Saffet Emre Tonguç

Hüznün değil, rengin mevsimi

5 Kasım 2018
“Eylül sabahının serinliğini / Yaprakların serinliğini / Yüreğime dolduruyorum” demiş Ataol Behramoğlu. Sonbahar sabahlarına uyandığında sevmediklerini bağışladığını, sevdiklerini daha çok sevdiğini anlattığı şiirinde… Ustaya kulak verin ve bildiğiniz doğruları unutun! Sonbahar hüznün ve içe kapanmanın mevsimi değil; aksine, tazelenmenin ve kendinizi doğaya vurmanın vaktidir. Şehirlerin içi de dışı da rengârenk. Nereye gitsek diye karar veremeyenler için İstanbul yakınlarındaki favori rotalarımı derledim. Seçin birini ve atın kendinizi sonbaharın kollarına!

Ahşap evlerin zarafeti: Büyükada

Sonbaharda Prens Adalarının hepsi güzel. Kalabalıklar uzaklaşıyor, sezonluk tatile gelenler dönüyor ve adalar adalılara kalıyor. Benim favorim ise Büyükada. Sonbahar renklerine, çam ağaçlarının arasında yükselen zarif ahşap evler ve trafiksiz sokaklar eşlik ediyor. Tek sorun fayton, umarım bir an önce çözüm için adım atılır. Büyükada sadece 4.3 kilometre uzunluğunda ve 1.3 kilometre genişliğinde. İster yürüyerek ister bisikletle dolaşabilirsiniz. Adanın muhteşem köşkleri arasında gezinmek çok keyifli. Çankaya Caddesi’nde 19 ve 20. yüzyıllarda yapılmış, çoğu bakımlı bahçelerde yer alan evler sıralanıyor. Bence Türkiye’nin en güzel caddelerinden biri. Con Paşa Köşkü, Fabiato Köşkü, gözetleme kuleli ve kırmızı tuğlalı Mizzi Köşkü en güzel yapılar arasında. Yelkencizade Köşkü, Avrupai tarzıyla ilgi çekiyor. Adalar Kaymakamlığı ise bir zamanlar Hacopulo Köşkü olan binada.

Deniz ve orman bir arada: Şile

Bir yan deniz, bir yan orman, biraz kafa dinlemek için gönlünüz hangisini isterse Şile’de var. İlçeye adım atar atmaz metropol havasından hemen uzaklaşıyorsunuz. Bir Anadolu kentiyle selamlaşır gibisiniz. Karadeniz kıyısında 60 kilometrelik, merkezde ise 10 kilometrelik sahili var. Sonbaharın rengârenk izlerini takip etmek için rotanıza On Bir Göller Vadisi, Değirmençayı Şelalesi ve Kumbaba Tepesi’ni alın. Şile’nin en popüler noktası olan meşhur deniz fenerini de unutmayın. Ülkemizin en büyük, dünyanın ise çalışır durumda olan ikinci büyük feneri kabul ediliyor. 1859’da yapılmış. Fenere yürüme mesafesinde bulunan Ağlayankaya’yı da görün. Adını taşlar arasından çıkan suların akan gözyaşına benzemesinden almış.

Kendi küçük, güzelliği büyük: Polonezköy

Polonezköy sonbahar rotalarının olmazsa olmazı. İsterseniz köy yollarını adımlayarak, ağaçların sarmaladığı yollardan geçerek doğanın yavaş yavaş dinlenmeye çekilişine tanıklık edebilirsiniz. İsterseniz piknik konseptiyle hazırlanmış tesisleri tercih edebilirsiniz. Sonbaharın tatlı esintileri eşliğinde yavaşlığın tadını çıkarabilirsiniz. Günübirlik yetmez derseniz, keyifli bahçeleriyle butik otel alternatifleri de var. Polonezköy’e gitmişken 1. Dünya Savaşı sırasında askeri karargâh olarak kullanılan ve 1918 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılan Meryem Ana Kilisesi’ne de uğrayın.

İstanbul’un vahası: Atatürk Arboretumu

Yazının Devamını Oku

İzmir’de ‘1001 Gece’ Masalları

28 Ekim 2018
Geçen hafta İzmir’de GastroFest etkinliğinde konuşmacıydım. İzmirlilere kahvenin göç yolculuğunu anlattıktan sonra şehirde masallar diyarına bir yolculuğa çıktım. İzmir’in benim için yeri hep ayrıdır; ancak sanatta da adını duyurur olması bu güzel şehri bir kat daha cazibeli kılıyor.

