Saffet Emre Tonguç

Güneş ülkesine yolculuk

21 Ekim 2019
Yılın 300 gününü ışıl ışıl geçiren, dünyanın hem en küçük hem en fazla kültürel-tarihsel mirasa sahip ülkelerinden biri. İtalyan filozof Tommaso Campanella’nın kurguladığı ütopyaya verdiği adı hatırlatıyor bana bu ülke. Çünkü gidince ister istemez ağzımdan “Güneş ülkesi” sözleri dökülüveriyor. Bu yaz ben Malta’da gölgede bile 35 derecede gezdim; artık gerisini siz sevgili okurların tasavvur gücüne bırakıyorum!

Malta, zengin bir tarihe sahip. Fenikelilerden Kartacalılara, Romalılardan Bizans’a ve Araplara kadar birçok medeniyetin hâkimiyeti altında kalmış. Daha yakın tarihine bakınca da Almanlar, Fransızlar, İspanyollar geçmiş bu topraklardan. 1814’te ise İngiltere’nin parçası haline gelmiş, ta ki 1964’te bağımsızlığına kavuşana kadar. Ülkede bugün İngiliz etkisi baskın biçimde görülüyor. Ters trafik, hukuk ve eğitim sistemi gibi yadigârları var. Malta inançla şekillenen bir tarihe sahip! 5 bin 600 yıllık ‘Malta Monolitleri’, dev kayaların oyulup mabede dönüştürülmesinin hayranlık verici örneklerinden biri. Şanlıurfa’daki Göbeklitepe keşfedilene dek, dünyanın en eski tapınağı burası kabul ediliyordu, artık ikinci sırada. Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Pavlus ya da diğer adıyla Tarsuslu Pavlus, başta Anadolu olmak üzere Akdeniz çanağında çok sayıda yolculuk yaparak yeni din Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış. İşte bu yolculuklarında gittiği adreslerden biri de Malta olmuş. Bir süre adada yaşamış ve halkı Hıristiyanlığa davet etmiş.




Şövalye ruhu
Şövalyelerin Malta tarihindeki önemi büyük! Adayı muhteşem yapılarla süsleyenler onlar olmuş. Saraylar, kiliseler, meydanlar yapmanın yanı sıra savaşan şövalyeler ve yaralı Osmanlı esirleri için hastaneler inşa etmişler. İlk Hıristiyanlar kutsal saydıkları Kudüs’ü ziyaret etmek istediklerinde uzun yolculuklar, açlık, hastalıklar, yollardaki çeteler gibi türlü zorluklarla karşılaşıyormuş. 11. yüzyılda Amalfi’li İtalyan tacirler Kudüs’te bir hayır kuruluşu gibi örgütlenmiş. ‘Şövalyeler Birliği’ olarak adlandırılan bu örgütlenmenin amacı, şehre gelen yoksul ve hasta hacı adaylarına yardım etmekmiş. Örgütlenme büyüdükçe faaliyetleri ve ana amaçları da değişmiş; din için askerlik yapmaya başlamışlar. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri ele geçirip kendi donanmalarını kurmuşlar. Onu kendi ülkelerini kurma isteği izleyince; 1530’da Roma İmparatoru 5. Karl’dan Malta’ya yerleşme hakkını elde etmişler. Kira bedeli ise her yıl iki Malta Şahini olmuş!

Yazının Devamını Oku

5 adımda Edirnekapı

9 Eylül 2019
İmzam haline gelmiş bir cümlem vardır: “İstanbul’da yaşamayın, İstanbul’u yaşayın!” Yıllardır bıkmadan usanmadan tekrarlıyorum. Çünkü bu şehir hâlâ izini bulamadığımız, göz önünde duran ama kıymeti fark edilmeyen adreslerle dolu. Gelin bugün birkaçını birlikte dolaşalım. Size içinde hem yenilerin hem eskilerin olduğu bir rota hazırladım. Şehrin yedi tepesinden birine; Edirnekapı’ya gidiyoruz. Semt, Tekfur Sarayı’nın açılmasıyla yeni bir müzeye de kavuştu.

