31 Mayıs 2010
BİR arkadaşım, göğsünde başlayıp sırtına vuran ağrılardan şikâyet ediyor, sol kolunun uyuştuğunu söylüyordu... Dinledim, dinledim... Birden onun sözünü keserek:
“Hemen en yakın hastaneye gitmelisin. Hiç vakit geçirmeden bir kardiyologa görünmen lazım. Senin kalbinde bir sorun var” dedim.
Arkadaşım biraz alaycı bir şekilde, acı acı gülümsedi:
“Şaka ediyorsun!”
“Çok ciddiyim” dedim ve her zaman cebimde taşıdığım koroner dilaltı kutusunu eline sıkıştırdım:
“Ağrıların artarsa bunlardan bir tane dilaltına koy, hızla kana karışır ve sana zaman kazandırır. Haydi, hiç durma!”
“Sen ne zaman doktor oldun?”
“Ben doktor değilim ama hani bir laf vardır: Damdan düşenin halini damdan düşen bilir, derler. Ben de bir vakitler bunları yaşadım. Damdan düşenin halini iyi bilirim.”
¡ ¡ ¡
...Ve o arkadaşım bu sayede hayatta kaldı. Doktorlar ona “Bize geldiğinde kalp krizi geçiriyordun. Biraz gecikseydin, kurtulman mucize olurdu” demişler.
Bu olayı neden yazdım? Yapılan araştırmalar, ülkemizdeki ölümlerin yarısının kalp ve damar hastalıkları nedeniyle meydana geldiğini gösteriyor. Her iki kişiden biri kalp-damar hastalıkları sebebiyle hayatını kaybediyor.
Dünyada her yıl gerçekleşen kalp ölümleri 18 milyonu buluyor.
Yanlış beslenme, hareketsizlik, sigara ve alkol kullanımı, kalp hastalıklarını tetikliyor.
¡ ¡ ¡
Ülkemizde kalp-damar hastalıklarıyla çok ciddi biçimde mücadele eden önemli sağlık kuruluşlarından biri Türk Kalp Vakfı’dır. Vakıf bu yıl, 35’inci yılını kutluyor.
1975 yılında Vakfın kurulmasına öncülük edenlerden biri de, bizden önceki kuşağın önemli gazetecilerinden olan ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı da yapan, rahmetli Nezih Demirkent idi. Bu nedenle biz gazeteciler Türk Kalp Vakfı’nı kendi vakfımız gibi görürüz. Vakfın Onursal Başkanı Av. Çetin Yıldırımakın, Basın Danışmanı meslektaşımız Erol Kaner, kalp uzmanı Prof. Dr. Ergün Demiralp de gazeteci dostudur.
Türk Kalp Vakfı her yıl “İyi Kalpli Ol” sloganıyla kalp haftaları düzenliyor, ilköğretim çağındaki çocuklarda kalp taramaları yapıyor. Son dönemde 800 çocuğumuz kontrolden geçirildi, kalplerinde sorun olduğu saptananlar derhal tedavi altına alındı.
“Erkek hastalığı” diye bilinen kalp rahatsızlıkları aslında kadınlarda daha çok görülüyor. Ülkemiz, kalp hastalıklarına bağlı kadın ölümlerinde Avrupa’da ilk sıralarda yer alıyor.
Ani kalp durması geçiren kişilerin yüzde 95’i hastaneye ulaştırılamadan hayatını kaybediyor. Genç-yaşlı, çok geniş kitlede görülebilen ani kalp durmalarında, ilk dakikalarda yapılacak etkili müdahale, yaşama şansını yüzde 90’lara çıkarıyor.
Müdahale edilmeme durumunda ise sağ kalma oranı her geçen dakikada yüzde 10 azalıyor.
Türkiye’deki kalp ölümleri yılda toplam 200 bini geçiyor.
