Rahmi Turan

Bize uymayan bir sistem!

25 Nisan 2010
BAŞBAKAN Erdoğan gündem yaratmakta hayli başarılı ama sonuç almakta hiç başarılı değil!  “Kürt açılımı” dedi, millete aylarca onu konuşturdu. Sonunda açılım yattı!
 “Ermeni açılımı” dedi, yine haftalarca konuşturdu ama sonuçta Ermeni açılımı da yattı.
“Kıbrıs açılımı”, “Alevi açılımı” hepsi sizlere ömür!
 Şimdi “Anayasa değişikliği” görüşülüyor. Referanduma kadar aylarca bunu tartışacağız.
Başbakan’ın ortaya atarak tartışmaya açtığı bir başka konu da “Başkanlık Sistemi”
Türkiye Başkanlık Sistemi’ne geçmeli mi, geçmemeli mi?
Aslında riskli bir sistem bu. Halen dünyanın 38 ülkesinde uygulanıyor. Sistemin, tam başarı ile uygulandığı tek ülke Amerika Birleşik Devletleri.
Başkanlık Sistemi’ni uygulayan ülkelerde, bir süre sonra “tek adam” yönetimi çıkıp sistemin diktatörlüğe dönüştüğü defalarca görülmüştür.
Bu yönetim şekli Türkiye’nin hiçbir sorununu çözmeyeceği gibi ülkeyi daha da karmaşık sorunlar yumağı haline dönüştürebilir.
Başkanlık Sistemi tartışmasını ortaya atan Başbakan Erdoğan’ı eleştirenler “Bunu kendisi için istiyor” diyorlar.
Bundan doğal ne olabilir? Şimdiki Çankaya sakini için isteyecek değil ya...
Erdoğan’ın gönlünde yatan Başkanlık olabilir ama bu sistemi Türkiye’ye kabul ettirebilme ihtimali yok denecek kadar azdır. Peki, Başkanlık Sistemi nedir? Nasıl işler?
* * *
Başkanlık Sistemi’nin tam başarıyla uygulandığı tek ülke Amerika’dır. Başkan, doğrudan halk tarafından seçilir. Kongre de Başkan gibi halk tarafından seçildiği için, Başkan ve Kongre, birbirlerine üstünlük taslayamazlar.
Tüm yürütme yetkisi Başkan’dadır. Kongre’nin yönetime karışma hakkı yoktur. Ne var ki, Başkan, yönetime karışmasına izin vermediği Kongre’nin denetimi altında çalışır.
Birbirlerine karışamayan ama denetleyen Başkan ile Kongre arasındaki hakemliği Anayasa Mahkemesi yapar.
Kongre iki yapılıdır: Temsilciler Meclisi ve Senato.
İkisi de yasama organı olan bu iki meclis, Başkan’ı denetler ve hesap sorar.
Bakanları, büyükelçileri, CIA ve FBI başkanlarını, Anayasa Mahkemesi üyelerini başkan seçer ama atamalar için Senato’nun onayı gerekir. Başkan, bütün gücüne rağmen Senato’nun kabul etmediği hiç kimseyi tayin edemez.
* * *
Amerika’da iki güçlü parti vardır: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler.
Senato 6 yıl, Temsilciler Meclisi 2 yıl için halk tarafından seçilir.
Adayları Başkan belirlemez. Her aday, kendi eyaletinde seçim mücadelesine girer, kendi gayretiyle seçilir. Bu nedenle, Senato ve Temsilciler Meclisi’ni oluşturan üyeler, Başkan’a karşı bağımsız hareket eder.
Anayasa Mahkemesi üyeleri herhangi bir makama memnun görünmeye çalışmaz, yasalara ve vicdanlarına göre hareket ederler. Çünkü yüksek mahkeme üyesi olduktan sonra ömür boyu o makamda kalırlar, emekliliklerine bile kendileri karar verirler.
Bu nedenle, hiçbir kurum Anayasa Mahkemesi’ni etkileyemez.
* * *
Böyle bir sistemi Türkiye’de kurabilir miyiz? Bu mümkün mü? Bence değil!
Başkanlık Sistemi’ne geçebilmemiz için bugünkü parlamenter sistemi bütünüyle değiştirmemiz gerekir. Bunun için daha çook uzun yıllara ihtiyacımız var. Ancak... Fransa’daki gibi bir “yarı başkanlık” sistemini tartışabiliriz sanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Kaçakçılar mutlu!

22 Nisan 2010
TÜRK insanı, dünyanın en ağır vergilerini ödüyor. Benzinde, sigarada, içkide, her şeyde...

Devlet, vergi üstüne vergi bindiriyor ama alınan sonuç iyi değil.

