En iyileri barındıran kentTürkiye’nin en iyi yerel müzelerinden birini, en iyi korunmuşlardan bir antik kenti ve ‘Türkiye’nin Maldivleri’ni ziyaret etmek için aynı şehrin yolunu tutmanız yeterli: Burdur. 1989’dan bu yana doğal sit alanı olan Salda Gölü, cam gibi suyu ve o suyun eşsiz turkuvaz rengi nedeniyle ‘Türkiye’nin Maldivleri’ olarak anılıyor. Etrafında doğal kumsallar, bir de kamp yapmak için ayrılmış alanlar var.
Burdur’un özellikle Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait buluntuların dikkat çektiği zengin bir koleksiyonu var. İşte o koleksiyonu, benim Türkiye’de en sevdiğim müzeler arasında yer alan Burdur Müzesi’nde görebilirsiniz. Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen taş ve mermer ağırlıklı eserler dikkat çekici.
Kökeni Doğu Asya’ya dayanan ve en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğu düşünülen gül, sadece aşk ile değil Isparta’yla da özdeşleşen bir çiçek. Gerisinde ise 1.5 asır öncesine dayanan bir inat ve azim öyküsü var. Şehirde gül yetiştiriciliğini başlatan ve bunu ekonomik değere dönüştüren, epey yorucu ve hayal kırıcı deneyim yaşamasına karşın vazgeçmeyen Müftüzade İsmail Efendi olmuş.
İsmail Efendi, ilk denemelerinde hep başarısız olmuş. Çiçekten verim almak bir yana deyim yerindeyse sürekli sermayeden yemiş, büyük borca girmiş. Hatta şehir halkı, bu kadar para yatırıp hiç kazanamamasına karşın vazgeçmemesi nedeniyle aklını yitirdiğini konuşmaya başlamış.
İsmail Efendi ise kapamış gözünü kulağını, tüm maddi varlığını ve zamanını bu işe adamış. Sürekli araştırmış, civara keşif gezileri yapmış, bu işi öğrendiği ilk yer olan Bulgaristan’a gitmiş, tarlasındaki çiçeklere özenle, sevgiyle, sabırla bakmış. Ve dört sene sonunda emeğinin karşılığını almış. Çuval çuval gül hasadı yapıp gülyağı ve gülsuyu üretimine başlamış. Ardından da hatırı sayılır paralar kazanmış. Bu yeni iş kapısına heyecanla sarılan Ispartalılar da tarlalarına gül ekmeye başlamışlar. En büyük şansları ise bildiği her şeyi başkalarıyla seve seve paylaşan İsmail Efendi olmuş. Gülyağı üretiminin sanayileşmesi ise Cumhuriyet ile birlikte olmuş. 1935 yılında Atatürk’ün isteği ile kurulan fabrikada modern tekniklerle endüstriyel gülyağı üretimi başlamış ve Isparta için gül önemli bir ticari ürün haline gelmiş.
Bozkırdaki Venedik’te renkli bir tatil
Eskişehir benim için bir şehrin kaderinin nasıl değişebileceğinin en başarılı örneği. Giderseniz ilk iş tarihi Odunpazarı evlerinin olduğu bölgeye uğrayın. Eski konaklar arasında gezinirken, alışveriş yapacağınız ya da lezzetli bir mola vereceğiniz çok yer çıkacak karşınıza. Kurşunlu Külliyesi’nde küçük bir Lületaşı Müzesi var, onu da listenize ekleyin. Türkiye’nin ilki olan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi, Eskişehir’deki en güzel adresler arasında. Balmumu Heykeller Müzesi’nde, her biri kendi alanında iz bırakmış 160 karakterle selamlaşıyorsunuz. En etkileyici bölümlerden biri Atatürk ve Kurtuluş Savaşı... Cumhuriyet Tarihi Müzesi koleksiyonunda, Atatürk’ün farklı yıllara ait 51 portresi ile 100’den fazla eşyası var. Sazova Bilim, Kültür ve Sanat Parkı, çocukların çok sevdiği bir yer. İçinde bir masal şatosu bulunuyor.
En eski Anadolulu
Arap istilası sırasında Bizans kilisesi St. Thomas’ın yerine yapılan Ulu Cami, 1091 yılında Melik Şah tarafından genişletilmiş. Şehrin merkezindeki bu yapı, Müslümanlar tarafından 5. Harem-i Şerif (Mukaddes Mabet) olarak kabul ediliyor. Anadolu’nun en eski camileri arasında. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı’ya ait çok sayıda kitap ile ferman örnekleri, caminin farklı yerlerinde sergileniyor.
İlk üniversite
Anadolu’nun ilk üniversitelerinden sayılan Mesudiye Medresesi, bana kalırsa şehre damgasını vuran eserlerden. İçinde öğretim yapılan Anadolu’daki ilk üniversite olarak kabul ediliyor. Tıptan matematiğe, astronomiden fiziğe, biyolojiden kimyaya, ilahiyattan edebiyat ve felsefeye kadar çok yönlü bir eğitimin adresi olmuş. Medresenin inşasına 12. yüzyıl sonlarında başlanmış. İşçiliği ve süslemeleriyle sanat eseri gibi bir yapı!