¡ ¡ ¡
Bu yıl 35’inci hizmet yılını kutlayan Türk Kalp Vakfı’nın, İspanya’nın Barcelona kentinde yapılan 15’inci Dünya Kardiyoloji Kongresi’nde, kalp sağlığına ve kalp ölümlerini azaltmaya katkıda bulunması nedeniyle ayakta alkışlandığını ve ödül verildiğini belirtelim.
Kanuni Sultan Süleyman’ın dediği gibi:
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
30 Mayıs 2010
TÜRKİYE bir değişim yaşıyor. İnsanlarımız, üzerlerindeki ölü toprağını silkinip atma çabası içinde...
Kılıçdaroğlu ile bu hava birdenbire güçlendi, yılgın kitlelere umut doğdu.
Kılıçdaroğlu’nun yoksul kesimlere verdiği mesajlar hedefi tam 12’den vurduğunu gösteriyor. Devlet ve ülke aşkı, Atatürk devrimlerine bağlılık, laik cumhuriyet sevgisi tekrar yükselişe geçti. Uyanış biraz gecikse de, kesin olacak gibi...
Halkımız ortaçağ karanlıklarına dönmek istemiyor. Demokrasi ve hukuk düzeni ile birlikte, laik cumhuriyeti yıkmayı amaçlayan zihniyeti reddediyor.
Sakin bir güç olan Kılıçdaroğlu’na gösterilen destek, insanlarımızın yüreğinden kopup gelen bir isyanın dışavurumudur.
Mecali kalmamış, takatsiz CHP’de bir anda her şey değişmiş, tek kale oynayan iktidar, ansızın karşısında çetin bir ceviz bulmuştur.
¡ ¡ ¡
Türk yurdunda Türkler aşağılanmaya başlamıştı. Her türlü açılım-saçılımı düşünüyorlardı ama yoksul kitlelere insan gibi yaşama açılımını çok görüyorlardı.
“Tarihimizle yüzleşme” adı altında bölücülük teşvik görüyor, cumhuriyet ilkeleri sinsice yıkılmaya çalışılıyor, asker düşmanlığı insafsızca körükleniyordu.
Halkın güven duyduğu kurumların başında gelen ve Atatürk devrimleri ile Cumhuriyet’in güvencesi kabul edilen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne asimetrik saldırıların şiddeti o kadar arttırıldı ki, sonunda askerler de etkisiz hale getirildi.
¡ ¡ ¡
Bütün bunlar onlara yetmiyordu... Devletin tüm kurumlarıyla oynanmış, köşe başlarına en güvendikleri yandaşlar yerleştirilmiş, yargı da önemli ölçüde etki altına alınmıştı ama...
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay, önlerinde büyük bir engel olarak duruyordu. İstenilen düzenin kurulması için bunların ele geçirilmesi gerekiyordu.
Yüksek Yargı’nın görev bilinci, iktidarı çileden çıkarıyordu.
¡ ¡ ¡
Yaptıkları Anayasa değişikliği ile Yüksek Yargı’yı da esir almaya çalıştılar.
Şimdi ufukta referandum var... 12 Eylül 2010 günü halkımız yapılan değişikliklere “Evet” ya da “Hayır” diyecek.
Aslında çok kişi referandumla ilgilenmiyor bile...
Oysa hayati önemde bir halkoylaması olacak bu... Yargının bağımsızlığını kaybetmesi milletin başına örülen bir çoraptır ama bu durum insanlarımıza iyi anlatılabilecek mi?
İktidarın amacı, halka yararlı değişikliler yapmak değil, yüksek yargıyı ele geçirmek. Bunun için vatandaşı aptal yerine koyup, pakete elmaşekeri gibi göz boyayıcı maddeler serpiştirerek, hazırladıkları kazığı gizlemek istediler.
¡ ¡ ¡
Yolsuzluklara ne oldu? Hani üzerine gideceklerdi?
Tam tersine yolsuzlukların göklere yükseldiği bir dönem yaşadık.
Kılıçdaroğlu, iki AKP Genel Başkan Yardımcısı’nı, lafla değil, ortaya belgeler koyarak harcayıp bitirdi. Onun, siyasette parlamasını zaten bu olaylar sağladı.
