Hepimizi az çok etkileyen bir ‘pandemi fobisi’ var. Evlerde geçirdiğimiz korku dolu karantina günlerinin ardından herkes tatile ihtiyaç duyuyor. Fakat korkusu tatil isteğinin önüne geçenler, 2020’yi sabırla evlerde geçirme kararında. Bu yıl için tüm seyahatleri bir köşeye koyup “Evim evim canım evim” mottosunu benimseyeceklerin sayısı az değil. Yapılan araştırmalar da bunu destekliyor. Pandemi öncesi tatile çıkma planları yapanların yüzde 60 kadarı ya planından vazgeçmiş ya da henüz karar verememiş durumda.
Korkuya esir olmayın
Her zaman tedbirli olmakta fayda var ancak korkunun esiri de olmamak gerekiyor. Seyahat sınırlamasının ardından birçok kısa gezi yaptım. Eceabat, Ayvacık, Cunda, İzmir, Marmaris, Bodrum, Fethiye rotamda olan yerlerdi. Güvendiğim ve her konuda titizliğini iyi bildiğim noktaları tercih ettim. Ama kimsenin ‘dene-yanıl’ yapma şansı yok tabii ki... O yüzden ince eleyip sık dokuyarak karar verin. Bu değerlendirme sürecine ışık tutsun diye yeni bir kitap hazırladım. Sahillerin en güzel otellerini ve ‘yeni normal’ için aldıkları önlemleri yazdım; çok yakında okurlarla buluşacak.
Laleler, bahar dalları...
Emirgan Korusu / Emirgan
Baharda Emirgan denince akla önce laleler, erguvanlar ve bahar dalları geliyor. İranlı bir asilzade olan Emir Güne Han, 1635’teki Revan Seferi sırasında kalesini IV. Murad’a savaşmadan teslim etmiş. Sultan tarafından İstanbul’a getirilen han, hem adını değiştirip Yusuf Paşa olmuş hem de padişahla yakın bir dostluk kurmuş. Sultan, o zamana kadar Feridun Bey Bahçeleri diye anılan bu 500 bin metrekarelik yeri, paşanın Revan’da yaptığı jeste karşılık hediye etmiş. 19’uncu yüzyıldaysa Sultan Abdülaziz koruyu Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya vermiş. İsmail Paşa sahile muhteşem bir yalı yaptırdıktan sonra içindeki köşkleri inşa ettirmiş. Koru 1943’teyse İBB tarafından satın alınarak park haline getirildi, içindeki köşkler de halkın kullanımına açıldı.
Kiraz çiçeklerinin güzelliği
Japon Bahçesi / Baltalimanı
İstanbul’un kolaylıkla ulaşabilir bir noktasında, meraklısının bildiği, özellikle de bahçeye adını veren sakuraları görmeye gittiği bu güzel yer, Baltalimanı’ndaki Japon Bahçesi. 2003’te Japonya’da ‘Türk Yılı’ ilan edilince atılan adımlardan biri Shimonoseki’yle İstanbul’un kardeş şehir ilan edilmesi olmuş. Bu nedenle Shimonoseki’ye bir İstanbul bahçesi, İstanbul’a da bir Japon bahçesi yapılmış. Kardeş şehir olabilmek için iki şehrin fiziki olarak benzemesi koşulu aranıyor. Bahçenin girişinde yer alan Shimonoseki’nin havadan çekilen fotoğrafına bakınca İstanbul’la neden kardeş şehir ilan edildiğini anlıyorsunuz. İçinde köprüler, göletler ve bitki tasarımlarıyla Japon bahçe düzenlemesine dair detayları görebilirsiniz.
Prens Adaları’nın en büyüğü ve en popüleri olan Büyükada öyle güzel evlere ve öyle başka bir havaya sahip ki neden herkesin gözdesi olduğunu anlamak hiç zor değil. Maalesef yaz aylarında ya da havaların güzel gittiği hafta sonlarında tadını çıkararak gezmek pek mümkün olmuyor. Troçki’nin tarif ettiği hallerinden eser kalmadığı gibi kalabalığıyla, gürültüsüyle adeta küçük İstanbul’a dönüşüyor! Ama fırsat bulur da bir bahar günü hafta içi giderseniz, ayrılırken kalbinizi adada bırakırsınız.
