TARİH1- Hanlar bölgesini ziyaret etmeden olmaz. Koza Han ilk durağınız olsun. Geçmişte ipek ticaretinin merkezlerinden olan han, bugün şehrin karmaşasında mola vermek isteyenlerin adresi. Burada oturup kahve keyfi yapmak ruhunuza iyi gelecek.2- İstanbul’daki kadar turistik olmayan ve hâlâ yerel tatlar taşıyan Kapalıçarşı’ya, bir de civardaki diğer hanlara uğrayın. Adım başı ipekli kumaşlar, antikalar, havlular çıkacak karşınıza.3- Tophane’deki Osmangazi ve Orhangazi türbelerini ziyaret edin. Ardından Bursa’yı kuşbakışı izleyin.
4- Bursa’da Osmanlı padişahları tarafından yaptırılan son külliyeyi görmek için Muradiye Külliyesi’ne gidin. 2. Murat tarafından 1426’da yaptırılan külliyede cami, medrese, hamam, türbe bir arada. 5- Şifayı suda saklayan tarihi kaplıcalara gidin. Halk arasında Armutlu Hamamı olarak da bilinen Eski Kaplıca, 14. yüzyılın son çeyreğinde 1. Murat tarafından yaptırılmış. Yeni Kaplıca ise 16. yüzyıl ortalarında, sadrazamı Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış. 10 kubbeli yapı klasik Osmanlı hamam mimarisinin tüm özelliklerini yansıtıyor.6- Manevi rotaları takip etmek isterseniz, ilk durağınız merkezde yer alan Ulu Cami olsun. 1400’de Yıldırım Bayezid tarafından Niğbolu Zaferi’nin şükrü olarak yaptırılmış. Çok kubbeli anıtsal yapıların ilki olma özelliğine sahip; tam 20 kubbesi var. İçi birbirinden güzel hat örnekleriyle süslü ve tam ortasında çok hoş bir şadırvan var.7- Yeşil Cami ve Yeşil Türbe de mutlaka görülmeli. Camiyi, Sultan 1. Mehmed (Çelebi), 1424 yılında yapılmış. Adını bulunduğu semte veren camideki mermer işçiliği, çiniler ve hat levhaları adeta sanat eseri. Mermer taç kapısı oymacılık sanatı şaheserlerinden. Hemen karşısında 1. Mehmed ve ailesinin yattığı Yeşil Türbe var. Etrafındaki asırlık çınarlara hayran kalacağınız cami ve türbe UNESCO korumasında.8- Hüdavendigâr Külliyesi, Yıldırım Külliyesi ile Emir Sultan Camii’ni görmeden dönmeyin.
KÜLTÜR-SANAT
Amman’da 4 milyondan fazla insan yaşıyor. Şehir aslında ikiye ayrılıyor gibi. Bir yanda modern, diğer yanda geleneksel Amman var. Uzaktan baktığınızda kübist mimari ile kibrit kutularını andıran kumtaşı cepheli binaları rahatlıkla ayırıyorsunuz. Batı Amman, modern yapılaşması ve mekânlarıyla şehrin Batı’ya dönük yüzü ve daha zengin kesime ev sahipliği yapıyor. Doğu Amman ise tarihi yapıları, otantik dokusu, mütevazı mekânları ve sosyo-ekonomik yapısı ile tam zıddı.
Burası taşın başrolde olduğu, gözünüzün yeşili aradığı bir kent. Bu manzara ilk bakışta hayal kırıklığı yaratsa da şehrin içine dalınca fikriniz değişecek. Güne güzel bir kahvaltıyla başlayın. Kentin en eski ve otantik lokantalarından olan Hashem’i tercih edebilirsiniz. Ardından kaleye çıkın. Özellikle içindeki Arkeoloji Müzesi görülmeyi hak ediyor. Ben ayrıca Herkül Tapınağı’na hayran kaldım. Oradan Antik Roma tiyatrosuna geçin ve bizdeki Eminönü-Sirkeci hattını anımsatan çarşıların bulunduğu tarihi sokaklara dalın.
Ben Amman’da en çok Gökkuşağı Caddesi’ni (Rainbow Street) sevdim. Öncelikle Kral Abdullah ile Kraliçe Rania’nın da uğrak yeri olan ve şehirdeki en iyi falafelci olarak bilinen Al Quds’ta mutlaka bir sandviç atıştırın. ‘Oturup rahat rahat yemek yiyeceğim’ derseniz, adresiniz Sufra olsun. Kolonyal mimariyi Arap esintileriyle birleştiren eski ve çok güzel bir villada yer alıyor. Asırlık ağaçların yer aldığı bahçesi özellikle bahar-yaz aylarında çok keyifli. Mönüden öneriler isterseniz; fatteh betinjian, fattet jaj, foul akhdar, fassoulia bezzait, thalat, fukharat, magloubeh ve ülkenin milli yemeği olan mansaf’ı not edin. Tercih sizin!
