Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Papirüsten yapılma tekne Ra ile okyanusu aşmaya davetlisiniz

3 Temmuz 2006
"Ne okumalı?" Bu soru, ülkemizde çok farklı amaçlar için sorulur. Kimisi bunu seyahat öncesinde, kimisi yaz tatilinin başında veya ÖSS sonrasında sorar. Örneğin, "Yolculuğa çıkarken ne okumalı?" veya "Gemiye binince ne okunur?" gibi sorularla, doğru duanın adı öğrenilmek istenir. Gençler ise özellikle ÖSS sonrası en uygun mesleği seçebilmek için bunu sorar. Daha az sayıda insan ise bu soruyla okunacak bir kitap tavsiye edilmesini ister. Bana göre, "Bu yaz ne okumalı?" sorusuna verilebilecek en iyi yanıtlardan biri, "Sizi bambaşka bir dünyayla tanıştıracak, heyecanlı ve gerçek bir serüven için Ra’nın Araştırma Seferleri"dir. Bu gün için, Thor Heyerdahl gibi, kamıştan yapılmış bir salla okyanusları aşmaya kalkışmak da çok büyük bir serüvendir. 20. yüzyılın en ünlü gezgin ve bilim insanlarından biri olan Heyerdahl (1914-2003), eserleri tüm dünyada yankı yapmış ve birçok kişiye ilham vermiş sıradışı biridir. 1914 yılında Larvik Norveç’te doğmuş olan Heyerdahl’ın serüveni, burada küçük bir müzenin müdiresi olan annesinin ona hasta yatağında okuması için verdiği antropoloji kitaplarıyla başlar.

Antropolog Heyerdahl, ilk görevine 22 yaşında, Markiz Adaları’nda başladı. Dünyanın bir ucunda yer alan bu adalarda eşiyle birbirlerine sordukları sorular şunlardı: Nasıl oluyor da Latin Amerika kökenli olan tatlı patates ve ananas gibi bitkiler, Polinezya’da yetişebiliyor? Bu bitkiler buraya ne zaman ve nasıl getirildi? Bir yıl sonra Heyerdahl kararını verdi: Ona göre, Polinezya halklarıyla Latin Amerika halkları arasında tarih öncesine dayalı bir ilişki vardı. Birçok kişiye göre, Peru yerlilerinin tahtadan yapılmış salları böyle uzun bir yolculuğa dayanamazdı.

Heyerdahl bunun aksini ispatlamak için ilk serüvenine çıktı. Kon-Tiki adındaki küçük salıyla, tamamen ilkel koşullarda (sadece yelken ve dümen kullanarak) 101 günde Pasifik Okyanusu’nu geçmeyi başardı. Bu olay, onu dünyaca ünlü yaptı. Böylece, "Kon-Tiki Seferi", Türkçe dahil olmak üzere 67 dile çevrilip 20 milyon adet satıldı ve filmi 1951’de en iyi belgesel olarak Oscar kazandı.

12 TON PAPİRÜSTEN TEKNE

Bu eser Türkiye’de de büyük hayranlık yaratıp iz bıraktı. Örneğin, Dünya Yayıncılık’tan çıkan "Hayallerimin Peşine Düşünce" adlı gezi anılarının yazarı Tülay Filiz (http://dukkan.dharma.com.tr/V1/Pg/WriterBook/Number/6567), "Kon Tiki’yi okuduğumda kaç yaşımdaydım hatırlamıyorum ama Norveçli antropolog Thor Heyerdahl’ın geçmişin gizlerini çözmeye yönelik Polinezya yolculuğu bende derin izler bıraktı. Bir antropolog olup eski medeniyetlere, bilinmeyenlere yolculuk yapmak hayatımın en büyük ideali haline geldi" diyor. Benzer şekilde, usta denizci Sadun Boro’nun "Pupa Yelken" adlı kitabından etkilenen Osman Atasoy, dünyayı dolaşan ikinci Türk denizci oldu ve anılarını "Uzaklar-Atasoylar’ın Dünya Seyahati" adlı kitapta topladı.

Sonuç olarak Heyerdahl, Pasifik’teki ada insanlarının Peru’dan gittiklerini kanıtlamak için, "Kon-Tiki" adlı minicik bir sandalla kocaman okyanusu geçmeyi başarmıştı. Kendini insanlık tarihinin 2-3 milyon yıllık serüvenini anlamaya adamış olan Heyerdahl, bu başarıyla yetinmedi. Bu sefer, Mısırlıların Amerika’ya göçtüklerini kanıtlamak için Akdeniz’den Ra adlı bir saz sandalla yola çıkıp Amerika kıtasına ulaşmaya çalıştı. O zamanlar Mısır Papirüs Enstitüsü, bu bitkinin liflerinden üretilmiş teknelerin uzun yolculuklara dayanamayacağını ileri sürüyordu. Thor Heyerdahl ise öyle düşünmüyordu.

Sonunda, ilk çağlarda Mısır’da kullanılan papirüs teknelerin bir benzerini inşa etmeye karar verdi. Bunun için, 1969 yılında 12 ton papirüs satın aldı ve teknelerini hálá eski tekniklerle inşa eden yerlileri görevlendirdi. Eski Mısır güneş tanrısı Ra’nın adını verdiği ve yelkenine de kırmızı bir güneş resmi koyduğu 15 metrelik tekne, Etiyopya’dan parça parça Mısır’a taşınıp bir araya getirildi. Heyerdahl’ın hedefi, Fas’ın Safi kentinden yola çıkarak Atlas Okyanusu’nu aşmak ve Güney Amerika’daki Barbados kıyılarına ulaşmaktı.

Ancak, 55 günlük bir yolculuktan sonra Ra I, Antiller’de bir fırtınaya yakalanınca sefer yarıda kaldı. Heyerdahl’ın pes etmedi. Bir yıl sonra, hayalleri ve her biri farklı milletten (ve de çok farklı karakterlerde) yedi arkadaşıyla yine papirüsten yaptığı ve Ra II adını verdiği yeni fakat daha küçük bir tekneyle sefere çıktı. 57 gün süren beş bin kilometrelik bir deniz yolculuğundan sonra Barbados kıyılarına ulaştılar. Böylece, eski Mısır’ın papirüs tekneleriyle Amerika kıtasına ulaşılabileceğini tüm dünyaya kanıtlamış oldular!

TÜRKÇE’YE ÇEVRİLDİ

Hayatı boyunca kesin olarak bilinen şeylere, dogmatik teorilere ve bilim adına söylenmiş sıradanlıklara karşı savaşan Heyerdahl, "Özgür düşünceye açık bir beynin, bakmak ve görmek arasındaki ayrımı fark etmeyi başarırsa, gezegenimizin sırlarını rahatlıkla keşfedebileceğine inanıyorum" diyordu. Bu düşünceyle yaptığı sıradışı Ra seferlerinin serüvenini de 1970 yılında yayınladı. Yıllar sonra Kaptan Oktay Sönmez’in 77 yabancı dile çevrilmiş olan bu eseri Türkçeye kazındırması hiç kolay olmadı. Yazarın mirasçısı durumundaki kurum ve kişilerden çeviri hakkını almak için çok uğraşması gerekti. Bu gün artık Oslo’daki Kon-Tiki Müzesi’nde sergilenen Ra I ve Ra II gemileriyle birlikte "The Ra Expeditions" adlı kitabın, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından çevrilip az sayıda basılan, "Ra’nın Araştırma Seferleri" adlı Türkçe kopyasını da görebilirsiniz.