Büyükada’nın 15’inci yüzyılda Osmanlı’nın şehirde ele geçirdiği son yer olduğu düşünülüyor. 1846’ya kadar vapur seferleri yapılmamış ama sonrasında hızla popülerleşmiş. Özellikle yaz sıcaklarından bunalan keyfine düşkün İstanbul halkı adayı mesken tutmaya başlamış. 1909’da II. Abdülhamid’e yapılan darbe sonrası birçok kişi adaya sürgün edilmiş. 1929’da ise Rus devrimci Leon Troçki adaya sürülmüş. Eski adı ‘Prinkipo’ olan Büyükada palmiye, çam ve çınar ağaçlarının birleşimine eklenen birbirinden güzel ahşap evler ve rengârenk bahçeleriyle büyüleyici bir güzelliğe sahip. Aralarında vadi olan iki de tepesi var. İsa Tepesi 164, Yüce Tepe 202 metre yüksekte.
Slovenya 1350’lerden 1918’e kadar Avusturya kontrolündeymiş. I. Dünya Savaşı’nın ardından ülkenin batı kısmı savaş tazminatı olarak İtalya’ya verilmiş, Kuzey Karintiya Avusturya’da kalmış. Slovenya’nın kalan kısmı da Yugoslavya’nın bir parçası haline gelmiş. II. Dünya Savaşı’nda Nazi işgaline karşı direnmişler, İtalya’ya verdiklerini geri almışlar ama bu sefer de Trieste ve Gorizia elden gitmiş. Tito döneminde Slovenyalılar küçük nüfuslarının ekonomiye yapabileceği katkının iki buçuk kat fazlasını yapmışlar. 25 Haziran 1991’de de Yugoslavya’dan ayrılmışlar.
Avrupa'nın en güzel doğası
İsviçre’nin yarısı kadar bir yüzölçüme sahip olan Slovenya bana göre Avrupa’daki doğası en güzel ülkelerden biri. Karlı dağlar, ormanlar, derin vadiler, mağaralar, üzüm bağlarından oluşan manzaralar Slovenya yollarında arabayla dolaşmayı çok keyifli hale getiriyor.
Dünyada Lihtenştayn’dan sonra en yüksek milli gelire sahip ikinci ülke olan Katar hakkındaki ilk yazılı belge, milattan önce 5’nci yüzyılda yaşamış olan, Bodrumlu Heredot’a ait. Eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanılmış olan bu topraklarda fazla bir renk yok, yüzyıllarca fakir bir ülke olmuş. Osmanlı ile Portekiz arasında çıkan rekabet sonucu bölgede Osmanlı Devleti’nin egemenliği başlamış ve 1559’da Katar Sancağı kurulmuş.18’nci yüzyıl ortalarında Bahreyn Bölgesi’ni eline geçiren el-Halife ailesi Katar üzerinde de hâkimiyet kurmak istemiş. Ama tam da bu zamanlarda Orta Arabistan’dan bölgeye göç eden el-Sânî Ailesi de buradaki nüfuzunu arttırmış. Hala Katar üzerindeki etkisini devam eden aile, günümüzde Katar’da devlet yönetimini de elinde bulunduruyor.
Ülke bugün anayasal monarşi ile yönetiliyor ve devlet başkanlarına “Emir” deniyor. Emir, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı. Aynı zamanda hem başbakanı hem de bakanlar kurulunu atıyor.
Ülkenin en büyük gelir kaynağı inci ticareti 1930’larda değerini yitirince yoksulluk almış başını yürümüş. Petrolün bulunması ise Katar’ın makûs talihini değiştirmiş. Ekonomisi petrol ve doğalgaza bağlı olan Katar, 25.3 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi ile dünyada üçüncü sırada. Katar’ın ihracat gelirlerinin yüzde 49’u petrol, yüzde 40’ı doğalgazdan geliyor.
1- Plajları keşfedin
Kuzey Kıbrıs doğal güzellikler açısından çok zengin. Caretta Caretta ve Chelonia Mydas (yeşil denizkaplumbağası) türü kaplumbağaların üreme bölgesi olan adanın sahillerinde pek çok yumurtlama alanı var, ancak bahar ayları üreme mevsimi değil. Adanın en güzel plajlarını keşfetmek için programınıza mutlaka Bafra’yı da almanızı öneririm. Apostolos Andreas Manastırı, Kanakaria Kilisesi, Ayia Trias Bazilikası, Kantara Kalesi, Philon Kilisesi, İskele İkon Müzesi ve kral mezarları da bölgedeki önemli tarihi eserler arasında.
