Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

El Nino ve La Ninaadlı yaramaz ve hırçın çocukları tanıyalım

27 Şubat 2006
Geçtiğimiz hafta Filipinler’in doğusunda aşırı yağışların yol açtığı toprak kaymasından "Küçük Hırçın Kız -La Nina" sorumlu tutuldu. Bu kızın, Tayland, Malezya, Endonezya ve Filipinler gibi Güneydoğu Asya ülkelerinde bir aydır görülen aşırı yağışlara sebep olduğu söyleniyor. Basında "Yaramaz Çocuk - El Nino" diye adlandırılan ve Pasifik Okyanusu’nun ekvator bölgesindeki sularda sıcaklık değişiminin kız kardeşi kabul edilen La Nina’nın Asya’da havanın ısınmasına, Amerika’da ise soğumasına da yol açtığı belirtiliyor. Gerçekten böyle çocuklar var mı? Varsa bu yaramazlar Türkiye’yi de etkiler mi?

Aslında El Nino ve La Nina kelimelerini dilimize yaramaz veya hırçın çocuk şeklinde tercüme edenlerin çarpılma ihtimali var! Çünkü Perulu balıkçıların El Nino diye adlandırdıkları çocuk, Hz. İsa’nın çocukluğudur. El Nino, Pasifik Okyanusu’nun tropikal enlemlerinde su yüzey sıcaklıklarını mevsim normallerinin üzerine çıkaran ve Ekvador’dan Peru’nun güney kıyılarına doğru akan zayıf bir sıcak su akıntısıdır. Bu akıntı, her yıl Hz. İsa’nın doğum günü Noel’de muz, portakal ve hindistan cevizi ağaçlarının dallarını Peru kıyılarına taşıdığı için El Nino (o erkek çocuk/özel çocuk) diye adlandırmıştır. Pasifik Okyanusu’nun doğu ve tropikal enlemlerindeki su yüzey sıcaklıklarının mevsim normallerinden daha soğuk olduğu yıllara ise La Nina (kız çocuğu/kız kardeş) adı verilir.

El Nino meteorolojistler için, "El Nino/Southern Oscillation"nun (ENSO’nun) kısa adıdır. Böylece El Nino bizim için basit bir sıcak su akıntısından öte, atmosferin genel sirkülasyonunu etkileyen üç boyutlu karmaşık bir olaydır. El Nino ile La Nina olaylarının oluşumu birbirlerini izler. El Nino’nun en fazla hissedildiği Ekvador ve Peru gibi ülkelerin 1500’lü yıllara dek uzanan doğadaki izlerinden ve meteorolojik kayıtlardan anlaşıldığı üzere, bu sıcak su akıntısı her iki ila yedi yılda bir ortaya çok kuvvetli bir şekilde çıkarak, alışılmışın dışında olaylara yol açar. La Nina yılları ise 1800’lü yıllardan beri kayıtlara geçmiş. Örneğin, İstanbul’da etkisi şiddetle hissedilen kuraklıktan dolayı suni yağmur yöntemine başvurulan 1988-1989 yılları aynı zamanda bir La Nina dönemidir.

MADDİ ZARAR VE ÖLÜMLER

El Nino ve La Nina, dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen iklimsel değişimlerin diğer bölgelerde ne denli büyük sosyo-ekonomik etkilere sahip olabileceğinin en önemli kanıtlarıdır. El Nino’nun neden olduğu maddi zararların yanı sıra, insan kayıpları da çok büyüktür. 1982 - 1983 El Nino’su dünya genelinde 10 milyar dolardan daha fazla bir zarara neden olmuştur.

El Nino yıllarında Ekvador ve Peru açıklarında planktonlar ve balıklar bölgede ısınan su yüzünden kitleler halinde ölür. Balıkların bir kısmı daha soğuk sulara göç eder. Diğer taraftan, sardalyelerin kitlesel ölümü ile ortaya çıkan yiyecek kıtlığı deniz kuşlarının da ölümüne neden olur. Kuşların bir kısmı okyanusun derinliklerine yiyecek bulabilmek için dağılarak yavrularını terk eder. Örneğin, 1965 El Nino yılında yaklaşık olarak 12 milyon kuş açlıktan ölmüş ve cesetleri su yüzünü ve kıyıları kaplamış. Çürüyen cesetlerin açığa çıkarttığı büyük miktarda hidrojen sülfür gazı da bu bölgede dolaşan gemilerin boyalarını karartarak lekeler meydana getirir. Bu olay, "Callao Ressamı" olarak adlandırılır.