1. TEKFUR SARAYI
Yeni bir saray, yeni bir müzeEdirnekapı’daki Tekfur Sarayı kısa süre önce restore edilerek ziyarete açıldı. Böylece İstanbul yeni bir saray, yeni bir Çini Müzesi kazandı. Görkemli bir yapı, çok zengin bir koleksiyon beklemeyin ama burası yine de çok önemli. Çünkü çatısıyla birlikte ayakta kalan tek Bizans sarayı. Tarihi 11. yüzyıla uzanıyor. Metruk halde yıllarca kaderine terk edildi, uzunca bir restorasyondan sonra kültür adresi oldu. Maalesef restorasyonunda içime sinmeyen detaylar var. Öncelikle pencereler için yapıya daha uygun seçim yapılabilirdi, yakıştıramadım. Bir de dışarıya yapılan asansör, yapının orijinalliğini bozmuş, aslına uygun kalmasını tercih ederdim. Ama konuştuğum yetkililer UNESCO’nun izniyle engellilerin de ziyaret edebilmesi için yapıldığını söylediler. Yapının erişilebilir olması açısından eklenmiş. Sergilemede teknolojinin kullanılmasını ve interaktif olmasını sevdim. Bence şehrimizdeki çok önemli noktalardan biri. Mutlaka görün; oradan da İvaz Efendi Camii’ne geçin.




2. İVAZ EFENDİ CAMİİ

Yazının Devamını Oku

Anadolu kapısının kilidi

25 Ağustos 2019
Afyon, Uşak ve Kütahya tarihin kültürle harmanlandığı şehirler; her üçü de Kurtuluş Savaşı’nın büyük bir kısmının geçtiği bir coğrafyada yer alıyor. Bu topraklardaki en önemli destanlardan birinin yaşandığı bölge dünyanın dört bir yanından gelen misafirleri ağırlıyor. Bu yazıda sizi askeri tarihçi ve profesyonel bir rehber olan Serhan Güngör’le birlikte adım adım gezdireceğiz. O Büyük Taarruz coğrafyasını anlatacak, ben de tarih boyunca Anadolu’nun kapılarının anahtarı olmuş Afyonkarahisar ve Uşak’tan bahsedeceğim.

‘Kurtuluş’un anıtları

Büyük Taarruz coğrafyasını tanımak isteyenlerin muhakkak Afyon (Şuhut, merkez, İscehisar, Sincanlı, Sinanpaşa) ve Uşak’a gitmesi gerekiyor.

Muharebelerin geçtiği alan, 1981’de Milli Park ilan edildi.

Zafertepe Çalköy’de Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin sevk ve idare edildiği 1181 rakımlı tepedeki anıtın yapımına 1964’te başlanıp 1968’de ziyarete açıldı. Burası aynı zamanda 30 Ağustos törenlerinin düzenlendiği yer. Çatılmış silahların uzaktan görünüşü ve alev alev meşale hissini uyandıran Zafer Anıtı, Kurtuluş Savaşı’nı sembolize ediyor. Mustafa Kemal’in ‘’Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz, ileri” emrini verdiği karargâhın yeri aynı zamanda.

Yazının Devamını Oku

Yakın ve hesaplı rotalar

4 Ağustos 2019
Bu yazıya konu ülke ve şehirler, her yıl milyonlarca turistin aktığı kültleşmiş rotalar değil. Hiçbiri için uzun yollar kat etmeniz gerekmiyor. Gelin bu kez yakınları keşfedin. Rahatlıkla gidebileceğiniz, farklı kültürlerin arasına dalacağınız, tarihten ilginç izler yakalayabileceğiniz, doğasına hayran kalacağınız ve cebinize dost coğrafyalar... Bu bayramda ne yapacağınıza karar vermediyseniz bir son dakika rehberi olarak da bakabilirsiniz.

GÜRCİSTAN
Hopa’dan 20 dakika
Gürcistan’la sınır kapımız Sarp, Hopa’ya dolmuşla yaklaşık 20 dakika uzakta. Ülke bize hem çok yakın hem çok ucuz hem de vize derdi yok. Beklentilerinizi yükselterek gitmeyin ama muhteşem doğa manzaraları görmeye hazırlayabilirsiniz kendinizi. Dünyanın en büyük botanik parklarından biri Batum’da. Beş bini aşkın bitki çeşidinin bulunduğu park, 105 yaşında. Tiflis ülkenin tarihi kenti. Özellikle ortaçağ ve Sovyet mimarisinin izlerini taşıyor. Eski başkent Miskheta da tarih meraklılarının listesinde olmalı. İlginizi çekerse Stalin’in doğduğu şehir Gori’ye ve Borjomi’deki kaplıcalara da gidebilirsiniz. Milli yemeklerinden khinkali, ağırlıklı olarak etle yapılan ancak peynir ve sebzeli çeşitleri de olan bir çeşit mantı, mutlaka tadılmalı.




