26 Temmuz 2004
<B>B</B>ugünlerde yaklaşık iki milyon veliden biri olarak 2004 ÖSS sonuçlarının açıklanmasını bekliyorum. Bundan sonra bizim için ÖSS’den daha zorlu olan ikinci raund başlayacak. Alınan puana göre il, üniversite, fakülte, bölüm veya meslek seçebilmek için birçok aile gibi tatile ara verip zorlu bir uğraşa girişeceğiz. ÖSS’nin böylece tekrar gündeme geldiği bu günlerde uzmanlık alanımla ilgili 2004 ÖSS soruları arasında yer alan tuhaf bir inanış ve sorudan bahsetmek istiyorum.
Bir meteoroloji hocası olarak, ÖSS’ye giren kızıma sınavın sözel bölümünde coğrafya soruları arasında yer alan ‘iklim bilgisi’ konusunda yardımcı olabilirim diye düşünüyordum. Bunun için önceki yıllarda ÖSS ve ÖYS’de sorulmuş iklim bilgisi sorularını inceleyince itiraf etmeliyim ki çok şaşırdım. Bu sene de sözel soruları arasında yer alan 70. soru da bana bir garip geldi!
KÖTÜ BİLİM ÖRNEĞİ
Dikkat edildiği takdirde, hayat bilgisi, fen bilgisi ve coğrafyayla ilgili ders kitaplarımızla birlikte ÖSS/ÖYS sorularında birçok ‘kötü bilim’ örneğine ve tartışmalı sorulara rastlamak mümkün. Örneğin, sık sık ‘havanın taşıyabileceği su buharı miktarı’ şeklinde yanlış bir meteorolojik ifade ÖSS soruları arasında yer almakta. 1994 ve 1996 yıllarında bu konu, ‘Sıcaklık arttıkça havanın taşıyabileceği su buharı miktarı da artar’ şeklinde ifade edilmiş. Aynı soru tipi ve yanlış ifade ÖSS 2000’de de ‘havanın taşıyabileceği maksimum su buharı’ şeklinde tekrarlanmış.
Halbuki Dalton’un 18. yüzyılda açıkladığı gibi herhangi bir ortamda gazlar, birbirlerinden bağımsız bir şekilde bulunurlar... Hava, su buharı dahil birçok gazın karışımından oluşur. Hava, su buharını ‘tutmaz’ veya ‘taşımaz.’ Su buharı, yani su molekülleri, havada azot, oksijen vb. moleküller gibi sadece ‘bulunur.’ Diğer bir deyişle, havada hiçbir gaz diğerinin hamalı değildir! Ayrıca bugün birçok kişi hálá, sıcak havanın soğuk havadan daha fazla su buharı taşıyabileceğini düşünmekte. Aslında bütün bunların yanlış olduğu çok basit bir deneyle gösterilebilir...
Böylece şu an, sık sık sıcaklık yerine ‘ısı’; türbülans yerine ‘hava boşluğu’; tayfunlar yerine ‘hortumlara yabancıyız, onlar tropiklerde oluşur’; ‘hortum radarda görülmez’; ozon gazındaki seyrelme yerine ‘ozon deliği’; Peru kıyılarındaki sıcak su akıntısı olan El Nino’ya ‘kasırga’ vb şeyler deyip duruyoruz. Bilimsel kavram ve kelimeleri bu kadar çok yanlış kullanan bir halk, bilimde nasıl ilerleyebilir? Bu tür yanlış kavram ve düşüncelerden bir an önce kurtulmalıyız!
Bunun için sıcaklık ile ısı arasındaki farkı soran şu ÖSS fen bilgisi sorusu çok yararlı olmuştur:
2001 ÖSS: Isı ve sıcaklık kavramları, aşağıdakilerin hangisinde yanlış kullanılmıştır?
A) Arı suyun normal kaynama sıcaklığı 10 C’dir.
B) Sağlıklı bir kişinin vücut ısısı 36,5 C’dir.
C) Buzdolabının soğutucu bölmesinde sıcaklık yaklaşık 5 C’dir.
D) Odun kömürünün yanma ısısı 8000 kal/g’dır.
E) 1 kalori, 1 gram arı suyun sıcaklığını 1 C yükseltir.
Şimdi pek çok kişiye tuhaf gelecek ama bu sorunun doğru yanıtı (B)’dir. Yani, ‘vücut ısısı’ demek yanlıştır! Doğrusu ‘vücut sıcaklığı’dır... Bu seneki nemle ilgili şu soru da bana tartışmalı geldi:
2004 ÖSS: Bir ülkede yer alan X ve Y yörelerinde ormanların bir bölümü yangın nedeniyle tahrip olmuştur. Bu alanlar kendi halinde bırakıldığında, X yöresinde orman bir süre sonra kendini yenilemiş. Y yöresinde ise yenileyememiş ve ağaçlandırma yapılması gerekmiştir. Buna göre, X ve Y yöreleri için aşağıdakilerden hangisi kesinlikle doğrudur?
A) X yöresinde nem oranı Y yöresindekinden fazladır.
B) X ve Y yörelerinin enlemleri farklıdır.
C) Y yöresinde akarsu ağı X yöresindekinden daha sıktır.
D) Y yöresinin ortalama yükseltisi X yöresindekinden fazladır.
E) X yöresinin yüzölçümü Y yöresindekinden büyüktür.
EĞİTİM ŞART AMA NASIL?
‘Nem oranı’nın (yani bağıl nemin) yüksek olması havanın ve/veya toprağın nemli olması anlamına gelmez! Çünkü bağıl nem, su veya su buharı miktarının bir ölçüsü değildir. Ayrıca, ‘nem oranı’nın yüksek olması o yerin yağışlı bir yer veya toprağının sulu olduğu anlamına da gelmez. Bunların tersi düşünülerek bu sorunun yanıtına (A) denilmiş ise soru yanlıştır... Nem oranı, o sıcaklıktaki havada buharlaşma ile yoğuşmanın ne kadar dengede olduğunu gösterir. Ayrıca en çok nemden şikayet edilen yaz ayları, aylık ortalama nem oranının en düşük olduğu aylardır!
Ancak sis oluşabilen, çok yüksek nem oranlarında bitkilerin terlemeyle su kaybı durabilir. Örneğin, Pasifik Okyanusu’nda oluşup Kaliforniya kıyılarına rüzgarla taşınan sisler, yaz aylarında sahil bölgelerindeki Kaliforniya Selvisi olarak adlandırılan dünyanın en yüksek ağaçlarının hayatta kalmasına yardımcı olur. Sis, (100 metreden daha yüksek olan) bu ağaçları gövdelerinde yukarıya doğru suyu pompalama işinden kurtarır. Ancak sisler, (aksi takdirde dünyanın en kurak bölgeleri olabilecek bazı yerlere) önemli miktarda nem taşıyabilir. Örneğin Peru’nun, Lima şehri için bu durum geçerlidir. Yılda 20 mm civarında yağış alan Lima’da, ‘garua’ olarak adlandırılan sürekli bir sisin sonucu olarak yeryüzü yemyeşildir. Halbuki, bütün bu ayrıntılar düşünülerek bu soru hazırlanmamış ve coğrafya derslerinde öğretilmemiştir...
