7 Mart 2005
‘Kar, sebze ve meyve tüketicilerini vurdu’ ve benzeri haberlerle birlikte ‘imzalamayacağız’ dediğimiz Kyoto Protokolü beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Kurumsal körlükten kurtulabilir ve eski alışkanlıklarımızı bir kenara bırakabilir miyiz bilmem ama belki bir duyan ve düşünen olur diye yazıyorum... Ayrıca ve bir mahzuru yoksa, ‘Türk tarımında iyi şeyler oluyor’ şeklindeki haberlerle de ‘ülkemizde tarımsal meteoroloji konusunda bazı açılımlar olur’ diye umutlandığımı da söylemeliyim...
Bitki ile hava ve iklim arasında karmaşık bir ilişki vardır. Tarımda kontrolü en zor olan da meteorolojik parametrelerdeki değişikliklerdir. Çoğu zaman bu değişiklikler elde edilecek ürün miktarını etkiler. Bu nedenle, yağış, sıcaklık, nem, vb.’nin miktar ve dağılımındaki değişikliklerin bitkileri kısa ve uzun vadede nasıl etkileyeceğinin bilinmesi gerekir. Bilindiği gibi Türkiye’de nüfusun yaklaşık olarak yüzde 40’ı, hálá üstü açık bir fabrika olan tarımla uğraşmakta. Diğer bir deyişle, Türk tarımının ve dolayısıyla Türkiye’nin başarısı da büyük ölçüde hava şartlarına ve onu ne kadar iyi bilip kullandığımıza bağlı...
Halk, günlük hava tahminini büyük ölçüde basından takip eder. Fakat halka verilen bilgiler, tarım gibi bir sektörün isteğini karşılamaktan çok uzaktır. Örneğin tarım sektörü, hava ve iklim şartlarının ürün fiyatları üzerindeki etkisi, ürün arz ve talebi, toprağın nemi ve sıcaklığı, yağış miktarının tahmini, kırağı/don tahmini, büyüme derece günler, tarımsal haşerelerin çoğalması, uzun vadeli hava tahminleri, vb. ile de ilgilenmek zorundadır.
Böylece, gelişmiş ülkelerde yapılan kısa, orta ve uzun vadeli hava tahminleri, özel sektör, tarım, halk ve diğerleri gibi dört alandan birini hedefler. Özel sektör ve tarım için gerekli olan hava tahminlerinin çoğu bu sektör ve hava tahmininde uzmanlaşmış özel şirketler tarafından yapılmaktadır. Diğer bir deyişle ulusal meteoroloji servisleri gelişip modernleştikçe, tarımsal hava tahminleri de yerel ve özel şirketlere bırakılmaktadır.
Özellikle ABD’deki tarım sektörü için, hava tahminlerinin çoğu özel meteoroloji firmalarına abone olunarak temin edilmekte veya tarımla ilgili şirketlerde çalışan meteorolojistler tarafından yapılmakta. Böylece gelişmiş ülkelerde çiftçilere, ‘Tarımsal Hava Durumu Raporları’ ile ihtiyaç duydukları çok önemli ve özel bilgiler de verilebilmekte.
Bizdeki gibi üç günle sınırlı, büyük bir bölgeyi içine alan genel ve muğlak hava durumu bilgileri çiftçiler için yeterli değildir. Örneğin çiftçinin, ekim, dikim, çapalama, gübreleme, sulama, hasat ve ürünlerin kurutulmasını ne zaman yapacağına karar verebilmesi için en az beş günlük orta vadeli, yerel, güvenilir ve özel hava durumu bilgilerine ihtiyacı vardır.
Özellikle ekim zamanlarında genel hava durumu bilgileri ile birlikte toprak sıcaklıkları ve rüzgar hakkında da çiftçiye bilgi verilmelidir. Uygun çimlenme sıcaklığı altında yapılmayan ekimlerde tohumlar çimlenemeden uzun süre toprakta bekleyip çürüyerek büyük zararlara yol açmakta. Rüzgarlı havalarda da tohum istenilen yoğunlukta tarlanın her yerine düşmemekte...
Don riskinin çiftçiler tarafından önceden bilinmesi durumunda sebze, narenciye bahçelerinde ve seralarda ekonomik kayıpları en aza indirgeyebilecek önlemlerin alınması da mümkün. Don ve dolu ile mücadele masraf ve önemli insan gücü gerektirdiğinden, ihbarlar noktasal olarak ve yalancı çoban durumuna düşmeden yapılmalıdır.
Hasat zamanında da hava şartları çok önemlidir. Hasat zamanı uzun süre yağış meydana gelirse, tarlaya girilemeyeceğinden, ürün hasat edilemeyecek, havadaki fazla nem de hububatın ve diğer ürünlerin kalitesini bozacaktır. Örneğin nemin yüksek olduğu sabah saatlerinde buğday hasat edilemez. Pamuk hasadı zamanında da yağış, çiy veya kırağı olursa pamuğun kalitesi düşer. Hasat zamanlarında, örneğin fındık toplama sırasında, hava yağışlı ise toplanan işçiler için yapılan masraflar boşa gider.
KÜRESEL ISINMA BİTKİLERE NE YAPACAK
İlaçların ve gübrelerin heba olmaması için gerekli bilgi, tahmin ve uyarılarda bulunmak gerekir. İlaçlama birkaç günün yağışsız geçeceği zamanlarda; gübreleme ise yağışa yakın günlerde yapılmalı. Gübre atılıp da uzun süre yağış olmadığı takdirde, hem gübre özelliğini kaybetmekte, hem de bitki ‘yanmakta’dır. Bu nedenle, ancak en az beş günlük yağış tahminiyle çiftçinin gereksiz sulama yaparak masraf etmesi ve zaman kaybına uğraması önlenebilir.
Özetle normalde bir hizmet kurumu olan meteorolojimiz sırf döner sermaye ile havadan para kazansın diye, halka ve çiftçiye vermediği ya da veremediği üç günden sonraki yağış miktarı vb. hava tahmini bilgileri yüzünden havaya giden paramızın çok daha fazla olduğunu artık anlamalıyız. Örneğin pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede yapıldığı gibi en azından beş günlük genel hava tahmini bilgisini artık halka ücretsiz olarak sunmalıyız.
Ayrıca, küresel iklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkileri de şu an dünyada en çok araştırılan konulardan biridir. Küresel ısınmanın bitkileri nasıl etkileyeceği konusunda gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarla bitkilerin ileriki yıllarda göstereceği reaksiyonlar şimdiden belirlenip ona göre tarım politikaları geliştirilmektedir.
Sonuç olarak küresel iklim değişimi nedeniyle, Türkiye’de de hava sıcaklığı, yağış ve toprak rutubeti değişmekte. Şimdi, Kyoto Protokolü’nü imzalamadık gibi nedenlerden dolayı küresel iklim değişiminin tarım sektörümüzü nasıl etkileyeceğini ciddi bir şekilde araştırmamak ve tarım politikalarımıza bu bilgiler ışığında yön vermemek de büyük bir eksikliğimizdir...