2- Mağaraları görün
Her zamanki kural burada da geçerli; unutmayın, ilk izlenim yanıltıcı olabilir. Çankırı’nın anacaddesi beton dolu upuzun bir vadiyi anımsatıyor. İstasyonun göbeğinden şehir merkezine, yani sağa doğru döndüğünüzde sağlı sollu çınarların olduğu caddenin sonunda Atatürk heykeli karşınıza çıkacak. İşte burası tam kalbi Çankırı’nın. Anıtın tam karşısında ise Çankırı Müzesi yer alıyor. 1903’ten itibaren Hükümet Binası olarak kullanılan yapı, şimdi Çankırı Müzesi olarak hizmet veriyor. Burada, şehrin Hititlerden bile önceye uzanan tarihini inceleme fırsatını yakalayacaksınız. O dönemden miras kalan en önemli eserlerden biri kilden yapılmış ve üzerinde bir evlenme töreninin betimlendiği büyük kırmızı vazo. Vazo İnandık Tepe Höyüğü’nden çıkarıldığı için ‘İnandık Vazosu’ olarak anılıyor. Orijinali Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ve daha büyük bir kopyası şehrin sembolü olarak otobüs terminalinin yanında duruyor. Müzede ayrıca Romalılar devrinden kalan cam şişeler var, harika bir aydınlatma ile sergilenen şişeler Çankırı’nın önce ‘Gangra’ ve daha sonra da ‘Germanicopolis’ olarak anıldığı günlerin tanığı.
Müzeden çıktıktan sonra yönünüzü Tatlıçay Nehri’ne doğru çevirin. Büyük ihtimalle Taş Mektep’in yakınlarına çıkacaksınız. Taş Mektep 1886 yılında inşa edilmiş etkileyici bir taş bina. Mustafa Kemal Atatürk ‘Şapka Devrimi’ni tanıtmak için şehre geldiğinde burada kalmış. Günümüzde ise Bilim ve Sanat Merkezi. Taş Mektep’in hemen karşısında yan yana dizilmiş eski Osmanlı evleri var. Bu evlerden biri zamanında postane ve kütüphane olarak hizmet veriyormuş. Yakın zamanda biri ‘Yaran Evi’ modeli olarak restore edildi. ‘Yaran Evleri’, Şanlıurfa’da sıra gecesi olarak bilinen erkeklerin toplanarak sohbet ettikleri yer. Akşam ezanında başlayan ve sabah ezanına kadar devam eden bir yaran gecesi, erkeklerin sadece eğlenmeleri için değil bazı meseleleri de konuşup tartışabilmeleri için düzenlenirmiş.
1- 2 bin yıldır akan çeşme ve antikçağ grafitileri
İzmir Agorası, şehrin tarihi kısmı olan Kadifekale yamaçlarında. Antikçağlarda şehrin en önemli sosyalleşme alanı agoralarmış. Bir nevi günümüzün AVM’leri gibi düşünebiliriz yani. Burası aslında milattan önce 4’üncü yüzyıldan günümüze ulaşmış ama bugünkü kalıntıların büyük bölümü 2’nci yüzyıla ait. İzmir Agorası iki özelliğiyle hayran bırakıyor. İlki, çeşmesi… Tam 2 bin yıldır kesintisiz akan çeşmesiyle büyüleyici bir eser. İkincisi ise grafitileri… Burada dünyanın en eski grafiti örneklerini görebilirsiniz. Roma dönemine ait bu duvar resimleri sayesinde, günlük yaşamın akışı duvarları takip ederek anlaşılabiliyor. Resimlerin bir kısmı kazıyarak, bir kısmı da meşe kökünden yapılan mürekkeple çizilmiş. Gladyatör savaşları, cinsellik, aşk oyunları, deniz yolculukları, bilmeceler ve dahası... Hatta sevgilisinin adını duvara kazıyanlar bile var! Bu grafitilerin dünyadaki tek rakibi Pompei’de. Fakat oradakiler Latince, İzmir’dekiler ise Yunanca. Bir diğer dikkat çekici özellikse antikçağ araştırmalarında bulunan yazılı kaynaklar genellikle resmi ve dini nitelik taşırken, İzmir Agorası’ndakiler halkın gündelik hayatına dair ipuçları taşıyor.
2- En ünlü saat kulesi