Özetle, coğrafya ile meteoroloji ve iklim bilimi birbirleriyle ilişkili ama farklı uzmanlık alanlarıdır. İklim bilimi, sözel değil fen ağırlıklı olmasına rağmen ülkemizde neden sözel bir konuymuş muamelesi görür? Ya da neden bu kavramlar böyle karıştırılır? Eğitim şart! Ama nasıl?
‘Soruyu derhal cevaplayabildiğim için çok hoşnudum. Bilmiyorum dedim’, Mark Twin. Ben de öyle!
Yazının Devamını Oku 
19 Temmuz 2004
Her mevsim gibi, yazın da kendine göre hem güzellikleri hem de tehlikeleri var. Örneğin, yaz gelip havalar çok ısındığında sıcak havalar ve çoğalan böcekler bizi bunaltabilir; cildimizin rengini koyulaştıran veya bazen cildimizi yakıp su toplanmasına neden olan güneş zarar ve acı verebilir; daha çabuk bozulan gıdalar tarafından daha sık zehirlenebiliriz. Yaz günleri ilerleyip ağustos ayına yaklaştıkça sıcak hava dalgaları da şiddetlenir. Bütün bu nedenlerden dolayı yaz mevsimi, özellikle çocuklar ve yaşlılar için, en tehlikeli mevsim olarak bilinir.
Tarlada v.b. yerlerde çalışmak zorunda olmayan çocuklar için yaz, dışarıda sonsuz oyun oynanabilen günler demektir. ABD Ulusal Çocuk Güvenliği Kampanyası’na (NSKC) göre 14 yaşından küçük çocuklarda kaza, yaralanma ve ölümlerin yarısı mayıs ile ağustos arasında oluyor. Yazın çocuklar için en büyük tehlikeleri oluşturan durumlar şöyle belirlenmiş: Boğulma ve sığ suya kafa üstü dalma, düşme, araç çarpması ve kazaları, zehirlenme ve böcek ısırmaları, aşırı güneşlenme sonucu güneş çarpması ile birlikte ileriki yaşlarda cilt kanseri ve gözlerde katarakt, yıldırım çarpması ve sel sularına kapılma. Bir de yetişkinlerin ‘Hemen geliyorum’ diyerek otomobillerde yalnız ve kapalı bıraktıkları küçük çocuk ve hayvanlar var...
Günümüzün konusu olduğu için tekrar sıcak hava dalgası tehlikesinden bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz sıcak hava dalgaları, 2003 yılı Ağustos ayında sadece Fransa’da 20 bin olmak üzere, Avrupa genelinde çoğu yaşlı olan 30 bin can almıştı. Yaşlılar ve çocuklar sıcak hava dalgalarından en çok etkilenen hassas grup içinde yer alıyor.
Ülkemizden bu tür rakamlar veremiyoruz. Bunun anlamı bizde sıcak hava dalgalarının etkili olmaması değil; bu, afetlerin sahipsiz olması ve gerektiği gibi kayıt tutulup istatistik çıkartılmamasından kaynaklanıyor. Umarım Ankara hortumundan sonra bazıları ‘Burada öyle şey olmaz, olsa da bize bir şey olmaz’ demekten vazgeçer. İlgililerin artık bu konuda da ister titreyip, isterse terleyip kendine gelmesi gerek.
GÜZEL HAVALAR DA HASTA EDER
Kayıtlara göre geçen sene sıcak hava dalgasının etkili olduğu bir günde Amerikan Kızıl Haçı, sadece New York Central Park’ta 15 bin şişe suyu dağıtmıştı. Ayrıca ABD şehirlerinde yerel yönetimler gerektiğinde insanlar için klimalı soğutma merkezleri kurmakta ve klimalı kamu binalarına ve alışveriş merkezlerine ücretsiz (planlı tahliye şeklinde) ulaşım sağlamaktadır.
Biz şimdilik en azından hayal kurmak gibi, sıcak havalarda çok hareketli olmayan bir etkinlikte bulunabiliriz:
Türk Kızılay’ı 28 çeşit meteorolojik afete hazırlanmak ve gerektiğinde etkilerini azaltabilmek için bünyesinde bir meteorolojik afetler birimi kurmuş. Kızılay’ın meteoroloji birimi 10 gün öncesinden ülkemizin nerelerinde sıcak hava dalgasının etkili olacağını belirledikten sonra hummalı bir çalışma başlatmış. Sıcak hava dalgalarından etkilenecek olan yerlerde halkı kendilerini korumaları için bilgilendiriyor, şehir merkezlerinde su dağıtıyor, apartmanların üst katlarında yaşayan hasta, yaşlı ve çocuklar için soğuk hava çadırları kuruyor. İsteyenler de belediye ile ortaklaşa klimalı merkezlere taşınıyor. Basın ve yayın kuruluşları, janjanlı kamu reklamları ile tehlike öncesinde halkı bilinçlendiriyor; insanlara hem kendini, hem de çocuklarını, yaşlılarını, engellilerini, aile ve komşularını nasıl koruyabileceği öğretiliyor.
İlgili ve yetkililerimiz bunları yapadursun, biz terlemenin vücut için bir soğutma işlemi olduğunu ama aşırı su kaybının öldüreceği gerçeğini unutmamalıyız. Hava sıcaklığının çok arttığı günlerde, vücudun aşırı su kaybetmesiyle oluşan dehidrasyona karşı bol bol su içilmeli ve vücudun terle attığı su yerine konulmalı. Dikkat edilirse burada vücudun kaybettiği su deniliyor, gazoz filan denilmiyor.
Atalarımız da ‘Yaz ayransız, kış yorgansız olmaz’ demiş. Diğer bir deyişle, su veya meyve suyu, süt, çorba ve ayran da içilebilir ama idrar söktürücü özellikleri nedeniyle, su kaybını artıran kahve, kola ve alkollü içeceklerden uzak durulmalı.
Bugünlerde, ‘Aşırı sıcaklara rağmen kendilerine ait tarlayı sulayan Medet Karakoç (12), uzun süre güneşin altında kalınca yere yığıldı... Akdağmadeni Devlet Hastanesi’nde yapılan otopside, aşırı sıcaklardan beyin kanaması geçirerek can verdiği belirlendi. Öte yandan Adana’da hediyelik eşya pazarlaması yapan bir kişi de, aşırı sıcak nedeniyle yolda yürürken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti’ (26.07.2001, Hürriyet Gazetesi) vb. haberler sık duyuluyor.