Yazının Devamını Oku 
7 Mart 2005
‘Kar, sebze ve meyve tüketicilerini vurdu’ ve benzeri haberlerle birlikte ‘imzalamayacağız’ dediğimiz Kyoto Protokolü beni bu yazıyı yazmaya sevk etti.Kurumsal körlükten kurtulabilir ve eski alışkanlıklarımızı bir kenara bırakabilir miyiz bilmem ama belki bir duyan ve düşünen olur diye yazıyorum... Ayrıca ve bir mahzuru yoksa, ‘Türk tarımında iyi şeyler oluyor’ şeklindeki haberlerle de ‘ülkemizde tarımsal meteoroloji konusunda bazı açılımlar olur’ diye umutlandığımı da söylemeliyim...Bitki ile hava ve iklim arasında karmaşık bir ilişki vardır. Tarımda kontrolü en zor olan da meteorolojik parametrelerdeki değişikliklerdir. Çoğu zaman bu değişiklikler elde edilecek ürün miktarını etkiler. Bu nedenle, yağış, sıcaklık, nem, vb.’nin miktar ve dağılımındaki değişikliklerin bitkileri kısa ve uzun vadede nasıl etkileyeceğinin bilinmesi gerekir. Bilindiği gibi Türkiye’de nüfusun yaklaşık olarak yüzde 40’ı, hálá üstü açık bir fabrika olan tarımla uğraşmakta. Diğer bir deyişle, Türk tarımının ve dolayısıyla Türkiye’nin başarısı da büyük ölçüde hava şartlarına ve onu ne kadar iyi bilip kullandığımıza bağlı...Halk, günlük hava tahminini büyük ölçüde basından takip eder. Fakat halka verilen bilgiler, tarım gibi bir sektörün isteğini karşılamaktan çok uzaktır. Örneğin tarım sektörü, hava ve iklim şartlarının ürün fiyatları üzerindeki etkisi, ürün arz ve talebi, toprağın nemi ve sıcaklığı, yağış miktarının tahmini, kırağı/don tahmini, büyüme derece günler, tarımsal haşerelerin çoğalması, uzun vadeli hava tahminleri, vb. ile de ilgilenmek zorundadır.Böylece, gelişmiş ülkelerde yapılan kısa, orta ve uzun vadeli hava tahminleri, özel sektör, tarım, halk ve diğerleri gibi dört alandan birini hedefler. Özel sektör ve tarım için gerekli olan hava tahminlerinin çoğu bu sektör ve hava tahmininde uzmanlaşmış özel şirketler tarafından yapılmaktadır. Diğer bir deyişle ulusal meteoroloji servisleri gelişip modernleştikçe, tarımsal hava tahminleri de yerel ve özel şirketlere bırakılmaktadır. Özellikle ABD’deki tarım sektörü için, hava tahminlerinin çoğu özel meteoroloji firmalarına abone olunarak temin edilmekte veya tarımla ilgili şirketlerde çalışan meteorolojistler tarafından yapılmakta. Böylece gelişmiş ülkelerde çiftçilere, ‘Tarımsal Hava Durumu Raporları’ ile ihtiyaç duydukları çok önemli ve özel bilgiler de verilebilmekte.Bizdeki gibi üç günle sınırlı, büyük bir bölgeyi içine alan genel ve muğlak hava durumu bilgileri çiftçiler için yeterli değildir. Örneğin çiftçinin, ekim, dikim, çapalama, gübreleme, sulama, hasat ve ürünlerin kurutulmasını ne zaman yapacağına karar verebilmesi için en az beş günlük orta vadeli, yerel, güvenilir ve özel hava durumu bilgilerine ihtiyacı vardır.Özellikle ekim zamanlarında genel hava durumu bilgileri ile birlikte toprak sıcaklıkları ve rüzgar hakkında da çiftçiye bilgi verilmelidir. Uygun çimlenme sıcaklığı altında yapılmayan ekimlerde tohumlar çimlenemeden uzun süre toprakta bekleyip çürüyerek büyük zararlara yol açmakta. Rüzgarlı havalarda da tohum istenilen yoğunlukta tarlanın her yerine düşmemekte...Don riskinin çiftçiler tarafından önceden bilinmesi durumunda sebze, narenciye bahçelerinde ve seralarda ekonomik kayıpları en aza indirgeyebilecek önlemlerin alınması da mümkün. Don ve dolu ile mücadele masraf ve önemli insan gücü gerektirdiğinden, ihbarlar noktasal olarak ve yalancı çoban durumuna düşmeden yapılmalıdır. Hasat zamanında da hava şartları çok önemlidir. Hasat zamanı uzun süre yağış meydana gelirse, tarlaya girilemeyeceğinden, ürün hasat edilemeyecek, havadaki fazla nem de hububatın ve diğer ürünlerin kalitesini bozacaktır. Örneğin nemin yüksek olduğu sabah saatlerinde buğday hasat edilemez. Pamuk hasadı zamanında da yağış, çiy veya kırağı olursa pamuğun kalitesi düşer. Hasat zamanlarında, örneğin fındık toplama sırasında, hava yağışlı ise toplanan işçiler için yapılan masraflar boşa gider.KÜRESEL ISINMA BİTKİLERE NE YAPACAKİlaçların ve gübrelerin heba olmaması için gerekli bilgi, tahmin ve uyarılarda bulunmak gerekir. İlaçlama birkaç günün yağışsız geçeceği zamanlarda; gübreleme ise yağışa yakın günlerde yapılmalı. Gübre atılıp da uzun süre yağış olmadığı takdirde, hem gübre özelliğini kaybetmekte, hem de bitki ‘yanmakta’dır. Bu nedenle, ancak en az beş günlük yağış tahminiyle çiftçinin gereksiz sulama yaparak masraf etmesi ve zaman kaybına uğraması önlenebilir. Özetle normalde bir hizmet kurumu olan meteorolojimiz sırf döner sermaye ile havadan para kazansın diye, halka ve çiftçiye vermediği ya da veremediği üç günden sonraki yağış miktarı vb. hava tahmini bilgileri yüzünden havaya giden paramızın çok daha fazla olduğunu artık anlamalıyız. Örneğin pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede yapıldığı gibi en azından beş günlük genel hava tahmini bilgisini artık halka ücretsiz olarak sunmalıyız.Ayrıca, küresel iklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkileri de şu an dünyada en çok araştırılan konulardan biridir. Küresel ısınmanın bitkileri nasıl etkileyeceği konusunda gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalarla bitkilerin ileriki yıllarda göstereceği reaksiyonlar şimdiden belirlenip ona göre tarım politikaları geliştirilmektedir. Sonuç olarak küresel iklim değişimi nedeniyle, Türkiye’de de hava sıcaklığı, yağış ve toprak rutubeti değişmekte. Şimdi, Kyoto Protokolü’nü imzalamadık gibi nedenlerden dolayı küresel iklim değişiminin tarım sektörümüzü nasıl etkileyeceğini ciddi bir şekilde araştırmamak ve tarım politikalarımıza bu bilgiler ışığında yön vermemek de büyük bir eksikliğimizdir...