Gerçek fiyatla, zamlı fiyat arasındaki makas açıldıkça, kaçak artıyor!

Türkiye tam bir kaçak cenneti oldu!


Akaryakıt, sigara, içki, cep telefonu, et, çay, elektronik eşya, oyuncak... Piyasada her şeyin bol miktarda kaçağı var.


Yazının Devamını Oku

Halk, tutunacak dal arıyor!

19 Nisan 2010
GİTTİM, gördüm ve yazdım.

Çok kişi hâlâ tereddütle bakıyor, Türkiye Değişim Hareketi’ni başlatan Mustafa Sarıgül’ün meydanlarda büyük kalabalıklar topladığına inanmıyor.

Cumartesi günü, Türkiye’nin öbür ucundaki Bingöl ’deydim. Şu anda yazdıklarım, gördüklerimden azdır. Hepsini anlatmam mümkün değil, çünkü yerim yetmez.

Bingöl’deki Sarıgül mitinginde insanların yaşadığı coşku anlatılır gibi değil...


Ben, çok sayıda siyasi miting izledim. Şunu itiraf edeyim ki, henüz resmen kurulmamış bir partinin liderine böyle bir ilgi beklemiyordum.


Yazının Devamını Oku

Umudu hak etmek lazım!

18 Nisan 2010
İSTANBUL Sarıyer’de bir kahvehane... Orta yaşlı adamların oturduğu, yeşil çuhalı bir masa... “Okey” adı verilen taş oyununu oynuyor, bir yandan da konuşuyorlar:<br><br>“Benim hiç umudum yok!” “Neden umudun yok? Oyunu kazanmaktan mı?”
“Yok be... Ben, memleketin halinden bahsediyorum.”
Diğeri lafa karışıyor:
“Rıza haklı... Her yanı umutsuzluk sarmış... Nasıl umutlu olabilir insan? Bizim oğlan iki yıldır işsiz. Küçük çocuğuna bakacak parası yok. Ben yardım etmesem mahvolacaklar!”
Üçüncüsü kafasını sallayarak, “Memlekette olanlara baksana... İnsanda umut mu bırakıyorlar? Siyasiler bizim bu halimizi düşünecekleri yerde birbirlerini yiyorlar!” diyor.
Masadaki dördüncü kişinin sesi, diğerlerini bastırıyor:
“Boşuna konuşuyorsunuz! Sızlanıp dırlanmayın! Umutlu olabilmek için umudu hak etmek gerekir! Kahvede okey oynamakla umutlu olunmaz! Çalışmak, mücadele etmek gerek! Biz ise dedikodu yapmaktan, seçimden seçime koyun gibi gidip oy vermekten başka ne yapıyoruz? Uyanmamız, bu uyuşukluktan silkinip kurtulmamız lâzım!”
* * *
Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamları, ülkemizin içinde bulunduğu hazin hali, yaşanan perişanlığı, işsizliğin yarattığı mutsuzluğu gösteriyor. Türkiye’de tuzu kuru olanların oranı sadece yüzde 10. Yani, 72 milyon insanın 7 milyon 200 bini geçim sıkıntısı çekmiyor.
İnsanlarımızın yüzde 36’sı “zor”, yüzde 16.9’u “çok zor” geçiniyor. Kazancıyla ihtiyaçlarını “orta düzeyde” karşılayanların oranı ise yüzde 35.5.
Avrupa düzeyinde yaşayan yüzde 10 insanımız “çok rahat” geçiniyor. Lüks alışveriş merkezlerinde para harcayanlar, yurtdışı gezilere gidenler, lüks otomobillerle dolaşanlar bu yüzde 10’luk mutlu azınlığın içinde yer alıyor.
* * *
“Kahroluyorum! İşadamları bile çocuklarına iş arıyor. Beni en çok kahreden, bir işadamının benden çocuğu için iş istemesi oldu. Eğer bir işadamı çocuğu için iş istiyorsa, sorun var demektir. Her evde bir işsiz var. Yüzler gülmüyor. Yine de işsizliği yeterince tartışmıyoruz. Konuşmayınca, çözüm için fikirler oluşmaz. Türkiye’nin odaklanması gereken konu, 5.6 milyon işsize ve her yıl istihdama giren 700 bin kişiye nasıl iş bulacağı...”
Bu sözler, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na ait. Bir süre önce, Ekonomi Gazetecileri Derneği ve TOBB’un düzenlediği toplantıda konuşan Başkan’ın sözleri “Balyoz Operasyonu”nun gürültüleri arasında fazla duyulmadı. Ona göre:
? Ekonomi 2007 başı itibarıyla alarm vermeye başladı. Neden? Çünkü birbirimizle kavga etmeye başladık. İçimizdeki kavgalar, işin bereketini kaçırdı.
? İşsizlik, yapısal bir sorun haline dönüşüyor. Her evde bir işsiz var!
? Gazete yazarları da, işadamları da doğruları söylemeli, başarıyı, başarısızlığı buna göre değerlendirmeli. Başbakan siyasetçidir. O iyi olanları söyleyecek, muhalefet kötü olanları söyleyecek ama biz mukayesemizi doğru yapacağız. Çünkü biz siyasetçi değiliz!
* * *
Yazımızı bir fıkra ile bitirelim: İki memur konuşuyormuş. Biri sormuş:
“Başbakan kadar maaş alsaydın, ne yapardın?”
Diğeri “Boşver” demiş “O mühim değil... Asıl Başbakan benim kadar maaş alsaydı ne yapardı? Ben onu merak ediyorum!”
Yazının Devamını Oku