Sizler de kendinizin veya sevdiklerinizin hayata bakışını değiştirmek ve Ra’nın mürettebatıyla birlikte okyanusların gizemli dalgaları arasında dünyayı dolaşmak için roman kurgusunda akıcı bir dille yazılmış olan bu kitabı okumalı veya okutmalısınız. Kitabı TÜDAV’dan (Tel:+90 216 4240772, Faks:+90 216 4240771 veya tudav@superonline.com) edinebilirsiniz. Kitap okumak isteyen herkese tavsiye ederim...
Yazının Devamını Oku

Dünya Kupası maçlarına dair havalı bilgiler

19 Haziran 2006
Futbol maçlarında hava şartlarının etkisi çok büyüktür. Bu nedenle, 2006 Dünya Kupası nedeniyle dünyanın değişik iklimlerinden Almanya’ya giden 32 ülkenin futbolcularına hava durumu sürprizler yapabiliyor. Bundan dolayı, gelişmiş ülkeler başarılarını doğaya kurban etmemek ve şansa bırakmamak için meteoroloji biliminin gücünü sporda da sonuna kadar kullanıyor. Şimdiye kadar havaya yeterince dikkat etmemişseniz, maçların neden öyle veya böyle sonuçlandığını açıklamada önemli bir noktayı atlamışınız demektir. İşte size futbol maçlarını analiz ederken kullanabileceğinizhavadansudan birkaç ipucu.

Bu Dünya Kupası’nın hemen öncesinde Almanya’da hava kar yağacak kadar soğuktu. Öyle ki, Ekvadorlular soğuk algınlığına yakalandı. Angolalılar titriyordu. Gösteri maçında Trinidad ve Tobago futbolcuları elleri ceplerinde ısınmaya çalışırken havada yoğuşan nefeslerini gördüklerine de inanamıyordu. Angola’nın savunma oyuncusu Luis Delgado, "Yılın bu zamanında buranın sıcak olması gerekiyordu" diye şikáyet ediyordu. "Bazı günler sıcak ama genellikle soğuk burası ve bundan hiç hoşlanmadım" diye de ilave ediyordu.

Kosta Rica Büyükelçiliği, futbolcularının dışarıdaki soğuk havadan etkilenmemesi için takımları Almanya’da seyahat ederken otobüsteki klimaları en soğuk ayarda çalıştırıyordu. Kupanın ikinci gününde ise havalar bu sefer bazılarına göre biraz fazla sıcaktı. Bu nedenle, soğuk İngilizler Paraguay karşısında tek golle aldıkları üç puan sonrasında sıcak havadan yakınıyordu. Sıcağa alışkın olmayan İngilizler, erken saatte oynanan maç sırasında sıcakla mücadele ederken zorlanmış, güçleri tükenmişti...

HAVA MAÇIN KADERİNİ BELİRLEYEBİLİR

Tropiklerden Almanya’ya gelenlerin Dünya Kupası’nın bir "yaz oyunu" olduğunu düşünmesi hatadır! Şüphesiz Almanya’da yaz mevsimi yaşanıyor olsa da tropikal bir iklime benzer bir hava görülemez. Almanya’da yaz aylarında da yaşanan soğuk-serin, yağmurlu ve kapalı havaları bazı ülkeler kendi kış aylarında bile görmüyordur. Geçmişte bundan daha kötüleri de yaşanmıştı. Örneğin, Temmuz 1978’de Arjantin’deki Dünya Kupası güney yarımkürenin kışında oynanmıştı. Çok soğuk ve yağmurlu günlerde saat 18.00’de de hava kararıyordu. Askeri cuntanın dört generali dáhil olmak üzere tüm seyirciler final maçında kendilerini yün paltolara sarıp sarmalamıştı.

Hava şartları futbol için kötü bile olsa futbolcular çoğu kez sahaya çıkıp maçını oynar. Fakat seyirciler maça gidip gitmemekte serbesttir. Kısacası, futbol gibi açık havada yapılan tüm spor etkinliklerinde hava şartları, sporcuların performansını ve maçın sonucunu etkileyebilmekte. Örneğin, şiddetli hava şartları, güçleri farklı olan rakipleri biraz dengeler. Zayıf olan takımın bu şartlarda berabere kalmak veya teknik olarak güçlü olan takımı yenmek için daha fazla şansı vardır. Bunun belli başlı nedenlerinden biri, ağır hava ve saha şartlarında kötü ve isabetsiz paslardır. Kötü bir pas, olmadık bir yerde top kaptırma, diğer oyunlardaki joker gibidir ve çoğu zaman maçı kimin kazanacağını belirler.

Bununla beraber tekniği kuvvetli olan takımlar rüzgárlı günlerde rakip geçmede, adam eksiltmede ve şut atmakta tekniği zayıf olan takıma göre daha avantajlı bir duruma geçer. Rüzgárlı havalar aynı zamanda kısa paslarla gole gidebilen takımlar için bir avantajdır. Maç için kötü olan hava şartları yoğun savunma mücadeleli bir maç ve düşük gol sayısı demektir. Yağmurlu havalarda ıslak zeminlerde oynayan futbolcular sakatlanmaktan çekindikleri için de daha yavaş ve savunma ağırlıklı oynamak ister. Soğuk havalar genellikle düşük tempolu oyun için uygun değildir; böyle havalarda çok ve daha iyi koşan takım daha fazla avantajlıdır.

Bazı takımlar kendilerine çok uygun hava şartlarında oynarken diğerleri onlar için aşırı sayılacak hava şartlarında oynamak zorunda kalabilir. Örneğin, İngiliz Milli Takımı için 15 derecede maç oynamak, Trinidad-Tobago’ya karşı önemli bir avantaj. Benzer şekilde Suudiler için çok sıcak ve kuru bir gün Ukrayna’ya karşı büyük bir avantaj. İyi kondisyon tutmuş bir takım sıcak ve nemli havada, fiziksel olarak daha güçsüz olan bir takıma karşı avantaj sağlayabilir. Ayrıca yüksek rakımdan gelen takımlar, örneğin Ekvador, Hollanda gibi deniz seviyesinden gelen takımlara karşı daha avantajlı olabilir.

TÜRK SPORCULARINA METEOROLOJİK DESTEK

Bunlar sadece birkaç faktör, fakat hava şartlarına dikkat etmek ve onu dikkate almak futbolcu performansı ve futbol maçlarının sonucunu tahmin etmenize yardımcı olacaktır. Aslında böylece sadece maçların değil, aynı zamanda maçtan maça ve mevsimden mevsime yabancı futbolcuların performansını da daha iyi tahmin edip değerlendirebilirsiniz. Yukarıdaki bilgiler ışığında, gazete ve dergilerimizdeki kulüplerimizin, yabancı futbolcu transferlerinin çoğunda neden adeta ’’karavana’’ atarken, bazılarında ise tam bir ’’fiyasko’’ yaşadığına dair haber ve yorumları artık farklı bir gözle süzebilirsiniz.

