Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Depremden sizi kim koruyacak? Bir deprem uzmanı, güçlü biri, paranız? Hayır, sadece kendiniz!

22 Kasım 2004
Güvenli yaşam, her türlü tehlikenin getireceği zararlardan korunarak yaşamaya çalışmaktır. Bireylerin ve toplumların her türlü doğal, insan ve teknoloji kaynaklı tehlikeler karşısında hazırlıklı olabilmesi için de gerekli ve doğru olan bilgiyle donanmış olması şarttır. Bunun için yılın her günü oluşabilen deprem ve yangınlar; sonbahar ile birlikte kuvvetlenen rüzgarlar; kışın yağan kar; ilkbaharda sağanak yağışlar, yıldırım ve heyelanlar; yazın güneşlenme, sıcak hava dalgaları ve orman yangınları vb.’den korunmak hakkında neler biliyoruz? Diğer bir deyişle güvenli bir yaşama zihnen ve fiziken hazır mıyız?

‘Bir düşünün bakalım: Sizin oralarda deprem olmaz mı? Eviniz yıkılmaz mı? Sizi kim koruyacak? Bir deprem uzmanı mı? Güçlü biri? Paranız? Hayır. Sizi depremden koruyabilecek bir kişi var: Kendiniz. Depreme karşı bilinciniz ve aklınız...

Hazır mısınız? Eviniz dayanıklı mı? Yeri ve inşaatı kurallara uygun mu? Ev eşyanızı sarsıntı anında tehlike yaratmayacak şekilde yerleştirdiniz mi? Sigortanız var mı? O an, ne yapacağınızı biliyor musunuz? Sakin ve planlı davranarak hayat kurtarabileceğinizin farkında mısınız?

Depremin ardından profesyonel yardımın size ulaşması 72 saati bulabilir. Bu süre içinde kurtarıcı sizsiniz. Kendinize sorun. Deprem anında bir arada değilseniz ailenizle nasıl ve nerede buluşacaksınız? Yardım ulaşana kadar nerede barınacaksınız? Ne yiyip, ne içeceksiniz? Tuvalet ihtiyacınızı nerede nasıl gidereceksiniz? Özel bakıma muhtaç aile bireylerinin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaksınız? Düşünmeye şimdi başlayın. Depreme karşı aklınızı kullanın. Hazırlanın.’

GÜVENLİ YAŞAMI ÖĞRENİN

Evet, Acil Destek Vakfı, kısa bir filmde deprem için bunları soruyor. Aslında bütün bu sorular tüm afetler ve acil durumlar için de geçerli. 12 Kasım 1999 Cuma günü saat 18.57’de Bolu’nun Düzce ilçesinde 7.2 şiddetinde bir deprem meydana gelmişti. Beş yıl sonra basında bu konuyla ilgili yeterli hassasiyeti göremeyince doğanın bu gerçeğini hatırlatıp bir sorayım istedim. Afetlere hazır mısınız? Çünkü onları unutmak çözüm değil!

Bu konuda güvenilir, anlaşılır ve ulaşılabilir bir bilgi kaynağına mı ihtiyacınız var? O zor anlarda, ne yapacağınızı öğrenmeniz, sakin ve planlı davranarak hayat kurtarabilmeniz için size ‘Kızılay ile Güvenli Yaşamı Öğreniyorum’ adlı yeni basılan bir kitabı öneriyorum. Bu kitabı Kızılay’ın web sayfasından (www.kizilay.org.tr) ücretsiz olarak edinebilirsiniz. Yine kitapla ilgili görüş ve önerilerinizi egitim@kizilay.org.tr adresine yazabilirsiniz.

‘Her an her tür afete hazırlıklı olmak gerektiği’ düşüncesini rehber edinen Kızılay, bu amaçla Amerikan Kızılhaçı’nın desteği ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun işbirliğiyle, çocuklarda acil durumlara ve afetlere hazırlık bilincinin geliştirilmesi konusunda bir çalışma başlatıp ilk olarak 5. ve 6. sınıf düzeyindeki öğrencilere, onların öğretmen ve ailelerine yönelik olarak bu kitabı hazırlattı.

Bu kitap, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ‘güvenli yaşam’ için bilmesi gereken temel bilgileri ve davranış şekillerini içermesinin yanı sıra, afetler ve Kızılay’ın afet hizmetleri konusunda ülkemizde hazırlanmış en kapsamlı ve ilk eserdir. Bilimsel ve bütünleşik modern afet yönetimine uygun en yeni bilgi ve korunma yöntemlerini içeren bu kitap, yalnızca depremi değil, belli başlı afetlerin tümünü ele aldığı için çok kapsamlıdır. Kitapta konular, yılın her mevsimi ve belirli mevsimlerde daha sık görülen tehlikelerin oluşum zamanlarına göre sıralanmıştır. Bu kitap sadece çocuklara değil, okul idarecilerine ve halktan bu konuda bilgilenmek isteyen herkese yardımcı olabilir.

ÇOCUKLARI KORKUTMUYOR

Kitap, içeriğinin çocukların düzeyine uygun olması hedeflenirken, yaratılan etkinlikler ve oyunlarla da bilginin kolay edinimi sağlanılmaya çalıştığı için diğer kitaplardan farklıdır. Öyle ki, pek çok etkinlik günlük yaşamla iç içe olup, örnekler araştırmacılığı ve keşfi teşvik edecek ve ezbercilikten kaçınmalarını sağlayacak şekilde geliştirilmiştir. Yine kitabın çocukları korkutmayacak, üzmeyecek ve ürkütmeyecek bir yapıda olmasına; hazırlıklı olup, tedbir almanın önemine dikkat çekilerek gerekli bilgilerin verilmesine özen gösterilmiştir.

Kitabı yazan ve bu çalışmayı destekleyen seçkin bir ekip vardı. Ekiptekilerin kimi afetlerin, ABD ve Japonya’daki modern afet yönetiminin, kimi hedef kitlenin gelişimsel ve kişisel özelliklerinin ve eğitim programlarının uzmanlarıydı. Kızılay çalışma grubu, Kızılay’da çalışan ve afetlerde yardım operasyonlarında görev almış uzman ve genç bir kadroydu. Bu ekibe dahil olup çalışmaya katkıda bulunabilmekten büyük onur duydum.

Okumaktan zevk alacağınız ve çocuklarınızın oyunlar eşliğinde yaşamsal bilgileri kazanabileceği bu bilgileri, çevrenizdekilerle paylaşmanız da son derece önemlidir. Çünkü bu bilgiler bir gün sizin, ya da sevdiklerinizin yaşamını kurtarabilir.