Fark ettiyseniz yukarıdaki haberde güneşin altında tarla sulandığından bahsediliyordu. Güneşin altında ve rüzgarlı havalarda tarla veya bitki sulamak, hem suyu, hem de sağlığımızı tehlikeye atmak ile eş anlamlıdır. Bir Türk atasözünde ‘Tavuk bile su içerken göğe bakar’ der, ama maalesef bazılarımız ne havaya bakarak su içiyor, ne de havaya bakarak sulama yapıyor...
Sözün özü, yaşı ne olursa olsun, aileler çocuklarının bu havalarda dışarıda bilinçsizce dolaşmasına veya yüzmeye gitmesine izin vermemeli. Yaşlıları, engellileri ve hayvanları da korumasız bırakmamalı. Özetle, bu ‘güzel havaların’ sizi hasta etmesini istemiyorsanız ‘Gölgede ve beyaz kalın; hafif, sulu ve yavaş bir yaşam sürün’ kuralını uygulayın ve sevdiklerinize de uygulatın.
Yazının Devamını Oku 
12 Temmuz 2004
<B>B</B>uğday Dergisi’nde yer alan bir habere göre, Biyo-Gökova Projesi kapsamında ve sivrisinekler ile mücadelenin doğal yöntemleri hakkında yayımlanan kitapçık, GökovaAkyaka’yı Sevenler Derneği tarafından ‘Siz Sivrisinek Üretiyor musunuz?’ başlıklı güzel bir broşüre dönüştürülmüş. Sıcak havalarda, ne zaman memlekete gezmeye gitsek veya bir kırsal bölgeye seyahat etsek sivrisinekler en çok beni hırpalar. Demek ki oralarda birileri sivrisinek üretiyormuş da haberimiz yokmuş! Bu biyolojik saldırılar için sivrisineklere yardım ve yataklık edenlere, şimdi hesap sorsak ‘vallahi benim de haberim yoktu!’ diyeceklerdir. Ya da ben bayan sivrisineklere daha fazla hedef olmak için yanlış bir şeyler yapıyorum veya sarımsak sevmemenin cezasını çekiyorum!
Bu konuda, 15 Nisan 2000 tarihli Milliyet Gazetesi’nin 2000 Ekinde bulunan Havadan-Sudan adlı köşemde de ‘Sivrisinek Tahmini’ başlıklı bir yazı yayımlamıştım. O günden bu güne özellikle Kuzey Amerika’da Batı Nil Virüsü problemi artarak büyüdü. Küresel ısınma ile birlikte daha kuru ve sıcak yaz tahminleri, tropikal hastalıklarda büyük artış olacağı beklentisini doğurdu. Yağmurun azlığının da kanalizasyon sisteminde problem yaratarak salgın hastalıklara neden olabildiği belirlendi. Bu yıl da doğal göl veya havuzlarda tutulan durgun suların, havaların ısınmasıyla beraber sivrisinek üretiyor olması akıllara Batı Nil Virüsünü getiriyor. Özellikle ABD’nin Doğu Kıyısında halktan yağmur sularının durgun su birikintisi oluşturmaması, yapay havuzlara sivri sinek larvası yiyen balık konması ve otların sürekli olarak biçilmesi isteniyor.
İKİ HAFTA ÖMÜRLÜ CANAVAR
Hava şartlarına bağlı olarak Batı Nil Virüsü taşıma ihtimali olan sivrisinekler haziran ortasından itibaren ortaya çıkabiliyor. Bu virüsü kapanların çok azında ateş, adale ağrıları, kızarıklar ve baş ağrısı görülüyor. Batı Nil Virüsü’nden etkilenenlerin yüzde 80’i ise herhangi bir semptom göstermiyormuş. Virüs yüksek ateşle beyinde hasara ve ölümlere neden olabiliyormuş. Atlara iğne yapılıyor ama insanlar için aşısı yokmuş. Bu nedenle örneğin, Kanada’da belediyeler bir tane bile olsa (örneğin bir kuş ölüsü gibi) Batı Nil Virüsü belirtisi görülen noktadan 3 km. yarıçapındaki alanın sivri sinek spreyi ile ilaçlanması kuralını getirdi. Bu yeni kural büyük tartışmalara yol açtı. Çünkü sprey şeklinde çevreye sıkılan böcek ilaçları, insan ve hayvanlarda kansere ve başka tür sağlık problemlerine neden olduğu için daha önce tümüyle yasaklanmıştı.
Yaklaşık 2 bin 500 çeşidi olan sivrisinek haşeresi, yaklaşık 2.5 miligram ağırlığındadır, saniyede 250 ila 500 kanat çırpabilir, isterse geriye doğru da uçabilir, evine bağlıdır (yaşadığı yerden çok uzağa gitmez) ve siz onu öldürmezseniz en fazla 2 hafta yaşayabilir. Dünyada her yıl 3 milyon kişinin sivrisinekler yüzünden öldüğü de göz önüne alındığında, sivrisineklere karşı organize bir şekilde ve bilimsel yöntemler ile mücadele edilmesinin neden şart olduğu görülebilir. Modern meteoroloji bilimi de bu mücadeleye, sivrisinek etkinliği tahmini ile katkıda bulunmaktadır. Böylece artık fırtına ve sel gibi sivrisinek hareketleri de önceden belirlenebiliyor.
NASIL ÜRÜYORLAR
Suya doymuş toprak üzerine düşen yağmur ve eriyen kar durgun su gölcükleri oluşturur. Bu durgun veya çok yavaş akan sular sivrisineklerin üremesi için uygun ortamları hazırlar. Sivrisinekler en çok, sakin, rüzgarsız, bulutlu ve nemli havayı severler. Bu nedenle de özellikle gün doğumu öncesi ve batımı sonrası 2 saat içinde çok aktiftirler.
Genellikle sivrisinekler 14C ila 30C sıcaklık aralığında büyürler. Yumurtadan çıkıp yetişkin hale gelebilmeleri için, örneğin, 25C’de 185 saatlik süreye ihtiyaç duyarlar. Neme ihtiyaç duydukları için de yumurtalarını suya veya suyun etrafına bırakırlar. Bu nedenle üremeleri için yağış da gereklidir. Sivrisinek üremesinin hava sıcaklığı, yağış ve toprağın nem durumu başta olmak üzere bir çok parametreye göre tahmin edilebilir. Örneğin ABD’de ve Kanada’da şehirler için sivrisinek etkinliklerine yönelik günlük tahminler yapılmaktadır (http://www.muskol.com/index2.cfm).
SİNEK YETMEZMİŞ GİBİ BİR DE KENE PROBLEMİ
Sürekli buzla kaplı kutup bölgeleri hariç, sivrisinekler dünyanın her tarafında bulunur ve genellikle nektar ile beslenir. Dişi sivrisinek yumurtlayabilmek için proteine de ihtiyaç duyar. Protein kaynağı olarak da sadece insan ve kuş, kurbağa, yılan v.b. hayvanları ısırarak kan emer. Örneğin, hasta bir hayvanı veya insanı ısırdıktan sonra, başka bir insanı ısırarak mikrobu birinden ötekine taşıyabilirler. Bu nedenle, sivrisineklerin neden olduğu salgın hastalık ve ölümler daha çok onların üreme mevsimleri olan yaz ve sonbahar aylarında olmaktadır.