Sonuç olarak, Türk sporu ve sporcuları henüz profesyonel bir meteorolojik destek ve analizden yoksundur. Çünkü "35 derece, yağdı yağmadı" gibi sıradan bilgilerle yetinip işlerini şansa bırakmaktadırlar. "Káinatta tesadüfe, tesadüf edilmez" der Sokrat. Biz neden işlerimizi hálá tesadüfe ya da şansa bırakıyoruz ki? Hálbuki Türkiye’de milyonlarca dolarlık harcama yapan spor kulüplerimiz de pekálá modern meteoroloji bilimini de Türk sporunun ve sporcusunun hizmetine sunabilir. Bana sıkça maç havasını sorupduran futbol fanatiklerimize duyurulur; yanlış transferlere az paraharcayın da kendinize özel bir meteoroloji mühendisi tutun!
Yazının Devamını Oku

Doğanın bizi affetmesi için bir şeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor

5 Haziran 2006
"Aah - Aah." Evrenin sessizliğini bozan bir inilti, derin uykuda olan Bayan Ay’ı uyandırdı. Bayan Ay, Dünya’nın alnına dokunarak bir çığlık attı: "Ne kadar sıcak!" Hemen Dünya’nın alnına kocaman bir buz torbası koydu ve biraz ilaç ve su verdi. Ay’ın elini üzüntülü bir şekilde tutarak, "Seni rahatsız ettiğim için özür dilerim" dedi Dünya. "Hepsi benim dik kafalı çocuklarım yüzünden."

Dünya gözyaşlarını tutamadı: "Onları çok fazla şımarttım. Onlara seneler boyunca en mükemmel evi sundum. Ama onlar tatmin olmuyorlar. Ve ben onların fiziksel zevklerine olan düşkünlükleri yüzünden zehirlendim."

Dünya içini çekip gözyaşlarını sildi. "Şu anda tamamen yanıyorum. Buzullar eriyor ve deniz seviyesi yükseliyor. Ne kadar çok kişi dev dalgalarda ölecek! Çocuklarımın evsiz ve yardıma muhtaç hale gelmelerini seyretmeye dayanamam..."

Konuşurken, Dünya Ana hıçkırıklara boğulmuştu. Bayan Ay’ın da gözleri kan çanağına dönmüştü. Dünya’nın gözyaşlarını sildi ve usulca rahatlattı: "Bütün gün mahzun görünmene şaşmamalı. Rahatla. Seni anlayacaklar."

Ancak biz insanlar, Dünya’nın endişelerini gerçekten anlıyor muyuz? Onun ellerimizde mahvolmasına bakacak mıyız? Kesinlikle hayır! Dünyanın koruyucuları olarak, onun kuvvetten düşmesini önlemeliyiz. Örneğin, daha fazla yürüyüş, daha az motorlu araç kullanımı; daha fazla ağaç dikme ve daha az kesme; daha fazla koruma, daha az yıkım; daha fazla ilgi, daha az bencillik ve sevecen barış; savaş değil. Kalbimizi rahatlatmak ve sağlıklı kalmak için, Dünya Ana’ya kollarımızı tüm içtenliğimizle uzatalım ve onu bağrımıza basalım.

İSTEMEK YETMEZ

Bu satırlar, 21 Nisan 2006 tarihinde Antalya’da 39 ülkenin çocuklarının katılımıyla gerçekleştirilen TEMA Vakfı’nın "Küresel iklim değişiklikleri, nedenleri, sonuçları, çözüm önerileri" adlı, uluslararası Yavru TEMA Kurultayı’nda, Çin Halk Cumhuriyeti’nden katılan Li Haohua tarafından sunulan bir bildiriden alınmıştır.

Hızla yaklaşan küresel iklim değişimi sorununa yönelik ciddi bir atılım olarak TEMA Vakfı, erozyonla mücadele, çevre bilincinin artırılması ve doğal varlıkların korunması çalışmaları kapsamında yıllardır 301 ilköğretim okulunda "Yavru TEMA Projesi"ni uygulamakta. Bu proje kapsamında yapılan pek çok çalışmayla birlikte düzenlenen "Küresel iklim değişiklikleri, nedenleri, sonuçları ve çözüm önerileri" konulu kurultaylarda ve öncesinde öğrenciler, gruplar halinde atölye çalışmaları yapıyor.

Bu çalışmalar neticesinde çocuklar küresel iklim değişikliklerinin nedenlerini, sonuçlarını ve çözüm önerilerini hatırlıyor. Daha da önemlisi "bizler" diye söze başlayarak kendi sorumluluklarını sıralayıp doğayı koruyacaklarına dair sözler veriyor. Sonuç olarak, "Biz dünya çocukları, her birimiz, kendi ülkemizin gündeminde önemli yer işgal eden küresel ısınma konusunda duyarlı ve bilgiyiz. Bu öyle önemli bir konu ki, sadece tek bir ülkenin değil, bütün dünyanın geleceğini tehdit ediyor. Bu nedenle; sadece istemek yetmez; düşüncelerimizi harekete geçirmek lazım" diyerek dünyaya çözümün bir parçası olmaları için sesleniyorlar.

Yani çok doğru bir şekilde TEMA, hedef kitle olarak çocuklar seçmiş, sadece onları bilgilendirmekle yetinmeyip davranışlarını değiştirmeyi amaçlamış ve çözüm için yapılması gereken eylemleri de yine onlarla tartışarak ortaya koymuştur.

Toplumsal bilinçlendirme kampanyalarının hazırlanması ve sürdürülmesi için bilimsel kurallar ve ilkeler vardır. Kısaca bunlar, doğru problemi araştırma, hedef kitleyi tespit etme, mesajları geliştirme/uygulama ve değerlendirme olarak sıralanabilir. Ayrıca eğitimde mümkün olduğunca katılımcı yöntemler kullanılmalı, eğitilen kitle eğitim boyunca aktif olmalıdır. Diğer bir deyişle kamuoyu bilinçlendirme çalışmaları, yol gösterici, çözüme katkı sağlayıcı yönde bilinç veren ve en uygun davranış şekillerini öğretip yanlış davranışları değiştirmeyi amaçlayan bir halk eğitimidir. Bu eğitim, yaşama dönük, yaparak ve yaşayarak verilebilir. Amaçsız resim ve slogan yarışmaları, kuru bilgiyle yüklü broşür ve web sayfalarıyla dostlar alışverişte görsün türünde yapılan sıradan şeyler, ülkemizin kıt kaynaklarını ve zamanını israf etmektir...

Bilimsel ilkeler ışığında baktığımızda, maalesef ülkemizde küresel iklim değişikliği konusunda eğitim ve kamuoyu bilinçlendirme amaçlı "Yavru TEMA Projesi"nden başka bilgimiz dahilinde olan doğru dürüst bir çalışma yok!

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ OKULU

Bu günlerde başka bir kapsamlı eğitim programı, "İklim Değişikliği Okulu" adıyla yeşiller grubu (http://yesiller.org/) tarafından hazırlanıyor. 7-8 Ekim 2006 tarihlerinde Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde düzenlenecek olan etkinlik 30 kişiyle sınırlandırılacak. Katılım ücretsiz, ancak önceden kayıt yaptırmak gerekli. Bu okul, konu hakkında temel bilgi birikimini konunun uzmanlarından genç gönüllü ve aktivistlere aktarmayı ve kesimler arasında bir iletişim başlatmayı hedeflemekte...