Bu ülkeye sanat konusunda destek veren herkese saygım sonsuz. Arkas Sanat Merkezi’nin yaratıcısı Lucien Arkas da bu isimlerden biri. Her yıl düzenlenen üç sergi ile İzmirlilere 7’den 70’e sanatı sevdirmeyi misyon edinmiş bu merkez yeni sergisinde masallardan yola çıkıyor. Masalların olağanüstü dünyasının görsel ve sahne sanatları üzerindeki etkisine tanık olmak isteyen sanatseverler için kaçırılmaması gereken ‘1001 Gece’ sergisi adeta gizem kapılarını aralıyor. Yaşamının 15 yılını Ortadoğu’da geçiren ve İzmir’i pek çok kez ziyaret eden ünlü oryantalist yazar, akademisyen ve seyyah Antoine Galland’un eseri 1001 Gece’yi mekânında yansıtmaya, yaşatmaya çalışan Arkas Sanat Merkezi’nde Galland’ın orijinal Arapça elyazmaları da sergileniyor. ‘1001 Gece’nin operadan resme, heykelden edebiyata farklı sanat dallarını nasıl etkisi altına aldığını bu sergide bütünüyle  gözlemlemek mümkün.

Şehrazat’ın kostümleri

Arkas Holding Koleksiyonu’ndan eserlerin yanı sıra  Paris Ulusal Operası, Palais Garnier’den getirilen dünyaca ünlü Fransız modacı Christian Lacroix’nın ‘Şehrazat’ balesi ve İtalyan kostüm tasarımcısı Franca Squarciapino’nun ‘La Bayadère’ balesi için hazırladığı tasarımlar bu sergi ile Türkiye’de ilk kez İzmir’de sanatseverlerle buluşuyor. Doğu’nun büyüsünü kendi stilleriyle harmanlayan bu iki sanatçının tasarımları, en az anlatılan masallar ve koreografiler kadar büyük önem taşıyor. Hayal dünyalarını müthiş incelikli haute couture detaylarla somut bir gerçekliğe yansıtan Lacroix ve Squarciapino, tasarımları ile opera ve balenin yanı sıra tiyatro, sinema ve televizyon yapımlarının da ilgisini çekmiş, birçok ödüle layık görülmüş, dünyaca ünlenmişlerdi.

Arkas Sanat Merkezi bu sergiye özel olarak çocuk atölyeleri ve masal dinletileri organize ediyor. Dünyanın En İyi Sihirbazı ‘Merlin’ Ödülü’ne sahip Kubilay Tuncer ile Sihirli Masallar bunlardan biri. Çocuklarımızı modern zamanın emzikleri dediğimiz telefonlardaki masallardan çıkarıp bu dünyayı Arkas Sanat Merkezi’nde yaşatmanızı tavsiyelerime ekliyorum. Aralık sonuna kadar kendinize bir İzmir programı yaparsanız Türkiye’de bir daha  böyle bir tasarımla bir arada göremeyeceğiniz ‘1001 Gece’ sergisini mutlaka gidilecekler listenize ekleyin. Üstelik Arkas Sanat Merkezi Kordon’da çok güzel bir noktada; önce sergi, sonra güzel bir balık restoranında yemeğe ne dersiniz? İzmir’deki sergiyi Lucien Arkas ile birlikte gezdim. Bana İstanbul’da açtığı sergiyi muhakkak görmemi tavsiye etti. Masal dünyasından çıkıp bu kez de İstanbul’a, tarihin kokusunu buram buram alacağınız bir atmosfere, Tophane-i Amire’ye uzandım.

İstanbul’da bir  Renoir  ‘Madam Thurneyssen’

Osmanlı’nın en görkemli yapılarından biri olan

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta güneşin izinde

21 Ekim 2018
Geçen hafta Kuzey Kıbrıs’a kaçtım. Sonbaharda yaz keyfi yaşamak, yeni açılan Kaya Palazzo Hotel’i görmek ve sevdiğim bir dostumla hasret gidermek ana sebeplerimdi. Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’de üçüncü büyük ada olan Kıbrıs ruhuma çok iyi geldi. Size adanın sırlarını yazmak için arkadaşım Şehnaz’ın rehberliğinde sokaklarda kaybolurken yeni keşiflerde bulundum.