İzmir’e bir saat mesafedeki Efes, muhteşem bir yer. Sadece yüzde 10’u gün ışığına çıkarılmış olsa bile sokaklarında yürürken eski Roma’nın havasını soluyorum. Şehir Roma döneminde 250 bine yakın nüfusuyla, Küçük Asya olarak adlandırılan Anadolu eyaletinin başkenti olmuş. Din, ticaret, kültür ve sanat alanında bir yıldız gibi parlamış. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve İyon tarzı kolon başlıklarının üzerinde göğe doğru yükselen Artemis Tapınağı, şehrin hem gurur hem de zenginlik kaynağı olmuş.
Batı sahillerindeki en önemli liman olarak 72 milletten insan Efes’in sokaklarında dolaşıp şehrin güzelliğinden büyülenmiş. Buna bir de Hıristiyanlığın en önemli şehirlerinden biri olması eklenince, Efes yapılan bir değerlendirmede 20. yüzyılın en önemli iki kazı yerinden biri unvanını almış. Bugün Efes ören yerine iki ayrı kapıdan giriliyor. Biri Selçuk’tan Kuşadası’na giderken sol kolda, Panayır Dağı’nın eteklerinde bulunan alt kapı, diğeri de Meryem Ana Kilisesi’ne çıkarken sağ kolda bulunan üst kapı. Menderes Nehri üzerindeki Magnesia şehrinden gelenlerin kullandığı üst kapı, Odeon isimli küçük tiyatro ile başlıyor. Aynı zamanda belediye meclisinin toplantılarının yapıldığı bu yapı, Efes’teki kazılarda çıkarılmış Artemis heykellerinin bulunduğu Altar’ın (Sunak) yanında yer alıyor. Heykeller bugün Selçuk’taki müzede, Efes’te bulunan çok sayıda antik eserle birlikte sergileniyor. Artemis, bereket tanrıçası olduğundan bol göğüslü olarak tasvir ediliyor.
TARİH1- Hanlar bölgesini ziyaret etmeden olmaz. Koza Han ilk durağınız olsun. Geçmişte ipek ticaretinin merkezlerinden olan han, bugün şehrin karmaşasında mola vermek isteyenlerin adresi. Burada oturup kahve keyfi yapmak ruhunuza iyi gelecek.2- İstanbul’daki kadar turistik olmayan ve hâlâ yerel tatlar taşıyan Kapalıçarşı’ya, bir de civardaki diğer hanlara uğrayın. Adım başı ipekli kumaşlar, antikalar, havlular çıkacak karşınıza.3- Tophane’deki Osmangazi ve Orhangazi türbelerini ziyaret edin. Ardından Bursa’yı kuşbakışı izleyin.
4- Bursa’da Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan son külliyeyi görmek için Muradiye Külliyesi’ne gidin. 2. Murat tarafından 1426’da yaptırılan külliyede cami, medrese, hamam, türbe bir arada. 5- Şifayı suda saklayan tarihi kaplıcalara gidin. Halk arasında Armutlu Hamamı olarak da bilinen Eski Kaplıca, 14. yüzyılın son çeyreğinde 1. Murat tarafından yaptırılmış. Yeni Kaplıca ise 16. yüzyıl ortalarında, sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış. 10 kubbeli yapı klasik Osmanlı hamam mimarisinin tüm özelliklerini yansıtıyor.6- Manevi rotaları takip etmek isterseniz, ilk durağınız merkezde yer alan Ulu Cami olsun. 1400’de Yıldırım Bayezid tarafından Niğbolu Zaferi’nin şükrü olarak yaptırılmış. Çok kubbeli anıtsal yapıların ilki olma özelliğine sahip; tam 20 kubbesi var. İçi birbirinden güzel hat örnekleriyle süslü ve tam ortasında çok hoş bir şadırvan var.7- Yeşil Cami ve Yeşil Türbe de mutlaka görülmeli. Camiyi, Sultan 1. Mehmed (Çelebi), 1424 yılında yapılmış. Adını bulunduğu semte veren camideki mermer işçiliği, çiniler ve hat levhaları adeta sanat eseri. Mermer taç kapısı oymacılık sanatı şaheserlerinden. Hemen karşısında 1. Mehmed ve ailesinin yattığı Yeşil Türbe var. Etrafındaki asırlık çınarlara hayran kalacağınız cami ve türbe UNESCO korumasında.8- Hüdavendigâr Külliyesi, Yıldırım Külliyesi ile Emir Sultan Camii’ni görmeden dönmeyin.
KÜLTÜR-SANAT
Amman’da 4 milyondan fazla insan yaşıyor. Şehir aslında ikiye ayrılıyor gibi. Bir yanda modern, diğer yanda geleneksel Amman var. Uzaktan baktığınızda kübist mimari ile kibrit kutularını andıran kumtaşı cepheli binaları rahatlıkla ayırıyorsunuz. Batı Amman, modern yapılaşması ve mekânlarıyla şehrin Batı’ya dönük yüzü ve daha zengin kesime ev sahipliği yapıyor. Doğu Amman ise tarihi yapıları, otantik dokusu, mütevazı mekânları ve sosyo-ekonomik yapısı ile tam zıddı.