İktidara yakın çevreler malı götürüp zengin olurlarken, ülkede işsizlik korkunç boyutlara ulaştı, yasadışı telefon dinlemeleri ile insan hakları ve hukuk çiğnendi, tutuklamalar bir tedbir değil, bir cezalandırma yöntemi halini aldı.
Bütün bunlara halkımızın “Yeter artık!” demeyeceğini mi sanıyorsunuz?
Referanduma 3 ay 12 gün, sandıktaki büyük hesaplaşmaya ise 13 ay kaldı.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
27 Mayıs 2010
EKONOMİSİ sallantıda bir ülke... 30 milyon yoksul... 10 milyon dolayında işsiz ve aç...
Yeteri kadar üretemeden borçla yaşayan, bu nedenle dünyanın en borçlu ülkeleri arasında beşinci olan savurgan bir ülke...
Bu olumsuz tabloları gözler önüne serdiğimiz vakit bize kızanlar oluyor. Peki ne yapalım? Yalan mı söyleyelim? Bir süre sonra ortaya çıkacağı kesin olan yalanın utancıyla mı yaşayalım?
* * *
Evet, ülkenin öncelikli sorunu işsizlik ve açlıktır.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
24 Mayıs 2010
KEMAL Kılıçdaroğlu, yanan, kavrulan umutsuz bir kitleyi, bahar yağmuru gibi rahatlattı.
Vatandaşların önemli bir bölümü, onda kendisini görüyor ve “Halkçı Kemal içimizden biri” diyor. Gösterilen büyük ilginin en önemli sebebi bu...
CHP’nin yelkenlerinin güçlü bir rüzgârla dolduğu görülüyor ama...
Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgârdan hayır gelmez! Bu gerçeği kavramak lazım!
CHP, ne yapacağını, nereye ulaşmak istediğini, bunun için hangi yolu izleyeceğini biliyor mu? Yoksa, rüzgârlı bir denizde dümensiz bir taka gibi sallanıp durmaya devam edecek mi?
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
23 Mayıs 2010
BAZI yıkılışlar, daha parlak kalkışların teşvikçisi oluyor. Kaset depremi Deniz Baykal’ı yıktı ama o enkazdan yeni bir ışık, yeni bir umut doğdu.
Daha iki hafta önce “Baykal gidecek, Kılıçdaroğlu gelecek” denilse kim inanırdı?
Herkes alaylı bir şekilde gülerdi buna...
Şimdi, heyecan ve coşku dolu kurultay sonucunda yüzler mutlulukla gülüyor.
¡ ¡ ¡
Politikada her şey o kadar hızlı değişiyor ki... Önceki dönemin liderleri nerede?
Mesut Yılmaz’ın liderliği bitti, Tansu Çiller silindi, Bülent Ecevit rahmetli oldu. Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu kayıplara karıştı. Doğu Perinçek, Ergenekon’dan tutuklandı. Muhsin Yazıcıoğlu helikopter kazasında hayatını kaybetti ve... Kaset tuzağı da Baykal’ı bitirdi!
Böylece Türkiye, son yıllarda 8 lider kaybetmiş oldu. Siyaset şimdi yeniden şekilleniyor.
¡ ¡ ¡
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı, belki de kötülükten doğan bir iyilik oldu. Türkiye’de yeni bir heyecan rüzgârı estirdi. Şimdi CHP yakaladığı bu tarihi fırsatı kaçırmamak, “Yemeyeceğim-yedirmeyeceğim” “Herkese iş, herkese aş” “Bu ülkede aç insan kalmayacak” diyen yeni lideriyle hedefe ulaşmak zorunda.
Tayyip Erdoğan’ın karşısında bu defa yenilip yutulmayacak bir “demir leblebi” var.
Başbakan onu küçümser, hafife alırsa hata eder!
Halkın, fiziksel olarak benzetip “Gandi” adını taktığı Kılıçdaroğlu’nun ismi bile CHP’nin oylarını yüzde 30’un üzerine zıplatmış görünüyor.
