Slovenya 1350’lerden 1918’e kadar Avusturya kontrolündeymiş. I. Dünya Savaşı’nın ardından ülkenin batı kısmı savaş tazminatı olarak İtalya’ya verilmiş, Kuzey Karintiya Avusturya’da kalmış. Slovenya’nın kalan kısmı da Yugoslavya’nın bir parçası haline gelmiş. II. Dünya Savaşı’nda Nazi işgaline karşı direnmişler, İtalya’ya verdiklerini geri almışlar ama bu sefer de Trieste ve Gorizia elden gitmiş. Tito döneminde Slovenyalılar küçük nüfuslarının ekonomiye yapabileceği katkının iki buçuk kat fazlasını yapmışlar. 25 Haziran 1991’de de Yugoslavya’dan ayrılmışlar.
Avrupa'nın en güzel doğası
İsviçre’nin yarısı kadar bir yüzölçüme sahip olan Slovenya bana göre Avrupa’daki doğası en güzel ülkelerden biri. Karlı dağlar, ormanlar, derin vadiler, mağaralar, üzüm bağlarından oluşan manzaralar Slovenya yollarında arabayla dolaşmayı çok keyifli hale getiriyor.
Dünyada Lihtenştayn’dan sonra en yüksek milli gelire sahip ikinci ülke olan Katar hakkındaki ilk yazılı belge, milattan önce 5’nci yüzyılda yaşamış olan, Bodrumlu Heredot’a ait. Eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanılmış olan bu topraklarda fazla bir renk yok, yüzyıllarca fakir bir ülke olmuş. Osmanlı ile Portekiz arasında çıkan rekabet sonucu bölgede Osmanlı Devleti’nin egemenliği başlamış ve 1559’da Katar Sancağı kurulmuş.18’nci yüzyıl ortalarında Bahreyn Bölgesi’ni eline geçiren el-Halife ailesi Katar üzerinde de hâkimiyet kurmak istemiş. Ama tam da bu zamanlarda Orta Arabistan’dan bölgeye göç eden el-Sânî Ailesi de buradaki nüfuzunu arttırmış. Hala Katar üzerindeki etkisini devam eden aile, günümüzde Katar’da devlet yönetimini de elinde bulunduruyor.
Ülke bugün anayasal monarşi ile yönetiliyor ve devlet başkanlarına “Emir” deniyor. Emir, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı. Aynı zamanda hem başbakanı hem de bakanlar kurulunu atıyor.
Ülkenin en büyük gelir kaynağı inci ticareti 1930’larda değerini yitirince yoksulluk almış başını yürümüş. Petrolün bulunması ise Katar’ın makûs talihini değiştirmiş. Ekonomisi petrol ve doğalgaza bağlı olan Katar, 25.3 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi ile dünyada üçüncü sırada. Katar’ın ihracat gelirlerinin yüzde 49’u petrol, yüzde 40’ı doğalgazdan geliyor.
1- Plajları keşfedin
Kuzey Kıbrıs doğal güzellikler açısından çok zengin. Caretta Caretta ve Chelonia Mydas (yeşil denizkaplumbağası) türü kaplumbağaların üreme bölgesi olan adanın sahillerinde pek çok yumurtlama alanı var, ancak bahar ayları üreme mevsimi değil. Adanın en güzel plajlarını keşfetmek için programınıza mutlaka Bafra’yı da almanızı öneririm. Apostolos Andreas Manastırı, Kanakaria Kilisesi, Ayia Trias Bazilikası, Kantara Kalesi, Philon Kilisesi, İskele İkon Müzesi ve kral mezarları da bölgedeki önemli tarihi eserler arasında.