button
Yazının Devamını Oku 
28 Şubat 2005
Kyoto Protokolü imzalanınca aklıma geçtiğimiz günler Marmara Denizi su seviyesindeki düşüş sonucu ortaya çıkan asılsız deprem söylentileri ve gelişmiş ülkelerin uzun süredir yanıtını arayıp kesin bir karara bağlamış olduğu çok önemli bir soru geldi.O çok önemli soru şuydu: ‘İleride kıyı şeridindeki yerleşim alanlarımız yükselen deniz suyuyla kaplanırsa mı daha fazla ekonomik kaybımız olur, yoksa kıyılarımızda su baskınlarını önlemek için devasa setler inşa etmek zorunda kalırsak mı?’ Siz ne dersiniz bilmem ama bilimin ışığında varılan ve şu an uygulanmakta olan kararı görmemezlikten gelemeyiz...Marmara’daki su seviyesi değişiminin neden olduğu söylentiler üzerine Kandilli Rasathanesi’nde toplanıp bir açıklama bile yaptık. Her nedense yıllardır bilim insanları, önümüzdeki yıllarda küresel iklim değişimi sonucu deniz su seviyesinde büyük bir yükselme yaşanacak diyor, ama ülkemizde henüz bu konuda ne paniğe kapılan, ne de aldıran var...İsterseniz ‘felaket tellalı’ deyin; işte yine yazıyorum: Küresel iklim değişimi sonucu yükselen deniz suyu seviyeleri bizim kıyılarımızı da tehdit ediyor. Aslında Asya’daki tsunami faciası, kıyılardaki yaşamın ne kadar kırılgan olduğunu bir daha gösterdi. 1997’de Van Gölü civarındaki su seviyesi yükselmesinde de görüldüğü gibi kıyılarımızdaki her şey su seviyesi yükselmesinden etkilenebilir... Bugün Riva Deresi etrafında yaşayanlar da bilir. Kuvvetli bir poyraz estiğinde Riva Deresi’ni Karadeniz’in kabaran tuzlu suları basar. Böyle günlerde derenin tuzlu suyu bahçe sulamada kullanılamaz. Özetle deniz suyu seviyesinin yükselmesinin nelere mal olacağını görmek için 2050’li yılları beklememiz hiç gerekmiyor!Riva Deresi’ne benzer bir durum ileriki yıllarda Nil Nehri gibi birçok akarsu için de geçerli olacak. Küresel iklim değişimi sonucu Akdeniz’de su seviyesinin yükselmesi, örneğin Nil Nehri’nin tuzlanmasına neden olacak. Mısır halkı bu nehrin sularını içmekte ve onunla tarlalarını sulamakta. Bu durumda, Nil’in tuzlanması, Mısır’ın yok olması anlamına geliyor.Artık nüfusun büyük bir çoğunluğu deniz kıyılarında veya deniz kıyılarına yakın yerlerde yaşamakta. Halbuki su seviyesi yükseldiğinde kıyı ve nehirlerin ağzındaki koylarda ekolojik sistem yok olabilecek ve alçak araziler de sular altında kalabilecek. IPCC raporlarına göre bu tehlike, Türkiye’deki kıyı ve deltalar için de söz konusu...Okyanus, deniz ve kıyı sularının ısınması birçok doğa sistemini de etkileyecek. Su sıcaklığı arttıkça birçok canlı türü ya artan sıcaklıklara uyum gösterecek ya da (bu seneki hamsinin yaptığı gibi) daha soğuk sulara göç edip gidecek. Fakat başka bir yere gidemeyen duyarlı organizmalar hızlı ısınmanın olduğu yerlerde kitleler halinde ölecek...Rahmetli Prof. Dr. Aykut Barka ile yıllar önce Van’da düzenlenen bir sempozyuma katılmıştık. Literatüre bakacak kadar vakti olmayanlar, ‘Van Gölü yükseldi ama derinliği değişmedi, demek ki gölün tabanı iki metre yükseldi’ diyordu. Barka Hoca ise göl tabanında iki metrelik bir yükselmeye neden olacak kadar büyük bir depremin olmadığını anlatıyordu. Ben de bir yandan burnumu gösterip, ‘Bunun nedeni Bruun Kuralı’dır’ deyip durmuştum...Bruun Kuralı’nı bilmeyenler için deniz su seviyesinin yılda birkaç milimetre yükselmesi, büyük bir tehlikeymiş gibi görünmez. Bruun Kuralı’na göre deniz seviyesi ne kadar yükselirse onun 100 katı kadar bir uzunluktaki sahil erozyona uğrar. Yani yükselen su seviyesinin neden olduğu kıyı erozyonundan oluşan süprüntü maddelerinin dipte birikmesi ile deniz ve göllerin derinliği değişmeden su seviyesi yükselir. Diğer bir deyişle, deniz seviyesi ne kadar yükselirse kıyılarda taban da o kadar yükselir. Örneğin Akdeniz kıyılarında yapılan yüzlerce arkeolojik çalışma sonucunda Akdeniz su seviyesinin son 2000 yıldır 40 santimetre yükseldiği belirlenmiş. Böylece Bruun Kuralı’na göre kaybedilen sahil şeridi 40 metre olmuş. Bu durumun önümüzdeki yıllarda çok daha hızlanarak devam etmesinden korkuluyor. Bilimin sesine kulak verilen ülkelerde halk ve yetkililer sadece bu durumdan korkmuyor; aynı zamanda ona göre önlemler alıyor ve kıyı kullanımını ona göre düzenliyor.ASTAR PAHALI OLABİLİRArtık hangi senaryoya bakılırsa bakılsın iklim değişikliğinden dolayı, diğer Güney Avrupa ülkeleri gibi, Türkiye’nin karşılaşacağı en büyük problemlerden biri, deniz su seviyesindeki yükselmelerdir. Bu şekilde bazı plajlar ve yollar yükselen deniz suyuyla kullanılamaz hale gelebilir. Tuzlu deniz suyu, nehirler ve yeraltı suları gibi, tatlı su kaynaklarımızın bir kısmını yok edebilir. Ayrıca kıyı şeridindeki tarım alanlarımız da kullanılamaz bir hale gelebilir...Ukrayna, Mechnikov Üniversitesi’nden Yurii D. Shuisky’e göre Karadeniz’de 2050 yılına kadar beklenen su seviye yüksekliği 70 santim ila 120 santim arasında değişiyor. Başkaları ise bu değişimin 144 santim ila 345 santim arasında olacağını tahmin etmekte. Bu durumda, ‘Fırtınalı bir günde Karadeniz’in tuzlu suları kıyılarımızda nelere mal olur?’ diye oturup bir düşünmemiz gerekiyor. Örneğin Bruun Kuralı’na göre deniz su seviyesindeki 70 santimlik bir yükselme bile, kıyılarımızdaki 70 metrelik bir kıyı şeridini dalgalar tarafından erozyona uğratabilir. Diğer bir deyişle, dalga erozyonu ve su basması tehlikesine karşı kıyılarımızdaki tesislerin korunması ileride astarı yüzünden pahalı bir iş haline gelebilir...Özetle, son yıllarda yapılan çalışmalar ve gözlemler kıyılardan hemen geri çekilmenin daha ekonomik ve doğru olacağını söylüyor. İleride, ‘Türk’ün aklı gözündedir’ sözünü doğrulayan bir durumla karşılaşmak istemiyorsak bilimin sesine hemen kulak vermeliyiz!