Makaron ve kurabiye cenneti
Tatlı hakkınızı caddedeki bir başka mekânda; Jordan River Foundation’da kullanın derim. Ürdün usulü kurabiyeler, müthiş lezzetli makaronlar ve harika bir kahve! Lezzetlere eşlik eden ortam da cabası... Yine eski bir yapıdan başarıyla kafeye dönüştürülmüş bir mekân. İçinde Ürdünlü kadınların el emeği, göz nuruyla hazırladıkları birbirinden güzel yerel dekoratif ürünler sergileniyor. Öğrendim ki burası, Kraliçe Rania’nın desteğiyle birçok sosyal sorumluluk projesi yürütüyormuş. Ürdünlü ev kadınlarına ekonomik özgürlük sağlamaktan mültecilere iş olanaklarına, çocuklara güvenli barınma hizmeti sunmaya kadar çok önemli işler yapıyorlar.
Gökkuşağı Caddesi’nde sadece kafe ve restoranlar yok tabii ki. Ölü Deniz’in şifalı çamurundan yapılan kozmetik ve bakım ürünlerini bulabileceğiniz Soap House’un yolunu tutun. Ürünler hem sağlığa hem doğaya dost.
Aklınızda olsun, bu anacaddenin ara sokaklarında her cuma günü
Bask sahillerinde üç tepe üzerinde yer alan San Sebastian, tarih, doğa, modernlik ve gastronominin iç içe olduğu nadir yerlerden biri. 1014’te St. Sebastian Manastırı’nın çevresinde kurulmuş şehir. Kentte bugün sadece 180 bin kişi yaşıyor 16.yüzyıldan itibaren İspanyollar için önemli bir deniz kuvvetleri limanı olmuş. Kraliçe MariaCristina’nın tatillerini geçirmeye başladığı 1800’lerde ise Miramar Sarayı (şimdi Maria Cristina Oteli), Victoria Eugenia Tiyatrosu gibi gösterişli binalar, geniş bulvarlar ve yemyeşil parklar ile en parlak dönemini yaşamış. Şehir son 80 yılda önemli bir yol kat etmiş. Muhteşem plajları, nefes kesici manzaraları ile Igueldo Tepesi, restoranları, Michelin yıldızlı restoranları, yerel pintxos barları, şık otelleri ve butikleri ile eşsiz bir sahil beldesi San Sebastian. Halk buraya Bask dilinde Donostia diyor. Ve Donostia’lıların ‘hayattan ve doğanın sunduklarından zevk alma’ prensibi şehrin her köşesinde hissediliyor.
Festivaller şehri
Her yıl 20 Ocak tarihinde Tamborrada adlı bir festival düzenleniyor. Belediye Başkanı şehrin eski kısmı olan “Parte Vieja”da şehrin bayrağını göndere çekiyor ve 24 saat boyunca şehirde davul sesleri duyuluyor. Mayıs ayından itibaren hareketlenmeye başlıyor şehir. Temmuz’da San Sebastian Caz-Müzik Festivali var. Eylül ayları ise ünlü San Sebastian Film Festivali’ne ayrılmış. Şehrin 2016 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi ile daha da hareketlenmiş hayat.
Ahşap evlerin zarafeti: Büyükada
Sonbaharda Prens Adalarının hepsi güzel. Kalabalıklar uzaklaşıyor, sezonluk tatile gelenler dönüyor ve adalar adalılara kalıyor. Benim favorim ise Büyükada. Sonbahar renklerine, çam ağaçlarının arasında yükselen zarif ahşap evler ve trafiksiz sokaklar eşlik ediyor. Tek sorun fayton, umarım bir an önce çözüm için adım atılır. Büyükada sadece 4.3 kilometre uzunluğunda ve 1.3 kilometre genişliğinde. İster yürüyerek ister bisikletle dolaşabilirsiniz. Adanın muhteşem köşkleri arasında gezinmek çok keyifli. Çankaya Caddesi’nde 19 ve 20. yüzyıllarda yapılmış, çoğu bakımlı bahçelerde yer alan evler sıralanıyor. Bence Türkiye’nin en güzel caddelerinden biri. Con Paşa Köşkü, Fabiato Köşkü, gözetleme kuleli ve kırmızı tuğlalı Mizzi Köşkü en güzel yapılar arasında. Yelkencizade Köşkü, Avrupai tarzıyla ilgi çekiyor. Adalar Kaymakamlığı ise bir zamanlar Hacopulo Köşkü olan binada.
