kez parçası oldum; -17 derecelik soğuğu ve buna rağmen iğne atsan yere düşmez kalabalığı unutamam...
En yeşil ve en güzel adalardan biriGRANADA
Ocak-mayıs arası adanın kuru mevsimi, kalanında yağışlar hâkim. Karayip Adaları’nın en renkli halini görmeyi istiyorsanız 7 Şubat’ta adada olmanızı öneririm. Bu, İngilizlerden bağımsızlıklarını kazandıkları tarih ve Granadalılar için öyle önemli bir gün ki gururla kutlayıp büyük eğlenceler düzenliyorlar. Ancak ada festival ve kutlamalar dışında da çok davetkâr. Özellikle de birbirinden güzel plajlarıyla, yılın bu zamanlarında. 344 kilometrekare yüzölçümü olan Granada’da 45 plaj var. En güzelleri güneybatı bölümünde. Üç kilometre uzunluğundaki Grand Anse Plajı denize girilecek en iyi yerlerden. Beyaz kumu ve tertemiz suyuyla çok gözde. Grand Anse’nin iki kilometre güneyinde onun kadar güzel ama daha az kişinin gittiği Morne Rouge Bay Plajı bulunuyor. Burası, şnorkel için adadaki en doğru yer. Pink Gin, La Sagesse ve Levera plajları da diğer popüler kumsallar.
Karayipler’deki en güzel başkent de bu adada. Adı, St. George’s. Çok hoş bir limanı var. Dik ve dar sokaklardaki kolonyal evler başkente apayrı bir güzellik katıyor. 18. yüzyıldan kalma pembe Anglikan Kilisesi, Market Square’deki pazarda, rengârenk kıyafetleriyle ürünlerini satan kadınlar, Fransızların inşa ettiği ve Fort George olarak geçen kale, St. George’s’a farklı bir hava veriyor. Granada’nın doğu sahilindeki Grenville, adanın ikinci büyük şehri. Yolunuz bu şehre bir cumartesi günü düşerse yerel pazara mutlaka uğrayın. Renkler, baharat kokuları, ortam çok gerçeküstü.