Anadolu’yu nasıl tanımlarsın deseler; medeniyetlerin, tarihin, dinlerin, hikâyelerin, efsanelerin beşiği derim... Farklı coğrafyalardan göçle bu topraklara gelen her topluluk bir iz bırakmış. Mısır, Ege ve Yunan medeniyetlerine yakın konumu farklı kültürlerle kaynaşmasını sağlamış. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu topraklar İpek ve Baharat yollarının denize açıldığı yer olmuş. Ticaret, savaşlar ve göçler insanlık tarihine şahitlik etmiş bu toprakları beslemiş. Adları, kahramanları, dilleri değişse de âdetler, hikâyeler, ninniler kalmış bize miras. İşte bu sebeple Anadolu, hem kültürler arası bir köprü hem de zamansızlığın sembolü, dünü bugüne taşıyan bir zaman tüneli gibi.
5 bin yılda dokuz şehir
Homeros’un ‘İlyada’sını elimize alalım ve bu destanın içinde kaybolalım. Troya’nın öyküsü çok büyüleyici ama şehirdeki kalıntılar biraz hayal kırıklığı yaratıyor. 1996’da UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınan Troya’da yapmanız gereken, hayal gücünüzü kullanıp bu eserlerin binlerce yıldır burada olduğunu düşünmek. Mitolojiye göre Zeus, dünyanın ilk güzellik yarışmasında üç tanrıçadan birini seçme görevini Paris’e verilir. Kendisine dünyanın en güzel kadını Helen’i teklif eden güzellik tanrıçası Afrodit, verdiği rüşvet sayesinde ödülün sahibi olur. Ve Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen kaçırılıp Troya’ya getirilir. Bunun üzerine kral karısını ve şerefini kurtarmak için ordularıyla beraber Troya’ya yelken açar. 10 yıl süren savaşta iki taraf da bir sonuç elde edemez. En sonunda Yunan tarafı bir hileyle geri çekiliyormuş gibi yapar ve Troya’nın kapısına tahta bir at bırakır. Zafer sarhoşluğuna eğlenceler de eklenince Troya halkı gecenin ilerleyen saatlerinde sızıp kalır. Gerçek zaferse şehrin içine alınan atta saklanan Yunan askerlerin olur.
Troya tarih boyunca çok sayıda şehrin üst üste kurulduğu bir yerleşim. 5 bin yıllık süreçte dokuz farklı şehir kurulmuş. Savaşın geçtiği dönem 6. şehir ve yaklaşık olarak MÖ 1250 yılları. Şehir çok sayıda lidere ve medeniyete ev sahipliği yapmış, sonra unutulup gitmiş. İnsanlar bir efsane olarak bakmışlar bu isme, ta ki Schliemann adında bir adam ortaya çıkana kadar!
Sonbahar genellikle hüznü ve bitişleri çağrıştırsa da aslında renklerin, bereketin, ektiğini biçmenin mevsimi. Ruhumuz aynı doğa gibi, yaz sıcağında olgunlaşan meyvelerini toplar ve soğuk kış günlerine hazırlar kendini. İşte bu hazırlıklar içinde, şehrin karmaşasından kaçıp yazın son güneşlerinin eşlik ettiği bağlarda bir bağbozumuna katılmak, belki de en güzel kutlama olur. Bağbozumu bir şenliktir; yüzyıllardır tekrarlanan bir coşkuya ortak olursunuz. Bağlardaki üzümleri toplarken, doğanın ve insanın yüzlerce yıllık emeğini hissedersiniz.
Ülkemizdeki birbirinden güzel bağları gezmeye başlamadan size biraz üzümün tarihinden bahsedeyim. Asmanın tarihi insanlık tarihinden daha eski. İnsanlık, üzümün tadını aldığında aralarında bir bağ oluşmuş. İnsan üzümü işlemiş, üzüm ona şifa vermiş. Ülkemizin bağcılık için en uygun iklim kuşağında olması bağcılığın yüzyıllar boyunca Anadolu uygarlıklarıyla iç içe olmasını sağlamış. En eski yabani asmanın Kafkaslar ve Anadolu topraklarında bulunması, bağcılık kültürünün bu topraklar için ne kadar kadim bilgi olduğunun kanıtı.