2- Mağaraları görün
Her zamanki kural burada da geçerli; unutmayın, ilk izlenim yanıltıcı olabilir. Çankırı’nın anacaddesi beton dolu upuzun bir vadiyi anımsatıyor. İstasyonun göbeğinden şehir merkezine, yani sağa doğru döndüğünüzde sağlı sollu çınarların olduğu caddenin sonunda Atatürk heykeli karşınıza çıkacak. İşte burası tam kalbi Çankırı’nın. Anıtın tam karşısında ise Çankırı Müzesi yer alıyor. 1903’ten itibaren Hükümet Binası olarak kullanılan yapı, şimdi Çankırı Müzesi olarak hizmet veriyor. Burada, şehrin Hititlerden bile önceye uzanan tarihini inceleme fırsatını yakalayacaksınız. O dönemden miras kalan en önemli eserlerden biri kilden yapılmış ve üzerinde bir evlenme töreninin betimlendiği büyük kırmızı vazo. Vazo İnandık Tepe Höyüğü’nden çıkarıldığı için ‘İnandık Vazosu’ olarak anılıyor. Orijinali Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ve daha büyük bir kopyası şehrin sembolü olarak otobüs terminalinin yanında duruyor. Müzede ayrıca Romalılar devrinden kalan cam şişeler var, harika bir aydınlatma ile sergilenen şişeler Çankırı’nın önce ‘Gangra’ ve daha sonra da ‘Germanicopolis’ olarak anıldığı günlerin tanığı.
Müzeden çıktıktan sonra yönünüzü Tatlıçay Nehri’ne doğru çevirin. Büyük ihtimalle Taş Mektep’in yakınlarına çıkacaksınız. Taş Mektep 1886 yılında inşa edilmiş etkileyici bir taş bina. Mustafa Kemal Atatürk ‘Şapka Devrimi’ni tanıtmak için şehre geldiğinde burada kalmış. Günümüzde ise Bilim ve Sanat Merkezi. Taş Mektep’in hemen karşısında yan yana dizilmiş eski Osmanlı evleri var. Bu evlerden biri zamanında postane ve kütüphane olarak hizmet veriyormuş. Yakın zamanda biri ‘Yaran Evi’ modeli olarak restore edildi. ‘Yaran Evleri’, Şanlıurfa’da sıra gecesi olarak bilinen erkeklerin toplanarak sohbet ettikleri yer. Akşam ezanında başlayan ve sabah ezanına kadar devam eden bir yaran gecesi, erkeklerin sadece eğlenmeleri için değil bazı meseleleri de konuşup tartışabilmeleri için düzenlenirmiş.
1- 2 bin yıldır akan çeşme ve antikçağ grafitileri
İzmir Agorası, şehrin tarihi kısmı olan Kadifekale yamaçlarında. Antikçağlarda şehrin en önemli sosyalleşme alanı agoralarmış. Bir nevi günümüzün AVM’leri gibi düşünebiliriz yani. Burası aslında milattan önce 4’üncü yüzyıldan günümüze ulaşmış ama bugünkü kalıntıların büyük bölümü 2’nci yüzyıla ait. İzmir Agorası iki özelliğiyle hayran bırakıyor. İlki, çeşmesi… Tam 2 bin yıldır kesintisiz akan çeşmesiyle büyüleyici bir eser. İkincisi ise grafitileri… Burada dünyanın en eski grafiti örneklerini görebilirsiniz. Roma dönemine ait bu duvar resimleri sayesinde, günlük yaşamın akışı duvarları takip ederek anlaşılabiliyor. Resimlerin bir kısmı kazıyarak, bir kısmı da meşe kökünden yapılan mürekkeple çizilmiş. Gladyatör savaşları, cinsellik, aşk oyunları, deniz yolculukları, bilmeceler ve dahası... Hatta sevgilisinin adını duvara kazıyanlar bile var! Bu grafitilerin dünyadaki tek rakibi Pompei’de. Fakat oradakiler Latince, İzmir’dekiler ise Yunanca. Bir diğer dikkat çekici özellikse antikçağ araştırmalarında bulunan yazılı kaynaklar genellikle resmi ve dini nitelik taşırken, İzmir Agorası’ndakiler halkın gündelik hayatına dair ipuçları taşıyor.