Sıcak havalarda kene tehlikesi de hortlar. Örneğin, ABD’de yılda 16 bin kene vakasına rastlanıyor. Bu yüzden her yıl ABD’de kenelerin çok aktif olduğu yaz aylarında kene ısırmalarına karşı büyük kampanyalar başlatılıyor. Sekiz bacaklı bu parazitler uzun bitkilerde bulunuyor ve genellikle hayvanların, nadiren de olsa insanların kanıyla besleniyor. Çalılıkları temizlemek, çimen ve benzeri otları uzamadan kesmekten başka keneyle etkili bir mücadele yöntemi yok.
Atalarımıza göre ‘Sinek pekmezciyi tanır’mış! Aman siz pekmez olmayın; yazın kene, sivrisinek vb böcekler tarafından ısırılma olasılığını da düşünerek dışarıda açık renkli, bol, uzun kol ve bacaklı şeyler giyinmek v.b. gibi önlemleri de alın ve yüksek ateşiniz çıkarsa hemen bir doktora başvurun.
SİVRİSİNEK SARIYI SEVMEZ
Sivirisinekle mücadelenin en etkin şekli doğal yollar ile mücadele etmek. Bunun için, Gökova Akyaka’yı Sevenler Derneği’nin hazırladığı broşüre bakmanızda yarar var. Broşürde yer verilen, doğal korunma ve mücadele yöntemlerinden bazıları şöyle: Evinizde ve terasınızda sarı ampuller kullanabilirsiniz. Sivrisinekler üzerinde itici bir etkisi vardır. Bahçenize ya da evinizin etrafına sivrisinekler için itici etkisi olan fesleğen, sardunya, nane, defne, biberiye, mercanköşk, lavanta, pelin otu, sarımsak ekebilirsiniz, (ayrıntı için: www.akyaka.org).
Yazının Devamını Oku 
5 Temmuz 2004
‘Renklerden, ölümden, bir de vergiden kaçış yoktur!’ Amerikalılar böyle diyor. Çoğu kez kontrol bile edemediğimiz rengimiz hakkında ‘bir Afrikalı tarafından yazılmış’ aşağıdaki güzel şiir ise bu günlerde bilgisayardan bilgisayara dolaşıyor:
Gördüğünüz gibi renkler, değişik kültürlere ve oluştukları yerlere göre farklı anlamlara gelebiliyor. Bu sıcak yaz günlerinde ise güneşte kızarmamak için giysimizin ve evlerimizin renkleriyle birlikte yaptığımız resimlere de dikkat etmeliyiz. Evet bu sıcak tatil günlerinde resim yapmak büyüklere ve çocuklara tavsiye edilebilecek en iyi etkinliklerdendir, ama renklere dikkat etmek gerekiyor!
Bildiğiniz gibi gökkuşağı, dünyadaki belli başlı tüm renkleri içerir. Ama dünyada gökyüzünün ve denizin rengi olan mavi en yaygın ve popüler renktir. Belki de bu yüzden Roma İmparatorluğu’nda kamu görevlileri gibi bugünün polis memurları da mavi giyiyor. Mavi odaların insanı rahatlattığı da söylenir. Bazı bilimsel çalışmalara göre ise halterciler, mavinin hakim olduğu spor salonlarında daha iyi dereceler elde ediyor. Mavi renk, aynı zamanda sadakat ve sevgi anlamına geldiği için iş başvurusu görüşmelerinde de mavi giyilmesi tavsiye edilir...
MAVİ POPÜLERDİR AMA YENMEZ
Her ne kadar mavi en popüler renk ise de yemek rengi olarak tercih edilmez. Mavi yiyecek doğada az bulunur. Yeşil, kahverengi ve kırmızı en popüler yiyecek renkleridir. Bu nedenle kırmızı, iştah açması için restoranlarda yaygın olarak kullanılır. Kırmızı otomobillerin de en çok hırsızlığa uğradığı bilimsel bir gerçektir. Bu günlerde bizi ilgilendiren en önemli renk ise güneşin sarısı ve kızıllığıdır...
Belki duymuşsunuzdur; Benjamin Franklin de bir zamanlar çok basit bir deney yapmıştı: Bir kar yağışından sonra, karın üzerini değişik renklerdeki kumaş parçalarıyla örtmüştü. Franklin bu deneyiyle karın siyah kumaşın altında en hızlı ve beyaz kumaşın altında ise en yavaş şekilde eridiğini gözlemledi. Bu deneyin sonucunda Franklin sıcak ve güneşli iklimde eğer açık renkli giysiler giyilirse insanların daha serin kalacağına doğru bir şekilde karar verdi. Yazın etrafınıza bir bakın bakalım Franklin’den çok yıllar sonra günümüzde kaç kişi bu gerçeğin farkında ya da değil!
Yine yazın çıplak ayakla asfalt bir yol üzerinde yürümeye çalışırsanız, bu siyah yüzeyin ne kadar ısınabileceğini çok kısa bir zamanda öğrenirsiniz. Aynı zamanda asfalt yolun ortasındaki ve kıyısındaki beyaz şeritler çok daha serindir. Bu olay, biri tümüyle siyah ve diğeri beyaz renkle boyanmış evlere, termometre yerleştirilerek de görülebilir. Daha iyi bir yansıtıcı yani daha kötü enerji yutucu olan beyaz evin daha yavaş ısındığı görülecektir. (Diğer bir deyişle, ey vatandaş! Evini beyaza boya da damdan düşme.)
GÖKKUŞAĞINDAKİ RENK SIRASI
Dolayısıyla, binaların mimari yapısı büyük oranda iklim şartlarına göre şekillenir. Örneğin; soğuk iklimlerde yapıların basık, mümkün mertebe yerle uyum sağlayacak şekilde toprağa gömülü olması, kullanım alanının küçük olması, duvarın kalın, pencere ve kapıların ise olabildiğince küçük ve az sayıda olması, kapı ve pencerelerin hakim rüzgar yönünden farklı bir yönde, rüzgar etkisinin az ve güneşlenme etkisinin fazla olduğu cephede açılması, dış cephe yüzeylerinin, ışığı daha fazla yutmaları için, koyu renklerle boyanması gibi birtakım önlemler alınır.
Buna karşılık sıcak iklimlerde ise, yapıların mümkün mertebe yüksek ve geniş olması, kapı ve pencerelerin daha fazla hava alacak şekilde geniş ve hakim rüzgar yönünde ve güneşlenmenin mümkün mertebe az olduğu cephede açılması, dış cephe yüzeylerinin güneş ışınlarını az yutan açık renklerle boyanması ve güneşlenme etkisi en az olacak şekilde konuşlandırılması istenir.
