Rahmi Turan

Sırada kim var?

13 Mayıs 2010
TÜRKİYE’de garip şeyler oluyor ve ülkenin şekli her geçen gün biraz daha değişiyor.<br><br>Birileri Türkiye’ye yeni bir biçim vermeye çalışıyorlar! Önce Ergenekon davaları, Balyoz ve Kafes planlarıyla ortalık sarsıldı.
Muhalefet yapan yayın organlarına astronomik para cezaları yağdırıldı.
Muhalif sesler susturulmak istendi.Yüksek yargı yıpratıldı!
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı adeta bir karalama kampanyası açıldı.
Deniz Baykal, son dönemde etkili muhalefet yaparak partisini yükselişe geçiren bir liderdi. Anketler CHP’nin tırmandığını gösteriyordu. Rezil bir komplo ile alaşağı edildi.
* * *
Bunların hepsi tesadüf olamaz! Birileri ülkemizin düzenini değiştirmek istiyor. Atatürk ilkelerini ve Laik Cumhuriyet’i savunanlar bir bir tedavülden kaldırılıyor.
Daha önce birçok yurtseverin başına çorap örenler bu defa yıldızı parlamaya başlayan ana muhalefet partisi genel başkanı Deniz Baykal’ın kellesini aldı! Sinsi ve kalleşçe vurdular!
Baykal’ın, kasetin profesyonelce hazırlandığını belirtip, bu imkânların ancak devlette bulunduğunu söyleyerek iktidarı suçlaması, ortada bir şeylerin döndüğünü gösteriyor.
Özel hayata tecavüz çok çirkin bir şey.
Artık, ülkede kimsenin, saldırıya uğramayacağı konusunda bir güvencesi kalmadı.
Baykal istifa etmeseydi, mutlaka kasetin devamı ortaya çıkarılacaktı.
* * *
Şimdi iktidar, zan altında kalmaktan kurtulmak için o komployu kimlerin, nerede, ne zaman, hangi odaklara hizmet etmek için hazırladığını, kaseti kimlerin piyasaya sürdüğünü ortaya çıkartmakla yükümlüdür. Aksi halde töhmet altında kalacaktır!
Komplocular, tuzaklarını serbestçe hazırlıyor, kimseden korkmadan, iğrenç tezgâhlarını servise koyuyor, yetkili makamlar rezillikleri sadece seyrediyor. Devlet güçleri bu tür olayları aslında kolayca çözer. Yeter ki istensin! Fakat istenir mi, orası meçhul! Ancak bugün Baykal’a düzenlenen komplo, yarın başkalarına da yapılabilir! Bunu unutmamak gerekir!
* * *
Bireylerin güvende olmadığı bir ülkede yaşamak, gerçek bir zulüm!
Baykal’ı vuran kaset nerede, ne zaman, hangi amaca hizmet etmek için hazırlandı? Kaseti piyasaya sürenlerin arkasında kimler var?
Bunu ortaya çıkartmak iktidarın sorumluluğunda değil mi?
Yasadışı, ahlakdışı bir tertip olan komplo tuzağı cezasız mı kalacak?
Türkiye, özel hayatların ayaklar altında hoyratça çiğnendiği, haberleşme özgürlüğünün yok edildiği, gelişmemiş ve gelişemeyen bir memleket haline getirildi!
Ülkeyi yönetenlerin gönlü buna nasıl razı oluyor? Bu kadar mı çağdışıyız?
* * *
Baykal’ın dediği gibi “Bu komployu ayıplar gibi yapanlar, bizzat komployu hazırlayanlar” mı? O karanlık odaklar, bir gün onlara da böyle bir tuzak hazırlayamaz mı?
CHP liderinin “Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım. İstifam kaçmak değil, meydan okumaktır!” demesi ne anlama geliyor? CHP örgütünün “Geri dön” baskısına dayanamayarak döner mi, bunu zaman gösterecek!
Ülkede bazı güçler, “Bize karşı çıkan, kafa tutan herkesi yakarız!” diye meydan okuyor.
Laik Cumhuriyet yanlısı birçok aydın, general, subay, bilim adamı, gazeteci ve yazar bu tehdidin hedefi oldu. Şimdi de Baykal’ın kellesini aldılar! Sırada kim var?
Yazının Devamını Oku

Ülkeler gençlerle kalkınır!