Mahatma Gandi (1869-1948) Hindistan halkının “Yüce ruh” adını verdiği, özgürlük ve bağımsızlık lideriydi. Şiddetten kaçınmak başlıca ilkesiydi. Pek az rastlanan bir karakter gücü ve ahlak yüceliği vardı. Halk ona “İçimizden biri” diye bakardı.
Bizim halk da Gandi’ye benzettiği Kılıçdaroğlu’nu “İşte bizden biri” diyerek bağrına bastı.
¡ ¡ ¡
Kılıçdaroğlu’na bakıyoruz. Sakin, inandırıcı, düzgün bir kişi... Aynı zamanda cesur... Zaten, cesareti olmayan bir kişinin başarısı da olamaz! Doğru yolda gidiyor. Kendi liderlik ateşini kendisinin yakması cesaretini gösteriyor.
Unutmamalı ki, sakin akan ırmaklar, sabırla kayaları deler, derin vadiler açar.
Demir, mıknatısa âşıktır, hep ona koşar. Zafer de sabra ve dürüstlüğe âşıktır, ona doğru koşar.
Kılıçdaroğlu’nun şu mesajı daha ilk günlerden kalplere ve beyinlere kazındı:
“Havuzlu villada oturmayacağım. Ben de, çocuklarım da zenginleşmeyecek. Mütevazı bir hayat sürdürmeye devam edeceğim. Bunun için halkıma söz veriyorum”.
Tayyip Bey “Gandi Kemal’i kolay yutulacak lokma” gibi görmesin, boğazında kalabilir.
Kılıçdaroğlu’nun önemli bir sözü daha var: “Çalmaya, çırpmaya, yolsuzluğa, işsizliğe, umutsuzluğa çözüm yaratan bir Türkiye anlayışı yaratmak istiyorum. Yolsuzluk tartışmalarını sürdüreceğim. Masaya Tayyip Bey’i de bekliyorum.”
¡ ¡ ¡
Türkiye’nin bugünkü karışık ortamında geniş halk kitleleri Kılıçdaroğlu’ndan çok şey bekliyor. O hedefini ortaya koydu:
Partisinin oylarını yüzde 40’a yükselterek tek başına iktidar olmak! Bunu başarabilir mi?
Eğer bir hedefiniz yoksa o hedefe nasıl varabilirsiniz?
Kılıçdaroğlu’nun önünde zor engeller var ama zoru başarmak önemli.
Yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz!
Siyasetteki yeni dönemin ülkemize hayırlı olacağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
20 Mayıs 2010
PAZARTESİ günkü yazımda, Hatay’ın bağımsız bir devlet iken, 1939 yılında yapılan bir halkoylaması sonucu Türkiye’ye katılmasından söz etmiştim.
Bugün, Hatay’ın iki çınarından bahsetmek istiyorum.
Çınarlardan biri, Samandağ İlçesi’nin Hıdırbey Köyü’ndeki “dev çınar ağacı”.
Ben bu büyüklükte ağaç, bir de Arjantin’de görmüştüm. Çapı 7.5 metre olan “Hıdırbey Çınarı”nın çevresini, kollarını iki yana açan 14 kişi sarabiliyor. Dalları ise
1000 metrekarelik geniş bir alanı kaplıyor. Bu büyüklükte bir ağaç, sanırım dünyada birkaç tanedir.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
17 Mayıs 2010
GÜZEL yurdumun hemen her yerini gezdim, gördüm... Gidemediğim birkaç yerden biri Hatay’dı.
Her zaman Hatay’a gitmek istedim ama yol gözümde büyüyordu.
Türk Hava Yolları şimdi, yurdun hemen her yanına ulaşıyor.
Bu hafta sonu eşim Emel ile birlikte (kişi başına gidiş-dönüş 276 Türk Lirası bilet ücreti ödeyerek) Hatay’a uçtuk. O uzun mesafeye göre bu ücret pahalı değil...