Gökkuşağındaki renklerin sırasını hatırlıyor musunuz? Ne gariptir ki birçok ressam da hatırlamıyor! Böylece bir araştırmaya göre son yüzyılda yapılan yağlı boya tablolarındaki gökkuşaklarının yarısında renkler ters sırada gösterilmiştir... Halbuki birincil gökkuşaklarının renkleri içeriden dışarıya (veya alttan yukarı) kırmızı, sarı, yeşil, mavi ve mor şeklinde olmalıydı.
Sonuç olarak, bu güneşli günlerde dışarı çıkmak zorundaysanız, cildinizi mümkün olduğu kadar örten hafif kumaştan yapılmış, açık renkli ve bol giysileri tercih etmelisiniz... Benden söylemesi!
‘Sevgili Beyaz Adam,
Doğarım, siyahım
Büyürüm, siyahım
Güneşlenirim, siyahım
Üşürüm, siyahım
Korkarım, siyahım
Hastalanırım, siyahım
Ve ölürüm, hálá siyahım
Ve sen Beyaz Adam
Doğarsın, pembesin
Büyürsün, beyazsın
Güneşlenirsin, kızarırsın
Üşürsün, morarırsın
Korkarsın, sararırsın
Hastalanırsın, yeşilsin
Ve ölürsün, grisin
Ve hálá utanmadan bana renkli dersin!’
Yazının Devamını Oku 
5 Temmuz 2004
‘Renklerden, ölümden, bir de vergiden kaçış yoktur!’ Amerikalılar böyle diyor.Çoğu kez kontrol bile edemediğimiz rengimiz hakkında ‘bir Afrikalı tarafından yazılmış’ aşağıdaki güzel şiir ise bu günlerde bilgisayardan bilgisayara dolaşıyor:Gördüğünüz gibi renkler, değişik kültürlere ve oluştukları yerlere göre farklı anlamlara gelebiliyor. Bu sıcak yaz günlerinde ise güneşte kızarmamak için giysimizin ve evlerimizin renkleriyle birlikte yaptığımız resimlere de dikkat etmeliyiz. Evet bu sıcak tatil günlerinde resim yapmak büyüklere ve çocuklara tavsiye edilebilecek en iyi etkinliklerdendir, ama renklere dikkat etmek gerekiyor!Bildiğiniz gibi gökkuşağı, dünyadaki belli başlı tüm renkleri içerir. Ama dünyada gökyüzünün ve denizin rengi olan mavi en yaygın ve popüler renktir. Belki de bu yüzden Roma İmparatorluğu’nda kamu görevlileri gibi bugünün polis memurları da mavi giyiyor. Mavi odaların insanı rahatlattığı da söylenir. Bazı bilimsel çalışmalara göre ise halterciler, mavinin hakim olduğu spor salonlarında daha iyi dereceler elde ediyor. Mavi renk, aynı zamanda sadakat ve sevgi anlamına geldiği için iş başvurusu görüşmelerinde de mavi giyilmesi tavsiye edilir...MAVİ POPÜLERDİR AMA YENMEZHer ne kadar mavi en popüler renk ise de yemek rengi olarak tercih edilmez. Mavi yiyecek doğada az bulunur. Yeşil, kahverengi ve kırmızı en popüler yiyecek renkleridir. Bu nedenle kırmızı, iştah açması için restoranlarda yaygın olarak kullanılır. Kırmızı otomobillerin de en çok hırsızlığa uğradığı bilimsel bir gerçektir. Bu günlerde bizi ilgilendiren en önemli renk ise güneşin sarısı ve kızıllığıdır...Belki duymuşsunuzdur; Benjamin Franklin de bir zamanlar çok basit bir deney yapmıştı: Bir kar yağışından sonra, karın üzerini değişik renklerdeki kumaş parçalarıyla örtmüştü. Franklin bu deneyiyle karın siyah kumaşın altında en hızlı ve beyaz kumaşın altında ise en yavaş şekilde eridiğini gözlemledi. Bu deneyin sonucunda Franklin sıcak ve güneşli iklimde eğer açık renkli giysiler giyilirse insanların daha serin kalacağına doğru bir şekilde karar verdi. Yazın etrafınıza bir bakın bakalım Franklin’den çok yıllar sonra günümüzde kaç kişi bu gerçeğin farkında ya da değil!Yine yazın çıplak ayakla asfalt bir yol üzerinde yürümeye çalışırsanız, bu siyah yüzeyin ne kadar ısınabileceğini çok kısa bir zamanda öğrenirsiniz. Aynı zamanda asfalt yolun ortasındaki ve kıyısındaki beyaz şeritler çok daha serindir. Bu olay, biri tümüyle siyah ve diğeri beyaz renkle boyanmış evlere, termometre yerleştirilerek de görülebilir. Daha iyi bir yansıtıcı yani daha kötü enerji yutucu olan beyaz evin daha yavaş ısındığı görülecektir. (Diğer bir deyişle, ey vatandaş! Evini beyaza boya da damdan düşme.)GÖKKUŞAĞINDAKİ RENK SIRASIDolayısıyla, binaların mimari yapısı büyük oranda iklim şartlarına göre şekillenir. Örneğin; soğuk iklimlerde yapıların basık, mümkün mertebe yerle uyum sağlayacak şekilde toprağa gömülü olması, kullanım alanının küçük olması, duvarın kalın, pencere ve kapıların ise olabildiğince küçük ve az sayıda olması, kapı ve pencerelerin hakim rüzgar yönünden farklı bir yönde, rüzgar etkisinin az ve güneşlenme etkisinin fazla olduğu cephede açılması, dış cephe yüzeylerinin, ışığı daha fazla yutmaları için, koyu renklerle boyanması gibi birtakım önlemler alınır. Buna karşılık sıcak iklimlerde ise, yapıların mümkün mertebe yüksek ve geniş olması, kapı ve pencerelerin daha fazla hava alacak şekilde geniş ve hakim rüzgar yönünde ve güneşlenmenin mümkün mertebe az olduğu cephede açılması, dış cephe yüzeylerinin güneş ışınlarını az yutan açık renklerle boyanması ve güneşlenme etkisi en az olacak şekilde konuşlandırılması istenir. Gökkuşağındaki renklerin sırasını hatırlıyor musunuz? Ne gariptir ki birçok ressam da hatırlamıyor! Böylece bir araştırmaya göre son yüzyılda yapılan yağlı boya tablolarındaki gökkuşaklarının yarısında renkler ters sırada gösterilmiştir... Halbuki birincil gökkuşaklarının renkleri içeriden dışarıya (veya alttan yukarı) kırmızı, sarı, yeşil, mavi ve mor şeklinde olmalıydı.Sonuç olarak, bu güneşli günlerde dışarı çıkmak zorundaysanız, cildinizi mümkün olduğu kadar örten hafif kumaştan yapılmış, açık renkli ve bol giysileri tercih etmelisiniz... Benden söylemesi!‘Sevgili Beyaz Adam,Doğarım, siyahımBüyürüm, siyahımGüneşlenirim, siyahımÜşürüm, siyahımKorkarım, siyahımHastalanırım, siyahımVe ölürüm, hálá siyahımVe sen Beyaz AdamDoğarsın, pembesinBüyürsün, beyazsınGüneşlenirsin, kızarırsınÜşürsün, morarırsınKorkarsın, sararırsınHastalanırsın, yeşilsinVe ölürsün, grisinVe hálá utanmadan bana renkli dersin!’