10 Mayıs 2010
GENÇ Liderler ve Girişimciler Derneği’nin Taksim Titanic Oteli’ndeki toplantısına konuşmacı olarak katıldım.

Hepsi de pırıl gençlerdi. Onlara:

“Hep farklı düşünün, farklı işler yapın. Bunun için hayal edin. İnsanın hayal gücü olmasa uygarlık bu kadar gelişemezdi. Hayal gücünüzün becerisiyle her şey yapabilirsiniz” dedim.

Bugün yaptıklarımız dün hayal ettiklerimizdir. Hayallerine inanan, bulundukları iş dalında değişik fikirler, farklı ürünler yaratabilen girişimciler için başarı kaçınılmazdır.

¡     ¡     ¡

JCI (Junior Chamber International) “Genç Liderler ve Girişimciler Derneği” üyeleri, yaşları henüz 30’u bulmayan gepegenç işadamlarıydı.

İş dünyasının büyük sıkıntılar yaşadığı şu dönemde bile gözlerinin içi gülüyordu.

Ben, içtenlikle gülmeyi bilen ve bunu prensip edinen insanların her zaman başarılı olacağına inanırım. Güler yüz, kapıları açan sihirli bir anahtardır. Gülmek insana güç verir, sempati kazandırır. Gülen bakkal bile her zaman daha çok mal satar.

¡     ¡     ¡

Yazının Devamını Oku

Haysiyet cellatları!

9 Mayıs 2010
OLAYA hangi tarafından bakarsanız bakın rezalet! Tam bir aşağılık komplo görüntüsü!

Videodaki aşk görüntülerinin, CHP lideri Deniz Baykal ile, eskiden onun sekreterliğini yapan bir kadın milletvekiline ait olduğu iddia ediliyor.

Bu sahneler gerçek mi, yoksa montaj mı? Kesin bir şey söylenemez!

Hakiki de olsa, sahte de olsa, daha önemli olanı, günümüzün Türkiye’sinde belden aşağı vurmanın moda haline gelmesi!

 Kalleşlik ve alçaklık, ülkemizde meslek oldu! En utanç verici olan durum bu!

Yasadışı telefon dinlemelerinden sonra çeşitli tuzaklar kurulup hazırlanan görüntülü iftiralar, Türkiye’yi her geçen gün “korku ve dehşet ülkesi” haline getiriyor.

¡     ¡     ¡

Birkaç gün önce Yeniçağ Gazetesi’nde, Vatan yazarlarından Can Ataklı’nın bir sohbeti yayınlandı. Muhabir Seldan Taşçı’nın bir sorusu üzerine Can Ataklı şöyle diyordu:

“Bu tarikatların ve cemaatlerin üzerine fazla gidilmez. Ben kendi hesabıma çekiniyorum doğrusu... Hemen ortaya bir kaset çıkarırlar. Benim için böyle bir kaset yok tabii ama montaj yapıp yayınlatırlar. Günümüzün teknik imkânları buna müsait! Onlardan her şey beklenir”.

Yazının Devamını Oku

‘Hadi canım sen de!’