button
Yazının Devamını Oku 
21 Şubat 2005
İster inanın ister inanmayın, hiçbir kış fırtınası ötekine benzemez. Bu nedenle kış mevsimi sürprizlerle doludur. Örneğin, hava şartları, haftanın günü, günün saati, yağışın hızı ve süresine bağlı olarak trafik kazalarına, elektrik ve su kesintilerine neden olabilir. Bazen kör edici tipiler, şiddetli kar savruntuları, tehlikeli rüzgar soğuğu, buzla ve karla kaplanmış yollar, devrilmiş ağaçlar ve direkler, uçan çatılar da görülebilir. Bu durumlarda, okula, işe, hastaneye veya istediğimiz başka bir yere gitmemiz de engellenir veya zorlaşır.
Bunun için, kar tahmini yapıldığında ve kar yağdığı günlerde bulunduğunuz mekana göre dikkat edilmesi gereken konular vardır. Aslında kışla mücadelede başarılı olabilmek için, yerel yönetimler, halk ve medyanın birlikte çalışması gerekir. İşte modern dünyada vatandaşlara kışla mücadelede verilen görevler, tavsiyeler ve yararlı bilgiler:
Özellikle, zorunlu olmadıkça aracınızla trafiğe çıkmayın. (‘O kadar para verdim; birkaç santim kar yağdı diye arabamı kullanamayacak mıyım!’ demeyin.) Toplu taşıma araçlarını kullanın. Gece ve gündüz yollara park etmeyin. (Şimdi kızabilirsiniz; çünkü başka ülkelerde olduğu gibi bizde ne yazın, ne de kışın, ‘araç park alanları’ vb şeyler yok.)
Aracınızın bakımıyla birlikte kış hazırlığını ihmal etmeyin. Antifriz, ısıtıcı, silecek, akü, farlar, egzoz, lastikler, fren, vb. kış koşullarına uygun malzemeniz ve dolu benzin deponuz olmalı. (Fırtınalarda benzini bittiği için yolların ortasında terk edilen veya karda kayan kapak lastikli araçların sürücülerine de tek başlarına yolları ve köprüleri tıkayabildikleri için ‘üstün başarı ödülü’ verilmeli!) Aracınızda, battaniye, kışlık giyecek, el feneri ve pil, yüksek enerji veren yiyecek ve içecek, ilaç, mum, çakmak, tuvalet káğıdı, tuvalet için plastik torba vb. malzeme de bulundurun. (Aracınızda hálá yer kalmışsa ve hálá özel aracınızla yola çıkmaya kararlıysanız.) Dışarıda sıcak kalabilmek için, ince ama en az üç kat giyinin.
Direksiyona oturmadan önce pencereler, farlar, aynalar ve aracın üzerindeki kar ve buzları temizleyin. (Dikkat edin de kendi aracınız yerine komşu aracın buzunu temizlemeyin!) Unutmayın, hız levhaları kuru yollar içindir. Daha yavaş sürün. Frene kontrollü basın. Seyahatiniz hakkında başkalarına bilgi verin. Ara yolları kullanmayın. Dibi görünmeyen sulara girmeyin. Aracınız suya saplanırsa onu hemen terk edip yüksek bir yere kaçın...
Yollara dökülen tuzlar, yol yüzey sıcaklığı sıfır derecenin altında etkisiz kalmaktadır. (Tuz, buzu eritmez!) Unutmayın, soğuk gecelerde buzlanma tamamen engellenemez. İnce, şeffaf ama çok kaygan olan, ‘siyah buz’ tuzaklarına dikkat edin.
Dikkat! Köprüler yollardan önce donar. Örneğin, kışın Haliç ve Unkapanı köprülerine girerken buzlanma olabileceğini hatırlayın. Emniyet kemerinizi takın. (Korkmayın havanız veya bir yeriniz eksilmez!)
Yağışlı günlerde yayalara da dikkat edin. Su, çamur, vb. sıçratarak; başkalarını korkutarak veya şaşırtarak araç sürmek yasaktır. (Bizde de yasak mı? Yasak ise geçende beni ıslatan arkadaşın neden bundan haberi yoktu!) Durma, dönüş ve hızlanmaları önceden tahmin edin. Gaz pedalına ve frene aniden basmayın. Önünüzdeki araçla mesafenizi fazla tutun. (İstanbul’da böyle bir şey yaparsanız yan şeritteki hemen burnunu oraya sokar ya ona aldırmayın bir gün cezasını görür mutlaka!) Karla kaplı yollarda durmak zordur. Hızınızı yol şartlarına göre ayarlayın. Aynı anda sadece bir kontrol kullanın; hem fren yapıp hem de dönmeye çalışmayın. (Bir de cep telefonuyla konuşmayın ya da gazete okumayın!)
KÜREDİĞİNİZ KARI YOLLARA ATMAYIN
Binalarınıza bitişik kaldırım ve merdivenlerdeki kar ve buzu temizleyin, üzerine tuz ve kum serpin. (Bunu boşuna ilçe belediyelerinden beklemeyin! Zaten yapmıyorlar.) Kürediğiniz karı yollara atmayın. (Karı kaldırımın bir kenarında biriktirin.) Yangın musluklarının etrafındaki ve yağmur suyu mazgallarının üzerindeki kar ve buzu da temizleyin. (Şimdi Türkiye’de yaşadığınıza şükredin; yoksa yüklü para cezaları verirdiniz!)
Kaza olduğunda tehlike yaratmayacak şekilde durun. Dörtlü sinyalleri yakıp motoru durdurun. Kendinizdeki veya diğerlerindeki yaralanmaları kontrol edin. Gerekirse 112 Acil Yardım’ı çağırın. Varsa yaralıya yardım edin ama baş/boyun/sırt yaralanması varsa hareket ettirmeyin. (Bazen en iyi ilk yardım, yaralıya hiç dokunmamaktır!)
Patlama ya da yangın tehlikesi varsa, yaralıyı güvenli bir yere taşıyın. Kendinizin ve yaralının güvenliğini sağladıktan sonra 155’i arayarak kazayı polise rapor edin. Aracın çevresini ışıklı işaret veya yansıtıcı cihazlarla işaretleyerek çevre güvenliğini sağlayın. Trafik akışını engelliyorsa, gerekli tespitler yapılır yapılmaz aracınızı hemen yoldan çekin. Patlama riski nedeniyle kaza yerinde sigara içmeyin. (Ne olur başka yerlerde de içmeyin!)