button
Yazının Devamını Oku 
28 Haziran 2004
19 Haziran 2004 tarihinde öğlen vakti, Ankara Çubuk’ta oluşan hortum, köy evlerine rastlayınca dört kişinin ölmesine, 14 kişinin yaralanmasına neden oldu. Evlerin çatılarını uçurtup, kapı ve pencereleri söktüğüne ve bir kamyonu devirdiğine bakılırsa ‘Fujita Hortum Hasar Ölçeği’ne göre, bu en az F2 büyüklüğünde kuvvetli bir hortumdu. Diğer bir deyişle, bu hortumda kendi ekseni etrafında dönen şiddetli rüzgarların saatteki hızı 181-253 km arasındaydı...
NE İLK NE SON
Bu, Türkiye’de yaşanan ilk hortum değildi, sonuncu da olmayacaktır. Örneğin, 1959 yazında, Konya’da bir hortum 3-4 yaşında bir çocuğu havaya uçurarak ölümüne sebep olmuştu. Şile’de 10 Ağustos 1997 tarihinde iki kez hortum görülmüş; halk da sahilde birikip onları seyretmişti! 12 Şubat 1999 günü Dalaman’da meydana gelen hortum 10 dakika sürmüş, sekiz kişi yaralanmış, iç hatlar terminali yıkılarak kullanılamayacak hale gelmiş, lojmanlar ve ana terminal binasının çatısı uçmuş, ağaçlar kökünden sökülmüştü...
Yıllardır söylememize rağmen, Türkiye’de hortumların da can kaybına neden olabilecek bir afet sayılması gerektiğine; meteoroloji bilimi ve uygulamalarının insanımızın canı ve ülkemizin güvenliğiyle ilişkili olduğuna bazılarını inandıramadık! Örneğin 18 Eylül 2000 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki Havadan-Sudan adlı köşemde hortum için şöyle yazmıştım:
Aman yanlış anlaşılmasın! Bu yazıya konu olan hortum ne devlet malını yürütmek, ne adam dövmek, ne de bahçe sulamak vb. için kullanılan hortumdur. Buradaki hortum, baş aşağı bir pozisyonda havada uçuşan bir filin hortumu veya buluttan aşağıya uzanan bir hunin ucuna benzer bir şeyle yerdeki her şeyi tuzla buz haline getirebilen bir meteorolojik olaydır.
Hortumların güçlü rüzgarları binaları yıkabilir, ağaçları kökünden sökebilir, etrafa öldürücü olabilecek birçok şey savurabilir. Birçok kez insanlar, hayvanlar, eşyalar, hortumlar tarafından yerden kaldırılıp birkaç kilometre uzağa taşınıp bir kenara fırlatılmışlardır. Hortumların bazı hayret verici hünerleri de vardır. Örneğin, bir defasında bir tren vagonunu 117 yolcuyla beraber kaldırmış ve 25 metre uzağa atmıştır. Bazen de göllerden kurbağaları içine çekerek yukarı kaldırmakta ve bunlar daha sonra yağmur gibi bulutlardan dökülmektedirler. Hortum sonucu tavuklar bütün tüylerini kaybedebilmekte ve saman parçaları ağaçlara saplanmaktadır (http://www.itlnet.net/Tornado/). Bazense, ABD’de bir okul, hortum tarafından içinde 85 öğrencisiyle birlikte 100 metre uzağa taşınmış, ama hiçbirinin burnunun bile kanamamış olması gibi mucizevi olaylar da olmaktadır.
Hortum, Türkiye dahil dünyanın her tarafında meydana gelebilen, can ve malımız için önemli tehlikeler oluşturan 28 çeşit meteorolojik afetten sadece biridir. Fakat, hortumlar hakkında hiçbir ülke ABD kadar tecrübeli değildir. Çünkü ABD’de yılda ortalama 700 hortum oluşmakta ve 100 kişi ölmektedir. Biraz da bu yüzden, bizde hortumlar sadece ABD’ye mahsus bir atmosfer olayıymış gibi yanlış bir kanı da yerleşmiştir.
Bazen bizim TV’lerimizde de amatör video görüntüleri ekrana getirilen Amerika’nın baş belası olan hortumları Türkiye pek tanımıyor. Peki, ‘Türkiye’de hortum gibi doğal afetlere çok şükür pek rastlanmıyor...’ şeklindeki ‘uzman’ görüşleri ne kadar doğrudur?
Hortumlar, Akdeniz ülkelerinde sadece sonbahar aylarında yoğunlaşırken, Yunanistan ve Girit’te ocak, şubat, ağustosla birlikte sonbahar aylarında da gözlenmektedir. Komşumuzda en çok hortumun rapor edildiği ay ise ekim olmaktadır. İklimsel ve topografik benzerliklerinden dolayı, Türkiye kıyılarının Akdeniz ülkelerine; iç kısımlarının ise (az da olsa) Avrupa’ya benzer bir hortum dağılımına sahip olması beklenmelidir...
Evet, Türkiye’de hortumların; hem oluşum sayısı, hem de şiddeti ABD’ye göre çok düşüktür. Ama bununla beraber Türkiye’nin hortum gerçeğinden tamamen soyutlanması kesinlikle mümkün değildir. Tümüyle inkar edilseler de sonuç olarak, yıllardır ülkemizde meteoroloji bilimini, inkar ve ihmal edildiği için bu gün meteorolojik hortumları izlemek ve gerekli uyarıları yapmakla görevli bir kurumumuz yoktur. Halbuki gelişmiş ülkelerde hortumlar, meteoroloji radarlarında bir kanca gibi (hook echo; http://weathersavvy.com/hook_echo_OPT.jpg) görülür ve halk anında uyarılır. (http://iwin.nws.noaa.gov/iwin/us/tornado.html) Her yıl mart ayında halk hortumdan korunma konusunda da eğitilir...
Kendinizi nasıl korursunuz
Gökgürültülü sağanak yağmurlu ve/veya dolu yağışlı havalarda hortum da oluşabilir. Hortum seyirlik bir afet değildir! Havada uçuşan cisimler dışarıda size daha çok zarar verebilir.
Hemen bir binaya girin. En iyi sığınak bodrum katına inmektir. Bodrum katı yoksa, giriş katında iç taraflarda bir oda, koridor ya da tuvalet gibi penceresi küçük bir yerde kendinize camlardan uzak güvenli bir nokta seçin.