6 Mayıs 2010
BAŞBAKAN Erdoğan’ın, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü, Adolf Hitler’e benzetmesiyle başlayan tartışmalar sürüyor. Gerçek şu ki, bu benzetme asla bir Başbakan’a yakışmıyor!
Hitler kim? Dünyayı kana bulayan, milyonlarca kişinin ölümüne yol açan, Yahudileri fırınlarda yaktıran, Alman ulusunu felakete sürükleyen çılgın bir diktatör!
İsmet İnönü kim? Kurtuluş mücadelemiz sırasında, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarını kazanan, Lozan Antlaşması’na imza atan, Türk ulusunun özgürlüğe kavuşmasında çok büyük payı olan bir komutan ve... Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak, askerlik çağındaki on binlerce insanımızı ölümden kurtaran önemli bir devlet adamı...
Muhalif bir genç, 1950’de seçimi kaybederek iktidardan ayrılan İnönü’yü “İkinci Dünya Savaşı’nda ekmeği karne ile dağıttın. Bizi ekmeksiz bıraktın”  diye eleştirir. İnönü, başını sallayarak “Evet, ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım!”  der.
* * *
İsmet İnönü sağ olsaydı, “Hitler benzetmesi” karşısında, tarihe geçen ünlü sözlerinden birini söyleyebilirdi. Mesela “Hadi canım sen de” ya da “Suçluların telaşı içindesiniz” gibi bir cevap verebilirdi.
Birkaç yıl önce bu sütunda önemli bir şahsı anlatmıştım. Güncel duruma geldiği için, kısaltarak tekrarlıyorum. Bakalım size kimi hatırlatıyor?
* * *
-  Bu adam yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir...
-  Bu adam ilköğretim çağında zorunlu dinî eğitim alır...
-  Bu adamın aile kökeni kimsenin çözemeyeceği kadar karanlıktır...
-  Bu adamın ailesinde daima gizlenen bir başka dine düşmanlık vardır.
-  Bu adamın ruhsal yapısı çok dalgalı ve düzensizdir.
-  Bu adam karşıtlarına argo ile yanıt veren küfürbaz ve külhanbeyi tavırlı biridir.
-  Bu adam verdiği sözleri tutmayan ve imzaladığı anlaşmalara uymayan biridir.
-  Bu adam devlet yönetimi konusunda cahil ama baskıcı ve şantajcıdır.
-  Bu adam kendi ana dilini bile doğru dürüst konuşamadığı gibi yabancı bir dil de öğrenmek istememiştir.
-  Bu adam kendi ülkesinde alt ve üst kimlikler bulunduğuna inanır.
-  Bu adamın kendi devleti ve ordusuyla derin sorunları vardır.
-  Bu adam hem özel hayatında, hem de siyasî faaliyetlerinde daima mağduru oynamıştır.
-  Bu adam gençliğinde çok yoksulluk çektiğini öne sürerek, sürekli şekilde çok para kazanma hırsı yaşamıştır.
-  Bu adamın cinsel sorunlar yaşadığı anlaşılmıştır.
-  Bu adamın epilepsi (sara) hastalığına duçar olduğu ve zaman zaman ‘fit’ diye bilinen buhranlar geçirdiği hep gizlenmiştir.
-  Bu adamı gizli bir örgüt, ülkesinde lider yapmaya karar vermiştir.
-  Bu adam başbakan olunca, cumhurbaşkanını halkın seçmesini istemiş ve kendisinin cumhurbaşkanı yapılmasını dilemiştir.
-  Bu adamı iktidara getiren gizli örgüt, onu kullanarak ülkesinde devleti paramparça etmiş ve vatanı böldürterek yabancıların işgaline uğratmıştır.
-  Bu adam tarihin tanıdığı “en kifayetsiz muhteris” liderdir.
İşte size bilmece...  Bu adamı tanıdınız mı? Düşünün... Kime benziyor?
Yukarıdaki satırlar arasında aşina birini görüyorsunuz ama kimi?
Evet, bu adam son günlerde adından çok bahsedilen Hitler’dir.
Ve birçok kişi bu adama benzeyebilir ama kesinlikle İnönü değil!
Yazının Devamını Oku

At binenin, köprü geçenin mi?