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Hatay bizim sınırlarımızda değildi, “Hatay Cumhuriyeti” adında bağımsız bir devlet vardı.
1939 yılında yapılan bir halk oylaması sonucu Hatay, Türkiye’ye iltihak etti. 71 yıldır bizim ilimiz. İnsanlarının büyük bir bölümü, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne gönülden bağlı.
Hatay’da eski dostlarla buluştuk. Kemal Baytaş Ankara’dan gelmişti. Kısa bir süre, son siyasi olayları konuştuk.
CHP’li olmayan, fakat uzun yıllardır Baykal’la iyi diyaloğu olan Kemal Baytaş, son dönemde onun çok iyi muhalefet yaptığını ve partisini yükselişe geçirdiğini belirterek:
“Ben Baykal’ın istifasından yana değildim. Mücadeleye devam etmeliydi. Ancak o böyle düşünmedi. Bir süre sonra partisinin başına dönerse şaşırmamak gerekir. Karanlık şer odakları Türkiye’nin iyiliğini istemiyor. Bu oyunu bozmak lazım” dedi.
Yanımızda bulunan Hataylı işadamı Latif Karaali bu düşüncede değildi:
“Baykal artık asla dönmemeli, CHP yeni bir yapılaşmaya gitmeli. Aksi olur da, Baykal koltuğa dönerse CHP’de sıkıntı büyür, hem kendisi, hem partisi kaybeder” görüşünü savundu. Baykal konusunda bir fikir birliği yok!
Hatay’da siyaseti çok seven ilginç bir işadamı ile de tanıştık: Ayhan Kara... Hatay’ın köklü ailelerinden birine mensup. 2006 ve 2007 yıllarında Rusya’da “Turizm Taşımacılığının Lideri” seçilmiş. Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı ülkelerde tanıtılmasına yaptığı katkılar nedeniyle Türk Turizm Bakanlığı tarafından özel plâketle ödüllendirilmiş... Ankara Gazi Üniversitesi ve Moskova Devlet Üniversitesi mezunu. 1970 doğumlu. 4 yabancı dil (İngilizce, Rusça, Arapça ve İspanyolca) biliyor.
“Birikimimi ülkem için kullanma zamanım geldi. Bir yıl sonra (Temmuz 2011’de) yapılacak genel seçimde bağımsız aday olacağım” diyor. Hatay’ın köklü ve güçlü ailelerinden birine mensup olan Ayhan Kara çalışmalarına şimdiden başlamış. Bağımsız milletvekili olmak zor ama o zoru başarmak istiyor.
Hatay’da en ilgimi çeken, Ermeni vatandaşlarımızın yaşadığı “Vakıflı Köyü” oldu. Böyle şirin bir köy, Türkiye’de herhalde çok azdır.
Tertemiz yollar, yemyeşil bahçeler, sevimli küçük evler ve güler yüzlü insanlar...
Her şey o kadar temiz ve güzel ki, anlatmakla bitmez.
150-200 kadar Ermeni vatandaşımızın yaşadığı “Vakıflı Köyü”nde bir de küçük, sevimli kilise var. Yardım olsun diye kilisenin kutusuna para atıp birer mum alarak yaktık.
Mum yakanlar birer dilek adarlarmış. Biz, ülkemizin iyiliğini diledik.
Benim bir dileğim daha oldu ama onu ileride, zamanı geldiğinde açıklarım.
Eşim Emel, Vakıflı Kilisesi’nin avlusundaki küçük satış yerinde alışveriş yaptı, toplam 50 lira ödedi. Satıcı Ermeni kızlar çok güzel Türkçeleriyle teşekkür ettiler.
Bir Müslüman’ın, bir Hıristiyan Kilisesi’nde mum yakıp adak adaması ne kadar geçerlidir bilemiyorum, ama Tanrı temiz kalplerin sesini her yerden duyar diye düşünüyorum.
Hatay’da anlatılacak çok şey var. Romalılar devrinden kalan “Kral Mezarları” gibi.