2- En ünlü saat kulesi
Körfezin derin sularından inci çıkararak kendi halinde bir yaşam süren insanların diyarıyken, petrol sayesinde ihya olmuş Arap Yarımadası ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri. Küçük olmasına aldanmayın, küçük ama çok zengin bir ülke. 7 adet emirlikten oluşuyor. Baş emirlik, yani başkent Abu Dabi… Ama en modern ve en turistik, finans dünyasının, dev uluslararası şirketlerin merkezi olan emirlik Dubai…
Birleşik Arap Emirlikleri’ne girerken vize alıyorsunuz ama konsolosluğa gitmek zorunda değilsiniz. Vize online olarak alınıyor, hatta Emirates Havayolları vize organizasyonunu sizin için yapabiliyor. Resmi dil Arapça olsa da İngilizce bilmeyen yok gibi. Neredeyse hiç Arapça duymuyorsunuz seyahatiniz boyunca. Tabelalar bile çift dilli. Dubai’de yaşayan herkes çoğunlukla ‘expat’ yani bir tür yabancı ülkede çalışan göçmen. Tezgâhtarlar, çalışanlar, garsonlar Pakistanlı, Hintli veya Filipinli. Ucuz işgücü yani. Kazandıklarını ülkelerine, ailelerine gönderenler. Bunlar birinci grup ‘expat’lar.
Üç büyük medeniyetin izi
Karaköy’den Galata’ya uzanan Bankalar (Voyvoda) Caddesi, bulmacanın en keyifli bölümü. Yürürken başınızı bir sağa, bir sola çevirin. İki yanınızı süsleyen muhteşem 19’uncu yüzyıl yapıları arasında gezinirken kendinizi başka bir zaman diliminde hissedebilmek, hayal gücünüzün enginliğine kalmış. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (Güzel Sanatlar Akademisi) ders de veren Giulio Mongeri’nin 1920’de yaptığı ve bugün bir bankanın şubesi olan Karaköy Palas’ta üç büyük medeniyetin izlerini göreceksiniz. İtalyan mimar Bizans, Selçuklu ve Osmanlı üsluplarını harmanlayarak ‘imza’ bir yapı çıkarmış ortaya.
Haliç’i izleyen heykeller
Karaköy’deki vapur iskelesine doğru ilerlediğinizde, köşede neo-klasik üslubun kullanıldığı bina çıkacak karşınıza, ki bu da bir başka banka şubesi. 1912 yılında yapılan binanın en dikkat çekici yönü, Haliç’e bakan yüzündeki iki heykel. Erkek olanının sanayiyi, kadın olanın ticareti temsil ettiği ifade ediliyor. Kimileriyse bu heykellerin kökenini Tevrat’a dayandırıp erkeğin ‘Hiram Usta’, diğerinin ise ‘Dul Kadın’ figürleri olduğunu ileri sürüyor. Her iki teorinin sahibi olanların buluştuğu orta nokta ise, o dönemde heykelli bir binaya izin verilmiş olmasının ilginçliği. Burada bir de limanın en ucunda bulunan, 1914’ten yadigâr Deniz Yolları Binası üç kat boyunca yükselen sütunlarıyla dikkat çekiyor.
Evet, her yönüyle bir dünya şehri olan İstanbul, gerçekten de sürprizlerle dolu. Yeter ki siz de onun sesini duymaya, sunduğu armağanların kıymetini bilmeye hazır olun. Roma, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapmış bu şehre, zengin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine hayran kalmamak ne mümkün!
Anadolu’nun pagan dönemlerinden...
Mesela, bir devlet binasının bodrum katında tesadüfen bir arkeoloji mucizesiyle karşılaşırsanız sakın şaşırmayın. Sanat ve arkeoloji dünyasındaki gelişmeleri yakından takip edenler, sözü Zeytinburnu’na getireceğimi anlamışlardır. Zeytinburnu Kazlıçeşme sahili mevkiinde, müze ve sergi sarayı olarak kullanılan eski Başkanlık Binası’nın bodrum katında, geçen aylarda yaklaşık 2 bin yıllık mozaikler gün yüzüne çıkarıldı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’yle yapılan ortak planlama ile bu alan kısa sürede ‘Mozaik Odası’ olarak düzenlendi ve ziyarete açıldı. Bulunan mozaikler 2’nci yüzyıl, Roma dönemine ait. O sıra Anadolu’nun henüz pagan dönemleri ve Hıristiyanlığın yayılmasına daha yüzyıllar var. Oldukça az hasarla ortaya çıkarılan bu eser, dönemin özgün sanat tarzına ışık tutuyor.