Yıllar var ki Side’ye gitmemiştim. İş ya da tatil nedeniyle Antalya sıklıkla gittiğim bir durak olsa da yolumu Side’ye düşürecek bir neden olmayınca açıkça söyleyeyim biraz ihmal etmişim. Geçen hafta yeniden ‘merhaba’ deyince fark ettim 10 yıldan fazladır Side’ye gitmediğimi.Side’yi bir yarımada gibi düşünün; konumu çok güzel. Manavgat Belediyesi ve Side halkının işbirliğiyle de yepyeni bir kimlik kazanmış. Öncelikle tarihi ortaya çıkarmak için harekete geçmişler. Binalar yıkılmış, yeraltındaki tarihi gün yüzüne çıkarmak için başarılı bir kazı çalışması yürütülmüş. Sonra o dokunun üzeri camla kaplanmış ve yeni yapılar bu cam zeminler üzerine inşa edilmiş. Böylece ortaya adeta bir müze kent çıkmış. O yüzden Side Çarşısı’na gittiğinizde sürprizlerle karşılaşacaksınız. Mesela girdiğiniz bir halı dükkânında yerde cam zemin, altında da tüm güzelliğiyle büyüleyen mozaikler göreceksiniz. Ya da bir şeyler içmek için oturduğunuz kafede sütunlar, su kanalları karşılayacak sizi... Her şeyi müzeye taşımak yerine olduğu yerde muhafaza edip korumaya almışlar. Bu da katman katman tarihle örülmüş bir şehircilik anlayışı çıkarmış ortaya. Bu arada çarşıda kilimlerden dekoratif yastıklara, aksesuardan giyim kuşama, tablolardan hediyelik eşyalara uzanan yelpazede birçok şey bulabilirsiniz.
Muhteşem tiyatro
Side’nin hem içinde hem civarında keşfedecek çok şey var. Tarih ve doğa başrolde burada. Harika antik tiyatrosu mesela... Merkezde ve yarımadanın en dar noktasındaki yapı, Anadolu’nun en büyük tiyatrolarından biri. MS 2’nci yüzyılda inşa edilen tiyatro, bir dönem arena olarak da kullanılmış. Side’nin geçmişinde, piskoposluk merkezi olduğu bir dönem var. MS 5-6’ncı yüzyıla denk gelen bu dönemde, tiyatro bu kez açık hava kilisesi olarak kullanılmış. Side Yarımadası’nın güney ucunda, limanın doğusunda iki büyük tapınak var. Şehrin iki büyük tanrısı Apollon ve Athena’ya adandığı düşünülen bu tapınakları, özellikle akşam saatlerinde görmeniz gerek. Muhteşem bir büyüsü var. Büyük tapınak baştanrıça Athena’ya, küçük olan Apollon’a ait. Şehre ait sikkeler üzerinde de Apollon küçük tapınağın önünde ayakta duruyor, Athena büyük tapınağın maketini elinde tutuyor.
Antalya’yı II. Attalos kurmuş. ‘Attalos yurdu’ anlamına gelen ‘Attaleia’ adı verilmiş; o isim günümüze kadar çeşitli değişikliklere uğramış ve nihayet Antalya olmuş. Şehrin kurucusu olan Kral Attalos’u heykelinin Saat Kulesi’nin karşısına dikilmesi sırasında yaşanan tartışmalardan hatırlarsınız… Tarihi MÖ 150’lilere dayanan şehrin çok zengin bir tarihi var. Bunda konumunun etkisi büyük. Geçmişte Antalya’nın kuzeyine Pisidya, doğusuna ‘tüm kavimlerin ülkesi’ anlamında Pamfilya, batısına da ‘ışık ülkesi’ anlamında Likya denmiş. Dolayısıyla şehir önemli yolların kavşağında kurulup geliştiği için müthiş bir mirasın sahibi olmuş.
Gezginlerin durağı
Haçlılar için önemli bir liman olarak ‘kutsal topraklar’a giden yolda askerlere hizmet etmiş. Osmanlı topraklarına katılmasıysa Yıldırım Bayezid dönemine denk geliyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında iki sene kadar İtalyan işgali yaşamış. Antalya sadece şimdi gözde değil. Geçmişte de gezginlerin vazgeçilmez durakları arasındaymış. 14. yüzyılda Antalya’yı ziyaret eden İbn-i Battuta, Güney Anadolu’nun bu en önemli limanından ihraç edilen limonlar yüzünden Mısır’da limona ‘adaliya’ denildiğini yazmış. 1671’de şehre bu kez Evliya Çelebi gelmiş. Düden Nehri’nden akan suyun 200 çeşmeyi beslediğini, şehir surlarının 4 bin 400 metre uzunluğa ve 80 kuleye sahip olduğunu yazmış.