Sevgili işverenler, çalışanlarınızın mesaisini hava tahminlerine göre ‘işe zamanında gel, eve erken dön’ veya ‘işe geç gel, eve zamanında dön’ şeklinde düzenleyin. (Sabah büyük bir mücadele verip işe gelen fırtına gazilerini sonra hava açınca erkenden eve gönderme saçmalığından artık vazgeçin!) Çalışanlarınızı kışın ücretli/ücretsiz izin yapmaya; şirketin servislerini veya toplu taşıma araçlarını kullanmaya teşvik edin.
Sonuç olarak doğayla uyumlu ve bireysel olarak hazırlıklı bir şekilde toplumsal çözümlere yönelmeliyiz. Bunun için de öncelikle, davranışlarımızı sürekli olarak yeni bilgiler ışığında gözden geçirip varsa bireysel veya kurumsal yanlış saplantılarımızdan kurtulmalıyız...
Yazının Devamını Oku 
14 Şubat 2005
Kararsız ve muğlak ifadeler kullanma konusunda meteorolojistlerin adı çıkmış bir kere! Reuters’tan Neil Chatterjee’nin haberine göre bu yıl arılar, sıçanlar, tırtıllar ve ayılar da kışın ne kadar daha devam edeceği konusunda çok farklı ve belirsiz sinyaller veriyor. 2 Şubat, 22 Aralık kış gündönümü ile 21 Mart ilkbahar ekinoksunun tam ortasında pek çok yönden önemli bir gündür. Bu gün dünyanın bazı yerlerinde kışın ikinci yarısının nasıl geçeceği konusunda tahminler yapılır. Bu nedenle bu yıl dünyanın değişik noktalarında yapılan hayvan gözlemleri (ABD’de dondurucu bir ocak ayı, Avrupa ve Japonya’da mevsim normallerine göre daha soğuk geçen havalara rağmen) birbirine uymuyormuş. ABD’nin Vermont eyaletinde arıların kovanlarını yere yakın inşa ettiği görülmüş. Halbuki normalde çok kar yağışına karşı, kış öncesi arılar kovanlarını yükseklere yaparmış.
Bilim ve teknolojideki dev gelişmelere rağmen, (ister eski bir alışkanlık deyin, isterseniz bedava olduğu için deyin) ABD’nin kuzeydoğusundaki dünyanın en büyük fueloil ile ısınan bölgesinde enerji tüccarları ve analistler de hayvan davranışlarından hálá ipuçları yakalamaya çalışıyor. Şüphesiz hayvan davranışları, bu bölgede fueloil talebini tahmin etmek için barometre gibi kullanılan bir araç olarak görülüyor.
KIŞ UYKUSU GELMEYEN AYI
Geçtiğimiz sonbaharda bu petrol analistleri tırtılların sırtındaki tüylerde bulunan kahve renkli kuşakların çok dar olduğunu görmüş ve bunun ABD’de sert geçecek kış için bir işaret olduğunu belirtmişlerdi. Fanatik ‘Dağ Sıçanı Günü’ gözlemcileri de bunu doğruladı.
‘Havanın Başkenti’ denilen ABD’nin Pennsylvania eyaletinin Punxsutawney kasabasında, hakkında ‘Dağ Sıçanı Günü’ (Groundhog Day) filmi bile yapılan dünyaca meşhur Phil adlı Dağ Sıçanı bir zamanlar Avrupa’da ‘Kandil Günü’ olarak da kutlanan 2 Şubat günü yine zorla kış uykusundan uyandırıldı. (Hayvan hakları savucuları neden bunu da protesto etmez anlamıyorum!)
Kış tahmini için saat 7.25 gibi sabahın köründe uyandırılıp kulübesinden çıkartılınca uyku mahmuru gözlerini açar açmaz gölgesini gören Phil, kulübesine kaçıp yine kış uykusuna yatmış. Yani Phil demek istiyor ki ‘yok öyle yağma arkadaş, bu yıl da ilkbahar erken gelmeyecek ve kış altı hafta daha sürecek!’
Japonya’da ısınma için gazyağı talebi son haftalarda havaların aşırı soğumasıyla birlikte artmış. Japonya’da da petrol ve ürünlerini pazarlayanların gözleri sonbahardan beri bitki örtüsünün üzerinden hiç ayrılmaz olmuş. Bir petrol tüccarı, ‘Bahçemdeki bitki yapraklarında bazı peygamber develerinin yumurtalarını gördüm, fakat onlar normalinden daha alçak seviyelere bırakılmış.’ Bu gözlemi de şöyle yorumladılar: Arı kovanlarına benzer şekilde peygamber develeri de eğer kardan korunmak isteselerdi yumurtalarını yukarılardaki yapraklara bırakırlardı. Demek ki bu sene normalinden daha az kar yağacak. Böylece, petrol tüccarları bu kışın gazyağı satışı bakımından kötü geçeceği için üzülüyordu. Ama şimdi talep patlaması olunca çok sevinmişler...
Haberi duymuşsunuzdur. Rusya’daki bir hayvanat bahçesinde bir ayı şubatta (yani iki ay erken) kış uykusundan uyandı. Bir diğer ayı ise bu sene uykusu gelmediği için hiç kış uykusuna yatmadı zaten. Rusya’da da hava sıcaklıkları azaldı ama bu yıl kış, geçen yıllara göre oldukça yumuşak geçiyor. Avrupa’da İngiltere Meteoroloji Servisi’ne göre de bu yıl nisan ayına kadar Kuzey Avrupa’da yumuşak geçecek. Finlandiya’da ise bir adamın kurbağa davranışlarına göre bir yıllık başarılı bir kış tahmini yaptığı söyleniyor...
BİLİMSEL TEMELİ TARTIŞMALI
Zoologlara göre güvenilir olmayan hava sıcaklıklarından daha çok, böcekler nemdeki farklılıklara duyarlıyken, kuşlar ise göç işareti olarak değişen gün uzunluklarını kullanmaktadır. Diğer bir deyişle, şu an hayvanlar tarafından yapılan uzun vadeli hava tahminlerinin bilimsel temeli tartışmalıdır. İşte bu yüzden arı, sıçan, ayı, peygamber devesi, kurbağa vb hayvanların peşine düşüp bu yıl kış nasıl geçecek diye kafa yormuyoruz. Bunun için ‘Neden bizim bilim insanlarımız bu işle ilgilenip meteorolojide bir hayvanat bahçesi kurmazlar?’ gibisinden kızmayın.
Çevrelerindeki değişimlere hemen ayak uydurdukları için hayvan tahminlerinin ancak kısa süreli olabileceğine inanılıyor. Örneğin, eşekler uzun uzun anırmaya başladığında, o gün yağmurludur. Sinekler yağıştan önce daha fazla ısırır. Yabani ördekler güzel havalarda, kötü havalardakinden daha yüksekte uçar. Martılar kumsalda duruyorsa; hava yağışlıdır.
Arılar fırtına öncesinde oğul vermez. İnek kuyruğunu batıya yöneltirse, hava güzel; doğuya yöneltirse hava yağışlı olur. Eğer baykuş dağın doğu kısmında öterse, hava bozar. Cırcırböceği, hava ne kadar çok sıcaksa o kadar çok cıvıldar...