Böylece, normal zamanlarda dünyanın en iyi balıkçılık alanlarından biri olan kuzey Peru açıklarından çoğunluğu sardalye türünden olmak üzere 10 milyon ton balık El Nino yılında yakalanamaz. Normalde bu balıkların bir kısmı pizza katkı maddesi olarak şişelenir, çoğu balık unu haline dönüştürülürdü. Böylece El Nino yılları bu bölgedeki balık unu üretiminde büyük düşüşler olur. Bunun yerine Amerikan soya fasulyesi kullanılmaya başlandığı için Amerika’da soya fasulyesinin fiyatı yükselir. Bu da ülke içinde tüketilen soya fasulyesinin yüzde 70’ini Amerika’dan ithal eden Japonya’yı kötü bir şekilde etkiler.

El Nino bölgede birçok anormal hava şartlarına da neden olur. Örneğin, Güney Amerika kıyılarında yer alan çöllere yağmur yağmaya başlar ve çöllerde seller oluşur. Bu seller de sivrisineklerin olağanüstü boyutta çoğalmasına ve böylece sıtma, sarıhumma gibi bulaşıcı hastalıkların bölgede yayılmasına neden olur. Ayrıca Orta Amerika’da El Nino yıllarında görülen kuraklık nedeniyle kahve ve kakao üretimi düşerek fiyatları yükselir. Kuraklıkta büyük baş havyanlar öleceği için El Nino yılının başında satılırlar. El Nino’nun aksine La Nina yılları balıkçılık için bölgede uygun deniz şartları oluştururken, tarım için kuraklığa neden olduğundan bu sefer de çiftçiler büyük ekonomik kayıplara uğrar.

MAGAZİN MALZEMESİ AFET

Özellikle çiftçilerin ekonomik kayıplarını en aza indirgemek için, El Nino ve La Nina yıllarının önceden tahmin edilmesi büyük önem taşır. Böylece bölge çiftçileri El Nino yıllarında bol suya kavuşacağı için pirinç; La Nina yıllarında ise kuraklığa daha dayanıklı olan pamuk ekimine zamanında karar verebilir. El Nino yıllarının tahmini, tarım alanlarının planlanması, su kaynaklarının yönetimi, tahıl, petrol ve doğalgaz stoklarının belirlenmesi için de tüm dünyada büyük önem taşımakta. Bu yüzden, başta NASA olmak üzere, tüm ülkelerin atmosferik araştırma merkezleri ve ulusal meteoroloji servisleri El Nino’yu gözetlemek, tahmin etmek ve izlemek için önemli çalışmalar yapmakta.

Türkiye’deki hava şartlarını da dünya atmosferindeki değişimlerden soyutlamak mümkün değildir. Bununla birlikte maalesef ülkemizde, bu tür büyük iklim olaylarının sosyo-ekonomik yönü sadece gözardı edilmemekte, aynı zamanda "yaramaz çocuk" vb. gibi magazin malzemesi olarak kullanılıp önemleri ve gerçek anlamları da sulandırılmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Rüzgargülü bizim ilköğretimdeki gibi öğretilirse ne olur? Uçaklar pistten çıkar!

20 Şubat 2006
Amerika’daki öğrenciliğim sırasında hortum avına çıktığım zamanlar kırsal alanda domuz çiftliklerinin yanından kokudan geçemezdim. Sonra sırf bu koku yüzünden domuz çiftliklerinin şehrin dışında hákim rüzgár yönünde kurulmadığını öğrendim. Benzer şekilde fabrikaların yer seçiminde de hákim rüzgár yönüne, yani rüzgárgülüne dikkat ediliyor. Peki, rüzgár nedir ve neden eser? Ders kitaplarında öğretildiği gibi rüzgárgülü var mıdır?