Boğaziçi Üniversitesi’nin turizm bölümünden mezun olalı 31 yıl olmuş. Şehnaz Çehreli sınıfımızın en güzel ve en çalışkan öğrencilerindendi. Çok da başarılı bir turizmci oldu. Ardından yüreğinin sesini dinleyip sevdiği adamın adasına yerleşti. Ne de olsa Kıbrıs, Aşk Tanrıçası Venüs’ün doğduğu yer! Şehnaz şimdi Kıbrıs’a gelen turizm yatırımcılarına danışmanlık yapıyor, dostları içinse adada harika bir ev sahibi. Kaya Palazzo Girne, Kıbrıs’ın en yeni gözdesi. Çıtayı çok yüksek tutmuşlar. Versailles Sarayı’ndan etkilenmiş müthiş mimari ve iç dekorasyondaki rafine zevk beni etkiledi. Süitlerdeki ihtişam ve servis kalitesi aslında turizmde ne kadar ileride olduğumuzun bir göstergesi. Otelde açılan Develi Restoran şimdiden Kıbrıslıların favori yeri. Beyrut’un meşhur Sky Bar’ı ise tesisin alameti farikası olarak adanın gece hayatına damgasını basmış. Sadece otelde keyif yapmadım, Kıbrıs’ın zengin tarihi ve kültüründe soluklanıp size güzel bir rota çizdim.




1- Surların içindeki Lefkoşa’yı keşfedin. Kumarhaneler cenneti olarak bilinse de birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde çok daha fazlası var. Adanın tam ortasında bulunan Lefkoşa, ticari ve politik başkent olarak geçiyor. Lefkoşa’da Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz izlerini görmek mümkün. Bana göre adadaki en çarpıcı eserlerden biri Ayasofya Katedrali. Camiye çevrilince Kıbrıs fatihi II. Selim’e ithafen Selimiye adını almış. Luzinyan krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı gotik bina 1326 yılında bitirilmiş. Kent surlarının Venedik kumandanlarının adlarını taşıyan 11 burcu var. Venedik surları içinde dolaşın. II. Mahmut’un tuğrasının bulunduğu Girne Kapısı’na göz atmayı unutmayın. Şehnaz’ın tavsiyesi adadaki ilk ve en önemli Osmanlı eseri olan 68 odalı Büyük Han’da kahvenizi yudumlamak.

Yazının Devamını Oku

Edebiyatın izinde İstanbul

14 Ekim 2018
İstanbul’u keşfetmenin öyle çok rotası var ki her defasında heyecanla peşinden gidiyorum. Hâlâ şaşıracak bir şeylere rastlıyor ya da daha önce gördüğüm yerlerde yeni detaylar buluyorum. Şehrin farklı yüzlerinin peşinden gitmek isteyenler için bu kez farklı bir harita hazırladım. Romanlarıyla, şiirleriyle hayatımızın bir yerine dokunan yazarların yaşamlarına zaman yolculuğu yaptıracak bir liste bu. Kendi kullandıkları eşyalarla, uğraştıkları hobilerden bugüne kalan parçalarla, kişisel yazışmalarıyla, kitaplarının ilk basımlarıyla, az bilinen fotoğrafları ve daha fazlasıyla karşılaşmak isterseniz takılın peşime. İstanbul’a edebiyatla imza atan müzelere gidiyoruz.

Çukurcuma’daki masumiyet
Ben Masumiyet Müzesi kitabını okuyup da gezenlerdenim. Hem roman hem de müze çok başarılı. Kahramanların kullandığı eşyalar, giydiği kıyafetler, hayalleri, gördükleri, yaşamlarında biriktirdikleri her şey müzenin vitrinlerinde çıkıyor karşınıza. Mekân ise 1897’den kalma üç katlı tarihi bir bina. 2014’te Avrupa’da ‘Yılın Müzesi’ seçildiğini de unutmayalım. Bu arada müze dükkânına da mutlaka uğrayın; kitaptan bölümlere atfedilen ilgi çekici posterler, kartpostallar ve aksesuarlar bulacaksınız.