Yazının Devamını Oku

Bodrum 2019

23 Temmuz 2019
Bu yaz sık sık Bodrum’da olacağım. Önce tatile gidiyorum, ardından da Bodrum Festivali’ne... Festivalin açılış konserinde Fazıl Say’a Bilkent Senfoni Orkestrası eşlik edecek. Ben de ‘Saffet Emre Tonguç ile Bir Bodrum Hikâyesi’ etkinlikleri çerçevesinde 23-24 Ağustos saat 18:00’de, Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Bodrum Mozole Anıt Müzesi’ni anlatacağım. Güzelliğini dünyanın keşfettiği Bodrum, yıllar içinde gelişti ve zenginleşti. Bugün Türkiye’nin St. Tropez’i olarak kabul ediliyor. Size bu yaza damgasını vuracak 24 mekânı yazmak istedim.

Merkez

* Menüsünde ağırlıklı olarak balık olan bir mekân Memedof Restaurant.

* Bodrum’un en önemli balık restoranı bana göre Gemibaşı Restaurant. Özellikle ‘böcek’ denilen karavida konusunda çok iddialı, mutlaka tatmalısınız.

* Orfoz’un yemekleri çok lezzetli. Eğer şimdiye dek uğramadıysanız mutlaka gitmenizi öneririm.

* Teras Restaurant, Yacht Club’ın terasında yer alıyor. Çok başarılılar.

* Bodrum’da iyi pizza nerede yenir diye sorarsanız da Arka Pizza’ya uğrayın derim.

Türkbükü

* Türkbükü’nün vazgeçilmez balık restoranı Garo’s.

Yazının Devamını Oku

‘Kars gravyeri bebeğe benzer’

7 Temmuz 2019
Kendini peynire ve Kars’a adayan İlhan Koçulu, dünya markası olduğu tescillenen Kars gravyerini işte böyle tanımlıyor. Öyle büyük özen ve dikkatle yapılıyor ki gravyer, her şey hassas bir dengenin ve Kars’ın muhteşem doğasının birleşiminden çıkan bir lezzet armağanı. Aslında sadece damak tadı deyip geçmemek gerek, peynirle birlikte bir kültürün de varlığı devam ediyor. Bu toprakların özgün zenginliğinin korunarak geleceğe taşınması çok önemli; bunun için verilen uğraş takdire değer. Bugün Anadolu Peynirleri Kars Buluşması etkinliğinin son günü. Boğatepe Köyü Peynir Müzesi de bu çabanın bir parçası.

Kars ve civarındaki yerleşimin tarihi milattan önceye dayanıyor. Huriler, Urartular, İskitler, Sasaniler, Selçuklular, Gürcüler, Moğollar, Akkoyunlular ve Karakoyunluların da aralarında bulunduğu çok sayıda devlete ev sahipliği yapmış Kars toprakları. Müthiş bir kültürel zenginliğin bize mirası... Ben o mirasın ruhunu yaşamak için en son mart başında gittim Kars’a; doğum günümü kutlamak için. Doğum günlerimi dostlarımla, sevdiklerimle birlikte, ruhu olan yerlerde geçirmeyi seviyorum. O yüzden her yıl başka bir yerde oluruz. Bu yıl da Kars’ı boşuna seçmedik. Barındırdığı kültürel zenginlik ve sahip olduğu potansiyel öyle etkileyici ki, yeni yaşımı karşılamak için anlamlı bir tercih oldu. Güzel şeyleri söylerken, eksiklerimizi de konuşmak gerek. Kars hem tarihiyle hem peynir başta olmak üzere lezzetleriyle turizmde yıldızlaşacak ve özellikle gusto sahibi yabancı turisti çekecek bir şehir olabilir.

Gastronomi şehri olabilir ama...

Ama altyapı sorunu, her yanı saran inşaatlar ve Rus binalarının kaderine terk edilmişliği ile bunu yapmak mümkün değil. Kars 1877-1918 arası dönemde Rus işgali altında kalmış; 30 Ekim 1920’de Kazım Karabekir idaresindeki Türk ordusu şehri tekrar alarak Türkiye topraklarına katmış. Rus işgali döneminde şehre yapılan binaların çoğu artık yok, sadece siyah beyaz fotoğraflarda görülebiliyor. Ama en azından kalanları hayata döndürmek ve şehrin bugünü için kültür - turizm değerine dönüştürmek gerek.
Daha da önemlisi, şehrin iyi restoranlara ihtiyacı var. Bunun için de İlhan Koçulu gibi yerel kalkınmaya ve iyi gıdaya gönül veren insanların Kars’a yatırım yapması gerek. Ama şehrin potansiyelinin parlatılacağı, estetik zenginliği yerel kültürle harmanlama başarısını gösterecek yatırımlardan bahsediyorum.