3 Mayıs 2010
“GARİPÇE” adını birkaç gün öncesine kadar bilen çok az kişi vardı. Şimdi bütün Türkiye tanıyor. 3’üncü boğaz köprüsünün Avrupa yakasındaki ayağı Garipçe’de olacak. Garipçe, İstanbul’da, Boğaziçi’nin Karadeniz’le birleştiği yere yakın küçük ve şirin bir sahil köyüdür. Sarıyer’e yaklaşık yedi-sekiz kilometre mesafededir.
Eşim Emel ve ben, hafta sonlarında Garipçe’ye gidip, sahildeki lokantalardan birinde sabah kahvaltısı yaparız.
Havanın iyi olduğu günlerde, denize iki metre mesafede, dalgaların sesi ile birlikte kuşların neşeli cıvıltılarını dinleyerek sabah kahvaltısı yapmak çok keyiflidir.
Garipçe’de öğle ve akşam yemeklerinde balık ziyafetinin de ayrı bir zevki vardır. Ancak köyde alkollü içki bulamazsınız. Lokantalarda bira bile satılmaz!
Garipçe Köyü, alkollü içki sevenlere göre bir yer değildir. Bazı lokanta sahiplerine sebebini sordum. “Belediyeden ruhsat alamıyoruz” dediler. Yaşadığımız dönemde buna fazla şaşırmamak gerekir. İstanbul’un birçok lokantasında alkollü içki servisi yok!
* * *
Garipçe bölgesi, çayırların ve ağaçların yeşili ile denizin mavisinin birleştiği cennet gibi bir yerdir. Şimdi o cennet, yok mu olacak?
Ulaştırma Bakanı “İstanbul’a yapılacak 3’üncü Boğaz Köprüsü Garipçe’den geçecek” diye açıklama yaparken içim “cızz” etti. Yüreğimin sızısı geçmeden Garipçe ’ye gidip, o temiz havayı bir kez daha teneffüs etmek, ağaçların yeşilini, kırları çayırları bir defa daha görmek istedim.
Bölge şantiye haline gelince, bu güzelliklere “Elveda” diyeceğiz.
* * *
Ben, köprü yapımı konusunda fazla tutucu değilim.
Yıllar geçiyor, çağlar değişiyor, ihtiyaçlar artıyor. Elbette ki, köprüler de yapılacak. Fakat bu yapımlar, doğayı yok ederek olmamalı! Çevreye fazla zarar vermeden, akıllıca, ustaca inşa edilmeli. Yol güzergâhında yapılaşmayı engelleyici ciddi önlemler alınmalı.
Aksi takdirde köprünün çevresinde ve yolların her iki yanında, kırda biten mantarlar gibi, binlerce kaçak inşaatın yapılması kaçınılmaz olur.
Bu da felaket demektir.
Garipçe Köyü’nde, yılların tahribatına dayanamayıp, harabe haline gelmiş binalar vardır. Bakım yapılmazsa bunlar mutlaka yıkılacaktır. Oranın insanlarına:
“Neden deniz manzaralı bu eski fakat muhteşem binaları kaderine terk ettiniz?” diye sordum. Acı acı gülerek, “Garipçe sit alanı ilan edildi. Çivi bile çaktırmıyorlar. Böyle, elimiz kolumuz bağlı duruyoruz” dediler.
Doğayı korumak için “Sit alanı” ilan edip bölgeye çivi bile çaktırmayan devlet, şimdi aynı yere 1275 metre boyunda devasa bir köprü çakıyor!
* * *
Anlaşılan o ki, İstanbul’un en güzel ormanları ve su havzaları yok olacak!
Düşünüyorum: AKP iktidarı, Arnavutköy beldesini ilçe yaparken, 150 kilometrelik köprü güzergâhında kimlere rant sağladı? Oradan bol miktarda arazi satın alanlar, köprü yollarının bu bölgeden geçeceğini biliyor muydu? Son iki yıl içinde Arnavutköy ve civarında kimler ne kadar arazi satın aldı, kimlere tatlı kârlar sağlandı?
Açıklanan güzergâh, İstanbul’un en kuzeyidir ve Boğaziçi’nin Karadeniz’e açıldığı bölgedir. Doğrusu, 3’üncü köprüye karşı olmadığım halde, şimdi “Altına hücum” gibi “Kuzeye hücum” başlamasından ve son ormanlık alanların da talan edilmesinden korkuyorum.
Yazının Devamını Oku