Rüzgár, dünya yüzeyine göre havanın yatay yönde yaptığı doğal harekettir. Peki, rüzgár neden eser? Hava basıncındaki dengesizlikleri ortadan kaldırmak için. Hava görünmez bir gaz olduğu için rüzgárı da göremeyiz; ancak onu etkileriyle fark ederiz. Cisimlerin hareketinden veya birtakım özelliklerin (ses, koku vb) taşınmasından yararlanarak rüzgárın yönünü de belirleyebiliriz. Bazı bölgelerde rüzgár belli bir yönden daha sık eser. Bir zaman dilimi içerisinde en sık gözlenen poyraz, yıldız, karayel, günbatısı, lodos, kıble, keşişleme, gündoğusu gibi yönlerden biri hákim rüzgár yönü olarak adlandırılır.

Rüzgárın kışın neden olacağı ısı kaybı azaltılmalı; yazın da vereceği serinletici etkiden yararlanılmalı. Hava kirliliği vb. için de şehirlerin planlanmasında ve binaların inşa edilirken hákim rüzgár yönüne dikkat edilir. Örneğin, eskiden İzmir’de caddeler denize dik yapılırdı. Böylece yazın sıcak günlerde deniz ve kara meltemleri şehir konforunu artırabilirdi. Özetle hákim rüzgár yönü, şehir planlaması açısından son derece önemli olan endüstriyel merkezlerin, fabrikaların, çöplüklerin, gökdelenlerin, vb’nin yer seçiminde dikkate alınır. Bu nedenle örneğin, İstanbul Kartal, Bahçeşehir ve İkitelli’de gökdelenlerin inşasına ayrılmasına karar verenler de hákim rüzgár yönünü dikkate almış olmalıdır.

SÖZDE RÜZGARGÜLÜ

Hákim rüzgár yönü sadece çöplüklerin veya fabrikaların yeri belirlenirken kullanılmaz. İklimimizi de önemli ölçüde etkilerler. Bunun için hákim rüzgár yönü, "rüzgárgülü" ile belirlenir. Rüzgárgülü, aylık veya yıllık olarak farklı yönlerden esen rüzgár zamanının yüzde olarak ortalamasını gösteren bir grafiktir. Grafikte en büyük yüzdeye sahip olan yöne, hákim rüzgár yönü denir. Diğer bir deyişle rüzgárgülü, bir káğıdın katlanmasıyla yapılan ve rüzgárın etkisiyle çivilendiği sopanın ucunda sağa sola dönen bir oyuncak değildir!

Rüzgár yönünün belirlenmesinde sıklıkla kullanılan alete jüriyet denir. Jüriyet, rüzgár yönünde serbestçe dönebilen ok biçiminde basit bir alettir. Bazen bu okun ucunda rüzgárın şiddetini ölçmek için bir fırıldak da vardır. Havaalanlarında ve otobanların kenarlarında ise daha çok rüzgár çorapları kullanılır. Bunlar, koni şeklinde ve iki ucu açık uzun ve ince torbalardır. Rüzgár estiğinde şişer ve yatay konuma gelerek rüzgárın estiği yönü gösterir...

Hákim rüzgár yönü ve rüzgárgülüyle ilgili durum böyleyken, Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretim ders kitabı Fen Bilgisi 7, sayfa 39’daki etkinlikte karton, makas, cetvel, toplu iğne ve silgili kalemle çocuklara güya bir "rüzgárgülü" yaptırılıyor. Benzer deneyler birçok ders kitabında, "Hey arkadaşlar! Bu kez de çok eğlenceli ve fırıl fırıl dönen bir rüzgárgülü yapmayı öğreniyoruuuuuzz!!!" reklámıyla var. Rüzgárgülü bu şekilde öğretilirse ne olur?

Havaalanlarımızdaki pistlerin doğrultularının da hákim rüzgár yönüne göre belirlenmesi gerekirdi. Fakat Atatürk Havaalanı’ndaki 0624 nolu pistte uçaklar maruz kaldıkları kuvvetli yan rüzgárlar yüzünden de sık sık pist dışına kayarak kazalar yapmakta. Bu pisti yapan müteahhit de ilkokulda rüzgárgülünü yanlış öğrenip uygulamış olabilir mi?

