Saffet Emre Tonguç

‘Kars gravyeri bebeğe benzer’

7 Temmuz 2019
Kendini peynire ve Kars’a adayan İlhan Koçulu, dünya markası olduğu tescillenen Kars gravyerini işte böyle tanımlıyor. Öyle büyük özen ve dikkatle yapılıyor ki gravyer, her şey hassas bir dengenin ve Kars’ın muhteşem doğasının birleşiminden çıkan bir lezzet armağanı. Aslında sadece damak tadı deyip geçmemek gerek, peynirle birlikte bir kültürün de varlığı devam ediyor. Bu toprakların özgün zenginliğinin korunarak geleceğe taşınması çok önemli; bunun için verilen uğraş takdire değer. Bugün Anadolu Peynirleri Kars Buluşması etkinliğinin son günü. Boğatepe Köyü Peynir Müzesi de bu çabanın bir parçası.

Kars ve civarındaki yerleşimin tarihi milattan önceye dayanıyor. Huriler, Urartular, İskitler, Sasaniler, Selçuklular, Gürcüler, Moğollar, Akkoyunlular ve Karakoyunluların da aralarında bulunduğu çok sayıda devlete ev sahipliği yapmış Kars toprakları. Müthiş bir kültürel zenginliğin bize mirası... Ben o mirasın ruhunu yaşamak için en son mart başında gittim Kars’a; doğum günümü kutlamak için. Doğum günlerimi dostlarımla, sevdiklerimle birlikte, ruhu olan yerlerde geçirmeyi seviyorum. O yüzden her yıl başka bir yerde oluruz. Bu yıl da Kars’ı boşuna seçmedik. Barındırdığı kültürel zenginlik ve sahip olduğu potansiyel öyle etkileyici ki, yeni yaşımı karşılamak için anlamlı bir tercih oldu. Güzel şeyleri söylerken, eksiklerimizi de konuşmak gerek. Kars hem tarihiyle hem peynir başta olmak üzere lezzetleriyle turizmde yıldızlaşacak ve özellikle gusto sahibi yabancı turisti çekecek bir şehir olabilir.

Gastronomi şehri olabilir ama...

Ama altyapı sorunu, her yanı saran inşaatlar ve Rus binalarının kaderine terk edilmişliği ile bunu yapmak mümkün değil. Kars 1877-1918 arası dönemde Rus işgali altında kalmış; 30 Ekim 1920’de Kazım Karabekir idaresindeki Türk ordusu şehri tekrar alarak Türkiye topraklarına katmış. Rus işgali döneminde şehre yapılan binaların çoğu artık yok, sadece siyah beyaz fotoğraflarda görülebiliyor. Ama en azından kalanları hayata döndürmek ve şehrin bugünü için kültür - turizm değerine dönüştürmek gerek.
Daha da önemlisi, şehrin iyi restoranlara ihtiyacı var. Bunun için de İlhan Koçulu gibi yerel kalkınmaya ve iyi gıdaya gönül veren insanların Kars’a yatırım yapması gerek. Ama şehrin potansiyelinin parlatılacağı, estetik zenginliği yerel kültürle harmanlama başarısını gösterecek yatırımlardan bahsediyorum.


Yazının Devamını Oku

Dünyanın tepesindeki medeniyet: Machu Picchu

3 Temmuz 2019
 15. yüzyıldan kalmış İnka’ların ünlü Machu Picchu’su… Tam 2430 metre yukarıda… Peru’nun gözdesi Cusco’nun yakınlarında… Machu ‘eski veya yaşlı kişi’ Picchu ise ‘zirve, sivri dağ’ anlamına geliyor yerli dilinde.

1450’lerde yapmışlar ama 1572’deki İspanyol işgalinde terk etmişler. 1911 yılında ABD’li tarihçi Hiram Bingham keşfetmeseymiş belki de hiç bilinmeyecekmiş. 400 yıldan fazla zaman boyunca ormanlar genişlemiş, bölge tamamen ormanların içinde saklı kalmış çünkü. 1911’de Hiram Bingham eski İnka medeniyetlerini incelemek için bölgeye gelmiş. Çalışmaları sırasında yöre halkından biri tutmuş elinden, onu ormanın derinlerindeki bu gizemli yere getirmiş. Yani her ne kadar ben buldum demişse de yardım almasaymış bulabilir miymiş bilinmez.