Seçtiğiniz noktada çöküp-kapanarak tehlike geçene kadar kalın.
Eğer dışarıda sığınacak bir yer bulamazsanız, bir hendeğe ya da derin ve uzun bir çukura yüzüstü yatıp kafanızı ellerinizle koruyun...
Yazının Devamını Oku 
21 Haziran 2004
<B>28 </B>Nisan 1986’da Forsmark Nükleer Enerji Santralı’nın bulunduğu İsveç’in, Stokholm ilinde güneş normal bir güne doğmuştu. Öğleyin vardiya değişimi için santrala giren işçiler radyoaktiviteyi ölçen aletlerin önünden geçerken birden sirenler çalmaya başladı. Kısa bir süre içinde nükleer sızıntının santraldan kaynaklanmadığı anlaşıldı; radyoaktif parçacıklar, işçilerin dışarıdayken ayakkabılarına bulaşmıştı. Peki, nerede işler ters gitmişti?
Saat 13.00’te, yani alarmların çalmasından 45 dakika sonra, İsveç meteoroloji mühendisleri, ülkeye girmiş olan hava parsellerinin takip ettiği yolları belirleyip nükleer serpintinin doğudan geldiğini anlayabilmişti. Bu hava parsellerinin geldiği yönde meteorolojik araştırma derinleştirilince kaynağın ‘Ukranya’da bir yer’ olduğu kesinleşti. İkindi vakti özel teçhizatlı jetlerin ve helikopterlerin Baltık Denizi üzerinde dolaşarak topladığı örneklerle kaynağın yönü tam olarak tespit edilebilmişti. Akşama doğru İsveç meteorologlarının parmağı, Kiev yakınlarındaki Çernobil nükleer reaktörünün bulunduğu noktadaydı. Sıra dünyayı uyarmaya gelmişti, çünkü eski SSCB Çernobil Nükleer Enerji Reaktörü’nün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986’nın ilk saatlerinde (01:23:43’te) meydana gelen nükleer kaza konusunda yaklaşık 40 saattir susuyordu.
O zamanlar Çevre Bakanımız, ‘Çernobil bulutları gelirken çıkan bir rüzgar nedeniyle korkunç felaketi ucuz atlattığımızı’ söylemişti. Avrupa’da yapılan özel meteorolojik analizlerden şimdi öğrendiğimize göre, zaman içinde Çernobil’den atmosfere yayılan radyoaktif parçacıklar, yer seviyesindeki basınç merkezleri tarafından komşu ülkelere yayıldı: Kazadan bir hafta sonra, radyoaktif gazlar doğuya doğru hareket eden bir alçak basınç merkezi tarafından güneydoğuya yani Türkiye’ye doğru taşınmaya başlandı.
RİSK ALTINDAYIZ
Böylece nükleer radyasyonla kirlenmiş hava parselleri 3 Mayıs 1986 Cumartesi günü Batı Trakya’ya, 4 ve 5 Mayıs günü Batı Karadeniz’e, 6 Mayıs günü Çankırı üzerinden Sivas civarlarına, 7-9 Mayıs tarihlerinde (yani kazadan 10 gün sonra) Trabzon-Hopa arasına ulaşmıştı... Lawrence Ulusal Laboratuvarı’nın hazırladığı bir haritaya göre de Çernobil kazasından 10 gün sonra, radyoaktif parçacıklar yukarı seviye rüzgarları tarafından seyrelerek Türkiye’nin ve dünyanın her tarafına yayılmıştı.
Görüldüğü gibi, olası bir nükleer kazanın atmosfere bıraktığı radyoaktif kirleticilerin hangi yerleşim bölgelerini ne zaman etkileyeceğini hava şartları belirliyor. Kazanın meydana geldiği yerden itibaren havaya karışacak olan kirleticileri taşıyan hava parsellerinin, tespit edilecek hızı ve yörüngelerine göre, ne zaman neresinin etkilenebileceği hava şartlarına göre tahmin edilebiliyor. Bu nedenle radyasyon tehlikesine karşın erken uyarı sadece meteorolojik analizler ve tahminlerle yapılabilir. Serhat boylarındaki radyasyon ölçüm aletleri ise daha çok felaketin (radyoaktif kirliliğin) derecesini ölçmeye yarar.
Doğu Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği’nden gelen hava sistemlerinin etkisi altında bulunan ülkemiz, buralarda ömrünü tamamlamış eski teknolojiyle donatılmış ve birçok teknik yetersizliklerle üretimini zorunlu olarak sürdüren nükleer santralın bulunması nedeniyle, günümüzde büyük bir nükleer riskle karşı karşıyadır...
İleri ülkelerde, birçok sanayi tesisi ve nükleer santralda, uzman meteorologlar istihdam edilerek dispersiyon, yörünge vb. modellerle kirleticilerin olası hareketleri sürekli olarak belirlenmekte.
HAZIRLIKLI DA DEĞİLİZ
Böylece, sanayi tesislerindeki ve nükleer santrallardaki bir kaza (veya savaş) anında önlem alınabilmesi için, atmosfere karışacak olan kimyasal ya da nükleer kirleticilerin kısa ve uzun mesafedeki taşınımı belirlenebilmekte ve hava parsellerinin takip edebileceği yörüngeler saptanarak yerleşim bölgeleri ya zamanında tahliye edilmekte, ya da halk ‘yerinde sığınak’ prosedürünü uygulaması için uyarılmakta... (Örneğin, 17 Ağustos depreminde rüzgar lodostan esseydi, Tüpraş yangınından kaynaklanan zehirli duman huzmesinden yöre halkı nasıl korunabileceğini biliyor muydu? Şimdi biliyor mu?)
Ülkemizde ise bu işleri yapmak üzere çalıştırılması gereken meteoroloji mühendislerinin oranı Meteoroloji’de bile sadece yüzde üç gibi traji-komik bir rakamda bırakılmıştır! Petro-kimya tesislerimiz ve Afet İşleri Genel Müdürlüğümüz başta olmak üzere diğer ilgili kurumlarımızda da bir tane bile meteoroloji mühendisi yoktur... Çünkü sel, don, dolu, kuraklık, vb. meteorolojik ve uçak, gemi, kimyasal, nükleer kazalar, vb gibi teknolojik afetler hala ülkemizde herhangi bir kuruluşun sorumluluğu altında ve mevzuat kapsamında değildir. Böylece, aradan 18 yıl geçmesine rağmen bu tür afetlere karşı yine hazır değiliz!
Sonuç olarak hayatımızı, ‘Avrupa’da beşinciyiz, ucuz atlattık’ gibi şeylerle bizi kandırdıklarını sananlara nasıl da kandığımızı göstermek için rol yaparak geçiriyoruz... Böylece yaz mevsimine resmen girdiğimiz bugünde, (yıllardır bilim ve liyakati es geçip sıcak hava dalgalarını da afet saymadığımıza göre) hep beraber ‘İnşallah bu yaz mevsimini de çok ucuz ve birinciliklerle atlatırız!’ diye dua etmekten de başka bir çaremiz yoktur!