İnternette de küçük bir araştırma yapınca karşıma çıkan yanlış bilim örneklerinin bazıları şunlar: "Rüzgárgülü... süs filan olarak da kullanılır aslında, böle rengárenk, benim var bi kaç tane bide yazlığın bahçesine koydum bi metre boyunda rüzgar estikçe dönüyo." Tülin Onat, kasım ayı içinde, Türkiye İş Bankası Parmakkapı Sanat Galerisi’nde "Plastik Rüzgar Gülü" adlı bir sergi gerçekleştirmiş. Doğuş Çocuk Türk-Yunan çocuklarıyla "Her çocuk bir rüzgar gülüdür, geleceğe yöne verir" sloganıyla Rüzgar Gülü Festivali düzenlemiş...

YİNE KÖTÜ BİLİM ÖRNEĞİ

Kendi internet sitelerinde, Sayın Milli Eğitim Bakanımız Hüseyin Çelik için de "...hakim temayüllere uyarak bu sene suya sabuna dokunmayan bir konuşma yapmasını bekliyordu. Ama o, rüzgargülü gibi esen rüzgárın yönüne göre dönen ve her dönüş için mazeretler üreten sözde aydınlardan olmadığını gösterdi" diyorlar.

Benzer şekilde, "Dostluklarımız, çevremizdeki insanlar bana rüzgargülü gibi görünüyor. Çıkarlarının rüzgarına kapılıp peşinden giden, her yöne dönebilen, birkaç saat içinde bile verdiği sözü unutabilen, her şeye rağmen yalnızca kendi çıkarları yönünde durabiliyor." Kimisi ise "Ben bir ağaç ev yaptım. Bu ağaç evin elektriğini rüzgargülü ile üretiyorum" diye Bilim Teknik Dergisi’ne bir soru soruyor. Buna karşılık Bilim Teknik Dergisi’nde de "Rüzgar gülünün aynı hızda döndüğünü varsayarsak, jeneratörün gerilimini yükseltmek için, bobinindeki sarım sayısını arttırmak gerekiyor" diye cevap veriliyor.

Hey millet! Şimdi fırıl fırıl dönen bir rüzgárgülü yapıp bir sopanın ucuna takarak şööyle bir dolaştırıyoruuz! Sonra gerçekten rüzgara göre yön değiştirebiliyoor muu diye ona iyicene bakıyooruuuz... Yani, yanlış bir şekilde rüzgargülü denilen şeyin sopa döndürülmeden rüzgara göre kendiliğinden dönmesi de mümkün değil. Öyleyse, lütfen çocuklarımızın iyiliği için kötü bilime hayır deyip rüzgar güllerini "fırıldak" vb. bir şey yapın!

Bu arada "poyraz fırtınası" diye bir şey de yoktur. Poyraz denilen yönden rüzgar her çeşit esebilir.
Yazının Devamını Oku

Kendisi bir afet olan afet raporu

13 Şubat 2006
Farkında mısınız bilmem: Hálá kuş gribi mevsimindeyiz. "Kuş gribi mevsimi de olur mu?" diyenleri duyar gibiyim. Fakat birçok ülkede böyle bir şey tüm afetler için var. Yani, afetler için de takvim var. Yoksa sizin bir afet takviminiz yok mu? Merak etmeyin koskoca kurum ve kuruluşlarımızın da yok. O da bir şey mi? Ülkemizde birçok afetin adı bile yok! Turizm mevsimi, kış mevsimi, hastalık mevsimi, depresyon mevsimi, caz mevsimi, dut mevsimi, av mevsimi, hac mevsimi, grip mevsimi, aşk mevsimi, Bodrum’da dilbalığı mevsimi gibi yüzlerce mevsimimiz var, ama ülkemizde afetlerin bir mevsimi yok. Birçok afetin adı, hiçbir afetin mevsimi ve sonuç olarak da doğru dürüst kampanyası yok.