Doğa ananın bizi affetmesi için bir şeyler yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile! Bu nedenle bugün çok sayıda kuruluş toplumun konu hakkındaki farkındalığını arttırmak ve onları doğru yönde eyleme geçirtmek için kampanyalar düzenlemekte. Ben şahsen Yavru TEMA ve İklim Değişikliği Okulu gibi eğitim çalışmalarına katılıyorum. Bunlarla birlikte, bu hafta Van 100. Yıl Üniversitesi’nin 5 Haziran Dünya Çevre Günü kapsamında düzenlediği bir dizi etkinlikte olduğu gibi iklim ve afet yönetimi üzerine konferanslar da veriyorum. Hadi sizler de harekete geçip bir şeyler yaparak "Dünya Ana’nın gönlünü alın!"
Yazının Devamını Oku

Havalı türkü ve şarkılar

29 Mayıs 2006
Geçtiğimiz nisan ayında İstanbul’da hava genellikle kapalıydı. O zaman bulutlu havalardan şikáyet edenlerin kaçı acaba Sadettin Kaynak’ın "Kara bulutları kaldır aradan, beri gel gönlüme çağlayanım gel..." diyen şarkısını hatırladı? Acaba İğneada’dan Karasu’ya kadar (bulutlu/serin havalarda yeterli yağış olmadığı için) kuraklıktan şikáyetçi olan çiftçiler Kaygusuz Abdal’ın kuraklık şiirini biliyor mu? Şimdi herkes, "Bu yıl yaz nasıl geçecek?" diye düşünüp duruyor. Benimse aklım havalı türkü ve şarkılarda...

Bilim ve teknolojideki gelişmeler, hayatımızı kolaylaştırırlar ama daha anlamlı hale getiremezler. Hayatımızın daha anlamlı bir hale gelebilmesi için sanat önemli bir araçtır. Müzik ve resim gibi sanatlarda meteorolojik olaylar da önemli rol oynar ve yer alır. Bazı durumlarda bestekárlar rüzgárın ıslığını, gökgürültüsünün gürlemesini veya yağmur damlalarının pıtırtısını taklit eder. Bazı durumlarda da yaklaşan baharı bekleyen insanlardaki heyecan ve mutluluğu verebilecek senfoniler veya şarkılar yazarlar.

Örneğin Antonio Vivaldi’nin "Dört Mevsim" konçertosu meteorolojik sesler içeren en çok bilinen eserlerden biridir. Beethoven’in Altıncı Senfonisi, müzik formunda çakan yıldırımın en güzel gökgürültüsünü içerir. Richard Wagner’in "Die Walkurie" adlı parçası ise yazın gökgürültülü sağanak bir yağıştan önce kararan havadan daha fazlasını hatırlatan rüzgárın çığlıklarıyla doludur. Böylece, müzik bir yandan doğayı taklit ederken, bir yandan da havadan alınan ilhamla hislere tercüman olmaya çalışır.

METEOROLOJİNİN ŞAİRİ ATILA İLHAN

Bizim türkülerimizin de, insanımızın duygusunu, inancını, düşüncesini, ruh halini ve cereyan eden olayları yansıtması bakımından kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Peki, meteorolojik olayları duygu, düşünce ve gönül dünyasında en yoğun yaşayan, bunları bir ilham kaynağı olarak kullanan ozan ve sanatçılarımız kimlerdir? Bu sorunun yanıtını en iyi meteoroloji mühendisi Çetin Gül verebilir. Çünkü mühendisliğinin yanı sıra, küçük yaşlardan beri halk müziğiyle iç içe yaşayan önemli bir bağlama sanatçısı ve yorumcudur.

Geçenlerde Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği "Anadolu’dan Dünyaya Ezgiler" başlıklı resitalinde kendisini dinledim. Bir Anadolu halk çalgısı olan bağlamayla Türk Halk Müziği eserleri dışında, Klasik Türk Müziği ve Batı Müziği’nden eserler de çalarak dünya kültürleri arasında bir köprü kurdu. Ulusaldan evrensele halk müziğimizi çağdaş bir kimlikle sundu. Kendisine Türk Halk Müziği’ndeki "meteoroloji"yi sorunca Sadettin Kaynak’tan başlayıp "meteorolojinin şairi" dediği Attila İlhan’a, oradan da ozan Áşık Veysel Şatıroğlu’na uzanan büyük bir zenginliği önüme koydu. İşte sözü ile Çetin Gül:

Şair Kemal Burkay, sanatçı Sezen Aksu’nun şarkı yaptığı Gülümse adlı şiirinde umutlu olmayı insanın iç ikliminde arar ve umut verir: "Gülümse hadi gülümse bulutlar gitsin / Bir güzel orman olur yazılarda /İklim değişir Akdeniz olur / Gülümse..." Haksızlığa karşı çıkan yürekli halk ozanı Pir Sultan Abdal ise dağdaki bulutlardan dost haberi almak ister: "Gelmiş iken bir habercik sorayım / Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın / Gerçek erenlere yüzler süreyim /Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın."

Benzer şekilde, bir Erzincan türküsünde de dağları kaplayan bulutlar iyi bir işaret olarak görülmez: "Şu yüce dağları duman kaplamış/Yine mi gurbetten kara haber var" diye sorulur. Şair Nefi de "Gökyüzü ile söyleşemem, çünkü yüzü berrak değil" diyerek bir bakıma bulutlardan şikáyet eder.

Áşık Kerem ise rüzgára tepkilidir. Çünkü rüzgár onda kıskançlık duygularını kamçılar: "Göğsün açıp yele karşı, açma beni öldürürsün, / Gözlerini süze süze, bakma beni öldürürsün." Pir Sultan Abdal ise rüzgárda doğruluk arar, belki de dürüstlükle özdeşleştirmek ister. "Ilgıt ılgıt esen seher yelleri / Doğru gelir doğru gider mi yar / Hakkın emir ile çürüyen canlar / verdiği ikrardan döner mi yar yar." Aynı Pir Sultan benliğini, heyecanını, özünü sel olan bir akarsuda bulur ve insanlara birlik çağrısı yapar: "Özü öze bağlayalım, sular gibi çağlayalım / Bir yürüyüş eyleyelim, tevekkeltü taalallah."

SEN YAĞMUR OL BEN BULUT MAÇKA’DA BULUŞALIM

Aşkın ustası, gönül sultanı Karacaoğlan ise karın yağışında sevgilisi Elif’i özler ve ona yakıştırır: "Bir kar yağar tozar Elif Elif diye / Deli gönül abdal olmuş gezer Elif Elif diye" diyerek gezer ve gezer. Kış olur bekler. Baharı özler, yári ile gezerek doğaya gitmeye düşler. Sılaya varmak ister: "Erisin de şu dağların karı erisin / Erisin de düz ovaya dökülsün / Eğer güzel benle gelmek dilersen / Yollar çamur yaylasına dökülsün de gidelim" der. Karlar erir, yaylaya dökülür ve Karacaoğlan yoluna devam eder.

