Paylaş
Martı olmak lazım İstanbul’a. Hep gördüklerimize göremediğimiz şekilde bakabilmek, bu şehre yeni anlamlar yüklemek, yeni hazineler keşfetmek için… Tepemizde dönüp duran kuşlar nasıl bir İstanbul görüyor diye merak etmekle başladı her şey. Adını ‘Kanatlarımda İstanbul’ koyduğumuz bir yolculuğa çıktık. Yükseldikçe yükseldik ve bambaşka bir İstanbul’la tanıştık. O kadar yukarıdan bakınca ne trafik, ne kaos, ne kabalık, ne de kalabalık kaldı. İstanbul’da kızdığımız her şey, yerini âşık olunası güzelliklere bıraktı. Sis perdesinin mistik havası, güneşin Boğaz’a saçtığı ışıltı, erguvanların moru, sonbaharın sarısı, karın beyazı karşıladı bizi. Hayran olunası gün batımları, şehrin en sakin hallerine şahitlik ettiğimiz gün doğumları, kuleleri, minareleri, kubbeleri, çatılarıyla büyüleyici bir İstanbul çıktı karşımıza. Bir kez daha anladık ki Napolyon Bonapart boşa dememiş; “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.”
15 asırdır dünyanın en etkileyicilerinden
AYASOFYA
Her yıl Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzeleri listesinde ilk 2’de yer alıyor. Bugünkü Ayasofya’nın temeli 532’de atılmış; 26 Aralık 537’de tamamlanmış. 10 bin işçi ve 100 ustanın yapımında çalıştığı Ayasofya, dönemin en önemli iki ismi Trallesli matematikçi ve fizikçi Anthemius ile Miletli mimar İsidore tarafından tasarlanmış. 1453’e dek Rum Ortodoks Patrikliği’nin merkeziymiş. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla birlikte, kilise camiye çevrilmiş. 1935 yılındaysa Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüş. Yapının hünkar mahfili kısmında, kapısı dışarıda olan bir bölümüyse 1991’den bu yana mescit olarak kullanılıyor.
Havaya renk katan kule
BEYAZIT YANGIN KULESİ
Yangınları haber vermek için kurulan kule bugünkü halini 1828’de almış. Kulenin mimarı Senekerim Balyan. Yukarıdan aşağıya doğru; sancak katı, sepet katı, işaret katı ve nöbet katı yer alıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre, kulenin tepesindeki ışık ertesi gün havanın nasıl olacağını gösteriyor. Sarı ışık sis, kırmızı ışık kar, yeşil ışık yağmur, mavi ışıksa havanın açık olacağı anlamına geliyor.
Dünyada benzeri kalmadı
DEMİR KİLİSE
Bugünkü demir kilisenin inşası için Viyana’da 500 ton ağırlığında demir dökülmüş ve Tuna Nehri üzerinden gemilerle parçalar halinde getirtilip İstanbul’da birleştirilmiş. Yapıldığı dönemde, 4 milyon gümüş leva harcanmış ve 1898’de ibadete açılmış. Haliç kıyısındaki Aziz Stephen Bulgar Kilisesi, tamamen demirden inşa edilen ve vaktiyle bu özelliğe sahip dünyadaki üç yapıdan biriymiş ama şimdi tek olarak gösteriliyor. Dokuz yıl kapalı kalan kilise restorasyonun ardından 2018’de açıldı. Vitray pencereleri ve süslemelerdeki iddiasıyla etkileyici bir yapı. Yapının iskeleti çelik profilden. Bütün parçaları birbirine, cıvata ve somunla ya da kaynak yaparak birleştirmişler.
Yüzyıllardır şehri izliyor
GALATA KULESİ
Bugünkü halini alana kadar epey değişim geçirmiş. Buraya ilk kuleyi, MS. 528’de İmparator Iustinianos yaptırmış. Ama o kule günümüze ulaşamamış. Bugünkü yapı 1348’de Cenevizliler tarafından İsa Kulesi olarak yeniden inşa edilmiş. O zamanlarda ‘Constantinople’ ile Boğaz’ı ayıran duvarların bir parçasıymış. 1445’te biraz daha yükseltilmiş. 1500’lü yıllarda depremden zarar görünce onarımdan geçmiş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hapishane olmuş, 20. yüzyılın ikinci yarısındaysa fener olarak kullanılmış. Geçmişten yadigar çanını, Arkeoloji Müzesi’nde görebilirsiniz.