Afetlere hazırlığın sözde kalmadığı ülkelerde her kurum ve kent için bir afet takvimi hazırlanır. Örneğin, ABD’de halka yönelik afet bilinci ve eğitim çalışmaları bir afet takvimi dahilinde yapılır. Kuş gribi, don, buzlanma, çığ, sel, yıldırım ve orman yangını vb. gibi mevsimsel özellikler gösteren afetler de bu takvim üzerinde ay ay işaretlenir. Sonra da bu takvime göre yıl içinde arttığı belirlenen tehlikelerin hemen öncesinde, o tehlike için eğitim ve bilinçlendirme kampanyaları düzenlenir. Şimdi neden bizde kuş gribi için bu tür kampanyaların vaktiyle yapılamadığını anladınız mı?

Bizde afetlerin sadece takvimi ya da mevsimi yok sanmayın; aslında ülkemizde birçok afetin adı ve sanı bile yok. İnanmazsanız Bayındırlık Bakanlığı’nın geçtiğimiz haftalarda yayınladığı afet raporuna bir bakın. Haberlere göre adı "Afet Raporu" olan bu rapor, bence Türkiye’nin afetlerini tam olarak yansıtmıyor ama afetlere ve afet yönetimine bilimsel ve bütüncül olmayan bakışımızı çok net bir şekilde ortaya koyuyor.

SADECE ALTI AFETLE AFETLER ÜLKESİYİZ

Bayındırlık ve İskán Bakanlığı’nın raporuna göre, Türkiye başta deprem olmak üzere birçok doğal afetin tehdidi altında bulunuyor. Bu "birçok doğal afet" şöyle sıralanıyor: "Türkiye’deki doğal afetlerin yüzde 61’ini deprem, yüzde 15’ini heyelan, yüzde 14’ünü sel, yüzde 5’ini kaya düşmesi, yüzde 4’ünü yangın, yüzde 1’ini çığ oluşturuyor." Raporu haber yapan Anadolu Ajansı’nın başlığı ise "Türkiye afetler ülkesi." Yani yüzlerce afetten sadece altı tanesiyle afetler ülkesi olmuşuz... Bunun nedeni şunlardır:

1959 yılında çıkan 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu’na göre Türkiye’de afetler şöyle sayılıyor: 1. Deprem, 2. Yangın, 3. Su baskını, 4. Yer kayması, 5. Kaya düşmesi, 6. Çığ ve benzeri. Bu rapor da sadece bu afetleri dikkate almış. Yani, nükleer kazalar, kuş gribi (vb. salgınlar), uçak/tren/taşıt kazaları, terör, kuraklık, vb. hiç göz önüne alınmıyor. Örneğin, yarı kurak bir ülke olan Türkiye’de kuraklık bir afet dahi sayılmazken kaya düşmesi çok büyük bir afet! Nevşehirli’nin İstanbul Kadıköy’e gelip, "buraya köy, bizim oraya da şehir diyenin aklı yok" demesi gibi bir durum bu. Ama henüz bunun farkında bile değiliz...

Ayrıca Türkiye’de sel sadece büyük nehirlerin taşması olarak düşünülüyor ve onlara da "taşkın" deniliyor. Hálbuki literatürde selin, şehir seli, akarsu seli, kuru vadi seli, baraj seli, kıyı seli gibi beş çeşidi var. Özellikle son yıllarda (tüm dünyada) şehir sellerinde büyük artışlar var. Örneğin kuvvetli bir yağmurda sokak ve caddeler dere ve nehire dönüşebiliyor. DSİ sadece büyük nehirlerde gözlem yaptığı için diğer seller tamamen kayıtdışı kalıyor. Diğer bir deyişle DSİ kayıtlarına göre İstanbul’da yıllardır hiç sel olmuyor!

Literatüre göre afetler üçe ayrılır: 1. Doğal afetler, 2. İnsan kaynaklı afetler, 3. Teknolojik afetler. Bu raporun adı her ne kadar "afet raporu" ise de içinde hem doğal afetlerin büyük bir kısmı yok, hem de insan kaynaklı ve teknolojik afetlerden hiç bahsedilmiyor. İşin kötüsü yetkili ve etkililerimiz bunun henüz farkında bile değil! Böylece ülkemizde doğal afetlerin büyük bir kısmıyla birlikte insan ve teknolojik afetler tamamen sahipsiz. Hiçbir kanunda bunlarla ilgili sorumlu kurum ve kuruluşlar tanımlanmış ve görevlendirilmiş değil...