Kitap ilk etapta 33 bin adet bastırılarak, sadece 40 il/ilçedeki belirli sayıdaki okulda, Kızılay şubeleri aracılığıyla geçtiğimiz Kızılay Haftası boyunca ücretsiz olarak dağıtılabilmiştir. Bu nedenle, daha fazla gecikmeden afetlere hazırlanmamıza yardımcı olacak olan bu kitabın daha fazla sayıda bastırılıp ülke çapında tüm çocuklara ulaştırılması gerekmekte. Diğer bir deyişle, kitabın basımı ve yaygın dağıtımı için sponsorlara ihtiyaç vardır. Unutmayın ancak hepimiz afetlere hazır olunca, afetlere hazır olmuş olacağız...
Yazının Devamını Oku

Türkiye’de Adli Meteoroloji’nin adı yok

8 Kasım 2004
Polis, ihbar üzerine tarihi bir binanın önünde nehre girip çıkmış olan define avcısını yakalamış. Söz konusu şahıs yakalandığında define aradığını ve hatta suya bile girdiğini inkar etmiş. Neden ıslak olduğu sorulduğunda ise sağanak yağmura tutulduğunu söylemiş. Tabii ki polis, İngiltere’de yaşanmış bu hikayede olduğu gibi, olay öncesinde havanın yağışsız olduğuna dair delilleri toplamak için bir uzmana başvurmak zorunda.

Örneğin, ABD’de bir davalı, olay sırasında başka bir şehirde olduğunu iddia etmiş. Suçu işledikten sonra yarım saat içerisinde nehir kenarındaki yere gidip gidemeyeceği araştırıldığında olay gecesi yolda sis olduğu belirlenmiş ve davalının iddiası doğrulanmıştır. Zaman zaman, savcının, avukatın, hakimin, sigorta eksperinin de böyle geçmişte yaşanmış hava şartlarıyla ilgili uzman görüşüne ve bilgiye ihtiyacı vardır. Bu bir trafik kazasıyla ilgili olabileceği gibi, yıldırım çarpması, fırtına, sel, don, dolu, uçak ve gemi kazaları, görüş ve aydınlatma, yaralanma, buzda düşme-kayma, hasarlar, kargo kayıpları, yangınlar, patlamalar, inşaatların gecikmesi, telefon ve enerji hatlarının kopması, ürün kayıpları, ses-silah-gürültünün duyulabilirliği gibi birçok olayla da ilgili olabilir.

UZMAN GÖRÜŞÜ ÖNEMLİ

ABD’de bu konuda birçok özel meteoroloji bürosu ve danışmanlık şirketi bulunmakta ve Amerikalı birçok meteorolog ‘adli meteorolog’ (forensic meteorologist) olarak uzmanlaşmaktadır. Adli meteoroloji uzmanı, hava koşullarının belirleyici faktör olduğu davalarda geçmişteki hava durumları hakkında uzman görüş bildiren kişidir. (http://forensics.accuweather.com/)

Adli meteoroloji çalışmalarına birkaç örnek şöyledir:

Colorado’da doğal gaz boru hattındaki patlama nedeniyle, toprak sıcaklığı ve nem profillerini belirlemek...

Venezüella’daki Maricibo Gölü’nde petrol arama gemisinin batma anındaki hava şartlarını belirlemek...

Colorado dağlarına çarparak düşen balon için kazadan önce uçuşunu gerçekleştirdiği rota boyuncaki hava şartlarını belirlemek...

Colorado ovasında meydana gelen otomobil kazası nedeniyle, kaza anında yol yüzeyinin buzlanma ve sis durumunu belirlemek...

Colorado-Florida boyunca milyonlarca dolarlık hasara neden olan dolu yağışının izlediği gerçek yolu belirlemek.. (Daha fazla örnek için bkz: http://www.ccc-weather.com/examples.html)

Amerikalı meteorologlar için zor olan şey, resmi gözlem noktaları ve zamanları arasında olan olaylar için meteorolojik değerlendirmeler yapmaktır. Kazalar çoğu zaman meteoroloji istasyonunun tam önünde ya da tam gözlem saatinde meydana gelmez. Bu nedenle geçmişe dönük hava şartlarının analizinde, meteoroloji radarı ve meteoroloji uydu görüntüleri ve yerel meteorolojik gözlemler vb. ile birlikte uzman görüşü çok önemlidir.

HER SİS UÇAK DÜŞÜRMEZ

Türkiye’de meteorologlar için en zor olan şey ise mevzuatta ve icraatta tamamen yok sayılmaktır. ‘Adli Meteoroloji’ terimi Türkiye’de hiç kullanılmazken, uzman meteorologların olayları yeniden kurmaya yardımcı olmada önemli bir rol oynayamadıkları da gerçektir. Halbuki, adli meteoroloji, meteorolojik bilgilerin adalet alanına uygulanmasıyla davaların çözümlenmesine yardımcı olan önemli bir bilim dalıdır.

Böylece Diyarbakır’da 8 Ocak 2003’te düşen THY’nin Konya uçağının, kaza kırım raporu geçtiğimiz ekim ayında meteoroloji bilim insanları tarafından herhangi bir inceleme yapılmadan yayınlandı. Ve beklediğim gibi dünyadaki en büyük günah keçisi olan doğal hava şartları bu raporda da unutulmadı. Kazadan hemen sonra birinci neden olarak ilan edilmişti, bu sefer raporda kaza için ‘ikinci neden olarak’ sıralandı. Sanırsınız ki her sis, buzlanma vb. uçak düşürür ya da bunlarla ilgili bilgiler doğru dürüst verilmektedir.

AYIP VE ERDEM

Konya uçağı düştükten sonra, ‘sisin içindeki kuvvetli rüzgarın uçağı düşürdüğü’ şeklinde de kamuoyuna komik açıklamalar yapılmıştı. O günler ben de çıkmış. medeni bir insanın bilgi sahibi olmadığı konularda fikir yürütmesinin bir ‘ayıp’; uzman olmadığımız konularda da ‘bilmiyorum’ diyebilmenin bir ‘erdem’ olduğunu söylemiştim. ‘Bu da eğitim hedeflerimizin arasında olmalı. Türkiye’de uçak kazalarının meteorolojik analizlerinin gerektiği şekilde yapıldığı ve meteorolojik açıdan ciddi bir bilimsel araştırmaya konu olduğu bilgimiz dahilinde değildir. Dünya standartlarına uygun bir şekilde Türk havacılığının yeniden yapılandırılması ve ülkemizde güçlü bir Sivil Havacılık Teşkilatı’nın kurulabilmesi için, Havacılık Meteorolojisi konusunda da gelişmiş ülkelerdeki seviyeye ulaşabilmemiz gerekir’ diyerek haddim olmadan düşüncelerimi açıklamıştım.

Şüphesiz ‘Meteoroloji Mühendisliği’ kendine özgün uzmanlık isteyen bir bilim dalıdır. Meteoroloji mühendislerinin başka bir konuda eğitim almış kişiler tarafından ikame edilmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Türkiye’deki Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü gibi havacılık kurum ve kuruluşlarında da artık emsallerine benzer şekilde havacılık ve adli meteoroloji konusunda uzmanlaşmış meteoroloji mühendisleri çalışabilmelidir.