Hak arama böyle olmaz!

15 Nisan 2010
ÖNCE “Kürt açılımı” dediler, sonra bunu “Demokratik açılım”a çevirdiler, kaş yaparken göz çıkarıp ülke insanlarını ikiye böldüler.

Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e kuşku ile bakması için bundan daha iyi bir formül bulunamazdı! Yazık ettiler!

Şimdi, yumruk gerilimi yaşıyoruz... İsmail bir yumruk attı, ülkeyi hoplattı... Yaşanan olaylar, hiç hayra alamet değil!

¡   ¡   ¡

Yumruğu yiyen DTP’li Ahmet Türk “Herkesi aklıselime davet ediyorum. Umarım bu tür şeyler toplumda gerginlik yaratmaz” diyerek sağduyulu bir konuşma yaptı. Bu güzel... Ama Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in konuşması güzel değil:

“Hiçbir alçak ve şerefsiz, benim halkımın sağduyusu ile oynayamaz. Bu saldırı 7’den 70’e Kürt halkına yönelik bir saldırıdır. Kürt halkının onuru, gururu ve haysiyeti hedeflendi!” diye kışkırtıcı bir konuşma yaptı. Bunlar yanlış işler. Daha da vahim olaylara yol açabilir.

DTP’liler şiddeti meşrulaştırdıkça, dağdaki teröristlerin cinayetlerini bir “hak arama” olarak nitelendirdikçe ülkede daha vahim olaylar yaşanılır. Bugüne kadar Türk-Kürt binlerce gencimiz terör kurbanı oldu. Bundan sonra da binlerce genç aynı şekilde hayatlarını kaybedebilir. Kan ve gözyaşının durması için karşılıklı aklıselim gerekir!

¡   ¡   ¡

Yumrukçu İsmail “Her gün Karadeniz’e şehit cenazesi geliyor. Dayanamadım” diyor. Ülkede İsmail gibi düşünenlerin sayısı herhalde az değildir.

Yazının Devamını Oku

Hapisteki gazeteciler ve darbe!

12 Nisan 2010
HEM adalet, hem gazetecilik mesleği adına üzüldüğüm noktalar var.<br><br>Suçlu olup olmadıkları henüz kesinleşmeyen meslektaşlarımız uzun süredir hapiste...

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Ufuk Akkaya, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım  gibi...
Birçok tahliye oldu, onlar hâlâ tutuklu!

Davalar ağır ilerliyor. Karar aşamasına ne zaman gelinir, bilinmiyor.

İktidar yandaşı gazeteler ve onların insafsız kalemleri, tutukluluk halinin uzamasından adeta zevk duyuyor. Bazen tahliye kararı çıkınca neredeyse yas tutar hale geliyorlar!