Deniz ve orman bir arada: Şile
Bir yan deniz, bir yan orman, biraz kafa dinlemek için gönlünüz hangisini isterse Şile’de var. İlçeye adım atar atmaz metropol havasından hemen uzaklaşıyorsunuz. Bir Anadolu kentiyle selamlaşır gibisiniz. Karadeniz kıyısında 60 kilometrelik, merkezde ise 10 kilometrelik sahili var. Sonbaharın rengârenk izlerini takip etmek için rotanıza On Bir Göller Vadisi, Değirmençayı Şelalesi ve Kumbaba Tepesi’ni alın. Şile’nin en popüler noktası olan meşhur deniz fenerini de unutmayın. Ülkemizin en büyük, dünyanın ise çalışır durumda olan ikinci büyük feneri kabul ediliyor. 1859’da yapılmış. Fenere yürüme mesafesinde bulunan Ağlayankaya’yı da görün. Adını taşlar arasından çıkan suların akan gözyaşına benzemesinden almış.
Kendi küçük, güzelliği büyük: Polonezköy
Polonezköy sonbahar rotalarının olmazsa olmazı. İsterseniz köy yollarını adımlayarak, ağaçların sarmaladığı yollardan geçerek doğanın yavaş yavaş dinlenmeye çekilişine tanıklık edebilirsiniz. İsterseniz piknik konseptiyle hazırlanmış tesisleri tercih edebilirsiniz. Sonbaharın tatlı esintileri eşliğinde yavaşlığın tadını çıkarabilirsiniz. Günübirlik yetmez derseniz, keyifli bahçeleriyle butik otel alternatifleri de var. Polonezköy’e gitmişken 1. Dünya Savaşı sırasında askeri karargâh olarak kullanılan ve 1918 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılan Meryem Ana Kilisesi’ne de uğrayın.
İstanbul’un vahası: Atatürk Arboretumu
Bu ülkeye sanat konusunda destek veren herkese saygım sonsuz. Arkas Sanat Merkezi’nin yaratıcısı Lucien Arkas da bu isimlerden biri. Her yıl düzenlenen üç sergi ile İzmirlilere 7’den 70’e sanatı sevdirmeyi misyon edinmiş bu merkez yeni sergisinde masallardan yola çıkıyor. Masalların olağanüstü dünyasının görsel ve sahne sanatları üzerindeki etkisine tanık olmak isteyen sanatseverler için kaçırılmaması gereken ‘1001 Gece’ sergisi adeta gizem kapılarını aralıyor. Yaşamının 15 yılını Ortadoğu’da geçiren ve İzmir’i pek çok kez ziyaret eden ünlü oryantalist yazar, akademisyen ve seyyah Antoine Galland’un eseri 1001 Gece’yi mekânında yansıtmaya, yaşatmaya çalışan Arkas Sanat Merkezi’nde Galland’ın orijinal Arapça elyazmaları da sergileniyor. ‘1001 Gece’nin operadan resme, heykelden edebiyata farklı sanat dallarını nasıl etkisi altına aldığını bu sergide bütünüyle gözlemlemek mümkün.
Şehrazat’ın kostümleri
Arkas Holding Koleksiyonu’ndan eserlerin yanı sıra Paris Ulusal Operası, Palais Garnier’den getirilen dünyaca ünlü Fransız modacı Christian Lacroix’nın ‘Şehrazat’ balesi ve İtalyan kostüm tasarımcısı Franca Squarciapino’nun ‘La Bayadère’ balesi için hazırladığı tasarımlar bu sergi ile Türkiye’de ilk kez İzmir’de sanatseverlerle buluşuyor. Doğu’nun büyüsünü kendi stilleriyle harmanlayan bu iki sanatçının tasarımları, en az anlatılan masallar ve koreografiler kadar büyük önem taşıyor. Hayal dünyalarını müthiş incelikli haute couture detaylarla somut bir gerçekliğe yansıtan Lacroix ve Squarciapino, tasarımları ile opera ve balenin yanı sıra tiyatro, sinema ve televizyon yapımlarının da ilgisini çekmiş, birçok ödüle layık görülmüş, dünyaca ünlenmişlerdi.
Arkas Sanat Merkezi bu sergiye özel olarak çocuk atölyeleri ve masal dinletileri organize ediyor. Dünyanın En İyi Sihirbazı ‘Merlin’ Ödülü’ne sahip Kubilay Tuncer ile Sihirli Masallar bunlardan biri. Çocuklarımızı modern zamanın emzikleri dediğimiz telefonlardaki masallardan çıkarıp bu dünyayı Arkas Sanat Merkezi’nde yaşatmanızı tavsiyelerime ekliyorum. Aralık sonuna kadar kendinize bir İzmir programı yaparsanız Türkiye’de bir daha böyle bir tasarımla bir arada göremeyeceğiniz ‘1001 Gece’ sergisini mutlaka gidilecekler listenize ekleyin. Üstelik Arkas Sanat Merkezi Kordon’da çok güzel bir noktada; önce sergi, sonra güzel bir balık restoranında yemeğe ne dersiniz? İzmir’deki sergiyi Lucien Arkas ile birlikte gezdim. Bana İstanbul’da açtığı sergiyi muhakkak görmemi tavsiye etti. Masal dünyasından çıkıp bu kez de İstanbul’a, tarihin kokusunu buram buram alacağınız bir atmosfere, Tophane-i Amire’ye uzandım.