ANTİK KANUNLAR DÜZ MEMURLAR

Sonuç olarak Deprem Şurası’ndan çıkan karar doğrultusunda kurulduğu söylenen "Afet Yönetimi Stratejik Planı Komisyonu", raporu eldeki (eksik) istatistiklere göre hazırlamış. Diğer bir deyişle, konuyla ilgili olduğu düşünülen kurum ve kuruluşlara yazı yazılmış. Onların gönderdiği temsilcilerin oluşturduğu komisyon da bir strateji belirledikten sonra birçok kuruluş ve üniversiteden de görüş istenmesine karar verilmiş. Komisyonun adında her ne kadar"Afet Yönetimi" ibaresi var ise de büyük ihtimalle kurum ve kuruluşlardan bu komisyonda görevlendirilenlerin çoğu "afet yönetimi"yle ilgili uzman kişiler değildir...

Eğer doğru dürüst bir stratejik plan yapılması isteniyorsa bunun yolu işi herhangi bir komisyona havale etmek değildir. Bunun yolu öncelikle tekniğine uygun bir şekilde risk analizi yapmaktan geçer. Doğal, insan kaynaklı; ya da teknolojik, tüm riskleri içeren ve Türkiye gibi geniş coğrafyaya yayılmış bir ülkede bölgesel risk analizlerinin yapılması ve stratejilerin de bu temele dayandırılması gerekir. Antik kanunlar, düz memurlarla birlikte afet yönetimine olan el yordamı yaklaşımımızı çok acilen değiştirmemiz gerekiyor.

Özetle, afet yönetimi bir bilim dalıdır; rasgele görevlendirmelerle afet yönetimi strateji raporu hazırlanamaz. Yoksa birçok gerçeği göz ardı eden, yanlış ve eksik kanun, tanım, görüş, kayıt ve istatistiklere göre hazırlanmış olan sözde stratejilerin ülkemize yararından çok zararı olur. Afet yönetimine artık daha bütünleşik ve bilimsel bakmak zorundayız. 1959 yılında çıkmış eksik kanunları hiç sorgulamadan ve güncellemeden hálá körü körüne kullanıyor olmamız da ayrıca bir afettir!

Yani, "Afet yönetiminde tek yol devrimdir!"
Yazının Devamını Oku

Hava durumu için en çok takip edilen 10 internet sitesi

30 Ocak 2006
Hava durumu meraklılarının kendine göre daha doğru, ayrıntılı ve uzun süreli tahmin veren favori bir internet sitesi var. Buna rağmen, "Daha iyisi var mıdır?" şeklindeki merak da bitmiyor. Bu nedenle, geçen yılın sonunda hava durumuyla yakından ilgilenen e-posta gruplarındakilere ben de şöyle bir soru sordum: "Hava durumunu takip etmek için en çok kullandığınız web sitesi hangisidir?" İşte gelen yanıtlara göre en çok takip edilen 10 site...

WEATHER

1982 yılından beri ABD’de 7 gün 24 saat TV’de hava durumu veren dünyanın ilk ve tek Hava Durumu Kanalı’nın (The Weather Cahnnel) web sitesi. Dünya üzerindeki 77 bin şehir için mevcut hava durumu ve beş günlük hava tahminlerini veriyor. İnsanların giyim ve kuşamlarıyla birlikte dışarıdaki işlerini programlamaya yardımcı olabilmek için "Feels Like" şeklinde hissedilen sıcaklığı da aktarıyor. Masa üstüne indirilen programıyla istenen şehrin bilgileri anında bilgisayarınıza yükleniyor. www.weather.com veya http://uk.weather.com/weather/local/TUXX0014