Yarı kurak olan Anadolu’da kuralık, uygarlık tarihimize, halk deyişlerimize ve türkülerimize de konu olmuştur. Sözgelimi büyük halk ozanı Kaygusuz Abdal, Trakya’da 14. yüzyılda yaşanan ve binlerce insanın öldüğü büyük kuraklığın boyutlarını, "Ergene’nin köprüsü susuzluktan bunalmış / Edirne minaresi eğilmiş su içmeye / Allahımın dağında üç bin balık kışlamış /Kaç gün yağmur yağmamış, kağnı ister geçmeye / Kaygusuz Abdal göç ister, takat kalmaz yürümeye" diyerek alaycı bir şekilde dile getirmiştir.

Bir Kars türküsüne göre, "Yıldız dönüp ay olmaz, kış geçmeden yaz olmaz"mış. Şimdiki iklim tahminlerine göre de kış geçti, ama önümüzdeki yaz hava sıcaklığı sadece Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde mevsim normallerinin üzerinde olacak. Yağışların ise her yerde mevsim normalleri civarında olması bekleniyor. Şarkılara dönersem, favorim havalı türkü "Sen yağmur ol ben bulut / Maçka’da buluşalım"dır. Ya sizinki hangisidir?
Yazının Devamını Oku

Türkiye’de en çok merak edilen havadan sudan konular

22 Mayıs 2006
En büyük internet arama motoru Google, "Eğilimler/Trends" adlı yeni bir ürünü hizmete sundu. Artık bir kelimenin Google’da en fazla hangi şehirdeki internet kullanıcıları tarafından merak edilip arandığını belirleyebilirsiniz. Ben de Google’ın çok da eğlenceli olan bu hizmetinden yararlanarak ülkemizde il il en çok merak edilen havadan sudan konuların neler olduğunu belirlemeye çalıştım.

ATATÜRK

Önce havadan sudan olmayan bir konu seçerek bu hizmeti denemek istedim. Örneğin, "Atatürk sitelerini Google’da arayan illerimiz arasında bir fark var mı; yok mu göreyim" deyince ilk 10 il arasında Erzurum büyük bir fark ile önde çıktı. Bence bu konuda illerimiz arasında önemli bir fark olmamalıydı. Neden Erzurum’da bu konuda daha fazla oranda arama yapılıyor? Erzurum’da bu konuda kaynak, ansiklopedi, vb. yayının azlığı mı insanları internete daha fazla araştırma yapmaya yönlendiriyor? Google Trends henüz çok yeni bir hizmet ve bilgi bankası hálá geliştirilmekte. Bu nedenle Google Trends’in sonuçlar hakkında şu an için bilimsel ve kesin yargılarda bulunmak doğru değil. Böylece aşağıdaki ilginç sonuçları yorumsuz bir şekilde sunuyorum.

HAVA

Google göre en çok aklı havada olan ilimiz İstanbul! Sonra İzmit ve en onuncu sırada da Erzurum geliyor. Sanayi ve sosyo-ekonomik gelişmeyle bu durum açıklanabilir mi?

WEATHER

Türkiye’de hava durumu bilgilerinin yurtdışı web sitelerinden takip edilme oranının çok yüksek olduğunu düşünüp "hava" yerine "weather" kelimesiyle bu aramayı tekrarlarsanız İçel sürpriziyle karşılaşıyorsunuz. Diğer illerimizden bu şekilde yapılan arama sayısı çok az olduğundan listeye alınmamışlar. İçel, "water" (su) kelimesinde de bir numara.

HAVA DURUMU

Tek başına "hava" ile yetinmeyip "hava tahmini" veya "hava raporu" diye baktığımızda İstanbul liderliği İzmit’e devrediyor. Hava durumuyla ilgili aramaların sayısı son yıllarda sürekli artış gösterirken, bu konudaki aramaların sayısı kış aylarında ve özellikle de 2005-2006 kışında tavan yapmış.

İKLİM

Hava durumunun uzun vadeli özellikleri anlamına gelen iklim kelimesine bakınca "hava" kelimesindeki aramalarda birinci sırada olan İzmit ile onuncu sırada olan Kayseri’nin yer değiştirdiğini görüyoruz. Bu da havadan sudan olaylara İzmitliler’in gündelik, Kayserililer’in ise daha çok uzun vadeli baktığı anlamına mı geliyor? "Buhar" kelimesini aratan illerimiz arasında da Kayseri en önde çıkıyor.

KÜRESEL ISINMA

Bununla birlikte günümüzün en büyük çevre problemi olan küresel iklim değişiminin işaretlerinden biri olan "küresel ısınma" konusunda İzmit ilk sırada. Bu konuda İngilizce olarak "Climate change" veya "global warming" şeklinde şu ana kadar Türkiye’den yeterli sayıda arama yapılmamış. (Dünya Kyoto ötesini konuşurken. Çok yazık ki uyuyoruz!)

FIRTINA

Hava olaylarını anlamak için yağmur, su, gök, sıcaklık, bulut, çevre, dolu, sel ve fırtına (ve de Hürriyet Gazetesi) siteleri için yapılan aramalarda Trabzon hep birinci sırada. Özellikle de fırtına konusunda Trabzon önemli bir farkla önde. Yıldırım konusunda Bursa büyük bir farkla öndeyken, şimşek ve güneşte Antalya birinci. Buz, kar, snow (kar), rüzgár, wind (rüzgar) ve taşkın konularına ise en yoğun ilgi İstanbul’dan. Ama gökgürültüsü ve buzlanma konularına yeterince ilgimiz yok. Donma konusunda ise en çok arama yapanlar Adanalılar. Neden acaba?

DEPREM

Bu arada deprem konusunu merak eden illerimizin de listesini bir görmek istedim. Afet" kelimesinde Erzurum öndeyken, "deprem" kelimesinde İzmir açık farkla birinci. Bu konuları İngilizce karşılıklarıyla araştıranlar ise yine İstanbul’da yoğunlaşmış.

HÜLYA AVŞAR

İçimden bir ses Mikdat Kadıoğlu’nun da en çok hangi ilde "merak edilen biri" olduğunu araştırmamı söyledi. Google göre kimsenin umurunda değilmişim! Dünyaca meşhur bilim insanlarımızın da ismini girdim, ama onlar için de yeterli arama tarama olmadığından dolayı hiçbir sıralama çıkmadı. Sonra en tanınmış sanatçılarımızdan Hülya Avşar’ı denedim ve Diyarbakır’ın bu konuda birinci olduğunu gördüm. Kıyamet ve mucize gibi kelimelerle yaptığım araştırmalarda da Diyarbakır açık farkla önde. Bütün bunları anlamak ve yorumlamak beni aşıyor; sizlere kolay gelsin...
Yazının Devamını Oku

Bugün Küresel İklim Eylem Günü değişirseniz sizinki de kutlu olsun

15 Mayıs 2006
Bölgesel Çevre Merkezi (REC Türkiye) Ofisi’ne göre 22 Nisan "Dünya Günü", 15 Mayıs "Küresel İklim Eylem Günü" ve 5 Haziran "Dünya Çevre Günü"dür. Geçtiğimiz ay dünya gününüzü tebrik edemedim, bari bugün "Küresel İklim Eylem Günü"nüzü kutlayıp çözümün parçası olmanız için önemli bazı konulara dikkatinizi çekebileyim.

Ben de 15 Mayıs’ın "Küresel İklim Eylem Günü" olarak seçildiğini bilmiyordum. Böyle bir günün varlığından da REC Türkiye’nin 27-28 Nisan 2006 tarihlerinde İstanbul’da düzenlediği "İklim değişikliği için paydaşlar buluşması" başlıklı etkinlikte öğrendim.