İstanbul’da İtalyan gecesi

2 Mayıs 2010
SAİT Halim Paşa Yalısı... Gece... Boğaziçi ışıl ışıl... Görkemli bir manzara... Saçları bembeyaz olmuş İtalyan şarkıcının sesi, yaşından umulmayacak bir gürlükte ve güzellikte çıkıyor: “Con te agni istante era felicita...”
Peppino Di Capri bu... Bir zamanlar dünya gençliğinin müzik ilahı olan Peppino, şimdi 71 yaşında... 1963’te tüm dünyada kendisini üne kavuşturan aşk şarkısı “Roberta”yı söylüyor.
Birkaç gün önce, Sait Halim Paşa Yalısı’nda Türkiye’deki İtalyan Ticaret Odası’nın 125’inci yılı kutlanıyordu.
1885 yılında Türk ve İtalyan işadamlarınca kurulan dernek, bu yılki kutlamalar için İtalya’dan Peppino Di Capri’yi getirtmişti.
Peppino’yu bugünün gençleri pek tanımaz ama o bir zamanlar dünyayı peşinden koşturan muhteşem bir sanatçıydı. Şimdi 71 yaşında, yine şarkı söylüyordu ama yıllar insanı öylesine yıpratıyordu ki, tahribat inanılmazdı! Buna rağmen yine de zevkle dinleniyordu:
“Con te agni istante era felicita...” Türkçesi: “Seninle yaşadığım her an mutluluktu...”
Peppino “Roberta” adındaki bu şarkıyı 1963 yılında 24 yaşında iken, deliler gibi sevdiği kadın için yazmıştı. Şarkı dünyayı kasıp kavururken onlar evlendi, ancak sonları tatlı olmadı.
Peppino “Ona bu şarkıyı yazdım ama o beni başka bir erkek için terk etti gitti. Fakat olsun. Yaşadıklarımız güzeldi ve geriye bu şarkı kaldı, sonsuza kadar yaşayacak” diyordu.
Hayat acımasız, bazı kadınlar da vefasızdı.
Peppino acılarını içine akıtırken “Melancolie” adlı şarkıyı yazdı:
“Melankoli, ne güzelsin,
Rüzgârdan, yağmurdan gel bana,
Söyle sevgilim, bitsin özlemin,
Hep sonbaharda, yağmurla dön bana...”
Sevdiği kadına böyle seslendi ama Roberta dönmedi ona...
* * *
İtalyan Ticaret Odası’nın 125’inci yılında tam 35 şarkı dinledik İtalyan sanatçıdan... Geceye, gazeteci arkadaşım ADV İletişim’in yönetmeni Olay Tan’ın daveti üzerine gitmiştim. İyi ki gitmişim. İtalya ile ilişkilerimiz hakkında yeni bilgiler edindim.
İtalya, Türkiye’nin dünyada en çok ticaret yaptığı 4’üncü, Avrupa’da Almanya’dan sonra ikinci ülke... Türkiye’de halen 782 İtalyan firması iş yapıyor.
İtalya Büyükelçisi Carlo Marsili, “Gerçek bir Türkiye dostu” dediği Peppino Di Capri ile birlikte aramızda olmaktan mutluluk duyduğunu, ülkesinin, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını desteklediğini söyledi. Sinyor Marsili’ye göre Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyeliği ile büyük gelişme kaydedecek.
* * *
Masamızda Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Herve Magro da vardı.
Bir ara eşim Emel “İtalya ile aramız çok iyi ama Fransa ile öyle değil” dedi.
Başkonsolos Herve Magro duydu bunu... Mösyö Magro, Türkiye’ye sempati duyan başarılı bir diplomat... Ailesi, Fransız Büyükelçiliği’nde görev yaptığı sırada Ankara’da doğmuş, ayrıca, daha sonraki dönemlerde Ankara’da 6 yıl görev yapmış. Bu nedenle Türkçeyi iyi biliyor. Bize cevap verme ihtiyacını hissederek:
“Son altı aydır Fransa ile Türkiye’nin arası düzeliyor. Cumhurbaşkanımız sayın Sarkozy, Türkiye hakkındaki söylemlerini yumuşattı” dedi, Fransa’da yaşayan Türklerin çalışkanlığından memnun olduklarını belirtti.
Bu arada Peppino Di Capri 26’ncı şarkısını söylüyordu:
“I’te vurria vasa” Türkçesi: “Seni öpmek istiyorum”.
Şaşırmadım. Zaten Avrupalılar hep bizi öpmek ister!
Yazının Devamını Oku

Kinle bir yere varılmaz!