Yazının Devamını Oku

Bizim kaşığın sapı kırık

11 Nisan 2010
DEVLET Planlama Teşkilatı eski müsteşarlarından CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici ile görüşmemizi bir süre önce anlatmıştım. O kadar doluydu ki, sözleri ağzından bir çağlayan gibi akıyordu. Hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değildi. İlhan Kesici’nin anlattıklarına bugün devam ediyorum...
* * *
 “Türkiye’yi bir korku devleti haline getirdiler, demiştim. Yalnız korku devleti değil ayrıca işsizler cehennemi haline getirdiler.
 Ülkemizde kayıtlı işsizlik 3.5 milyon insan. Demek ki bir yıl içinde 860 bin insan kayıtlı ekonomide işini kaybetti. Kayıtsız ekonomide de bir o kadar, hatta daha fazla kaybetmiştir. Etti yaklaşık 2 milyon...
Bu insanların aileleri var, eşleri var, kızları var, oğulları var.
İnsanın ömründe iki kıyamet var diyorum. Biri, insanın ölümüdür. Bu büyük kıyamettir. ‘Küçük kıyamet’ ise insanın sağlığındaki kıyamet, işi olan bir insanın işini kaybetmesidir.
Bir baba düşünün, oğluna, kızına çay parası veremiyor. Bu, sosyal dokunun tahribi demektir.
İşsizlik konusu, dünyanın en önemli meselesidir. Bütün dünya ekonomilerinin en önemli konusudur.
Türkiye ne yazık ki bu korkunç işsizliğin pençesinde kıvranan insanlarla ‘işsizler cehennemi’ olmuştur.”
* * *
“Ben şimdi ‘kötü bir tablo’ değil, sadece ‘bir tablo’ çiziyorum.
‘Dünya krizi geldi, ben ne yapayım arkadaş?’ denilemez. Başbakan gibi ‘Kriz teğet geçti’ hiç denilemez.
Dünyadaki büyüme hızı ne oldu 2009’da? Krizin en ağır döneminde dünya ekonomisi çöktüğü zaman büyüme hızı eksi 1.1 oldu. Yani dünya ortalama 1.1 küçüldü. Ekonomik depremin merkez üssü olan Amerika’da büyüme hızı eksi 2.7 oldu. Yani yüzde 2.7 küçüldü. Peki ‘Teğet geçti’ denilen Türkiye’de durum ne? Geçen hafta açıklandı, eksi 4.7... Çok kötü!
Azrail Amerika’da dolaşıyor ama ölüler Türkiye’den çıkıyor. Ekonomik anlamda söylüyorum bunu... Bu nasıl teğet geçme Allah aşkına?
 Yandaş medyaya, yandaş akademisyenlere bakıyorum, televizyonlara çıkıp öyle pembe tablolar çiziyorlar ki, şaşırıp kalıyorum. Şöyle iyi, böyle iyi, kriz bizi teğet geçti. Hatta biz dünyanın uçanıyız, kaçanıyız filan diyorlar!
 Bütün dünya bal olmuş, bir tek bizim kaşığın sapı kırık!
 Bu devletin 80 yılda dişinden tırnağından arttırarak yaptığı tesislerin hepsinin satılması hazindir.”
* * *
“Forbes Dergisi dünyadaki dolar milyarderlerini gösteren listeler yapar. 2002 yılı sonunda, Türkiye’de 6 dolar milyarderi vardı. Şimdi 6’dan 26’ya, 30’a çıktı diyorlar. Bu vahim bir durum. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin arttığını, gelir dağılımının darmadağın olduğunu gösterir bu... Hangi işi yaparsanız yapın, bu böyle çalışarak 7 sene içinde elde edilebilecek bir rakam değildir!
 Medeni dünya, gelir dağılımı düzgün olmayan ülkeleri ayıplar. Medeniyet, gelir dağılımının düzgün olduğu yerlerde vardır.
 Türkiye’nin 7 yılda, içeriye ve dışarıya ödediği rakamın toplamı 261 milyar dolardır. Yani 50-60 tane Atatürk Barajı kadar varlığı, faiz olarak dışarıya atmışız biz... Merkez Bankası’nın kasalarından her gün 110 milyon dolar faiz olarak uçmuş gitmiş! Hâlâ gidiyor.
Bu bizim iliğimizin, kemiğimizin emilmesidir. Çözüm nedir? Tek çözüm, ülke yönetiminin, bu işleri bilen, bu işlerden yüreği yanan ehil ellere geçmesidir.”
Yazının Devamını Oku

Demirel’den Sarıgül’e öğüt

8 Nisan 2010
SÜLEYMAN Demirel, Türkiye Değişim Hareketi’ni başlatan Mustafa Sarıgül’ü uzun yıllardan beri tanıyor. Diyalogları iyidir.

Sarıgül için Demirel’in görüşü, sözleri, önerileri çok değerli. Demirel gibi, Türk siyasetinin son 50 yılına damgasını vuran bir bilge kişiden her zaman bir şeyler öğrenmeye çalışıyor.

Son görüşmelerinde Demirel ona “Bak Sarıgül” dedi “Ne varsa halkta var. Sana tavsiyem, halkla kaynaş, halkla bütünleş. Bunun için halkı dolaş.”
Sarıgül “Dolaşıyorum efendim” dedi. Demirel sordu:

“Parti kurmak için Ankara’ya nasıl gideceksin?”

Yazının Devamını Oku