Eski evlerin güzelliği
Bir zamanlar Neslişah Sultan’ın oturduğu bordo renkli bina Boğaz’dan bakıldığında Alarko’ya ait Şifa Yurdu’nun solunda kalıyor. İstanbul’un en sıradışı evlerinden biri... Bu nedenle yıllardır görmeyi çok arzu ettiğim bir yerdi. Ve ilk kez bir aralık ayının 24’ünde, mimarı Bruno Taut’un 75’inci ölüm yıldönümünde gitmiştim.Evin girişinde, hemen solda yemek odası, önünde bir balkon ve muhteşem bir Boğaz manzarası var. Salon sade ama şık bir şekilde döşenmiş. Dünyanın farklı köşelerinden objeler birbiriyle uyum içinde. Yeşilliklerin arasından Boğaz sizi kucaklıyor. Burhan Doğançay’ın Leyla Gencer’li bir eseri salonu süsleyen sanat eserlerinden sadece biri.
En üst kattaki yuvarlak cihannüma (seyir köşkü) muhteşem; ev sahibi çalışma ofisi olarak kullanıyor. Adeta kaptan köşkü gibi. Salondan, çok hoş metal işçiliği olan merdivenlerle alt kata, yatak odalarının olduğu bölüme iniyorsunuz. Ev çok büyük değil, mimari olarak dıştan çok güzel ama kullanım olarak bazı zorlukları var. Yan tarafındaki bahçeyse ömre bedel ve teraslar şeklinde devam ediyor. Korunun içinde bir dönem Taut Evi’nde de yaşayan Osmanlı Hanedanı’nın en güzel kadınlarından Neslişah Sultan’ın yaşamının son yıllarını geçirdiği apartman ve başka binalar yer alıyor.
Nazilerden kaçan mimarTaut Evi İstanbul’un bağrında sakladığı çok sayıda sürprizden biri ve şehrin güzelliğine apayrı bir hava katıyor.
Mimarı Bruno Taut bu ev hakkında “Doğu’nun manevi değerlerinin insan üzerindeki etkisini modern bir evle açıkladım” demişti. Bu vesileyle Taut’u ve hayatını anmak da yerinde olacak. Taut, 4 Mayıs 1880’de ünlü Alman filozof Kant’ın da yaşadığı Königsberg’de tüccar Julius Taut’un ikinci oğlu olarak doğmuş. Berlin Üniversitesi’nde kent planlaması eğitimi almış, 1909’da kendi bürosunu açmış. Özellikle Berlin’de yaptığı modern binalarla kendine haklı bir ün sağlamış.
Çok sayıda eseri var. Alman asıllı bir Yahudi olan Taut, 1933’te Nazilerin iktidara gelmesi üzerine Japon Uluslararası Mimarlık Derneği’nden aldığı bir daveti kabul etmiş ve Naziler’den kaçıp Japonya’ya sığınmış. Ardından 1936’da Türkiye’ye davet edilmiş. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nde profesörlük yapmış.
“Atatürk uzmanlık alanlarına karışmıyor”
Paspatur’la tanışın
Adını havacılık tarihimizin kahramanlarından Tayyareci Fethi Bey’den alan Fethiye uzun süredir Çinli turistlerin gözdesi. Bu nedenle çarşısında gezerken bolca Çince tabela görebilirsiniz. İngilizlerin de en sevdiği tatil adresleri arasında. Ama pandemiyle birlikte tatil ve seyahat pratikleri değişince şimdilerde sadece yerli turistin keyif adresi oldu. Fethiye’nin tarihi çarşısı Paspatur birçok sokağın birleşiminden oluşan ve farklı giriş kapıları olan bir açık hava çarşısı. Burada giyim, aksesuar, hediyelik gibi farklı içerikte dükkân ve balık lokantaları bulabilirsiniz. Çarşıya yürüme mesafesindeki Unique Otel, 2016’da ‘Avrupa’nın En İyi Lüks Tasarım Oteli’ ödülünü almıştı. Unique Otel sanki bir yelpaze gibi açılan mimarisiyle kayaların üzerinde yükseliyor. Dışarıdan bakınca çok anlamıyorsunuz ama içine girince dört ayrı binadan oluştuğunu ve onların ortasına gizli bir bahçe kondurduklarını fark ediyorsunuz. Her detayında geçmişin yeniden yorumlanışı var. Mesela binaları planlarken Kayaköy’deki Rum evlerinden ilham almışlar.