Boğaz’ın bekçisi
KIZ KULESİ
Kız Kulesi’nin üzerinde yer aldığı adacığın tarihi, MÖ. 2400’lü yıllara kadar götürülüyor. Bugün gördüğümüz kulenin tarihiyse sadece 19. yüzyıla kadar uzanıyor. Buraya bilinen en eski yapıyı Atinalı General Alcibiades, Persleri durdurmak için inşa ettirmiş. Buraya yapılan kulelerin, tarihte öyle farklı işlevleri olmuş ki… Bir dönem hapishane olarak kullanılmış. 1. Mahmud, beyaz haremağalarından Beşir Ağa’yı, başını vurdurmadan önce burada tutmuş. 1509 depreminden sonra fenerler ilave edilmiş ve gemilere yol göstermek için kullanılmış. 1830’daki kolera salgınında, karantina hastanesine dönüştürülmüş. Bir dönem, Boğaz’a giren gemiler için gümrük istasyonu olmuş. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemindeyse Kız Kulesi’nde tarih tekerrür etmiş ve yine savunma amaçlı kullanılmış.
Türünün son örneği
LALELİ CAMİİ
Laleli Camii, önce 1759-1763 arasında Mimar Mehmed Tahir Ağa tarafından yapılmış. 1782’de ciddi bir onarımdan geçerek tekrar hizmete alınmış. Kimilerine göre barok, kimilerine göre klasik mimarinin izlerini taşıyan bu zarif cami, 3. Mustafa için yapılmış ama padişahın değil semtte yaşayan ve çok saygı duyulan bir alim olan Laleli Baba’nın adını almış. İstanbul’da, külliyeyle inşa edilen son cami olma özelliğine sahip. Ama ne yazık ki Laleli Külliyesi’nin sadece sebil ve imaret kısmı günümüze ulaşabilmiş. Taş ve tuğla kullanılarak inşa edilen iki minareli camide, 105 pencere var.
İstanbul’a tepeden bakan tek yer
MİHRABAT KORUSU
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!”… Dillere pelesenk o cümleyi Yahya Kemal Beyatlı’ya şiir olarak yazdıran tepe, Mihrabat Korusu’dur. Korunun tarihi 1. Mahmud dönemine dek uzanıyor. Geçmişte içinde Mihrabat Kasrı da varmış. Sadrazam Damat İbrahim Paşa yaptırarak Sultan 3. Ahmet’e hediye etmiş. Ama ne yazık ki kasır bir yeniçeri isyanına kurban gitmiş ve günümüze ulaşamamış. Osmanlı’nın son dönemlerindeyse düğün hediyesi olmuş bu eşsiz manzara. Mısırlı Abbas Halim Paşa’nın kızı Rukiye Hanım’a yüz görümlüğü olarak verilmiş.
İstanbul’un en fotojeniklerinden
YENİ CAMİ
Yapımı tam 72 yıl sürmüş. 1591’de Safiye Sultan tarafından başlatılmış inşaatı. Ama araya sarayda değişen güç dengeleri, iktidar savaşları, yangınlar girmiş. Takvimler 1633’ü gösterdiğinde, 4. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan tarafından tamamlatılmış. Mimar Sinan’ın öğrencisi Davut Ağa’nın çizdiği planı, dönemin Mimarbaşı Mustafa Ağa uygulamış. Yeni Cami’nin planı, kendisinden 47 yıl önce ibadete açılan Sultanahmet Camii’nin planına benziyor. İki minareli, 6 şerefeli, 66 kubbeli ve ortasındaki şadırvanıyla klasik Osmanlı tarzında yapılan, bu büyüklükteki son selatin camilerinden.