Havacılık yetkililerimiz kaza kırım ekiplerinde adli meteorologların bulunması gereğinin hálá farkında bile değilken, Adli Tıp camiamız çoktandır ülkemizde ‘bir Adli Meteoroloji biriminin kurulması, davaların sağlıklı çözümlenebilmesi için büyük bir gerekliliktir’ demektedir. Ayrıntıları için, Dr. A. Balseven, Dr. Ç. Özdemir, Prof. Dr. İ. H. Hancı ve A. Tuğ’un, 2002 yılında İzmir Barosu Dergisi’nde yayınladıkları ‘Adli Meteoroloji’ adlı ilginç makalesine bakınız. (http://www.izmirbarosu.org.tr/dergi/2002_sayi02_07.htm)
Yazının Devamını Oku

Hadi yazı tura atalım, bu kış kara mı beyaz mı, ılık mı, yoksa soğuk mu geçecek

1 Kasım 2004
<B>B</B>u yıl bizi nasıl bir kışın beklediğine yönelik geçen ekim ayında gazetelerde yer alan tahminlerin ortak yönü ‘yüzde 50’ gibi bir oran vermeleriydi. Ülkemizdeki ‘tahmin’lerde şimdiye kadar olasılık değeri verilemediği için bu ‘yüzde 50’ olasılık şaşkınlık yarattı: Bu yüzdenin yazı tura atmaktan bir farkı var mıdır? Gerçekte, ‘kışın hava sıcaklıklarının yüzde 50 ihtimalle mevsim normallerinin üzerinde olması’ ne anlama gelir?

Havanın önümüzdeki gün, hafta, ay veya mevsimde nasıl olacağı her zaman en çok sorulan sorulardan biri olmuştur. Askeri harekatlar, vb.’nin başarısı için de doğru ve uzun vadeli hava öngörüleri gerekmiştir. Örneğin, çetin kış koşullarında Enver Paşa da ordularımıza Allahüekber Dağları’na yürüme emri vermişti. Enver Paşa’nın, kış koşullarını tahmin edememesi, askerlerimizin yetersiz giyim kuşamı gibi nedenler sonucu, binlerce askerimiz donarak şehit olmuştu... Kışın mevsimsel sıcaklıkların mevsim normallerine göre durumu bireyler, kurumlar ve sektörler, özellikle enerji, turizm ve tarım sektörü için, çok önemli.

AYVA VE SİNEKLERDEN YÜZDE 50’LİK TAHMİNE

Doğru tahmin yapma girişimlerinin en eskisi, MÖ. 300’de ‘İşaretler Kitabı’nı yazan Aristotle’nin öğrencisi Theophrastus’a aittir. 2000 yıl hava tahmininde etkili olan Theophrastus’un bu yapıtı, bulutların rengi, şekli ve sineklerin ısırma şiddeti gibi doğal işaretleri inceleyerek hava tahmini yapmanın yollarını anlatır. Kış tahmini için de ayvalara, hayvanlara, bunun gibi doğal işaretlere bakmak, günümüzde geçmişte kalmış antik yöntemlerdir.

Artık bilimsel yöntemler kullanılarak 90 günlük tahminler yapılabilmektedir. Modern tahminler, ‘kaynak, yer, zaman, miktar ve olasılık’ gibi nicel bilgiler içerir. Mevsimsel tahminlerde de önümüzdeki aylar ya da mevsimlerdeki hava sıcaklığı ve yağışın ay ay veya mevsim mevsim, normalinin üstünde veya altında olma olasılıkları belirtilir. Diğer bir deyişle, ‘önümüzdeki kış ülkenin şu bölümleri daha sıcak ve yağışlı ya da daha soğuk ve kuru olma olasılığı’ şeklinde ifade edilen uzun vadeli tahminler her ay yapılmaktadır.

Böylece kış mevsiminin yaklaştığı bugünlerde ‘ülkemizde, normallerin üzerinde soğuk bir kış yaşanacak mı?’ gibi uzun vadeli öngörüler gazetelerimizde yayımlanmaya başladı. Hürriyet Gazetesi’ndeki tahminin kaynağı Columbia Üniversitesi Uluslararası İklim Tahminleri Merkezi (IRI) idi. Milliyet’tekinin gerçek kaynağının Avrupa Orta Vadeli Hava Tahmini Merkezi (ECMWF) olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de henüz günlük hava tahminlerinde bile olasılık, miktar ve zaman gibi nicel değerler verilemediği için gazetelerimizde yer alan kış tahminlerindeki ‘yüzde 50’ olasılıklar halk arasında gülümsemelere yol açtı. ‘Hocam yazı tura mı atıyorsunuz?’ diye takılanlar bile oldu... Anlaşılan bu konuda da hem meteorolojinin, hem de halkın aydınlatılması gerekiyor.

Önce gazetemizde 19 Ekim’de, ‘Bu yıl karakış olmayacak’ başlıklı bir haber yer almıştı. Bu haberde, ‘Türkiye’de sıcaklıklar yüzde 50 ihtimalle mevsim normallerinin üzerinde olacak’ deniliyordu. Bu tahminle acaba ‘Türkiye’nin yüzde 50’sinde mi hava sıcaklığı mevsim normallerinin üzerinde olacak?’, yoksa ‘Türkiye’de tüm kış boyunca hava sıcaklığının mevsim normallerinin üzerinde olma olasılığı yüzde 50’ mi denmek isteniyor? Hiçbiri değil! Bu ifade, Türkiye’de tahmin yapılan alanın herhangi bir yerinde, kışın hava sıcaklığının mevsim normallerinin üzerinde olma olasılığının yüzde 50 olduğunu ifade etmektir. Diğer bir deyişle, Türkiye’de kış boyunca 90 günün 45 gününde hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde olması bekleniyor.

Daha sonra 21 Ekim’de Milliyet’te yer alan ‘Kış ‘ılıman’ geçecek’ başlıklı haberde ise ‘Devlet Meteoroloji İşleri (DMİ) Genel Müdürlüğü, kapıda bekleyen kış aylarının Türkiye genelinde ılıman ve yağışlı geçeceğini, sert ve şiddetli bir mevsim beklenmediğini açıkladı. Kasım, aralık ve ocak için ilk kez mevsimsel tahminde bulunan ve bu tahminin doğruluk oranını ‘yüzde 50’ olarak açıklayan DMİ Genel Müdürlüğü yetkilileri...’ deniliyordu.

AYNI BAŞARI, YAZI TURA ATARAK DA OLUR!

Dikkat ederseniz bu haberde ılık kış olasılığı değil, tahminin doğruluk oranı diye bir şey verilmiş. Gerçekten buradaki yüzde 50 tahminlerinin tutarlılık oranı ise işte bu yazı tura atmakla aynı şeydir! Bu tahminde bir başarı, bilim ve teknoloji kullanılarak üretilmiş herhangi bir katma değer yoktur. Yazı tura atarak da aynı başarı sağlanabilir. Meteorolojide yapılan tahminin bir değeri olabilmesi için, yetenek içermesi, yani en az yüzde 60 başarılı olması gerekir. Diğer bir deyişle ‘yüzde 50 başarılı bir tahmin’ olmaz. Sırf dostlar alışverişte görsün diye halkımıza böyle şeyleri ‘tahmin’ olarak sunamayız.