Burası taşın başrolde olduğu, gözünüzün yeşili aradığı bir kent. Bu manzara ilk bakışta hayal kırıklığı yaratsa da şehrin içine dalınca fikriniz değişecek. Güne güzel bir kahvaltıyla başlayın. Kentin en eski ve otantik lokantalarından olan Hashem’i tercih edebilirsiniz. Ardından kaleye çıkın. Özellikle içindeki Arkeoloji Müzesi görülmeyi hak ediyor. Ben ayrıca Herkül Tapınağı’na hayran kaldım. Oradan Antik Roma tiyatrosuna geçin ve bizdeki Eminönü-Sirkeci hattını anımsatan çarşıların bulunduğu tarihi sokaklara dalın.
Ben Amman’da en çok Gökkuşağı Caddesi’ni (Rainbow Street) sevdim. Öncelikle Kral Abdullah ile Kraliçe Rania’nın da uğrak yeri olan ve şehirdeki en iyi falafelci olarak bilinen Al Quds’ta mutlaka bir sandviç atıştırın. ‘Oturup rahat rahat yemek yiyeceğim’ derseniz, adresiniz Sufra olsun. Kolonyal mimariyi Arap esintileriyle birleştiren eski ve çok güzel bir villada yer alıyor. Asırlık ağaçların yer aldığı bahçesi özellikle bahar-yaz aylarında çok keyifli. Mönüden öneriler isterseniz; fatteh betinjian, fattet jaj, foul akhdar, fassoulia bezzait, thalat, fukharat, magloubeh ve ülkenin milli yemeği olan mansaf’ı not edin. Tercih sizin!
Makaron ve kurabiye cenneti
Tatlı hakkınızı caddedeki bir başka mekânda; Jordan River Foundation’da kullanın derim. Ürdün usulü kurabiyeler, müthiş lezzetli makaronlar ve harika bir kahve! Lezzetlere eşlik eden ortam da cabası... Yine eski bir yapıdan başarıyla kafeye dönüştürülmüş bir mekân. İçinde Ürdünlü kadınların el emeği, göz nuruyla hazırladıkları birbirinden güzel yerel dekoratif ürünler sergileniyor. Öğrendim ki burası, Kraliçe Rania’nın desteğiyle birçok sosyal sorumluluk projesi yürütüyormuş. Ürdünlü ev kadınlarına ekonomik özgürlük sağlamaktan mültecilere iş olanaklarına, çocuklara güvenli barınma hizmeti sunmaya kadar çok önemli işler yapıyorlar.
Gökkuşağı Caddesi’nde sadece kafe ve restoranlar yok tabii ki. Ölü Deniz’in şifalı çamurundan yapılan kozmetik ve bakım ürünlerini bulabileceğiniz Soap House’un yolunu tutun. Ürünler hem sağlığa hem doğaya dost.
Aklınızda olsun, bu anacaddenin ara sokaklarında her cuma günü
Bask sahillerinde üç tepe üzerinde yer alan San Sebastian, tarih, doğa, modernlik ve gastronominin iç içe olduğu nadir yerlerden biri. 1014’te St. Sebastian Manastırı’nın çevresinde kurulmuş şehir. Kentte bugün sadece 180 bin kişi yaşıyor 16.yüzyıldan itibaren İspanyollar için önemli bir deniz kuvvetleri limanı olmuş. Kraliçe MariaCristina’nın tatillerini geçirmeye başladığı 1800’lerde ise Miramar Sarayı (şimdi Maria Cristina Oteli), Victoria Eugenia Tiyatrosu gibi gösterişli binalar, geniş bulvarlar ve yemyeşil parklar ile en parlak dönemini yaşamış. Şehir son 80 yılda önemli bir yol kat etmiş. Muhteşem plajları, nefes kesici manzaraları ile Igueldo Tepesi, restoranları, Michelin yıldızlı restoranları, yerel pintxos barları, şık otelleri ve butikleri ile eşsiz bir sahil beldesi San Sebastian. Halk buraya Bask dilinde Donostia diyor. Ve Donostia’lıların ‘hayattan ve doğanın sunduklarından zevk alma’ prensibi şehrin her köşesinde hissediliyor.
Festivaller şehri
Her yıl 20 Ocak tarihinde Tamborrada adlı bir festival düzenleniyor. Belediye Başkanı şehrin eski kısmı olan “Parte Vieja”da şehrin bayrağını göndere çekiyor ve 24 saat boyunca şehirde davul sesleri duyuluyor. Mayıs ayından itibaren hareketlenmeye başlıyor şehir. Temmuz’da San Sebastian Caz-Müzik Festivali var. Eylül ayları ise ünlü San Sebastian Film Festivali’ne ayrılmış. Şehrin 2016 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi ile daha da hareketlenmiş hayat.