İstanbul’da bir Renoir ‘Madam Thurneyssen’
Osmanlı’nın en görkemli yapılarından biri olan
Boğaziçi Üniversitesi’nin turizm bölümünden mezun olalı 31 yıl olmuş. Şehnaz Çehreli sınıfımızın en güzel ve en çalışkan öğrencilerindendi. Çok da başarılı bir turizmci oldu. Ardından yüreğinin sesini dinleyip sevdiği adamın adasına yerleşti. Ne de olsa Kıbrıs, Aşk Tanrıçası Venüs’ün doğduğu yer! Şehnaz şimdi Kıbrıs’a gelen turizm yatırımcılarına danışmanlık yapıyor, dostları içinse adada harika bir ev sahibi. Kaya Palazzo Girne, Kıbrıs’ın en yeni gözdesi. Çıtayı çok yüksek tutmuşlar. Versailles Sarayı’ndan etkilenmiş müthiş mimari ve iç dekorasyondaki rafine zevk beni etkiledi. Süitlerdeki ihtişam ve servis kalitesi aslında turizmde ne kadar ileride olduğumuzun bir göstergesi. Otelde açılan Develi Restoran şimdiden Kıbrıslıların favori yeri. Beyrut’un meşhur Sky Bar’ı ise tesisin alameti farikası olarak adanın gece hayatına damgasını basmış. Sadece otelde keyif yapmadım, Kıbrıs’ın zengin tarihi ve kültüründe soluklanıp size güzel bir rota çizdim.
1- Surların içindeki Lefkoşa’yı keşfedin. Kumarhaneler cenneti olarak bilinse de birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde çok daha fazlası var. Adanın tam ortasında bulunan Lefkoşa, ticari ve politik başkent olarak geçiyor. Lefkoşa’da Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz izlerini görmek mümkün. Bana göre adadaki en çarpıcı eserlerden biri Ayasofya Katedrali. Camiye çevrilince Kıbrıs fatihi II. Selim’e ithafen Selimiye adını almış. Luzinyan krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı gotik bina 1326 yılında bitirilmiş. Kent surlarının Venedik kumandanlarının adlarını taşıyan 11 burcu var. Venedik surları içinde dolaşın. II. Mahmut’un tuğrasının bulunduğu Girne Kapısı’na göz atmayı unutmayın. Şehnaz’ın tavsiyesi adadaki ilk ve en önemli Osmanlı eseri olan 68 odalı Büyük Han’da kahvenizi yudumlamak.
Çukurcuma’daki masumiyet
Ben Masumiyet Müzesi kitabını okuyup da gezenlerdenim. Hem roman hem de müze çok başarılı. Kahramanların kullandığı eşyalar, giydiği kıyafetler, hayalleri, gördükleri, yaşamlarında biriktirdikleri her şey müzenin vitrinlerinde çıkıyor karşınıza. Mekân ise 1897’den kalma üç katlı tarihi bir bina. 2014’te Avrupa’da ‘Yılın Müzesi’ seçildiğini de unutmayalım. Bu arada müze dükkânına da mutlaka uğrayın; kitaptan bölümlere atfedilen ilgi çekici posterler, kartpostallar ve aksesuarlar bulacaksınız.
Cihangir’de İkbal Kahvesi
Akdeniz boyunca yer alan yerleşimlerin her biri görülmeye değer. Öyle karma bir zenginliğe sahip ki geçmişte, Antalya’nın doğusuna “Her milletten insan yaşayan yer” anlamına gelen ‘Pamfilya’ demişler. Akdeniz’in ülkemizdeki en doğu bölümleri de Kilikya olarak adlandırılmış. Mersin de, bu bölgede yer alıyor ve civarı çok önemli tarihi noktalar ile dolu.
Kanlıdivane: Erdemli’deki ‘Kanlıdivane Ören Yeri’, Kanytelis ve Neapolis olarak tarihe geçmiş. Ağırlıklı olarak Roma ve Bizans binalarının bulunduğu antik şehrin girişinde, baş tanrı Zeus’a adanmış bir kontrol kulesi var.
Yumuktepe: MÖ 6300’lere uzanan tarihi var. Şimdiye dek 33 tabaka keşfedilmiş. İlginç bulgular var; mesela Akdeniz’de zeytinin ve incirin anavatanının bu bölge olduğu, üzümün ise daha geç dönemde geldiği botanik analizler ile saptanmış.