Ayrıca, DMİ ‘ilk kez mevsimsel tahminde’ de bulunmuyor. Örneğin, Meteoroloji Genel Müdürlüğü Hava Tahminleri Dairesi Başkanı Seyfullah Çelik, bu yıl kışın nasıl geçeceğine ilişkin olarak şu bilgileri veriyor: ‘Bu yılki beklenti, ülkemiz için şöyle bir durumu gösteriyor: Türkiye geneli için normalden birkaç derece sıcak ve daha az yağışlı bir hava görünüyor ama bu, kar ve yağmur yağmayacak anlamına gelmiyor. Uzun süreli tahminlerin tutarlık oranı zayıftır ama genel bir eğilim bu.’ (19/12/2002, Tempo Dergisi)

Unutmayın, mevsimlik tahminler ‘bakın işte biz de yaptık!’ gibilerinden yılda sadece bir kez ve böyle yapılmaz. Sadece bir tahmine göre tüm kış için değişmez kararlar alınıp planlar da uygulanamaz. Gelişmiş ülkelerde uzun vadeli tahminler her ay yenilenip halka duyurulur. Halk da bu tahminlere göre gerekirse planlarını değiştirebilir. Darısı başımıza!
Yazının Devamını Oku

Daha az yol katetmek trafikte delirmemek ve havayı daha az kirletmek için ne yapmalı

25 Ekim 2004
Sabahın köründe yine sıkışmış bir trafikte ilerlemeye mi çalışıyorsunuz? Bütün bu uğraşınız sadece işyerinize varmak için mi? İşinizi yapmak için ille de işyerinize gitmek zorunda mısınız? Otomobilinin içinde atın üstündeki jokey gibi oturanların hepsinin de gerçekten işlerini yapması için her gün gidip bir ofiste oturması mı gerekiyor? Yanıtlar ‘hayır’ ise o zaman ne diye her Allah’ın günü sabah akşam yollara dökülüp perişan oluyoruz?


Bildiğiniz gibi büyük şehirlerimizde özellikle de sabah ve akşam işe gidiş ve dönüş saatlerinde trafik sıkışıyor; hatta felç olup yürümüyor. Trafikteki durumu gösteren elektronik board’lardaki yazılar da hep aynı; ‘yoğun.’ Özellikle de okullar açıldıktan sonra ‘akıcı’ kelimesini göremez olduk. Otomobil sayısı her gün artarken dünyanın her yerinde büyük şehirlerin trafik problemi içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Tekerleği yeniden keşfetmemiz gerekmiyor; bu konuda da dünyada edinilen tecrübelerden yararlanmalıyız.

Şartlanmışız bir kere, her gün trafik meydan muhaberesi yapmadan rahat edemiyoruz. İşinizi nerede yaptığınızın bir önemi yoksa oturun evinizde; hem işinizi yapın, sinirlerinizi bozmayın, havayı kirletmeyin, hem de trafiği aksatmayın... Kişisel bilgisayarlar ve internetle de evden çalışmak artık çok kolaylaştı. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde insanlar evlerinde yapabileceği bir iş için artık her gün yollara dökülmüyor. Örneğin ABD’de ayda en az bir gün evden çalışanların sayısı 24.1 milyon. Wall Street Journal’da yeni çıkan bir makaleye göre orta ve yukarı seviye yöneticiler arasında da evden çalışma gittikçe yaygınlaşıyor.

DAHA AZ TIKALI YOL DAHA AZ EGZOZ

Dieringer Araştırma Grubu tarafından ABD genelinde yapılan bir araştırmaya göre geçen yıldan bu yıla tüm gün evde çalışanların sayısı 8.8 milyondan 12.4 milyona çıkmış; yani bir yılda yüzde 41’lik artış var. Evden çalışmanın en başarılı uygulandığı eyaletlerden biri olan Arizona’da, kamu çalışanlarının yüzde 16’sı, yani yaklaşık 3400 kişi evden çalışıyor. Pratik anlamda bu onların beş milyon kilometre daha az yol kat etmesi, 39 ton hava kirliliğinin oluşmaması ve 106,336 saati otomobilin içinde harcamamaları anlamına geliyor.

Bunun için ilk adım olarak hangi işlerde çalışanların evden çalışmaya uygun olduğunun belirlenmesi gerekiyor. Sonra bu tür işlerde çalışanların en az ayda bir günden en fazla haftada dört güne kadar evden çalışabilmesi programlanmalı. Evden çalışmanın yaygınlaştırılabilmesi için öncelikle özel sektörde işverenlerin ikna edilmesi ve kamuda kanun ve yönetmeliklerin yeniden düzenlemesi gerekiyor.

ABD’de 1989 yılından beri eyaletlerin desteğinde geliştirilen örnek projelerde evden çalışmanın birçok sektörde mümkün olduğu ve önemli yararlar sağladığı görülmüş. Örneğin Hawaii’de bu yöntem, Mililani Teknoloji Park, Hawaii Bankası, HMSA, IBM, Title Guaranty of Hawaii ve Inter-Island Hukuk Bürosu gibi birçok firma ve sektörde denendi. Sonuç olarak, evden çalışmanın çalışanlara, işverenlere ve topluma birçok faydası olduğu görüldü. (Evde eşleri ile kavga etmek gibi bir şeyden hiç bahsedilmiyor!)

Geçenlerde Hawaii’de yayınlanan Star-Bulletin adlı gazetenin Robert Kay tarafından yazılan başyazısında evden çalışmanın (telecommuting) trafiği hafifletmek için önemli bir yöntem olduğu konusunda belediye başkanı adayları uyarıldı. Star-Bulletin Gazetesi, belediye başkanlığına aday olanları trafik sıkışıklığına karşı, vergi muafiyeti vb şekillerde destekleyerek evden çalışmayı daha da geliştirmeye davet ediyor.

İşveren için evden çalışanların getirdiği avantajlar çok açık. Değerli elemanları elde tutar, yeni eleman bulma ve onları eğitme derdi olmaz, park yerinden tasarruf eder, işe almada daha fazla avantajlı olur, verimi artar ve büyümenin önündeki engeller kalkar. Çalışanlar için evde çalışmak, ofisteki dikkat dağıtıcı ve rahatsızlık verici şeylerden uzak kalmak, yol masraflarından tasarruf, daha iyi bir iş ve yaşam dengesi ve motivasyon anlamına geliyor. Daha geniş ölçekte ise evden çalışma daha az tıkalı yol, daha az egzoz kirliliği ve daha fazla rekabet gücü anlamına gelir. Genelde toplum için yararları; yollardaki sıkışıklık ve otomobillerden kaynaklanan kirleticiler azalır, ayrıca büyük ekonomik tasarruf sağlar...

İŞE GEÇ GELDİK, BARİ EVE ERKEN GİDELİM

Sabahları işyerinde kart basmak veya imza atmak ya da birilerinin gözüne gözükmek gibi şekilci yaklaşımlardan çok kimin neyi, hangi kalitede ürettiği daha önemli olmalı. Gözlemlerime göre, ‘Burada hiç durmuyorsun’, ‘Yüzünü gören cennetlik’ vb. şikayet ve kinayeleri yapanlar genellikle işyerinde sadece nöbet tutan, ama yeterince bir şeyler üretemeyenlerdir. Bunun yanı sıra, rahmetli Prof. Dr. Enis Kadıoğlu hocamız gibi, ‘Oğlum burası kahve mi, ne diye her gün fakülteye geliyorsun?’ diyen; şekilciliği ve kendini aşmış gerçek bilim insanı ve yöneticileri ise unutmak bile mümkün değildir...