Özet olarak bütün bunlar, süper bilgisayarlar, sayısal hava tahmin modelleri, meteoroloji uyduları, radarları, balonları, binlerce meteoroloji ve atmosfer bilimleri araştırmasından çok önce geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Artık bilimin sesine ve gereklerine kulak vermeliyiz...
Şüphesiz hayvanların çevrelerindeki değişimleri algılamada (varsa) altıncı hisleri ya da duyma yetenekleri insanlara göre çok gelişmiş. Hint Okyanusu’ndaki son tsunamide 300 bin civarında insan hayatını kaybederken, çok az sayıda hayvanın can kaybına uğraması da bunun bir ispatıdır. Fakat küresel iklim değişimi, tsunamiden de beter bir şey. Birçok hayvan türünün, iklim değişiminin etkilerinde kaçacak bir yer bulamayacağından yok olması bekleniyor. Bakalım bunu da tahmin edince bu dünyadan nasıl kaçacaklar?
Yazının Devamını Oku 
7 Şubat 2005
18-22 Ocak 2005 tarihlerinde Japonya’nın Kobe kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya Afetleri Azaltma Konferansı’ndan döner dönmez yeni yayımlanan bir başka Küresel İklim Değişimi raporuyla karşılaştım. Ne kadar yorgunum dediysem de dinletemedim. Sayısını unuttuğum TV ve radyoları dolaşıp bu raporun ne anlama geldiğini de tekrar tekrar anlatıp durdum.
Küresel iklim değişimini, kıyamet gibi mistik şeylerle ilişkilendirip sulandıran sorulara yanıt vermekten hoşlanmıyorum. Bu konuyu sebep sonuç ilişkileriyle anlamaya çalışan ve ‘çözümüne katkıda bulunmak için ne yapabilirim’ diye araştıran her yaştaki gençlerle konuşmak ise bana mutluluk veriyor. Böyle bir fırsatı bana 23 Aralık 2004 tarihinde Antalya’da Adem Tolunay Anadolu Lisesi öğrencileri ve öğretmenleri verdi. Antalya’da coğrafya öğretmeni Nesrin Tügen gibi öğretmenleri ve okul müdürü Mustafa Özden gibi idarecileri görmek benim için ‘Türkiye’de güzel şeyler de oluyor’ dedirten bir olay oldu.
HAVA SICAK MI SICAK GÖZLERİM GÖKYÜZÜNDE
Bu örnek devlet lisesinde, söyleme-anlatma gibi ezbere dayalı öğretim tekniği terk edilip yeni öğretim anlayışıyla proje tabanlı ve öğrenci merkezli ders işleme gibi aktif yöntemler uygulanmakta. Böylece 1998 yılında kurulan bu lisemiz, 2001 yılı itibarıyla ÖSS’de ülke sırlamasında ilk 19’a girmek ve Türkiye birincisi çıkarmak gibi inanılmaz başarılara imza atmış (http://tolunay.lisesi.com). Daha da başarılı olacaklarından eminim...
Geçen öğretim yılında ‘Elektromanyetik Kirlilik’ konulu bir proje yapan Adem Tolunay Anadolu Lisesi 1. sınıf öğrencileri bu yıl ‘Küresel İklim Değişimi’ni ele almış. 176 kişilik bir öğrenci grubu ilgi ve yeteneklerine göre birçok çalışma grubu oluşturmuş: Araştırma, veri toplama, proje filmi, dramlar, müzik dinletileri, web sitesi (www.kureselisinma.com), broşürler, baskılı tişörtler, anketler, sergi, pano, konferans düzenleme, basın ve tanıtım... Bütün bunlar, öğrencilerin inanılmaz güzel bir ekip çalışması yapmış oldukları çok başarılı aktivitelerdi. Bunlar arasından, sizlerle burada ancak birkaç hoş şarkı sözü uyarlamasını paylaşabilirim. En iyisi siz web sitelerini ziyaret edin.
Öğrenciler, rahmetli Barış Manço’nun şarkısından yaptıkları bir uyarlamada ‘küresel iklim değişimini anlama’yı şöyle işlemişler: ‘Hava sıcak mı sıcak-Gözlerim gökyüzünde-Korkuya kapılmışım-Anlıyorsun değil mi? Gökyüzünden süzülen-Birkaç damla yağmurda-Küresel sıcaklık var-Anlıyorsun değil mi? Mevsim geçmiyor sanki-Sıcaklar artmış bugün-Bir korku var içimde-Yanıyoruz değil mi? Gökyüzünde hiç nem yok-Mevsimlere hasretim-Nerde hani baharlar-Nerde hani dört mevsim? Küresel ısınma-Biliyor musun bunu-Ah Dünyamızın sonu-Kıyametin koptuğu!’
ABD KEYFİN YERİNDE YİNE MAŞALLAH
Fesuphanallah şarkısından yaptıkları uyarlamada ise sıcaklardan dert yanıp Kyoto Protokolü’nü imzalamayan ülkelere de haklı olarak sitem ediyorlar: ‘Arkası gelmez sıcakların bıktım illallah / Kriz biterken ısınma da başlar vermesin Allah / Böyle yandık böyle yanacağız korkarım vallah / Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah / ABD keyfin yerinde yine maşallah / Bize de bir gün doğa güler güler inşallah.’
Adem Tolunay Anadolu Lisesi 9-B öğrencisi (davulcu!) Tutku Kaşlıoğlu’nun sözlerini bana gönderdiği, Moğolların ‘Bişey Yapmalı’ adlı şarkısının küresel iklim değişimine uyarlaması ise kısaca şöyle:
‘Derin uykudaydım sesine / Uyandım ter içinde kaldım / Uyku tutmadı
Yolun ortasında henüz / Onaltısında insanım insanım / Diyorsa bişey yapmalı / Bişey yapmalı / Hey bişey yapmalı / Hey bişey yapmalı /Hey.
Küresel ısınma / Oldu başa bela / Bu konu hakkında / Bişey yapmalı...’
Bu duyarlıkları için Berkay Kurtuluş ve Nesrin Tügen başta olmak üzere Adem Tolunay Anadolu Lisesi’nin tüm öğrenci ve öğretmenlerine tekrar teşekkür ederim.
Evet bu konuyu artık konuşup durmaktan vazgeçip eyleme geçerek bir şeyler yapmalıyız. Peki neler yapabiliriz ya da yapıyoruz? Bir düşünün ve yaptıklarınızı bildirin lütfen...
Yazının Devamını Oku 
31 Ocak 2005
<B>Klasik şikayetler: </B>’Bugün başım ağıyor’, ‘off kafam çatlayacak’, ‘gözümü açamıyorum’, ‘öyle canım sıkkın ki’, ‘içimde anlaşılmaz bir sıkıntı var’, ‘donuyorum’, ‘yanıyorum’. Yanıt: ‘Havadandır canım!’ Bunlar dünyanın her tarafında karşılaştığımız gündelik konuşmalar. Böylece birçok şeyden en büyük günah keçisi olan havayı sorumlu tutup duruyoruz. Peki hava bunlardan ne kadar sorumlu? Bunun için dışarıda bizi etkileyen güneş ışığı, rüzgar, buharlaşma, sıcaklık, nem ve giyim gibi belli başlı altı faktöre dikkat etmeliyiz.