Bingham, Yale Üniversitesi’nde çalışan bir tarihçiymiş arkeoloji eğitimi de almamış aslında. 1909 yılında Güney Amerika’da bir kongreye katılmış, anlatılanlardan çok etkilenmiş ve bu bölgedeki ülkeleri gezmeye karar vermiş. Urubamba Nehri boyunca gezerken talih yüzüne mi gülmüş, başına kuşunu mu kondurmuş bilemedim. O çiftçi sayesinde dünyaya hem kendini, hem de Machu Picchu’yu tanıtmış.

Yazının Devamını Oku

Küçük ülkenin büyük güzellikleri

2 Temmuz 2019
Singapur’da sekiz gün kaldım ve nasıl geçti zaman anlamadım. Her santimetrekaresi altın değerinde olan bir diyarın nasıl yemyeşil yapılabildiğini gördüm. Her dilin her dinin nasıl kardeşçe birlikte yaşadığına hayran kaldım. Ve yasaklarıyla ünlü ülkede vatandaşların, her kuralın gönüllü takipçisi oluşuna saygı duydum. Dünyamızın bu küçük ülkeden alacağı büyük dersler var.

Güneydoğu Asya’da bulunan, yaklaşık 720 kilometrekarelik Singapur, bir ada. İstanbul’un yarısı kadar bile değil. Ama çok da küçümsemeyin, başlı başına bir ülke bu şehir. Kurulduğunda Cava dilinde ‘Temasek’ imiş adı. ‘Deniz kenti’ anlamına geliyor. Kendine bağlı 60’tan fazla adası var. 1300 yılı başlarında adaya gelen Endonezya Kralı, gördüğü aslanlardan etkilenerek Sanskritçe ‘Aslan Ülke’ anlamına gelen Singapura demiş. 1613 yılına dek önemli bir liman kenti olmuş Singapur. İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles, 1819’da İngiliz limanını kurunca Singapur’un modern tarihi de başlamış. 1824’te imzalanan anlaşmayla bölge, Britanya ve Hollanda egemenliği arasında paylaşılmış.

Süveyş Kanalı açılınca Doğu-Batı ticareti hızlanmış ve Singapur gelişmeye, zenginleşmeye başlamış. Bu kanalın fayda sağlamadığı ülke kalmamış, sadece Amerikalı ve Panamalılara yaramamış, tüm dünya nemalanmış anlaşılan. 2. Dünya Savaşı sırasında Japonlar tarafından işgal edilmiş. Savaş sona erdiğinde İngiliz kontrolüne geçmiş. Malaya Federasyonu’nun kurulmasıyla Malezya’dan ayrılmış ve günümüzün bağımsız Singapur’unun temelleri atılmış.



Instagram fotoğraflarını ünlü heykeli

Yazının Devamını Oku

Çılgın kalabalıktan uzakta... Bayram için 4 öneri

26 Mayıs 2019
Bayramı mini bir tatil fırsatı olarak gören ama kalabalıktan hoşlanmayanlar için popüler duraklar yerine biraz daha sakin ama güzelliği ile öne çıkan adresleri sizin için derledim. Önereceğim dört rotaya alıcı gözle bakın derim.

En iyileri barındıran kentTürkiye’nin en iyi yerel müzelerinden birini, en iyi korunmuşlardan bir antik kenti ve ‘Türkiye’nin Maldivleri’ni ziyaret etmek için aynı şehrin yolunu tutmanız yeterli: Burdur. 1989’dan bu yana doğal sit alanı olan Salda Gölü, cam gibi suyu ve o suyun eşsiz turkuvaz rengi nedeniyle ‘Türkiye’nin Maldivleri’ olarak anılıyor. Etrafında doğal kumsallar, bir de kamp yapmak için ayrılmış alanlar var.