Rahmetli Enis Hoca’yı, yağmur veya kar fırtınası olan bir günde sabahın köründe yollara dökülüp dişimizi canımıza takarak işyerimize geç bir saatte ulaştıktan sonra hava düzelince tatil ilan edilip eve erken döndüğümüz günlerde de hatırlarım. Rahmetli işe geç geldiği günlerde ‘İşe geç geldik, bari eve erken gidelim’ dermiş. Umarım bir gün çalışanların mesaisini hava tahminlerine göre ‘işe zamanında gel, eve erken dön’ veya ‘işe geç gel, eve zamanında dön’ şeklinde de düzenlemeye başlarız.

Evden çalışmak ve hava tahminlerine göre mesai saatlerini ayarlamak, kalabalık şehirlerdeki trafik sıkışıklığına tek başına bir çare değildir, fakat kesinlikle çözümün bir parçasıdır. Bir düşünün bakalım, ille de her gün iş yerinize gitmeniz gerekiyor mu?
Yazının Devamını Oku

Fırtına, kasırga tayfun, hortum nedir benim başımda neden saç kalmadı

18 Ekim 2004
<B>A</B>lmanya’da yağan yağmura ‘regen’, İngiltere’dekine ‘rain’ mi diyoruz? Hayır! Çünkü hepsi aynı şeyler. Benzer şekilde ABD’de tropikal siklonlara ‘hurricane’, Kuzey Pasifik Okyanusu’nun batısında ‘typhoon’, Hint Okyanusu’nda ‘cyclon’ ve Avustralya’da ‘Willy-Willies’ deniyor ama onlar da aynı şeyler olmasına rağmen neden biz onlara ‘kasırga’ ve ‘tayfun’ gibi farklı farklı isimler veriyoruz? Sonra onları da birbirine karıştırıyoruz! Ülkemizdeki tayfunlarla ilgili haberlerde ve genelde meteoroloji konusunda beni çıldırtacak kadar büyük bir kavram kargaşası yaşanıyor. Bunun için fırtına, kasırga, tayfun ve hortum üzerinde biraz durmak istiyorum. Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlüğü’ne (http://www.tdk.org.tr/) göre bu kelimelerin tanımını verip görüşümü söyleyeceğim. Sonra da haberlerden ilginç örnekler vermek istiyorum.


TDK’ya göre fırtına, ‘Yağmur ve kasırga getiren çok güçlü rüzgár. Coğrafya: Saatteki hızı 70 mil olan rüzgár’dır. TDK’ya göre fırtına neden (meteoroloji veya atmosfer bilimi değil de!) bir coğrafya terimidir ve kilometre yerine hız neden mil ile açıklanır?

Evrensel olarak meteoroloji biliminde fırtına, şiddetli rüzgarlarla birlikte yeryüzünde çeşitli zararlara neden olan yağmur, kar, dolu ve benzeri meteorolojik durumları belirten genel bir terimdir. Bunun için fırtınaların, yağmur fırtınası, rüzgar fırtınası, kar fırtınası, dolu fırtınası, toz fırtınası, kum fırtınası ve benzeri gibi çeşitli adları vardır. Rüzgár olmadan fırtına olmaz. Belki de sırf bu nedenle günlük dilde yalnızca ‘fırtına’ der ve bundan da rüzgar fırtınalarını anlarız... Rüzgar fırtınaları yapıları gereği ‘bir yönde düz esen’ ve ‘kendi ekseni etrafında dönen’ rüzgar fırtınaları gibi ikiye ayrılırlar.

TDK’ya göre hortum, ‘Hava veya suyun hızla dönüp sütun biçiminde yükselmesiyle oluşan, alanı dar bir siklon çeşidi, burgaç, girdap’tır. Fakat buradaki hortumun yerden yükselmeyle oluştuğu savı doğru değildir!

Hortumlar, küçük, güçlü alçak basınç alanlarında hızlı bir şekilde kendi etrafında dönen rüzgárlardır. Hortumların oluşumu, her zaman huni şeklini almış bir bulutla başlar. Bu ‘huni bulut’, bir filin hortumuna benzer. Şiddetli gök gürültüleriyle birlikte, dönerek ilerleyen huni bulut ancak yerle temas ettikten sonra, hortum olarak adlandırılır. Bu nedenle hortumun tanımı, ‘Buluttan aşağı uzanan, kendi ekseni etrafında şiddetlice dönerek yere değen hava sütunu’ gibi tanımlanması gerekir. Kendi ekseni etrafında dönen rüzgar fırtınalarından ülkemizde tek görüleni ise hortumdur.

NEYE KASIRGA DEMELİYİZ

TDK’ya göre tayfun, ‘Çin Denizi’nde ve Hint Denizi’nde görülen güçlü tropikal siklon’dur. Peki başka yerlerde görülen güçlü tropikal siklonlara ne diyeceğiz? Tayfunlar, kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru dönen dünyanın bu dönüş yönüne zıt, tropikal enlemlerdeki okyanusların sıcak suları üzerinde doğudan batıya doğru hareket eden dev fırtınalardır. Çok büyük bir alanı kaplayan ve bir mevlevinin etekleri gibi kendi etrafında dönen bulut kümesinin ortasında da bu fırtınaların bir tane gözleri vardır.

TDK’ya göre kasırga, ‘Hızı saatte 120 kilometreyi aşan çok güçlü fırtına’dır. Anlaşılan TDK, rüzgarın ‘bir yönde doğrusal mı esiyor, yoksa kendi ekseni etrafında mı dönüyor’ ayrımına girmiyor. Tropiklerdeki kendi ekseni etrafında dönen maksimum rüzgarlar, hızları 60110 km/saatlik bir hıza ulaştığında ‘tropikal fırtına’; 110 km/saati aştığında da ‘tropikal siklon’ olarak adlandırılır, kasırga olarak değil. Ben Japonlar gibi tüm tropikal siklonlara Türkçe’de ‘tayfun’ veya ‘orkan’ denmesinin daha doğru olacağına inanıyorum.

Bir habere göre, ‘Kayseri’de fırtına değil kasırga: Kayseri’de hızı zaman zaman saatte 120 kilometreye ulaşan fırtına, devrilen ağaçlar ve binalardan kopan parçalar, bazı otomobillerin camlarını kırdı. Yahyalı İlçesi’nde iki, Mimarsinan Beldesi’nde de bir minare yıkıldı.’ (25/12/2001) Görüldüğü gibi tropiklerde değiliz ama ülkemizde de kasırga oluyor! Bence orta enlemlerde düz esen ve Bofor Rüzgar Sıkalası’na göre 118 km/saat veya daha fazla esen rüzgarlara ‘harikeyn’ veya ‘orkan’ yerine ‘kasırga’ demeliyiz...

TAYFUNU İNGİLTERE’YE GÖTÜRMÜŞLER!

Bazı sözlükler tropikal siklonları Türkçe’ye ‘kasırga’ olarak çeviriyor. Aynı sözlükler, ‘Twister’ filmindeki hortuma da ‘kasırga’ diyor. Örneğin, ‘Kıbrıs’ta kasırga: Limasol kentini dün aniden vuran şiddetli kasırga, arabalar ile ağaçları devirdi, camları kırdı ve çatılardaki su depolarını yerlerinden söktü.’ (28 Ocak 2003) Kıbrıs’ta, hem de kışın bir tropikal siklon oluşamayacağına göre bu haberdeki kasırga değil, hortum olmalı!