Zamanın Türkiye sahnesi
TAKSİM
Meydanın simgesi olan Cumhuriyet Anıtı, 1928’de İtalyan heykeltraş Pietro Canonica tarafından yapılmış. Yaptıran da İstanbul halkı olmuş çünkü masrafı bağışlarla karşılanmış. Cumhuriyet Anıtı’nın hemen karşısında yer alan taş binaya da dikkat edin. Buranın, Taksim isminin de kaynağı olduğu düşünülüyor. Bir zamanlar küçük altıgen bir yapıya borularla bağlanan su depolama üniteleri varmış, adına da ‘Maksem’ denirmiş. Bu taş yapı da bir maksem. Su maksemde toplanır ve buradan civara bölüştürülür yani taksim edilirmiş. İşte bu işlem nedeniyle burası Taksim olarak anılmaya başlamış.
Sinan’dan armağan sembol
SÜLEYMANİYE CAMİİ
Kanuni Sultan Süleyman da Mimar Sinan da ardında sayısız eser bırakmış. Ama Süleymaniye’yi hepsinden ayrı bir yere koymak lazım. Sultan Süleyman’ın tahta çıkışının 30. yılı şerefine yapılmış bu muhteşem eser. 1550’de başlayan inşaatın sadece temel atma çalışması üç yıl sürmüş. Caminin bitirilmesi yedi yılı bulmuş. Süleymaniye Camii görkemini daha bahçesine adım attığınız andan itibaren hissettiriyor. Dört minareyle Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğu, 10 şerefeyle Osmanlı’nın 10’uncu sultanı olarak tahta çıktığı simgelenmiş. Büyük kubbesini tutan dört sütunun dört halifeyi temsil ettiği belirtiliyor. Kanuni ve büyük aşkı Hürrem Sultan da külliyedeki türbelerde yatıyor.
Sarayla kaderi değişen semt
BEBEK
Bebek, bir zamanlar kendi halinde, mütevazı bir balıkçı köyüymüş. 18. yüzyıla kadar pek ilgi çekmemiş. Ne zaman ki 3. Ahmed buraya Hümayünabad Sarayı’nı yaptırmış, Bebek de önem kazanmaya başlamış. Bu saray ne yazık ki günümüze ulaşamamış çünkü 1. Abdülmecid zamanında yıktırılmış. Tarih boyunca yazlık bir semt olarak görülen ve dinlenmeye çekilme adresi olan Bebek, 19. yüzyıl ortalarında vapur ve tramvay seferlerinin başlaması sayesinde daimî adres olmaya terfi etmiş. Bebek’teki en etkileyici yapılardan biri Mısır Konsolosluğu. Art Nouveau üslubunda inşa edilen bir saray yavru. 1902’de, son Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın annesi Emine Hanım için yaptırılmış. Bu yüzden Hıdiva Sarayı olarak da biliniyor.
Çocuklara doğa sevgisi aşılıyor
ATATÜRK ARBORETUMU
Bahçeköy’den Kemerburgaz’a giden yolda yer alan Atatürk Arboretumu her mevsim ayrı güzel. İçinde iki gölet, 2 binden fazla bitki çeşidi ve binlerce ağaç var. Künyelerinden bilgilerini de görebiliyorsunuz. O yüzden, özellikle çocuklara doğa sevgisini aşılamak için gidilecek yerlerin başında geliyor. Arboretum kurulması fikri, 1949’da İstanbul Üniversitesi tarafından önerilmiş. Orman Fakültesi ve Bahçeköy Orman İşletme Müdürlüğü’nün işbirliğiyle başlatılan çalışmalara, Fransa Sorbonne Üniversitesi’nden de destek gelmiş. Çalışmalar 1982’ye kadar devam etmiş. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 100. doğum yılı kutlamaları şerefine de arboretuma Atatürk adı verilmiş.
16’ncı kitap
8 bin 500 yıllık tarihe doğru bir martı kanadında süzülürken, bu kez Zeynep Şahin Tutuk ve Halit Bilen de eşlik etti bana. Yolculuğumuzu merak edenler için martının kanadında yer açtık. Bu eşsiz şehri daha önce görmediğiniz detaylarla keşfedin istedik. Keşfettikçe daha çok sevecek, sevdikçe daha çok keşfetmek isteyeceksiniz.
Paylaş