Yazının Devamını Oku

Dünyanın tepesindeki medeniyet: Machu Picchu

3 Temmuz 2019
 15. yüzyıldan kalmış İnka’ların ünlü Machu Picchu’su… Tam 2430 metre yukarıda… Peru’nun gözdesi Cusco’nun yakınlarında… Machu ‘eski veya yaşlı kişi’ Picchu ise ‘zirve, sivri dağ’ anlamına geliyor yerli dilinde.

1450’lerde yapmışlar ama 1572’deki İspanyol işgalinde terk etmişler. 1911 yılında ABD’li tarihçi Hiram Bingham keşfetmeseymiş belki de hiç bilinmeyecekmiş. 400 yıldan fazla zaman boyunca ormanlar genişlemiş, bölge tamamen ormanların içinde saklı kalmış çünkü. 1911’de Hiram Bingham eski İnka medeniyetlerini incelemek için bölgeye gelmiş. Çalışmaları sırasında yöre halkından biri tutmuş elinden, onu ormanın derinlerindeki bu gizemli yere getirmiş. Yani her ne kadar ben buldum demişse de yardım almasaymış bulabilir miymiş bilinmez.



Bingham, Yale Üniversitesi’nde çalışan bir tarihçiymiş arkeoloji eğitimi de almamış aslında. 1909 yılında Güney Amerika’da bir kongreye katılmış, anlatılanlardan çok etkilenmiş ve bu bölgedeki ülkeleri gezmeye karar vermiş. Urubamba Nehri boyunca gezerken talih yüzüne mi gülmüş, başına kuşunu mu kondurmuş bilemedim. O çiftçi sayesinde dünyaya hem kendini, hem de Machu Picchu’yu tanıtmış.

Yazının Devamını Oku

Küçük ülkenin büyük güzellikleri

2 Temmuz 2019
Singapur’da sekiz gün kaldım ve nasıl geçti zaman anlamadım. Her santimetrekaresi altın değerinde olan bir diyarın nasıl yemyeşil yapılabildiğini gördüm. Her dilin her dinin nasıl kardeşçe birlikte yaşadığına hayran kaldım. Ve yasaklarıyla ünlü ülkede vatandaşların, her kuralın gönüllü takipçisi oluşuna saygı duydum. Dünyamızın bu küçük ülkeden alacağı büyük dersler var.

Güneydoğu Asya’da bulunan, yaklaşık 720 kilometrekarelik Singapur, bir ada. İstanbul’un yarısı kadar bile değil. Ama çok da küçümsemeyin, başlı başına bir ülke bu şehir. Kurulduğunda Cava dilinde ‘Temasek’ imiş adı. ‘Deniz kenti’ anlamına geliyor. Kendine bağlı 60’tan fazla adası var. 1300 yılı başlarında adaya gelen Endonezya Kralı, gördüğü aslanlardan etkilenerek Sanskritçe ‘Aslan Ülke’ anlamına gelen Singapura demiş. 1613 yılına dek önemli bir liman kenti olmuş Singapur. İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles, 1819’da İngiliz limanını kurunca Singapur’un modern tarihi de başlamış. 1824’te imzalanan anlaşmayla bölge, Britanya ve Hollanda egemenliği arasında paylaşılmış.

Süveyş Kanalı açılınca Doğu-Batı ticareti hızlanmış ve Singapur gelişmeye, zenginleşmeye başlamış. Bu kanalın fayda sağlamadığı ülke kalmamış, sadece Amerikalı ve Panamalılara yaramamış, tüm dünya nemalanmış anlaşılan. 2. Dünya Savaşı sırasında Japonlar tarafından işgal edilmiş. Savaş sona erdiğinde İngiliz kontrolüne geçmiş. Malaya Federasyonu’nun kurulmasıyla Malezya’dan ayrılmış ve günümüzün bağımsız Singapur’unun temelleri atılmış.



Instagram fotoğraflarını ünlü heykeli

Yazının Devamını Oku