Burdur’un özellikle Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait buluntuların dikkat çektiği zengin bir koleksiyonu var. İşte o koleksiyonu, benim Türkiye’de en sevdiğim müzeler arasında yer alan Burdur Müzesi’nde görebilirsiniz. Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen taş ve mermer ağırlıklı eserler dikkat çekici.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin çiçek bahçesinde hasat başladı

20 Mayıs 2019
Isparta’yı bir cümlede anlatmak gerekse, Türkiye’nin çiçek bahçesi derim. Gülün ve lavantanın başkenti olan şehre yaz gelince, renkler ve kokular saklandıkları yerden çıkıp dört bir yana saçılıyor. Pembesinden sarısına güller, morla yeşili birbirine karıştıran lavanta tarlaları, insana doğanın pozitif enerjisini yüklüyor. Yaz başında yapılan gül hasadı ile sonuna doğru yapılan lavanta hasadı, hem bir festival havası hem de turizm hareketliliği kazandırıyor. Gül ve lavantadan yapılan ürünler, el emeği göz nuru geleneksel üretimin inci taneleri olarak öne çıkıyor. Peki şehre sadece çiçek dermeye mi gidilir? Tabii ki hayır! Buyurun Isparta’yı birlikte gezelim.

Kökeni Doğu Asya’ya dayanan ve en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğu düşünülen gül, sadece aşk ile değil Isparta’yla da özdeşleşen bir çiçek. Gerisinde ise 1.5 asır öncesine dayanan bir inat ve azim öyküsü var. Şehirde gül yetiştiriciliğini başlatan ve bunu ekonomik değere dönüştüren, epey yorucu ve hayal kırıcı deneyim yaşamasına karşın vazgeçmeyen Müftüzade İsmail Efendi olmuş.
İsmail Efendi, ilk denemelerinde hep başarısız olmuş. Çiçekten verim almak bir yana deyim yerindeyse sürekli sermayeden yemiş, büyük borca girmiş. Hatta şehir halkı, bu kadar para yatırıp hiç kazanamamasına karşın vazgeçmemesi nedeniyle aklını yitirdiğini konuşmaya başlamış.

İsmail Efendi ise kapamış gözünü kulağını, tüm maddi varlığını ve zamanını bu işe adamış. Sürekli araştırmış, civara keşif gezileri yapmış, bu işi öğrendiği ilk yer olan Bulgaristan’a gitmiş, tarlasındaki çiçeklere özenle, sevgiyle, sabırla bakmış. Ve dört sene sonunda emeğinin karşılığını almış. Çuval çuval gül hasadı yapıp gülyağı ve gülsuyu üretimine başlamış. Ardından da hatırı sayılır paralar kazanmış. Bu yeni iş kapısına heyecanla sarılan Ispartalılar da tarlalarına gül ekmeye başlamışlar. En büyük şansları ise bildiği her şeyi başkalarıyla seve seve paylaşan İsmail Efendi olmuş. Gülyağı üretiminin sanayileşmesi ise Cumhuriyet ile birlikte olmuş. 1935 yılında Atatürk’ün isteği ile kurulan fabrikada modern tekniklerle endüstriyel gülyağı üretimi başlamış ve Isparta için gül önemli bir ticari ürün haline gelmiş.



Yazının Devamını Oku

Memleketimden 4 günlük tatil rotaları

7 Nisan 2019
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı çifte bayram olarak kutlamak için ülkemizde gidilecek birçok yer var. Mevsim ve içeriğin önemini ihmal etmeden karar vermek gerektiğini düşünerek bir öneriler listesi hazırladım. İşte 4 gün için 4 rota...

Bozkırdaki Venedik’te renkli bir tatil

Eskişehir benim için bir şehrin kaderinin nasıl değişebileceğinin en başarılı örneği. Giderseniz ilk iş tarihi Odunpazarı evlerinin olduğu bölgeye uğrayın. Eski konaklar arasında gezinirken, alışveriş yapacağınız ya da lezzetli bir mola vereceğiniz çok yer çıkacak karşınıza. Kurşunlu Külliyesi’nde küçük bir Lületaşı Müzesi var, onu da listenize ekleyin. Türkiye’nin ilki olan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Eskişehir’deki en güzel adresler arasında. Balmumu Heykeller Müzesi’nde, her biri kendi alanında iz bırakmış 160 karakterle selamlaşıyorsunuz. En etkileyici bölümlerden biri Atatürk ve Kurtuluş Savaşı... Cumhuriyet Tarihi Müzesi koleksiyonunda, Atatürk’ün farklı yıllara ait 51 portresi ile 100’den fazla eşyası var. Sazova Bilim, Kültür ve Sanat Parkı, çocukların çok sevdiği bir yer. İçinde bir masal şatosu bulunuyor.