Bir başka yazıda inşallah...
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)
16 Mayıs 2010
ÜLKEMİZDE yaşanan üzücü olaylar nedeniyle “Mütareke Basını” sık sık gündeme geliyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ kısa bir süre önce zehir zemberek sözleriyle Mütareke Basını’nı millete bir kez daha hatırlattı.
Başbuğ’un, günümüzdeki bir kısım basının, Mütareke Basını’ndan da beter olduğunu söylemesi ve “Bugün maalesef basının bir bölümü, İstiklal Savaşı’ndaki ‘Mütareke Basını’nı aratacak seviyede... Bu hainliği lanetliyorum!” demesi kulaklardan silinmedi.
Nedir bu Mütareke Basını? Kimdir hain olarak tarihe geçenler?
¡ ¡ ¡
1918’de, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkmıştık. Mütareke (ateşkes anlaşması) imzalanmış ve yabancı güçler yurdun her yanını işgal etmişti.
İşgal altındaki İstanbul’da, basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere alkış tutuyor, onları yağlayıp ballıyordu.
Esareti kabul etmeyen Mustafa Kemal ve silah arkadaşları Anadolu’da mücadele ederken, İstanbul basınının önemli bir bölümü Milli Mücadele’ye karşı çıkıyor, asker ve subaylarımıza hakaretler yağdırarak yabancıları destekliyor, yalan ve dolanla halkı zehirlemeye çalışıyordu.
¡ ¡ ¡
Osmanlı Devleti’nde İçişleri Bakanlığı da yapmış olan gazeteci Ali Kemal, Mütareke Basını’nın en keskin kalemi idi. “Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen hayduda haddini bildirecektir” diye yazıyordu. (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah Gazetesi)
Ali Kemal’den sonraki en sert isim olan Refi Cevat “Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler bizi kurtaracak. ‘Kuvayı Milliye’ adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirilmiyor?” diyordu. (16 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)
Diğer yazarlar da şöyle haince yazılar döktürüyorlardı:
“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası idam olmalıdır!”
“Eşkıya başı Mustafa Kemal mutlaka asılmalıdır!”
“Çaresiz millet, bu yankesicilerin hilelerini hâlâ anlayamamıştır.”
“Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!”
“Milleti öldürerek, mahvederek, milletin hakkını savunacaksınız, öyle mi?”
“Ey yalancı ve anlı şanlı eşkıyalar! Rezil yağmacılar!”
“Hainler! Artık yetişir! Yakamızı bırakın! Cenabı Hakk’ın laneti üzerinizde olsun!”
Utanmadan böyle yazıyorlardı... Mütareke Basını işte budur!
¡ ¡ ¡
Düşmanla işbirliği yapan ve Mütareke Basını adı verilen İstanbul basınının bir bölümü, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını “kâfir” ilan etmiş, Padişah Vahidettin “ölüm fermanı” yayınlamış, Şeyhülislam da “İdamları vaciptir” fetvası vermişti.
Aydın sayılan gazetecilerin birçoğu, niçin işgalcilerle işbirliği yapıyordu? Ülkesini sevmek ve savunmak yerine neden sömürgecileri seviyor ve savunuyorlardı?
Bu, aslında hainlikten çok, yılgınlık, yüreksizlik ve korkaklıktı...
¡ ¡ ¡
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, günümüzün basınından bir bölümünü Mütareke Basını’na benzetmekte haklı mıdır? Buna okurların karar vermesi gerekir.
Ülkemiz bize atalarımızın armağanıdır. Onların geçmişteki fedakârlıkları sayesinde bu topraklarda yaşıyoruz. Evlatlarımıza da bu ülkeyi vatan olarak bırakmak istiyorsak, özgürlüğümüzü ve bağımsızlığımızı gözbebeğimiz gibi korumalıyız.
Yazının Devamını Oku ![](https://static.hurriyet.com.tr/static/images/hurriyet/fullarticle-arrow.png)