MÜMKÜNSE GÜNEŞE ÇIKIN
Birinci faktör güneşlenmedir ve direkt güneş ışınıyla kendimizi daha sıcak hissederiz. Eğer gölgedeyken havayı soğuk hissediyorsanız, mümkünse güneşe çıkın. Bulutlu havada dışarıda bulunan bir insan, aynı hava sıcaklığına sahip güneşli bir havada bulunan birine göre daha çok üşür. Bu durum, Erzurumlu’nun İstanbul’a gelince neden üşüdüğünü de açıklamış oluyor. Çünkü İstanbul daha az kar yağışı almasına rağmen Erzurum’a göre daha bulutlu bir havaya sahiptir. Bir de atalarımız ‘Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü’ demiş. Yani kışın koyu renkli giysiler güneşin sıcaklığını daha fazla hissettirir. Atalarımıza göre ‘Berduşun şaşkını da kış günü gözlük takar’mış!
RÜZGAR SAĞLAMLAŞTIRIR
İkinci önemli faktör rüzgardır. J. Willard Marriot’a göre ‘İyi ağaç kolay yetişmez; rüzgar ne kadar kuvvetli eserse, ağaçlar da o kadar sağlam olur’muş. Benzer bir şeyi insan için söyleyemeyiz. Çünkü rüzgar, özellikle insan terlemiş veya ıslak olduğu zaman havanın daha soğuk hissedilmesine ve hastalığa yol açar. Rüzgarlı ve kuru bir günde yüzerseniz bunu daha iyi anlarsınız. Rüzgar, vücut üzerindeki nemin buharlaşmasını arttırır. Vücudun üzerindeki su, sıvı halden gaz haline geçerken buharlaşma için gerekli olan gizli ısıyı vücuttan emerek vücudu soğutur. Böylece buharlaşma bir soğuma işlemidir ve kişinin kendisini daha soğuk hissetmesini sağlar.
BUHARLAŞMAYA DİKKAT
Derimizin üzerinde her zaman nem vardır. Terleyen ağaç gibi insan bedeni de buharlaşmayla devamlı su kaybeder. (Kuru ve sıcak havalarda ve uçak vb. klimalı araçlarda uzun süreli yolculuklarda bu nedenle bol sıvı alınmalıdır.) Rüzgar su kaybını kuvvetlendirir. Esintili sıcak bir gün, rüzgarsız sıcak bir güne göre kendimizi daha rahat hissetmemiz de bundadır. Lucill De Chazal’un ‘Pencereyi siz açarsanız temiz hava gelir; başkası açarsa cereyan olur’ sözü ise havayla ilgili değildir! Ama güneşli bir kış gününde dışarıdaki cereyanın, yani rüzgarın çıplak cilt yüzeyleri için soğutucu ve kurutucu etkisi kötüdür. O nedenle, kışın güneşli havalarda rüzgarın soğutucu etkisini öğrenmeden dışarı çıkmamalı.
SICAKLIK KONFORU ETKİLER
Ezop, ‘Ben, aynı zamanda hem sıcak hem de soğuk üfleyen bir insanla hiçbir işim olmasını istemem’ diyor, ama insan konforunu etkileyen en önemli faktör sıcaklıktır. Eğer sıcaklıklar düşerse, insan bedeni etrafını çevreleyen havayla birlikte vücut ısısını aşamalı olarak kaybeder (titrer ve üşümeye başlarsınız). Eğer hava sıcaklığı çok yüksekse, beden aşırı ısıyı depolar ve bu ısıyı çevreye yaymakta zorlanır. Terlemeyle vücutta su kaybı artar ve havayı yapış yapış hissettiğiniz için konforumuz da bozulup bunalmaya başlarız.
NEM MUMYAYA DÖNDÜRÜR
Böylece havanın çok sıcak olduğu günlerde nem de önemlidir. Nem, vücuttan buharlaşmayla olacak su kaybını kontrol eder ve bedenimizdeki tüm suyun kaybolmasına, kuruyup mumyaya dönmemize engel olur. Yazın hava kuru ise vücut, buharlaşma sonucu soğumayla sıcaklığını normal değerlerde korumada, yani kendimizi rahat hissetmemizde başarılı olur. Eğer çok sıcak bir yaz gününde hava hem kuru, hem de hafif bir şekilde rüzgarlıysa aşırı hava sıcaklığı pek rahatsızlık vermez. Havadaki nem yüksek olduğu zaman deriden buharlaşma ve dolayısıyla buharlaşmayla soğuma azalmaktadır. Böylece aynı sıcaklıktaki nemli bir gün, kuru bir günden daha sıcak ve rahatsız edicidir...
KIŞIN ÜÇ, YAZIN TEK KAT
Dışarıda insan konforu üzerinde etkili olan son faktör giyimdir. Atalarımızın ‘Yeni testi suyu soğuk tutar’ demiş ama giysinin yeni veya eski olmasının pek fazla önemi yok. Mevlana’nın ‘Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok. Nice elbise gördüm içinde insan yok’ sözü ise beni aşıyor. Benim söylemek istediğim doğru bir giyim özellikte soğuk olan bir günde kendimizi daha rahat hissetmemizi sağlar. Çok soğuk havalarda vücut sıcaklığını korunmak için giysilerimizin üzerine giysiler ilave etme şansımız vardır. Sıcak havalarda ise üzerimizdeki giysilerin tümünü çıkartsak bile artan vücut sıcaklığımızı düşüremeyebiliriz. Bununla beraber soğuk bir günde vücudu hafifçe saran koyu giysileri kat kat (en az üç kat ince ince) giyinmek, kalın kazak vb. şeyleri giyinmekten daha iyidir. Bunun tersi sıcak bir yaz günü düşünüldüğünde, güneş ışınlarını yansıtması için açık renkli ve vücutla giysi arasında ısı birikmemesi için de bol ve tek kat giyinmek en iyisidir.
ŞİKAYET ETMEDEN ÖNCE...
Bu altı faktör, büyük ölçüde kişinin kendini nasıl hissedeceğini belirler ama herkes sıcaklıkları farklı algılar. Bu nedenle, insan konforunu belirleyen hiçbir formül bu altı faktörü bir arada değerlendirememekte. Bu durumda, insanların kışın kendilerini konforlu hissettiği hava sıcaklıklarının 20 ila 25.6 derece arasında değiştiği düşünülmektedir. Bu nedenle, kışın oda sıcaklığı en az 20 derece; fazla hareket etmeyip üşümekten şikayetçi olanlar için ise en fazla 25.6 derece olmalıdır.
Özet olarak, eğer bu kış günlerinde üşüyorsanız güneşte durabilir, rüzgarı azaltabilir, sıcaklığı, nemi ve giysilerinizi arttırabilirsiniz. Şüphesiz atmosferde oluşan faktörleri kontrol edemeyiz. Ama (1) doğru giyinmek, (2) kapalı yerlerde bulunmak ve (3) biraz hareket etmek bizim elimizdedir. Ancak ondan sonra havadan da şikayet edebilirsiniz...