Şimdi aşağıdaki paragrafa bakın:

‘Kasırga Alarmı: Amerika’nın Florida eyaletini vuran son 14 yılın en güçlü kasırgası Charley, şimdi de İngiltere’yi vurmaya hazırlanıyor. İngiltere’yi zor günler bekliyor. Yetkililer, kasırga tehlikesinin giderek yaklaştığını belirtirken, gerekli tedbirlerin bir an önce alınması için uyarıda bulundu.’ (18/08/2004)

Burada hem tayfuna kasırga deniliyor, hem de tayfunu alıp İngiltere’ye götürmüşler! Saçımı başımı yola yola saç kalmadı... Allah’tan ekim ayının sonunda tayfun mevsimi resmen bitiyor.

Görüldüğü gibi teknik terimlere Türkçe karşılık bulunurken veya teknik metinler dilimize çevrilirken konuyla yakından ilgisi olmayanlar tarafından yapılan tercümeler çok hatalı olabiliyor. Atatürk’ün ‘Bilim tercüme ile değil, tetkik ile olur’ sözü gerçekleşmeden Türkçe’nin teknik bir dil olması mümkün değil...

Lütfen herkes kendi işini yapsın!
Yazının Devamını Oku

Altın saatlerde depremden korunmak için altın kurallar

11 Ekim 2004
29 Eylül-1 Ekim 2004 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Deprem Şûrası’nda üye olarak görev yapmaktan onur duydum. Kurumsal Yapılanma Komisyonu’nun bir üyesi ve raportörü olarak Ankara’daki çalışmalara da aktif olarak katıldım. Bu şûrayı büyük titizlikle düzenleyip yine büyük bir sabır ve hoşgörüyle tamamladıkları için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nı tebrik ederim. Şûranın birinci günü Marmara’da olan deprem, Bakanlığımızın ne kadar doğru ve isabetli bir iş yaptığına da işaret ediyordu... Bu sayfada, depremden korunabilmek için altın saatlerde (ilk 72 saat) dikkat edilmesi gerekenleri okuyacaksınız.

Zaman darlığından şurada birey ve halk eğitimi yeterince işlenemedi. Halbuki Amerika ve Japonya’da yıllardır aldığım afet yönetimi eğitimlerinden öğrendiklerime göre afetlerden korunmada bireysel güvenlik ve halkın hazırlığı her şeyin başında geliyor. Diğer bir deyişle ‘Türkiye’de herkes afetlere hazır olunca, Türkiye afetlere hazır olacaktır.’ Bu ilkeye uygun olarak herkesi afetlere hazırlamalıyız. Afetlere hazırlıkta para ve mevzuata takılıp kalmadan da yapılacak birçok şey var. Afetlere hazırlığı anlatmak da yetmez mutlaka bireylerde gerekli davranış değişikliği sağlamalı ve halkı harekete geçirmeliyiz.

Toplumların depremden korunabilmesi ve altın saatlerde (ilk 72 saat) dikkat edilmesi gerekenleri beş maddeyle özetleyebiliriz. Bir deprem anında her şeyden önemlisi, (sadece zeminin değil) içinde oturduğumuz ve çalıştığımız binaların sağlam olmasıdır.

Diğer bir deyişle, artık depremlerde binalarımız ağır hasar görmemeli. Binalarımızın yassı kadayıf olması ise kabul edilemez bir ilkelliktir! ‘Deprem öldürmez, binalar öldürür’ sloganı bu nedenle kafalara iyice sokulmalı. Marmara Depremi’nde de bir kişi hariç ölenlerin tamamını binalar veya eşyalar öldürmüştür. Alacağımız veya kiralayacağımız evin süsünden daha çok, artık kurallara uygun inşa edilip edilmediğine dikkat etmeliyiz. Binalarımız mutlaka zemine uygun bir şekilde inşa edilmeli. Sağlam bir zemine inşa edilen çürük binalardan da kaçınmalıyız...

DEPREM ANINDA ÇÖK-KAPAN-TUTUN

Deprem anında (yani 0. saniyede) ikinci önemli olan şey, etrafımızda bulunan eşyaların ve tepemizdeki tavandan lamba gibi şeylerin üzerimize düşüp veya devrilip bize zarar vermemesidir. Tepesinde 50 kilogramlık bir avize sallananların gidip ‘komando’ eğitimi alması kadar saçma bir şey olamaz. Modern afet yönetiminde en önemli olan şey risk yönetimidir. Diğer bir deyişle, afet anında risk oluşturabilecek, bize zarar verebilecek şeyleri mümkün olduğunca ortadan kaldırmalıyız. Dolapların, rafların, tüplerin, TV, bilgisayar vb. eşyaların mutlaka sabitlenmesi gerekmektedir. Örneğin, mutfak tezgahının üstündeki mutfak dolaplarının bir sarsıntıda açılması durumunda, başımıza düşebilecek olan tencere gibi ağır eşyalar öldürücü olabilir. Bunun için bu kapakların açılmasını önleyen ve çok ucuz bir kilitle bu riskleri de hemen ortadan kaldırmalıyız...

Binamız sağlam ve eşyalarımız güvenli olduğu bir durumda, depremden korunmak için bilmemiz gereken üçüncü şey deprem anında (örneğin, ilk 30 saniyede) nasıl davranacağımızdır. Deprem anında yukarıdan dökülen sıvayla birlikte, kırılan camların bizi yaralamasını önlememiz için hedef küçültmeliyiz. Hedef küçültmek için de yapılması gereken temel hareket çök-kapan-tutun olarak özetlenebilir. Deprem anında ayaktaysak, sırtımız pencereye dönük bir şekilde hemen çöküp sağlam bir masa veya sıranın altına ya da yanına kapanmalıyız. Sarsıntıyla hareket edebilecek olan masa veya sırayla birlikte hareket edebilmek için bir elimizle masanın ayağına tutunmalı. Etrafta uçuşan cam vb. maddelerden yüzümüzü ve gözlerimizi koruyabilmek için de masaya tutunduğumuz kolumuzun üzerine yüzümüzü kapatıp depremin durmasını beklemeliyiz.

Depremden, binamız az hasarlı, eşyalarımız üstümüze devrilmemiş, sağa-sola savrulmamış ve paniğe kapılıp merdivenlere ya da balkona koşuşturmadan çök-kapan-tutun hareketiyle kendimizi güvene almış bir şekilde çıktığımızda hemen (örneğin ilk üç dakika içinde) kendimizi ve etrafımızdakileri kontrol etmeliyiz. Unutmayın bir şehri etkilemiş bir depremde binlerce yaralı insan, irili ufaklı yangın, su baskınları vb. problemler olacaktır. Bu kadar çok sayıdaki yaralıya ve yangına anında hiçbir sağlık kurumu ve itfaiye yetişemez. Bu nedenle, herkes küçük kanamaları durdurmak, solunum yollarını açmak, yaralı taşımak gibi temel ilkyardım bilgileriyle donanmalıdır. Ayrıca herkesin küçük yangınlara güvenli bir şekilde müdahale edebilecek donanımı ve bilgisi de olmalıdır.