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 1992’de gerçekleştirilen Rio Zirvesi’nde imzaya açılmıştı. Çevre örgütleri, sözleşmenin bir an önce yürürlüğe girebilmesi için kitlesel eylemler düzenlenmesi gerektiğinin bilinciyle ilk Küresel İklim Eylem Günü’nü bir cumartesiye denk gelen 15 Mayıs 1993 tarihinde düzenledi. Bu gösteriler 50 ülkede yüzlerce kentte düzenlendi. 21 Mart 1994 tarihinde BMİDÇS yürürlüğe girdi, fakat çevre örgütleri bu kampanyaya devam etti.

Ancak 1995 yılından itibaren gösteriler ağırlıklı olarak her yıl düzenlenen ve iki hafta süren Taraflar Konferansı’nın ilk cumartesi günü olarak seçilmeye başlandı. 15 Mayıs 2006’yı öne çıkaran nokta ise; bu pazartesi gününün, 2012 sonrasında BMİDÇS ve Kyoto Protokolü’nün nasıl ilerleyeceğinin resmen tartışılacağı iki günlük BMİDÇS toplantısının ilk günü olması.

ORTAK MİRASIMIZ KARBON UYGARLIĞI

Yine REC Türkiye’ye göre 22 Nisan Dünya Günü’nün ve 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün hikáyeleri şöyle: 22 Nisan 1970 tarihinde ABD’nin pek çok büyük kentinde düzenlenen kitlesel eylemlere 20 milyona yakın insan katılmış. Bu gösterilerde, çevre sorunlarının çözümü için siyasi alanda da adımlar atılması talep edilmiş. Bu büyük eylemlerle sağlanan toplumsal baskı sonucunda ABD Çevre Koruma Ajansı 1970 yılının aralık ayında kurulmuş, ardından da pek çok yasal ve kurumsal düzenlemeler gerçekleştirilmiş. (Türkiye’de ise şimdi "Çevre Ajansı"nın kurulması çalışmaları var.)

22 Nisan 1970, uluslararası alanda da yankı bulmuş ve 1972 yılında toplanan BM İnsan Çevresi Konferansı’nın ve bu konferansla anılan 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün de çıkış noktalarından birisini oluşturmuş. Böylece, ABD’de 1970 yılından, tüm dünyada ise 1990’lı yıllardan itibaren her yıl 22 Nisan "Dünya Günü" olarak yine büyük kitlesel eylemlerle kutlanmakta. Bu yıl 22 Nisan 2006 Dünya Günü etkinliklerinde ana tema olarak iklim değişikliği belirlenmişti.

2004 yılında çalışmalara başlayan REC Türkiye, 2005 yılı mayıs ayından itibaren eğitim, öğretim ve kamuoyu bilinçlendirme alanlarını tanımlayan BMİDÇS 6. Madde Ulusal Odak Noktası olarak görev yapmakta. REC Türkiye, 22 Nisan Dünya, 15 Mayıs Küresel İklim Eylem ve 5 Haziran Dünya Çevre günleri kapsamında iklim değişikliği çalışmaları yapmakta.

Örneğin, bu günler kapsamında kamuoyunu bilinçlendirme amacıyla yurt çapında dağıtmak üzere eğitim malzemeleri hazırlamış. "İklimler değişiyor... ya siz?" başlıklı afiş, broşür ve animasyonlar, REC Türkiye’nin web sayfasından (www.rec.org.tr) izlenebilir ya da indirilebilir. REC Türkiye aynı zamanda üç ayda bir "Cemre" adlı "REC Türkiye İklim Değişikliği Bülteni"ni yayımlıyor. Bülten, bu alanda ülkemizdeki ilk ve tek süreli yayın. Cemre’nin ikinci sayısında dosya konusu olarak AB iklim değişikliği politikaları ele alınmış, AB Çevre Komisyoneri Stavros DIMAS’la önemli bir söyleşi de yer almakta.

İKLİMLER DEĞİŞİYOR YA SİZ?

REC Türkiye, "İklimler değişiyor... ya siz?" başlıklı broşüründe şunları söylüyor: Ortak mirasımız "Karbon Uygarlığı", atmosferin sera etkisi kuvvetleniyor, dünyanın ateşi yükseliyor, sıcaklık artışı dünyanın dengesini bozdu, afetler herkesin başına gelebilir sizin de, beterin beteri; ani iklim değişiklikleri...

27-28 Nisan 2006 tarihinde İstanbul’da Richmond Hotel’de gerçekleştirilen "İklim değişikliği için paydaşlar buluşması" adlı uluslararası toplantıda BMİDÇS ve Kyoto Protokolü’nde gelinen son aşama tartışıldı ve özellikle iş dünyası, araştırma kuruluşları ve çevreci grupların ulusal ve uluslararası çalışmalara katılımının arttırılması yolunda çabalar yoğunlaştırıldı. Böylece bu buluşma bugüne kadar ülkemizde iş dünyası, araştırmacılar ve çevreci gruplara yönelik olarak düzenlenen en kapsamlı etkinliklerden biri oldu. Buradaki bilgilenme ve tanışma ortamının ardından Türk kuruluşlarının, iklim değişikliğiyle ilgili ulusal ve uluslararası düzeydeki çalışmalara katılımının daha da artacağına ve etkinleşeceğine inanılıyor. Şüphesiz bu konuda neler değişeceğini bize zaman gösterecek!

ENERJİYİ TÜKETMEYİN ONU KULLANIN

REC Türkiye’ye göre küresel iklim değişikliklerinin geri dönülmez noktalara ulaşmasının engellenebilmesi için hálá şansımız var. Birey ve toplum olarak bugünden hayata geçirebileceğimiz küçük ve önemsiz görünen çabalarımızla hem bizler, hem de gelecek kuşaklar için küresel ölçekte büyük farklar yaratabiliriz.

Örneğin;

Enerjiyi tüketmeyin; kullanın

Araçları değil; insanları ve yükleri taşıyın

Çevre dostu sanayi, tarım ürünlerini ve uygulamalarını tercih edin

Atıklarınız çöp değil; geri kazanın ve yeniden kullanın

Orman alanlarınızı koruyun, genişletin

Bunlara ilave olarak, günümüzde geçerli olan genel enerji, ulaştırma, sanayi, tarım, atık, ormancılık politikalarını sorgulayın, tartışın

İklim değişikliğiyle ilgili bilginizi artırın, çevrenizle paylaşın, ulusal ve uluslararası çabalara katılın.

Yani değişin biraz! Çünkü iklim değişiyor, ama siz değişmeden hükümetler hiç değişmiyor...
Yazının Devamını Oku

Şile’de ’güneş, deniz ve çöp’ turizminden ekolojik gelişmeye

8 Mayıs 2006
Günümüzün en önemli turizm, çevre ve siyasi konusu "çöp"tür. Havaların ısınmasıyla birlikte Şile gibi kitlesel turizme sahne olan beldelerimizde plajlar çöpten görünmez. Bu nedenle bazıları "güneş, deniz ve kum" yerine artık, "güneş, deniz ve çöp" turizmi demekte. Çevre kirliliğiyle birlikte tabii güzelliklerin olduğu beldelerimizde gelişigüzel konut ve tesislerin yapılması, hem tabiatı bozmakta, hem de görüntü kirliliği oluşturmakta. Yani ekoloji ile ekonomi çelişkisini ne yerel, ne de ulusal kalkınmada bir türlü aşamadık...