Yazının Devamını Oku

Taşlara, surlara yazılan insanlık tarihi

2 Nisan 2019
Labirente benzeyen dar sokaklarında yürüyor, tarihi evlerine ayrı, camilerine ayrı bakakalıyorsunuz... Bir köşeden kilise çıkıveriyor, başka bir köşeden müze. Diyarbakır keşfetmesi sürprizli ve her köşesinde ‘ilk’ler, ‘tek’ler, ‘en’ler saklayan bir kent. Sahip olduğu tarih hazineleri ile turizmden daha fazla pay almayı hak ediyor. Görkemli tarihe sahip çok yönlü bu kenti anlamak için yapılması, görülmesi gerekenlerin listesi uzun ama işte benim olmazsa olmazlarım...

En eski Anadolulu
Arap istilası sırasında Bizans kilisesi St. Thomas’ın yerine yapılan Ulu Cami, 1091 yılında Melik Şah tarafından genişletilmiş. Şehrin merkezindeki bu yapı, Müslümanlar tarafından 5. Harem-i Şerif (Mukaddes Mabet) olarak kabul ediliyor. Anadolu’nun en eski camileri arasında. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı’ya ait çok sayıda kitap ile ferman örnekleri, caminin farklı yerlerinde sergileniyor.

İlk üniversite
Anadolu’nun ilk üniversitelerinden sayılan Mesudiye Medresesi, bana kalırsa şehre damgasını vuran eserlerden. İçinde öğretim yapılan Anadolu’daki ilk üniversite olarak kabul ediliyor. Tıptan matematiğe, astronomiden fiziğe, biyolojiden kimyaya, ilahiyattan edebiyat ve felsefeye kadar çok yönlü bir eğitimin adresi olmuş. Medresenin inşasına 12. yüzyıl sonlarında başlanmış. İşçiliği ve süslemeleriyle sanat eseri gibi bir yapı!


Yazının Devamını Oku

Kuzey Ege’de dört günlük tarih yolculuğu

24 Şubat 2019
İzmir-Çanakkale rotasında dört günlük bir antik kent turu yaptım. Tarihin sayfalarında dolaşmak ve baharın ilk emarelerine tanıklık etmek canlandırıcı bir deneyim oldu.

İzmir’e bir saat mesafedeki Efes, muhteşem bir yer. Sadece yüzde 10’u gün ışığına çıkarılmış olsa bile sokaklarında yürürken eski Roma’nın havasını soluyorum. Şehir Roma döneminde 250 bine yakın nüfusuyla, Küçük Asya olarak adlandırılan Anadolu eyaletinin başkenti olmuş. Din, ticaret, kültür ve sanat alanında bir yıldız gibi parlamış. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve İyon tarzı kolon başlıklarının üzerinde göğe doğru yükselen Artemis Tapınağı, şehrin hem gurur hem de zenginlik kaynağı olmuş.


Batı sahillerindeki en önemli liman olarak 72 milletten insan Efes’in sokaklarında dolaşıp şehrin güzelliğinden büyülenmiş. Buna bir de Hıristiyanlığın en önemli şehirlerinden biri olması eklenince, Efes yapılan bir değerlendirmede 20. yüzyılın en önemli iki kazı yerinden biri unvanını almış. Bugün Efes ören yerine iki ayrı kapıdan giriliyor. Biri Selçuk’tan Kuşadası’na giderken sol kolda, Panayır Dağı’nın eteklerinde bulunan alt kapı, diğeri de Meryem Ana Kilisesi’ne çıkarken sağ kolda bulunan üst kapı. Menderes Nehri üzerindeki Magnesia şehrinden gelenlerin kullandığı üst kapı, Odeon isimli küçük tiyatro ile başlıyor. Aynı zamanda belediye meclisinin toplantılarının yapıldığı bu yapı, Efes’teki kazılarda çıkarılmış Artemis heykellerinin bulunduğu Altar’ın (Sunak) yanında yer alıyor. Heykeller bugün Selçuk’taki müzede, Efes’te bulunan çok sayıda antik eserle birlikte sergileniyor. Artemis, bereket tanrıçası olduğundan bol göğüslü olarak tasvir ediliyor.



Yazının Devamını Oku