Cihangir’de İkbal Kahvesi

Yazının Devamını Oku

Toprağında insanlık tarihinin izleri var

16 Eylül 2018
Yıl boyunca eksik olmayan güneşi, Akdeniz sıcaklığının her yere yayılan havası, sahil boyunca uzanan birbirinden güzel parkları, geniş bulvarları, koyları ve nefis doğası ile anlatılacak öyle çok şeyi var ki… Ama benim bu kez konum, biraz tarih biraz damak tadı. Farklı uygarlıklardan kalan izlerle geçmişe gidip, yerel lezzetlerin izini sürerek bugüne döneceğimiz bir Mersin keşfine ne dersiniz?

Akdeniz boyunca yer alan yerleşimlerin her biri görülmeye değer. Öyle karma bir zenginliğe sahip ki geçmişte, Antalya’nın doğusuna “Her milletten insan yaşayan yer” anlamına gelen ‘Pamfilya’ demişler. Akdeniz’in ülkemizdeki en doğu bölümleri de Kilikya olarak adlandırılmış. Mersin de, bu bölgede yer alıyor ve civarı çok önemli tarihi noktalar ile dolu.

Kanlıdivane: Erdemli’deki ‘Kanlıdivane Ören Yeri’, Kanytelis ve Neapolis olarak tarihe geçmiş. Ağırlıklı olarak Roma ve Bizans binalarının bulunduğu antik şehrin girişinde, baş tanrı Zeus’a adanmış bir kontrol kulesi var.

Yumuktepe: MÖ 6300’lere uzanan tarihi var. Şimdiye dek 33 tabaka keşfedilmiş. İlginç bulgular var; mesela Akdeniz’de zeytinin ve incirin anavatanının bu bölge olduğu, üzümün ise daha geç dönemde geldiği botanik analizler ile saptanmış.



Yazının Devamını Oku

Çeşme’de yelkenlerin dansı...

9 Eylül 2018
Geçen hafta Hürriyet’in medya sponsoru olduğu Arkas Aegean Link Regatta’ya gittim. Ege’nin iki yakasını biraraya getiren organizasyona 50’den fazla tekne ve 500’e yakın yarışçı katıldı. Çeşme yat ve yelken yarışları bakımından dünyanın en iyi birkaç parkuru arasında yer alıyor. Türk ve Yunan sahilleri arasında yarışan yelkenliler Ege’ye de apayrı bir renk kattılar, ben de bu vesileyle yeni keşiflerde bulundum.

132 ülkeye gitmiş bir seyahat yazarı ve profesyonel rehber olarak söyleyebilirim ki, tarihinin yanı sıra doğal güzellikleriyle de turistlerin büyük ilgisini çeken muhteşem bir ülkede yaşıyoruz. En büyük sorunlarımızdan biri diğer alanlarda olduğu gibi turizmde de marka yaratamamış olmamız. Ülkemizde turizm beldelerinin markalaşan etkinliklerle de anılması gerekiyor. Çeşme’nin Balık Turnuvası ve son zamanlarda çok zorlama bir etkinlik haline dönen Alaçatı Ot Festivali’nin ardından artık bir de uluslararası yelken yarışı Arkas Aegean Link Regatta var.




Bu sene ikincisi yapılan yarışın ilk günü ekipler sert Ege rüzgârında yol alarak Sakız’a ulaştı. Yarışın 30 Ağustos’a denk gelmesi güzel bir görüntüye de sebep oldu: Dev Türk bayrakları işe yarışan yelkenliler görsel bir şölenin mimarları oldular. Perleas, Argentikon ve Grecian Castle adada konaklamak için iyi alternatifler. Ben Sakız’da Mesta ve Pirgi kasabalarını çok seviyorum. Adanın merkezi vasat ve çirkin apartmanlarla dolu. Yemek için müzikli bir yer olan To Apomero, To Kechrimpari, Agyra Restaurant, Meze ve To Tsikoudo’yu tercih edebilirsiniz. Merkezden yaklaşık 15-20 dakika mesafedeki Lagada çok sevimli bir kasaba. Buradaki O Pasas (Paşa) çok iyi bir deni ürünleri restoranı. Sahibi Yorgo ile muhakkak sohbet edin. Dünya tatlısı biri. Türkleri de çok seviyor.