29 Nisan 2010
HIRS, aklın önüne geçerse, felaket olur! <br><br>Akıl da tarla gibi ekilmeye ve bakılmaya muhtaçtır! Ermenistan yönetiminin aklının bakıma ihtiyacı var.
1915 olaylarının yıldönümündeki olaylar tahrik edicidir, hiçbir fayda sağlamayacağı gibi, zararlıdır. O gün, Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Türk bayraklarını yakıp kin kustular.
Bu taşkınlıkları yapmak hangi aklın ürünüdür? Bu davranışlar milliyetçiliği körüklemez mi?
Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal altında tutuyor, bu topraklardan sürülen 1 milyon Azeri’ye cehennem azapları yaşatıyor, sonra da “Siz bizi 1915’te kesmiştiniz” diye mazlum rolü oynayıp, Türkiye’ye nefret yağdırıyor. Bu şekilde bir barış sağlanması mümkün olabilir mi?
* * *
1915 büyük acıların yaşandığı bir yıldı. Türk, Ermeni tüm halkların kurban verdiği bu zaman dilimi, isyan, saldırı ve misilleme olaylarıyla geçti.
Ermeniler, Doğu Anadolu’yu işgal eden Rus ordusunun saflarında yer alarak Osmanlı askerini arkadan vurunca bu topraklar üzerinde “kendi sonlarını”  hazırladılar. Oysa asırlardır Osmanlı şemsiyesi altında rahatça yaşıyorlardı. Onlara “Millet-i sadıka” payesi bile vermişti.
Ermeni çeteleri binlerce Türk’ü öldürdü, cesetleri toplu halde gömdü ya da kuyulara doldurdu.
Osmanlı hükümeti, büyük acılara yol açan “tehcir” kararını bu nedenle almak zorunda kaldı.
Zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler, yollarda eşkıya çetelerinin baskınları, salgın hastalıklar ve açlık sonucu büyük kayıplar verdi.
Şimdi buna “soykırım” diyorlar ve 95 yıl sonra intikam peşinde koşuyorlar.
* * *
ABD Başkanı Obama , 1915 olayları için yaptığı konuşmada Ermenice “Meds yeghern” - “Büyük felaket” dedi, 1.5 milyon Ermeni’nin ölüme sürüklendiğini söyledi. (Geçmiş yıllarda 500 bin Ermeni deniliyordu, Orhan Pamuk bunu 1 milyona çıkartmıştı, Obama zam yapıp “1.5 milyon”  dedi. Seneye herhalde 2 milyon olur.)
Obama “soykırım” sözcüğünü telaffuz etmedi diye bizim aklıevvel siyasiler pek sevindiler. Oysa “Meds yeghern” Ermenilerin “soykırım” anlamında kullandığı çok ağır bir sözdür!
* * *
Dünyadaki Ermeni nüfusu 7 milyon civarındadır. Bunun yaklaşık yarısı Ermenistan’da yaşar.
Çoğu Batı ülkeleri olmak üzere, dünyaya dağılmış halde olan Ermeni nüfusuna “diaspora” denir. Türkiye ve İran’daki Ermeniler, kendilerini diasporadan saymazlar. Onlar, yaşadıkları ülkeye bağlıdırlar.
Diaspora Ermenilerinin, varlıklarını sürdürebilmeleri için bir ülküye, bir düşmana ihtiyaçları var. Onların birliklerini sağlayan bu düşman, Türklerdir.
Ermenistan bugün Türkiye’nin doğusuna “Batı Ermenistan” diyor, Türkiye’nin (Ağrı, Kars, Erzurum, Erzincan, Van gibi) doğu illerini alarak “Büyük Ermenistan”ı kurmak istiyor.
* * *
Şimdi Ermenistan, işgal ettiği Azerbaycan toprakları üzerinde hiçbir çözüme yanaşmayıp, 10 Ekim 2009’da Türkiye ile imzaladığı Zürih Protokolü’nü çöp kutusuna atmış bulunuyor.
Kinleri ve hırsları akıllarını bastırdığı için, acı, yokluk ve yoksulluk çekmeye devam etmek istiyorlar.
Erivan’da Türk bayrakları yakılıyor, kin ve nefret duyguları içinde milliyetçilik körükleniyor.
Sonuçta, bizimkilerin diğer açılımları gibi “Ermeni açılımı” da fiyasko ile bitiyor!
Yazının Devamını Oku

Günümüzün bir şövalyesi!