ACCUWEATHER

40 yıl önce bir kişinin hayali olarak başlayıp bugün 400 kişilik bir kadroyla çalışan dünyada en tanınmış meteoroloji firması. Dr. J.N. Myers Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nde meteoroloji öğrencisiyken bir doğalgaz santralı için hava tahmini yapmaya başlamış. Şimdi web sitesini her ay 4.5 milyon insan ziyaret edip 60 milyon sayfasına giriş yapıyor. 15 bin abonesi var. Ayrıca CNN, CNBC ve MSNBC gibi bin TV, radyo ve gazeteye 15 günlük hava durumu sağlıyor. "RealFeel" başlığıyla hissedilen sıcaklığı veriyor. Ayrıca yerde birikecek olan kar yüksekliğini de rakamsal olarak bildiriyor. http://wwwa.accuweather.com/

POSEIDON

Bu site, Türk denizcilerinin gözdelerinden biri. 16 bin kilometre kıyı çizgisine sahip olan Yunanistan deniz ve denizde hava durumuna büyük önem verip olaya tamamen bilimsel yaklaşıyor. Bu nedenle denizde şamandıralar üzerinde kurulu meteoroloji istasyonlarından oluşan bir ağ bile oluşturmuş. Ege ve Akdeniz’de 72 saatlik rüzgár, yağmur, kar, bulutluluk, sıcaklık, toz, sis ve basınç tahminlerini ayrıntılı bir şekilde veriyor. http://www.poseidon.ncmr.gr/weather_forecast.html

WUNDERGROUND

ABD kökenli olup Türkçe yayın yapan en popüler site. Dr. Jeff Masters, 1990’da Michigan Üniversitesi’nde doktora yapan bir meteoroloji öğrencisiyken şimdi 35 dilde hava durumu raporları hazırlıyor. Dünya genelinde 60 bin şehir için yedi günlük bilgi veriyor. Bu site ayın durumu vb. gibi astronomik bilgiler de içeriyor. Ayrıca Wunderground, kişisel yerel otomatik meteoroloji istasyonlarına yer veriyor. Böylece hava sıcaklığı, "esinti" adıyla hissedilen sıcaklığı, nem, basınç, rüzgár, vb bilgileri anında ve sayısal olarak edinebiliyorsunuz. http://turkish.wunderground.com/global/TU.html

SKIRON

Denizcilerimizin ve havadan-tozdan konuşanlarımızın favorisi. Tahminler Atina Üniversitesi’nde yapıldığı için "Atina" olarak anılmakta. SKIRON modeli önce Yunan Meteoroloji Servisi için geliştirilmiş. Şu an dünyanın 17 noktasında kullanılıyor. Beş günlük rüzgár, yağış miktarı, bulutluluk, kar miktarı, deniz suyu sıcaklığı, dalga tahmini, hava kirliliği ve toz tahminleri veriyor. http://forecast.uoa.gr/forecastnew.html

YAHOO

Bu site, "En gözde 10 hava durumu sitesi" listemizde birinci olarak yer alan Weather’ın hazırladığı hava tahminlerini kullanmakta. http://weather.yahoo.com/forecast/

CNN

Tahminlerini AccuWeather’dan alıp daha sade ve haritalar ile desteklenmiş bir şekilde sunuyor. http://weather.cnn.com/weather/forecast.jsp?locCode=LTBA

MSN

Ülkemizde Finlandiya’dan Foreca Ltd. adlı özel bir şirketin ürettiği hava tahminlerini veriyor. 2001 yılında Finlandiya Meteoroloji İşleri özelleştirilerek Foreca adını almış. Şimdi 30 kişilik bir ekiple Kuzey Avrupa’nın bu en büyük özel meteoroloji servisi. Tüm dünya için hava tahminleri veriyor. Dört günlük hava tahminleri Türkçe ve haritalar üzerinde gösteriliyor. http://www.msn.com.tr/havadurumu/Default.asp

MYNET

Türkçe olarak sunduğu anlık ve yedi günlük hava tahminlerini ABD’nin Custom Weather firmasından sağlıyor. Bu şirket ABD’den 26 bin ve diğer ülkelerden 32 bin abonesine hizmet veriyor. ttp://havadurumu.mynet.com/