Yazının Devamını Oku 
17 Ocak 2005
Bugün 17 Ocak 1995’te Japonya’nın Kobe şehrinde yaşanan depremin onuncu anma yılı. 2003 yılının yazında bu şehrin deprem deneyimli yetkililerine ben de ‘deprem havasını’ sormuştum. ‘Sizce hangi mevsim, hangi saat, hangi gün, hangi hava şartları deprem olması için en tehlikelidir?’ Yanıt, ‘Sıcak bir yaz günü, hafta ortası ve öğlen saati.’
Günümüzde ise halk arasında farklı bir ‘deprem havası’na ilişkin söylentiler var. Örneğin, ‘depremler daima gece olur’, ‘Kuru ve sıcak hava, deprem habercisidir.’ Birkaç büyük şiddette depremin yazın sabahın erken saatlerinde meydana gelmesi, insanlarımızın böyle bir genelleme yapmasına neden oluyor. Böylece birçok insan depremlerin belli hava durumu koşullarında olduğuna inanıyor.
Aslında daha önce burada yazdığım gibi hava durumu ve depremler arasında doğrudan bir ilişki yok. Depremler yer kabuğunun kilometrelerce altında oluyor. Dünyanın her yerinde ‘deprem havası’yla ilgili hikayeler vardır ama onlar genelde o bölgeyi en çok etkileyen depreme ilişkindir. Ancak bunların bilimsel bir dayanağı yok. Olsaydı, meteorologların büyük bir kısmı şimdi işini gücünü bırakıp deprem tahminleri yapıyor olurdu...
Gerçekte ise depremler günün her saati ve yılın her mevsimi olabiliyor. Böylece, kayıtlara geçmiş ve Türkiye’de hasar yapan depremlerin yılın her ayında, diğer bir deyişle her türlü hava şartlarında oluştuğunu görmek mümkündür.
Afet yöneticileri, arama-kurtarma ekipleri de hava şartlarından farklı nedenlerden dolayı endişe eder. Şimdi Güney Asya’da olduğu gibi tsunami felaketinden geri kalanları, sıcak havalar nedeniyle kolera, susuzluk, sıtma ve humma gibi salgın hastalıklar tehdit ediyor. Enkaz altında belli bir süre kalan afetzedeler için serin havalar hipodermi tehlikesi oluşturur ama soğuk hava arama-kurtarma ekiplerinin ve gıda maddelerinin korunmasıyla birlikte salgın hastalık olmaması için tercih edilir.
ÇOCUKLARIMIZA ÇÖK-KAPAN-TUTUN’U ÖĞRETTİK Mİ?
Hafta sonu ve hafta başında insanlar daha çok evlerine yakın bir yerde olurken hafta ortasında evden uzakta bir yerde olma şansı daha fazladır. Benzer şekilde en fazla insanın dışarıda olduğu saat ise öğlene denk geliyor olmalı.
‘Bir arkadaşımın Kandilli Rasathanesi’nde tanıdıkları var. Dediğine göre yetkililer belediye başkanına büyük bir deprem olacağı haber vermiş...’ Her depremden sonra, ‘Kandilli’ ile başlayan ve yakında çok daha büyük bir depremin olacağına dair böyle söylentiler de var. Bu söylentiler resmi kurumlarca yalanlanınca da ‘halkın paniğe kapılmasını önlemeye çalışıyorlar’ denilir.
Halbuki ne Kandilli, ne de dünyanın başka bir deprem araştırma merkezi, depremin hangi gün ve ne büyüklükte olacağına dair kısa vadeli tahminde bulunacak bir teknolojiye sahip değil...
Bu nedenle, Türkiye’de resmi ve/veya bilimsel raporlarda görülen ‘Deprem Tahmini’ ya da ‘Deprem Erken Uyarı Sistemi’ vb ifadeler de sadece birer temenniden ibarettir ya da ‘Deprem Erken Müdahale Sistemi’ demek istemektedirler... Yoksa bu çevreler olmayan deprem tahmininden bahsederken, deprem tahmini yapanlara kızmaya hakları olmazdı!
Depremden önce başlayıp deprem anına kadar görülen ışımalar; deprem sırasında bastıran sis; depremden önce görülebilen çizgi bulutlar; renkli gökyüzünün 7’den büyük depremden bir-iki ay önce görülmesi; sönmüş ya da kırmızı renkli ayın depremden önce görülmesi; UFO olarak yorumlanan floresan ışığı parlaklığındaki ateş toplarının bir ay öncesinden görülmesi; yere çok yakın, çok sayıda ve çok parlak yıldızların depremden önce görülmesi; aniden çıkan, çok şiddetli rüzgarların depremden 10-12 saat önce ortaya çıkıp birkaç dakika kala kesilmesi; sıcak, nemli, çok sıkıcı havalar... Bunlar ya birer rastlantı ya da normal doğa olaylarıdır; deprem tahmininde henüz kullanılmamaktadırlar.
Bunlara bakarak kaygılanmayalım, ama afetlere doğru dürüst hazırlanalım.
Bunlar depreme hazırlanmak için yapmamız gerekenleri bize unutturmasın. Artık söylentilere değil, gerçeklere bakmak zamanı. Daha çök-kapan-tutun hareketini bile öğrenememiş ve tüm çocuklarımıza öğretememişken, Marmara depremlerinden altı sene sonra hálá olmayan deprem havası ve tahminiyle oyalanmamız akıl kárı değil. Gerçekten istesek yönetimler ve halk el ele verip bu işin altından kalkabiliriz. Daha önce bunu başarmışız!
İLK KAPSAMLI ÇALIŞMA 1509’DA BİZDE OLMUŞ
Örneğin, İstanbul’da kayda geçen en büyük depremin olduğu 1509’da afetlere hazırlık bakımından önemli şeyler yapmışız. Padişah II. Beyazıt sadece yara sarmamış; zarar azaltıcı tedbirler de almış. Olağanüstü durum ilan etmiş ve 14 ila 60 yaş arası bütün erkekleri inşaatlarda çalıştırmış. Evi yıkılan her aileye 20 altın yardımda bulunmuş. Depremden sonraki altı ay içerisinde iki bin ev yaptırarak depremzedelere dağıtmış. Ayrıca ilk defa inşaatlarla ve yapılanmayla ilgili bir ferman yayınlayarak ilerisi için de kalıcı tedbirler almış. Dolgu zeminler üzerine inşaat yapmayı yasaklamış. Ahşap binaları teşvik etmiş. Taş binalarla ilgili yeni esaslar getirmiş.
Yani, tarihteki ilk kapsamlı kentsel dönüşüm ve afet zararlarını azaltma çalışmasını biz yapmışız! Ne diyelim Allah tamamına erdirsin!
Bugün, on sene sonra Japonlar depremde kaybettiklerini nasıl anıyorlar, afetlere hazırlık için neler yapıyorlar ve neler konuşuyorlar? Bunları öğrenmek için ben yine Kobe’deyim...
Yazının Devamını Oku 