26 Nisan 2010
BİR devre damgasını vurdu.<br><br>Altın harflerle yazdırdı adını... Uğraştı, boğuştu, yolsuzlukları ortaya çıkardı, iftiraya uğradı, tehdit edildi, yılmadı.
Yanmaktan korkmadı, kendini ateşe attı.
Kaçakçıların hedefi oldu, hakkında “Vur emri” çıkarıldı ama bildiği doğrulardan şaşmadı.
Ülkenin kanını emen vurguncuların, hazineyi soyan hortumcuların, hayali ihracatçıların, gözü dönmüş kaçakçıların üzerine cesaretle gitti, bin bir çeşit yolsuzluğu ekranlara getirdi.
Uğur Dündar’dı bu...
* * *
Nedim Şener’in kaleme aldığı, Doğan Kitap’ın yayınladığı “Uğur Dündar-İŞTE HAYATIM” adlı kitap günümüzün, dürüst, gözü pek ve çok başarılı televizyoncu ve gazetecisinin hayatını anlatıyor.
Uğur Dündar’ın ortaya çıkardığı çok sayıdaki önemli olaylardan biri, 1981 yılındaki “Kadın olan erkeklerin dramı” idi.
Dündar ve ekibi, transseksüel olup olmadığını araştırmaya hiç gerek görmeden, ameliyat olmak isteyen herkesin cinsiyetini 150 bin lira karşılığında “sözde” değiştiren bir cerrah tespit etti. Profesör unvanlı cerraha telefon edildi:
“Hocam, cinsiyet değiştirmek istiyorum da...”
“Olabilir. Buyurun, buraya gelin, görüşelim.”
“Ama hocam, ben 1.85 boyunda, 93 kilo ağırlığında, sağlıklı bir erkeğim. Yakın zamana kadar halter yapıyordum. Yani çok adaleliyim ve vücudum kapkara kıllarla kaplı. Ama ruhen kendimi kadın hissediyorum. Bu durumda olan birini ameliyat eder misiniz hocam?”
“Yaparım... 150 bin liraya...”
“Yani 150 bin lirayı getirirsem beni hemen ameliyat eder misiniz?”
Profesör tereddütsüz “Tabii” der. Sonuçta Uğur Dündar, bir tıp skandalı olan toplumsal bir sorunu haber yapar. Ancak... Bu haberin TRT’de denetime takılma ihtimali büyüktür.
* * *
İşin bu aşamasında, rahmetle andığım arkadaşım Akgün Tekin ve ben devreye giriyoruz. O tarihte tirajı 1 milyon civarında olan ünlü Günaydın Gazetesi’ni yönetiyoruz. Ben Günaydın’ın Genel Yayın Yönetmeni, Akgün Tekin de Yazı İşleri Müdürü.
Kitabın 136’ncı sayfasında bu olay şöyle anlatılıyor:
“Uğur Dündar, denetim aşaması öncesinde bir B planı hazırlar. “Eğer TRT’de engellenirse, haber büyük bir gazetede yayınlanmalı ve toplum, gerçekleri yazılı basından öğrenmeli” diye düşünür.
Zorda kaldığı zamanlarda kendisine hep destek veren Günaydın Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan ve Yazı İşleri Müdürü Akgün Tekin’i arar. Gazete o tarihlerde yüksek bir tiraja sahiptir.
Saygı ve sevgiyle andığı merhum Akgün Tekin’e kaseti izletir. Tekin, gördüklerine inanamaz. Hemen Dündar’a kamuoyu desteği sağlayacak bir haber yayınlar. Biraz da bunun etkisiyle TRT, görüntüleri yayınlar ve yer yerinden oynar...”
* * *
Uğur Dündar’ ın anlattığı o skandal olayı dün gibi hatırlıyorum. Akgün Tekin, kaseti bana gösterdiği vakit, ben de gözlerime inanamamış ve haberi derhal yayınlatmıştım.
Uğur Dündar, hem çok başarılı bir TV programcısı, hem de çok başarılı bir gazetecidir.
Sevgili Uğur ’un hayatını anlatan 453 sayfalık “Uğur Dündar İŞTE HAYATIM” kitabı genç gazetecilere ders olacak nitelikte olaylarla dolu. Sahtekârların korkulu rüyası olan, her zaman gerçeğin ardından koşan gözü pek gazetecinin ilginç hayat hikâyesi ibretle okunuyor.
Yazının Devamını Oku