Yazının Devamını Oku

Beni yanıltan şehir

2 Eylül 2018
Beklentimi yüksek tutmadan gittiğim ama sürprizleriyle beni şaşırtan kentleri seviyorum. Bu listeye en son Bologna’yı ekledim. İtiraf ediyorum, uzaktan izlenimim klasik bir ortaçağ kenti olduğu yönündeydi ama yanılmışım.

Çok sevdim Bologna’yı, özellikle keyifle yürüdüğüm caddelerine ve mimarisine bayıldım. Arkatların sardığı sokaklarda kemerlerin arasından geçerek şehri keşfetmek harika. Bir de yolunuza sürekli küçük ve birbirinden şirin dükkânların çıktığını düşünürseniz, Bologna’yı sevme listesinin ilk maddesine bu keyfi yazmak gerektiğini anlarsınız. Bologna’da yapılacak en güzel şey sokak aralarında kaybolmak. Burası acaba nereye çıkacak diye düşünmeden, haritalara bakmadan o sokak senin bu sokak benim yürüdüm, iyi ki de öyle yapmışım. Saptığım her yer nefis manzaralar çıkardı karşıma.




İstanbul’a tarih yolculuğu
Yürüyüşün şehir merkezinden tren garına olan istikametinde İtalya’nın ulusal kahramanı Giuseppe Garibaldi’yle selamlaşıyorsunuz. Ülkenin birliğini sağlayan isim Garibaldi. Heykeli ile karşılaştığımda ise aklıma hemen İstanbul geldi. Hayır İstanbul aşkımı her yere sıkıştırmaya çalıştığımdan değil, Garibaldi 3 yıl İstanbul’da yaşadığından. 1828-1831 yılları arasında İstiklal Caddesi Eski Çiçekçi Sokak’taki 17 numaralı evde kalmış. O evin hemen yakınında ise geçirdiği uzun restorasyonun ardından bir kültür merkezi işleviyle İstanbul’a kazandırılan Casa Garibaldi binası var. 19. yüzyılda yapılan bu bina, o dönem hızla yayılan İtalyan İşçi Yardımlaşma Cemiyeti’nin ülkemizdeki şubesi niteliğinde. Casa Garibaldi’yi 2013 yılında İtalyan düşünür Umberto Eco da ziyaret etmişti.

Yazının Devamını Oku

Şezlongdan kalkma vakti Bol adrenalin, bol eğlence

26 Ağustos 2018
Tatil demek sadece denize girip güneşlenmek değil. En azından bir günlüğüne miskinlik hakkınıza mola verip yıl boyunca hayatınızdan eksik olmayan stresi adrenalinle atmayı deneyin. “Neden olmasın” diyenler için Türkiye adeta cennet. Müthiş coğrafyalarda tatilin tadını çıkarırken, sıradışı sporlarla unutulmaz anılar biriktirebilirsiniz. Size çok güzel beş öneri hazırladım.

Çoruh’ta rafting
Rafting denince akla gelen ilk adres Çoruh. Özellikle uluslararası düzeyde bu sporun en önemli adreslerinden... Bu ilgi boşuna değil; Çoruh dünyanın en hızlı akan nehirlerinden biri. 3 bin 225 metre rakımlı Mescit Dağları’ndan doğan ve ülkemizde 466 km. yol kat eden Çoruh Nehri’nde rafting sporunun tüm zorluk derecelerini denemek olanaklı. Zorluk puanı 1’den 6’ya uzanan parkurlarda, ilk kez raftingle tanışanlar 1-3 arası derecelendirilen bölümleri kullanıyorlar. 6 içinse gerçek bir profesyonel olmak gerekiyor. Bayburt-İspir arasındaki kısmın zorluk derecesi 2-3, İspir-Çamlıkaya ve ardından gelen Çamlıkaya-Tek kale parkurlarında ise zorluk sınırı 3-4-5. Çamlıkaya’dan itibaren Çoruh Nehri’ne pirinç tarlaları, bağ ve bahçeler de eşlik ediyor. Son parkur olan Tekkale-Artvin ise en zor kısım.



Gitmişken ne yapmalı?
Bayburt’ta Çoruh Vadisi manzaralı tepeye 11 yıl önce kurulan Türkiye’nin en özel müzelerinden Baksı’yı görün. Dört yıl önce Avrupa’da Yılın Müzesi seçilen Baksı’da, 20 Ekim 2018’e kadar Alev Ebüzziya’nın muhteşem bir sergisi de var.

Yazının Devamını Oku