Kendini "çöpçü" diye tanıtmaktan gurur duyan, akademisyen ve bürokrat Dr. İbrahim Demir adlı bir arkadaşım var. Her gün beni bir yerlere davet eder durur. Boş bulunup bir günü bu davetlerden birine olur deyince kendimi önce Kömürcüoda çöp depolama alanında buldum. Sonra da dünya cennetlerinden biri olan Şile’nin çiçek seralarındaydık.

"Bir günde ancak bu kadar zıtlık yaşanır!" diyemeyeceğim, çünkü çöplük dediğim yer aslında İstanbul’da İSTAÇ tarafından işletilen düzenli depolama sahalarından biriydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Katı Atık Projesi kapsamında açılan modern bir tesis. İstanbul’da 1953 yılına kadar denize dökülen çöpler, daha sonra karada vahşi depolama alanlarına dökülmeye başlanmış. 1995 yılından itibaren vahşi depolamaya İstanbul’da son verildi. Yoksa bu gün İstanbul’da Çamlıca tepesi kadar yığılmış birçok çöp yığını olacaktı. Böylece, İstanbul’da çöpün hayatımızdan çıkması için özel çöp kamyonları 400 seferde her gün 40 bin kilometre yol kat etmekte. Yani çöp araçları her gün bir dünya turu yapıyor... Çöp bilimini tanımak, çöplüklerdeki "düzeni" görmek ve çöp aktarma istasyonlarındaki çalışmaları canlı izleyebilmek için www.istac.com.tr/ sitesine girmelisiniz.

ÇÖPTEN ELEKTRİK ÜRETİRSEK...

Çöpçü arkadaşın çöplükte, çöplere karşı oturup bir şeyler yeme teklifini zor savuşturdum. Ancak o zaman çöpçü olabilirmişim! İstanbul çöplüklerinde metan gazından elektrik elde etme projesinin devreye girmesinden sonra artık çöplükler eskisi kadar kokmayacakmış. O zaman çöplükte onunla birlikte kahvaltıya edeceğime söz verip Şile’ye doğru yola çıktık. Ama Şile’ye girince vahşi bir çöp alanıyla karşılaştık! Şile’nin içinde şimdi çöp dökmek yasak olan eski bir taş ocağı... Burada, bu çöplerin temizlenmesi için çözümler arayan Şile’nin genç ve dinamik Belediye Başkanı, mimar Can Tabakoğlu ile tanıştım.

Aristo’nun "dinlenmek için çalışıyoruz" sözünü "çalışmak için dinleniyoruz" diye de okuyabilirsiniz. İstanbullular tabiatla iç içe olabileceği, rahat, huzurlu, sakin, kafasını dinleyebileceği Şile’yi sadece "ekolojik turizm" için tercih etmekte. Bu nedenle doğası olmadan Şile de olmaz. Bu bağlamda Şile’de doğal kaynakların turizm adına talan edilmesi, doğal alanların ranta açılması, kitle turizminin yarattığı kirlilik, yerel kültürün ve ekonominin ihmal edilmesi gibi olumsuz gelişmeler geçmişte olduğu gibi devam edemez.

Başkan bize hayallerindeki Şile’yi, "ilçemizdeki doğayı bozmadan çok modern ve turizm merkezi bir Şile oluşturmak istiyoruz" şeklinde özetliyordu. "Projelerimiz hayata geçtikçe ilçemizdeki büyük değişim fark edilecek" diyordu. Sosyal ve ekonomik problemleri olan insanın, doğal çevresiyle uyumlu olması mümkün değil. Çünkü Şileli ekonomik sıkıntıda. Odun eksenli ticaret çoktan bitmiş. Şile’nin eski planı konut eksenli gelişme olarak benimsenmiş. Köylü toprağını satıyor ve göç ediyor. Bu da yapılaşmayı getiriyor. Peki, Şile köylüsünün ekonomik sürekliliği nasıl sağlanabilir? Belediye Başkanı Tabakoğlu’nun hayata geçirdiği veya geçirmeyi düşündüğü projeler nelerdir?

Ekoloji kelimesi eski Yunanca oikos (yuva) ve logos (bilim) kökenlerinden türetilmiş. Günümüzde ekoloji sanıldığı gibi sadece biyolojinin bir alt dalı değil. Ekoloji canlıların kendi aralarında birbirleri ve çevreleriyle olan ilişkilerini araştıran, başta biyoloji olmak üzere ekonomiden de yararlanan disiplinlerarası bir bilim dalı. Ekonomi - Yunanca’da oikos (yuva) ve nomi de (idare) demek- ev idaresi demek.

ÇİÇEK SERACILIĞI KURTARACAK

Maalesef ekonominin kriteri bugün sadece para olmuş. Böylece olaylara sadece ekonomik (para olarak) bakan insanlar sınırlı bir dünyada yaşadığını unutup tabiatın dengesini bozarak, hayatın kaynağını da kurutuyor. Bu nedenle, bu tür toplumsal olaylara mutlaka işin ekonomik yönü de dáhil edilerek, yani ekolojik bakılmalı. Çünkü ekoloji, tabiattaki canlılar arasındaki ilişkileri incelerken, hayatı her boyutuyla bütüncül bir yaklaşımla ele alır.

Şile Belediye Başkanı da projelerinin felsefesini "ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik" şeklinde ifade ediyor. Ekolojik sürdürülebilirliğin sağlanması adına ekonomik sürdürülebilirliği ele alarak kent merkezinde turizmi, kırsal da tarımı geliştirmeyi hedeflemişler.

Bunu yaparken de ekolojinin muhafaza edilmesi esas. Tarımı geliştirmek için "çiçek seracılığı-pazardan üretime mükemmel bir sektör" diyorlar. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi rekreasyon ihtiyacını büyük ölçüde dışarıdan temin ediliyor... Fakat İstanbul acıçiğdemi, İstanbul kardeleni, İstanbul zambağı, İstanbul kılıç çiçeği, vb İstanbul’un endemik bitkileri İstanbul dışında yetiştirilemez...

Böylece ilk etapta Şile köylerinde mevsimlik çiçek seracılığı faaliyetleri geliştirilmekte. İlkbahar, yaz ve sonbaharda üç ürün alınacak. Kışın ise soğuktan etkilenmeyen lahana çiçeği üretmek hedeflenmiş. Proje tüm Şile’ye yayılınca artık seralarla dolan tarım alanlarına yazlıklar inşa edilmeyecek ve Şileliler göç etmek zorunda kalmayacak.

Sonuç olarak umarım Eski Yunanca’da "Kır Çiçeği" anlamına gelen İstanbul’un turizm cenneti Şile, gelecek nesillere "çiçek" gibi bırakılır. Darısı diğer sayfiye yerlerimizin başına!
Yazının Devamını Oku

Küçük Irmak Hanım’ın küresel ısınmayla ilgili büyük önerileri

1 Mayıs 2006
Avrupa Çevre Ajansı’nın "Avrupa’nın Değişen İkliminin Etkileri" adlı raporunda deniz ve buzullarla ilgili çarpıcı tespitler var. Özetle; 1900 yılından beri Avrupa’daki sıcaklık artışı 0.95 derece C ile küresel ortalamanın üzerinde olmuş. 1990-2100 yılları arasında ise ısınmanın 2 ila 6.3 derece C düzeyinde gerçekleşmesi beklenmekte. Küresel sıcaklık artışını, sanayi öncesi değerlerin 2 derece C üzerinde olmayacak şekilde, sınırlamaya yönelik "sürdürülebilir" ABD hedefi, 2050 yılı itibarıyla aşılacak gibi görünüyor.