KİMSE NEREDE BU DEVLET, DEMESİN

Beşinci madde olarak, insanların ilk 30 dakika içinde komşularının yardımına gideceğini unutmamalıyız. Enkaz altında kalanların çıkartılması, etraftaki yangınların söndürülmesi, gaz kaçakları ve su sızıntılarının kesilmesi, yaralılara ilk tıbbi yardım, psikolojik ilkyardım gibi acil müdahaleler yapılacaktır. Bunların doğru bir şekilde yapılabilmesi için de her bireyin, her ailenin, her apartmanın, her kurumun, her sokağın, her mahallenin, her köy veya ilçenin kendi kendine yeterli olacak şekilde önceden hazırlanmış olması şarttır.

San Francisco depreminden sonra Amerikalılar’ın öncelikle yaptığı şey, kısaca CERT diye adlandırdıkları ‘Toplum Afet Müdahale Ekipleri’ni oluşturmaktı. Bugün CERT eğitimi, terör gibi insan kaynaklı afet için de ABD geneline yaygınlaştırılmakta. Japonya’da afetlerle mücadele için gerekli örgütlenmeyi yerine getiren yerleşim birimlerine ekipmanı ve eğitimi belediye vermektedir. Benzer şekilde halkımızın organize olarak afetlere hazırlanmasını teşvik etmeliyiz. Yoksa depremin ilk saniyesinden itibaren afetzede olanlar her şeyi devletten bekleyecek ve normal olarak ‘nerede bu devlet’ diye bağıracaklardır...
Yazının Devamını Oku

Yatağan Termik Santralı’nın iki ünitesi zehir saçamadan devre dışı bırakıldı

4 Ekim 2004
Bu başlık doğru değil, çünkü onu ben uydurdum! O ancak gelişmiş ülkelerdeki meteorolojik hizmet anlayışı ve risk yönetimi ülkemize yerleşince doğru olacak. Şimdilik, son olarak geçen hafta olduğu gibi, ‘Termik santral yine zehir saçtı; hava kirliliği tehlikeli boyutlara ulaştı. Yatağan termik santralının iki ünitesi devre dışı bırakıldı’ şeklindeki başlıklarla idare etmek zorundayız.

Eylül 2004’teki haberlere göre, termik santralların külleri hem hava sahamızda uçuşuyor, hem de kıta sahanlığımızda yüzüyor. Önceleri zehriyle sulara gömülen MV Ulla adlı gemiyle Yatağan Termik Santralı’ndan saçıldığı söylenen zehir arasında bir ilişki kuramamıştım. Meğerse İskenderun Körfezi’nde bekletilen ve yer yer çürüyen Saint Vincent bandıralı MV Ulla adlı geminin batan 2200 ton yükü de termik santral baca kurumlarının oluşturduğu toksik atıkmış. Yatağan, hava kirliliğinden kurtulamıyor. Bu kez de santralda kalitesiz kömür kullanılmasından dolayı ‘ilçenin üzerine kül yağdı’ başlığıyla 14 Eylül 2004 tarihinde çıkan haberlere kadar ‘İspanyollar bu külleri gemilere yükleyip sağa sola göndererek def ederken biz ne yapıyoruz?’ diye düşünüp duruyordum.

Son haberlere göre, ‘Muğla’nın Yatağan ilçesindeki termik santralın baca gazı arıtma tesisi uzun zamandır çalıştırılmayınca, ilçedeki hava kirliliği arttı. Gün boyunca yapılan ölçümlerde, kükürt dioksit oranının yüksek seviyelere çıkarak 700 mikrogram/metreküpe ulaştı. Kükürt dioksit oranı tehlikeli seviyeye ulaşması üzerine harekete geçen yetkililer santralın ünitelerinin çalıştırılmaması gerektiğini bildirdi. Bu talimatla, üç ünite olarak çalışan santralın iki ünitesi devre dışı bırakıldı.’

ÇÖZÜM OLARAK RÜZGAR BEKLENİYOR

Aslında bu tür haberler ve sözde çözümler hiç yeni değil. Örneğin, ‘Yatağan’da yine kükürt dioksit oranı sınır değerleri aştığı için Yatağan halkı yoğun hava kirliliği yüzünden endişe yaşadı.’ ‘Otuz bin kişi göz göre ölüme mahkum ediliyor! Otuz bin kişi tam 22 yıldır aynı faciayı yaşıyor! 22 yıldır buna seyirci kalınıyor!’ (Yalçın Doğan, 2/11/2000, Milliyet) Buna neden olarak; ‘Muğla’nın Yatağan ilçesinde, Yatağan Termik Santralı’nın baca gazlarının filtre edilmeden boşaltılması yüzünden baş gösteren ve kükürt dioksit oranının zaman zaman normalin altı katına çıkması gibi ciddi boyutlara varan hava kirliliğinin günlerce sürmesi’ gösteriliyor (YENİ BİNYIL, 2/11/2000). ‘Anonslarla halkın sokağa çıkmaması istendi, okullarda teneffüs yapılmadı. İnversiyon, saat 11.55’te rüzgárın çıkmasıyla bozuldu.’ (2/11/2000, Radikal).

Yukarıdaki haberlerden anlaşıldığı kadarıyla, kükürt dioksit oranının sınır değerleri aşmasına neden olarak çoğu kez ‘Yatağan Termik Santralı’nın bacalarından çıkan zehirli kükürt dioksit içeren gazlar ve sabahları meydana gelen inversiyon’ gösteriliyor. Çözüm olarak da (sadece kriz yönetimi mantığıyla) yoğun bir kirlilik yaşanıp zehirlenme tehlikesi baş gösterdikten ve çevre kirlendikten sonra santralın kapasitesi düşürülerek rüzgarın çıkması bekleniyor.

Anlaşılan bu konuda da ‘Türk’ün aklı sonradan gelir’ özdeyişine uygun bir şekilde hareket ediyoruz. Yine çocuk doğmadan don biçmiyor; dereyi görmeden de paçamızı sıvamıyoruz! Sabah olunca pencereden kafanı çıkartıp derin bir nefes çekeceksin. Pencereden bakınca santralın uzun bacasının ucunu görüyorsan ya da ciğerlerine doldurduğun kükürt nedeniyle havasız kalıp ceviz gibi bembeyaz kesilmiyorsan sorun ve önlem yok...

Halbuki bu bölgenin yüksek basıncın etkisine gireceği ve/veya inversiyon oluşabileceği günler öncesinden belirlenerek bu tür önlemler (önceden) zamanında alınabilirdi. Sonbaharda açık geçen gecelerin sabahları sis, güneşli gün boyunca pus ve mist ve akşamları da kızıl bir gün batımını meteorologlar önceden kestirebilir. Yüksek basınç merkezlerinde havanın yere çöktüğü, rüzgarsız ve bulutsuz gecelerde de ayaz nedeniyle toprak yüzeyinin aşırı soğumasından dolayı kuvvetli inversiyonların (Dikkat! ‘Enver Ziya’ değil! Sıcaklık terselmesi) oluşacağı da tahmin edilebilir. Yeter ki birileri istesin...