Ölüdeniz’in tadını çıkarın
Ölüdeniz yıllar yılı Türkiye’nin turizm ikonlarından oldu. Mavinin
Bodrum hep popüler
Bodrum vazgeçilmezlerimden. Hem mekânların kalitesi ve çeşitliliği hem de her köşesinde sakladığı zengin tarihiyle seviyorum. Antik çağların Halikarnassos’u, kimleri ağırlamış kimleri! Tarihin babası sayılan Herodot’tan Kaptan-ı Derya Turgut Reis’e, Halikarnas Balıkçısı’ndan sanat güneşi Zeki Müren’e kadar Bodrum denince anılacak öyle çok isim var ki... Geçmişin bu küçük balıkçı ve süngerci kasabası, şimdilerde Türkiye’nin St. Tropez’si oldu. Susona Bodrum kısa süre önce kaldığım otellerden biri. Öyle keyifle dinlendim ki “Ne iyi yapıp gittim” diye düşündüm. Bizim Hürriyet Seyahat jürisi de Türkiye’nin en güzel evcil hayvan dostu 10 otelinden biri olarak seçmişti. Otelde haftada 10 civarı konser var; akşamlar çok renkli geçiyor. İçindeki Frankie Beach ise bence sadece Bodrum’un değil, Türkiye’nin en iyi plajlarından biri. Yine otel bünyesinde açılan Malva Restoran’ı çok sevdim, Bodrum’un en iyilerinden. Kaya Palazzo Resort & Residences Le Chic Türkiye’nin en yeni 5 yıldızlı otellerinden. Cape Bodrum, favori otellerimden bir diğeri... Caresse Resort SPA ve içindeki Buddha Bar da mutlaka listenizde olsun. Yalıkavak Marina hâlâ Bodrum’un gözdelerinden. Yeni açılan Novikov Restoran bu yaz çok popüler; deneyin derim. Türkbükü’ndeki No: 81 ise içim rahat kaldığım yerlerden. Gündüz deniz-güneş-kum üçlüsüne, gece dansın ritmine kendinizi bırakın.
Kıbrıs her zaman gözde bir tatil adresi. Ama pandemiyle birlikte daha da gözde oldu çünkü salgından çok az etkilenen yerlerden biri. Turizm adanın ekonomisinin ana kaynaklarından. Adadaki vaka sayısının yok denecek kadar az olması önlemleri esnetmelerini değil tam aksine daha titiz davranmalarını sağlamış. Hastalığın seyri ve resmi tablolara göre ülkeleri A, B, C kategorilerine ayırmışlar. Hangi kategorideki ülkeden geliyorsanız, ona uygun prosedürlere tabi tutuluyorsunuz. Türkiye B kategorisinde. Buna göre adaya girişte, en fazla 5 gün önce yaptırdığınız PCR testinin sonucunu göstermeniz gerekiyor. Ayrıca ülkeye girişte size ikinci kez PCR testi yapıyorlar ve sonuç çıkana kadar ister otel ister ev, nerede konaklayacaksanız izole olarak orada kalmanız gerekiyor.
Adanın kalbi Lefkoşa
Adanın tam ortasındaki Lefkoşa, ticari ve politik başkent. Lüzinyan, Venedik, Osmanlı ve İngiliz izlerini kentte takip edebilirsiniz. 11 burçlu kent surları, Venedik kumandanlarının adını taşıyor. Girne Kapısı’ndaki 2. Mahmut’un tuğrasına dikkat edin. Adadaki ilk ve en önemli Osmanlı eseriyse 68 odalı Büyük Han. Şehri keşfetmeye surların içinden başlayın. Bana göre adadaki en çarpıcı eserlerden biri Ayasofya Katedrali. Camiye çevrilince Kıbrıs fatihi II. Selim’e ithafen Selimiye adını almış. Lüzinyan krallarının taç giyme törenlerinin yapıldığı gotik bina 1326 yılında bitirilmiş. Merit Hotel ve Grand Pasha, “Lefkoşa’da nerede kalınır?” sorusunun bendeki yanıtı. Eziç Restoran ise dünya mutfağından lezzetlerle kesinlikle denenmeyi hak ediyor.
Etkileyeci bir Akdenizli
Kuzey Kıbrıs’ın en güzel kenti bence Girne... 2000 yıllık tarihi, güzel limanı, şirin kafeleri, lezzetli restoranları ve otele dönüştürülen eski yapılarıyla etkileyici bir Akdenizli. Şehri izleyebileceğiniz en güzel yer kale. İçindeki 2300 yıllık batık gemi, Akdeniz’in en eski ikinci batık ticaret gemisi olarak geçiyor. Kaya Palazzo Girne, adadaki en sevdiğim otellerden biri. Çıtası yüksek tutulmuş, çok özel bir adres. Mimarisinde Versay Sarayı’ndan ilham almışlar. Dekorasyondaki rafine zevki çok beğeniyorum. Buna servis kalitesini de eklemeyi başardıkları için ortaya ayrıcalıklı bir tatil deneyimi çıkıyor. Merit Grubu, Lord Palace, Colony, Elexus, Acapulco ve Savoy oteller bu kentte rahatlıkla kalabileceğiniz adresler. Girne’de yemek yiyebileceğiniz çok güzel restoranlar var. Deniz ürünleri için Ambians ve Shell Wi, kebap için Niyazi Restoran, Yorgo’nun Yeri ve Sarayburnu Ocakbaşı’nı önerebilirim.