Böylece, şu an Avrupa’daki 9 buzul bölgeden 8’inde çekilme yaşanmakta. 1850-1980 yılları arasında, Avrupa Alplerindeki buzullar, kapladıkları alanın yaklaşık olarak 1/3’ünü ve kütlelerinin yarısını kaybetmiş. 1980 yılından beri kalan buzun diğer bir yüzde 20-30’luk kısmı da erimiş. 2003 yılında yaşanan sıcak ve kuru yaz mevsimi, Alplerde /images/100/0x0/55ea0fc7f018fbb8f868cc09kalan son buzul kütlesinin de yüzde 10’unu yok etmiş. 2050 yılı itibarıyla İsviçre Alplerindeki buzulların yüzde 75’inin de tümüyle kaybolacağı tahmin edilmekte.

Bütün bunların sonucu olarak geçtiğimiz yüzyılda Avrupa genelinde deniz seviyeleri 0,8 mm/yıl ila 3,0 mm/yıl arasında artış göstermiş. 1990-2100 yılları arasında ise bu yükselme oranının 21. yüzyılda yaşanandan 2,2 ile 4,4 kat daha fazla olacağı tahmin ediliyor. Hızlı ısınmadan dolayı 2100 yılı itibarıyla Kuzey Kutup Denizi’nin büyük bir kısmı artık buzlanmayacak da.

İSTANBUL’DA BİLİM ŞENLİĞİ

9 Nisan 2006 tarihinde üşenmedim İstanbul Çevre Koleji’nin düzenlemiş olduğu Bilim Şenliği’ne jüri üyesi olarak katıldım. Pazar günü öğlene kadar uyumak yerine gidip gençlerin heyecanına şahit olmak çok güzel bir şeydi. Beni en çok etkileyen ise gençlerin heyecanı ve hiç usanıp tükenmeden projelerini aynı heyecanla defalarca anlatabilmeleriydi...

Gençleri araştırmaya yönlendirmek, yaratıcılıklarını ortaya çıkarmak, özgüvenlerini ve problem çözme yeteneklerini geliştirmek ve geleceğin bilim insanlarını yetiştirmek amacıyla düzenlenen Bilim Şenliği’nin bu yıl beşincisi gerçekleştirildi.

Her yıl İstanbul’daki özel, resmi ilköğretim okullarının ve liselerinin katılımıyla gerçekleştirilen Bilim Şenliği’ne bu yıl 41 okul katıldı ve 151 proje yarıştı. Şenlikteki en küçük kategori ilköğretim 6. sınıflardı. Bu kategoride Şişli Terakki İlköğretim Okulu’ndan 6-I sınıfı öğrencisi Irmak Buket Çimen’in Fen Bilgisi Öğretmeni Aysun Çetin’in danışmanlığında hazırlayıp sunduğu, "Küresel Isınmanın Okyanuslara ve Buzullara Etkisi" birincilik ödülü aldı.

Irmak Buket Çimen, çalışmasını herhangi bir gelişmiş araştırma laboratuvarında gerçekleştirmemiş. Basit bir akvaryum, deniz suyu, buz kalıpları, toprak ve kaya parçaları, ısıtıcı, termometre, insan, eşya ve hayvan maketlerini kullanarak önemli bir sonuca varmış. Amacı, küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin buzullara, buzullarda yaşanan değişikliklerin okyanus ve deniz su seviyesine, okyanus ve deniz su seviyesinde yaşanan değişikliklerin de karalar üzerine olası etkilerini araştırmakmış. Bu basit düzenekle elde ettiği sonuç, Avrupa Çevre Ajansı’nın raporunda belirtildiği gibi deniz seviyeleri yükselme oranının en az iki kat daha fazla olacağı tahminiyle uyuşuyor.

Irmak Hanım deneyini iki aşamalı olarak yapmış. Deneyin ilk aşamasında akvaryumdaki hava sıcaklığı 23 derece C. Akvaryumun içine 2 cm su koymuş ve kumların üzerine buz kalıpları yerleştirmiş. Buzlar akvaryuma konduktan yaklaşık 5 dakika sonra akvaryumdaki hava sıcaklığı 21 dereceye düşmüş. Bu aşamada ısıtıcı kullanmamış. Akvaryumun üzerini kapatmış. Bu koşullarda buz kalıpları 4 saatte erimiş. Su seviyesi ise 25 mm yükselmiş. Buz kalıpları tamamen eridiğinde akvaryumdaki havanın sıcaklığı yaklaşık olarak 23 derece C olmuş.

DOĞRU SÖZE NE DENİR

Deneyin ikinci aşamasında da akvaryumdaki havanın sıcaklığı 23 derece C’mış. Akvaryumun içinde bu sefer 2,25 cm su varmış ve yeniden kumların üzerine birinci aşamadaki kadar buz kalıpları yerleştirmiş. Buzlar akvaryuma konduktan sonra ısıtıcı çalıştırılmış ve akvaryumdaki hava sıcaklığı yaklaşık olarak 24 derece C’de sabitlenmiş. Akvaryumun üzeri kapatılmış. Bu koşullarda ise buz kalıpları 2,5 saat içinde erimiş. Su seviyesi yine 25 mm yükselmiş. Buz kalıpları tamamen eridiğinde akvaryumdaki havanın sıcaklığı yaklaşık olarak 24 dereceye ve su seviyesi ise 2,5 cm’ye ulaşmış.

Sonuçta yapılan deneyle atmosferdeki 1 derece santigratlık sıcaklık değişiminin aynı miktardaki buz kütlesinin erime süresinin yaklaşık olarak yarı yarıya azalmasına neden olduğu gözlenmiş. Daha çabuk eriyen buz kütleleri akvaryumdaki su seviyesinin de hızlı bir şekilde yükselmesine neden olmuş. Kumun daha önce kullanılabilir olan bölgeleri su altında kalmış. Irmak Hanım, "Bu durumu dünya ölçeğinde düşünecek olursak, kutup bölgelerinde çok büyük miktardaki buzulların erimesi karalarda önemli miktarda toprak kaybına ve dolayısıyla canlıların yaşam alanlarının daralmasına neden olur" diyor.

Küçük Irmak Hanım’ın büyük ve önemli önerileri ise şöyle: "Daha yaşanabilir bir dünya için: Atmosferdeki ozonun seyrelmesine ve iklim değişikliklerine neden olan fosil, vb yakıtların kullanımının azaltılması ve onun yerine yenilenebilir temiz enerji kaynaklarının daha fazla kullanılması gerekmekte. Küresel ısınmanın Dünyamız’a geri dönülemez zararlar vermesini önlemek için Kyoto Protokolü tüm sanayileşmiş ülkeler tarafından imzalanmalı..."

Doğru söze ne denir! Teşekkürler Irmak...
Yazının Devamını Oku