HAVAYA ATILAN HER ŞEY YERE GERİ GELİR

Havadaki kirleticiler, atmosferin alt tabakası içerisinde yayılarak meteorolojik şartların kontrolüne girer. Diğer bir deyişle, hava kirliliği problemi yüzey şekilleriyle birlikte meteorolojik değişkenlerin kontrolünde gelişir. Gerçekte, hava kirliliği problemlerinin tehlikeli boyutlara ulaştığı günlerde, genellikle, atmosfere salınan kirleticilerin miktarındaki artış değil, bazı hava şartlarının değişmesi en önemli rolü oynar. Bu nedenle günlük hayatta atmosfere salınan kirleticilerin miktarı değişmediği halde, hava kirliliğinde (inversiyon gibi) meteorolojik şartlarla beraber günden güne değişiklikler olduğunu gözler ve tahmin ederiz.

Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde enerji ve sanayi tesislerinin bacalarından çıkan duman ve gazların değişen meteorolojik şartlara göre (bir kaza anında ve normal günlerde) nasıl yayılacağının ve ortaya çıkabilecek olası risklerin önceden belirlenebilmesi için bu tür tesislerde uzman meteoroloji mühendisleri çalıştırılır. Benzer şekilde, özel meteorolojik analiz ve tahminler ile gerekli olan hava kirliliği uyarılarının halka zamanında yapılabilmesi ve tehlikeli durumlar ortaya çıkmadan önce ilgili kurumlar tarafından önlem alınabilmesi için ‘Çevre Koruma’ vb. birimlerde de bu konuda uzman kişilerin bulundurulması gerekir...

Ayrıca bir elmanın kabuğu gibi çok ince olan atmosferimiz, dipsiz bir kuyu değildir. Fabrika bacalarının uzunluğuna da aldanmamalıyız. Havaya atılan her şey yere geri gelir. Bazen de asit yağmuru gibi daha tehlikeli olarak geri dönerler. Sonuç olarak normal bir insanın günde soluduğu 15 kg. hava, artık sadece hava değildir; içinde ne ararsan var!
Yazının Devamını Oku

Bunları biliyor muydunuz?

27 Eylül 2004
Bu hafta sizlere, ‘havadan sudan’ bazı ilginç bilgiler vermek istiyorum. Bakalım bunları böyle mi biliyordunuz? 21 kilometre yükseklikte hava basıncı o kadar düşüktür ki koruyucu bir elbise giymeyen insanın bu yükseklikte kendiliğinden kanı kaynar.

Örümcekler, kışın soğuktan korunmak için vücutlarında antifriz üretirler.

Çekirgeler dünyada kendi seslerini duymayan tek canlılardır. (O zaman bunlar neden öter ve kiminle haberleşirler?)

Yıldırımlar aynı zamanda bitkiler için doğal gübre olan azotu üretir.

Kırağı, çiyin donmuş hali değildir; havadaki su buharının soğuk bir yüzeyde direkt olarak buza dönüşmesi olayıdır. Diğer bir deyişle soğuk havalarda önce çiy, sonra kırağı oluşmaz.

Çiy gökten düşmez; havadaki su buharının soğuk yüzeyler üzerinde yoğuşması ile oluşur.

PARİS’İN EN YAĞMURLU GÜNÜ CUMA

Çimenlerin tepesinde geceleri oluşan büyük su damlaları çiy değildir; onlara ‘guttation’ denir. Çiy su buharının yoğuşmasıyla oluşurken; guttation, çimenlerin köklerinden uçlarında çıkan su damlalarıdır.

Dünya atmosferi çok incedir: İlk 30 kilometrelik tabakası havanın yüzde 99 kütlesini içerir.

MÖ 1400-1850 yılları arası, Küçük Buz Çağı olarak adlandırılır. Bu buz çağında dünyanın sıcaklık ortalaması bugünküden sadece bir derece daha düşüktü.

Tüm yağmur ve karın sadece yüzde 21’i karalar üzerine düşer. Yağışların çok büyük bir kısmı okyanuslara düşmektedir.

Bir kar kristalinin havada ortalama düşme hızı yaklaşık olarak saatte 800 metredir.

Doktor, Güney Afrika’da bulunan Ümit Burnu’ndaki şiddetli bir rüzgara verilen addır.

Havanın açık olduğu bir günde 1.80 metrelik bir boyla ayakta durarak ancak 10 kilometrelik bir uzaklığı görebilirsiniz.

Antarktika’da bulunan ve 3660 metre yüksekliği olan Erebus Dağı’nın tepesinde ne kar ne de buz vardır. (Bu volkanik dağın tepesindeki krater sıcak lavla doludur.)

Gökyüzünün renginin mavi olmasına güneş ışığının havadaki azot ve oksijen tarafından saçılması neden olur.

Atmosferde daha fazla hava molekülü ilave ederek yoğunluğunu sürekli arttırsak gökyüzünün rengi maviden sarıya döner.

Hava sıcaklığı, hava moleküllerinin ortalama hızının bir ölçüsüdür. Birimi de derecedir.

Lavabo ve küvetlerdeki suyun dönüş yönüyle, ne dünyanın dönüşü, ne de hangi yarım kürede bulunduğunuz arasında herhangi bir ilişki vardır.

Amerikan Ulusal Meteoroloji Teşkilatı tarafından hava tahmini yapmak için kullanılan süper bilgisayarın bir saniyede yaptığı (2.5 trilyon adet) hesabı bir insan ancak 500 yılda tamamlayabilir.

Paris’in hafta içindeki en fazla yağış alan günü cuma; İstanbul’un ise perşembe günüdür.

San Francisco Uluslararası Havalimanı’nın meteorolojik kayıtlarına göre haftanın en sıcak günü ya haftanın ilk günü ya da haftanın son gününde gözlenmektedir.

Buzul dağlarının çoğunun iç sıcaklığı yaklaşık olarak eksi 20 derecedir.

Uluslararası Buz Devriyesi, denizde yüzen buzulları takip etmeye ve gemilerin rotalarını doğru belirleyip bülten yayınlamaya Titanik adlı gemi battıktan sonra başlamıştır.

KAR KRİSTALLERİ BİRBİRİNE BENZEMEZ

Dünyaya ulaşan güneş ışınlarının taşıdığı enerji dünyada tüm insanların kullandığı toplam enerjiden 6000 kat daha fazladır. İnsanlığın şimdiye kadar dünya üzerinde kullandığı toplam fosil enerjisi 30 günlük güneşlenmeye eşittir.

Bilim insanları 400 bin kar kristalinin resmini çekerek, hiçbir kar kristalinin diğerine benzemediğini gösterdiler.

Antarktika’daki tüm buzullar erise, okyanusların yükselmesi nedeniyle mevcut karaların dörtte biri sular altında kalır.

Rusya’nın bazı kesimlerde hava o kadar soğuktur ki süt sıvı halde değil donmuş kalıplar halinde satılır.

Hava durumu bilgileri ilk defa 1692 yılında İngiltere’de bir gazetede yayınlandı.

Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de kışın 51 gün boyunca hiç güneş görülmez, yazın ise 73 gün hiç güneş batmaz ve gece olmaz.

Dünyanın en kuru yeri yılda 100 gram yağış alan Güney Amerika’daki Atakama Çölü’dür.

Yıldırımın sıcaklığı 30 bin dereceye kadar çıkabilir. Bu nedenle yıldırım bir ağacı çarptığında ağacın içindeki su kaynar ve ağaç patlar.
Yazının Devamını Oku