Unutulan, ‘17 Haziran Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü’ de kutlu olsun!
Yazının Devamını Oku 
14 Haziran 2004
Çocuklar için hava oldukça gizemlidir. Siz çocukluğunuzdan havayla ilgili neler hatırlıyorsunuz? Sizce, yağmur nasıl oluşuyor, gök neden gürlüyordu? İşte benim çocukluğumdan havadan-sudan hatırladıklarım: Altmışlı yıllarda daha küçük bir çocukken rahmetli dedem Hüseyin Ayar’ın radyosu başında konu komşu toplanır, ajans (haberler) pür dikkat dinlenirdi. Ben de o radyo denilen kutunun sağını solunu inceler ve özellikle de içindekileri görebilmek için uğraşırdım. Bir gün hava durumu için rahmetli Veysel Dayı’nın ‘herhalde devletin müneccimleri var’ demesini unutmadım.
Şimdi bir Amerikalı meteoroloğun yazdıklarını okuyalım: ‘Çocukken barometreden basıncın artması veya azalmasıyla nasıl hava tahmini yapılabildiği konusunun, kafamı fazlasıyla karıştırdığını hatırlıyorum. Barometrenin bir tarafı fırtınalı, diğeri iyi havayı gösteriyordu. ‘Barometre fırtınalı veya iyi havayı nasıl biliyor?’ diye düşünüp duruyordum...’
Yaklaşık olarak 40 yıl önce aramızdaki fark buydu. Şimdi, çocuklarımız için bu farkın küçük olmasına biraz olsun katkıda bulunmak istiyorum. Önce bazı hava tahmin kavramlarını basit ama büyüklerin dilinden açıklayacak; sonra da onları çocuklarımızın anlayabilmesi için kodlayıp kolaylaştıracağım.
Bulunduğunuz yerin batısında yer alan herhangi bir yerdeki hava şartları, büyük ihtimalle sizin yarınki hava durumunuzu oluşturur. Buna, genellikle hava şartlarını kontrol eden, ‘yüksek’ ve ‘alçak’ basınç alanlarının batıdan-doğuya doğru hareket etmesi neden olur.
‘Y’ (veya İngilizce ‘H’) harfi, yer kartı dediğimiz meteoroloji haritası üzerindeki yüksek basınç merkezlerini gösterir. Bu merkezlerin bulunduğu geniş alanlarda hava şartları fazla değişmez. Bunların etkilediği bölgedeki hava, yüksek basınç merkezinin doğduğu yere bağlı olarak, sıcak veya soğuk olabilir. Yüksek basınç merkezleri çevresinde hafif şiddetli rüzgarlar saat ibresi yönünde eser ve gökyüzü bulutsuzdur. Bu merkezlerin hakim olduğu günlerde, sisle birlikte hava kirliliği problemleri de yaygın olarak görülür.
‘A’ (veya İngilizce ‘L’) harfi, harita üzerindeki alçak basınç merkezlerinin bulunduğu yerleri gösterir. Bu merkezler, (atmosferik) cephe olarak adlandırılan iki farklı havayı birbirinden ayıran sınırlar boyunca oluşur. Alçak basınç merkezlerinin etkili olduğu sistemlerde, cephelerle birbirinden ayrılmış sıcak ve soğuk bölgeler bulunur. Hızla değişen hava şartları ve fırtınalar, alçak basınç merkezleriyle birlikte görülür. Rüzgar bu merkezlerin etrafında saat ibresinin tersi yönde kuvvetli olarak eser ve gökyüzü kapalıdır.
Yüksek ve alçak basınç merkezleri, kuzey ve güney yönde hareket edebilirse de esas hareketleri genellikle batıdan-doğuya doğrudur. Yüksek ve alçak’lar bulunduğumuz yeri birbiri ardına etkileyebildiği için, iyi ve fırtınalı hava şartlarından dönüşümlü olarak etkileniriz. Cepheler sıcaklık, basınç ve benzeri yönden birbirinden farklı havaları birbirinden ayıran sınırdır. Hava şartlarındaki önemli ve hızlı değişimler cepheler boyunca görülür.
Şimdi de bu söylediklerimi çocuklar için tekrarlayayım: Haritadaki yüksek basınç ‘Y’, ‘yaşasın güzel hava’yı sembolize ediyor. Burada ‘güzel havanın’ anlamı, güneşli ve sıcak havadır. Ayrıca ‘Y’ ile ‘ağır’ (yoğun) sembolize edilebilir. Ağır hava ile güzel hava arasında ilişki mevcuttur. Birçok çocuk, yanlış bir şekilde ‘Y’yi ‘yüksek sıcaklık’ olarak algılayabilir. Oysa yüksek basınç sisteminde hava açık ama ‘soğuk’ veya ‘sıcak ’ olabilir. Hava haritalarında alçak basınç ‘A’, ‘can sıkıcı’ (aksi) havayı sembolize etmektedir diyebiliriz. ‘Can sıkıcı hava’ ile bulutlu ve yağmurlu havayı ifade ediyoruz. Ayrıca ‘A’, ‘hafif’ (Az yoğun) olarak da düşünebilir.
Hafif hava (uçan balon gibi) yükselir ve bulutların oluşması sonucu yağış meydana getirir. Cephe renkleri, soğuma veya ısınmayı çocuklara göstermek için kullanılabilir. Mavi, soğuk bir renktir ve bu nedenle mavi üçgenlerin anlamı, soğuk havadır. Kırmızı ise sıcak bir renktir ve bu nedenle kırmızı yarı kürelerin anlamı, sıcak havadır. Genellikle çocuklar cephelerin hareketi kavramına pek sahip değildir. Cephe hareketlerinin gösterilip, anlatılması çocukların civardaki sıcak ve soğuk havayı anlamalarına yardımcı olur. (Maalesef TV ve gazetelerimiz hálá meteorolojik haritaları vermiyor. Bu nedenle bkz., http://131.54.120.150/wxcharts/wxcharts.htm)
Bizde ‘Çocuktan al haberi’ diye bir söz vardır. Amerikalı yazar Mark Twain ise ‘İlginç bilgilerin çoğu çocuklardan gelir’ demiş. Böylece, ABD’de 5. ve 6. sınıf ilköğretim öğrencilerinin fen derslerinden ilginç açıklamalar derlenmiş. Örneğin, ‘Bazı insanlar güneşe bakarak saati söyleyebiliyor, fakat ben şimdiye kadar rakamları hiç göremedim’ ya da ‘Rüzgar havaya benzer, ama sizi biraz iter’ gibi çocukça ama ilginç açıklamalar. Yine Mark Twain’e göre ‘Çocuklar bildiklerinin tümünü söyler ve sonra da susarlarmış.’ Çocuklarınızın havayla ilgili söylediklerini bana yazın, ben susayım.
Yazının Devamını Oku 