WEATHERBUG

İnternete bağlanınca otomatik olarak şu anki hava ve yedi günlük hava tahminini ekrana getiriyor. 1992’de kurulan şirketin ayda 80 milyon kullanıcısı var. Sekiz bin ABD okuluna da matematik, fen ve coğrafya derslerinde kullanmak üzere bilgi sağlıyor. Ayrıca ABC, NBC, CBS, FOX, Netscape, Logitech, HP/Compaq gibi şirketlere günlük tahmin sağlıyor. www.weatherbug.com

Yukarıdaki sıralamaya "profesyonel ve resmi" hava durumu siteleri dáhil değildi. Bununla birlikte "o kafa" diye bildiğimiz, ehliyet ve liyakati dışlayan, yasakçı ve tekelci zihniyetin etkilerini burada da görmek mümkün. Ülkemizde devlet, meteorolojide hizmet verme tekelini hálá elinde tutmakta. Bütün bunlar, dünya çapında hizmet verebilen bir meteoroloji şirketi veya kurumunun ülkemizde gelişip ortaya çıkmasını engellemekte. Özet olarak, bugün hissedilen sıcaklık gibi en temel kavramı dahi inkár edenlerin verdiği üç günlük raporlarının yetersizliği bizi ABD ve Yunanistan kökenli hava tahminlerini takip etmeye yöneltmekte. Gereği için Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan’ın bilgilerine saygı ile arz olunur...
Yazının Devamını Oku

Kuş gribi kriz yönetiminde geçer not aldık ama risk yönetiminde toptan sınıfta kaldık!

27 Ocak 2006
İçimiz dışımız kuş gribi oldu! Her ne kadar, "uzmanlar, planlar, kriz yönetimi, müdahale" gibi kelimeleri çok sık duyduysak da çok gariptir, bu olayda "Türkiye Acil Durum Genel Müdürlüğü"nün (TAY) adı bir kere dahi geçmedi. Hálbuki ülkemizde kuş gribi salgını bir afete dönüştü ve bu probleme de bütünleşik afet yönetim sistemi gereği yaklaşmalıydık. Başta bankalar, seyahat ve turizm şirketleri olmak üzere dünya şirketleri "kuş gribi" acil durum planı yapıyor. Fakat "Deprem, eşittir afet!" mantığının yanlış bir şekilde yerleştiği ülkemizde kuş gribi her nedense bir afet olarak ele alınamıyor. Diğer afetlerde olduğu gibi yine kriz merkezleri, masaları vb. şeyleri kurup kaldırdık ama haftada 15 vaka ile dünyada kuş gribinin en hızlı yayıldığı ülke olmaktan kurtulamadık.

Belki bir faydası olur diye modern afet yönetim sistemi gereği yapılacaklardan bahsetmek istiyorum.

EVET BİR AFETTİR!

Önce olayın adını doğru koyalım: "Kuş gribi salgını bir afet midir?" Literatüre göre: Eğer bu durum etkisi sınırlı kalan yerel bir kurum ve kuruluşun imkánlarıyla baş edilebilen bir iki vaka olarak kalsaydı "olay" (incident) olarak adlandırılabilirdi. Yerel birkaç kurum ve kuruluş tarafından kontrol edilebilecek kadar büyük ama bölge dışından yardım istenmeden baş edilebilecek kadar küçük olsaydı "acil durum" (emergency) olarak adlandırılabilirdi. Fakat maalesef ülkemizde kuş gribi vakaları yerel ve bölgenin imkánlarıyla baş edilemez bir sağlık ve ekonomik bir durum ortaya çıkarttı. Böylece, ülke genelinde koordinasyona ve yardımlaşmaya ihtiyaç duyulduğu için de bu olay bir "afet"tir (disaster).

Ülke geneline yayılan kuş gribi bir afet olduğuna göre çözümü de afet yönetimi sisteminde aramalıyız. Afet yönetimi çalışmaları sekiz başlık altında özetlenebilir: 1. Kayıp ve Zarar Azaltma, 2. Hazırlık, 3. Tahmin ve Erken Uyarı, 4. Afetler, 5. Etki Analizi, 6. Müdahale, 7. İyileştirme, 8. Yeniden Yapılanma. Buradaki 1’den 4’e kadar sıralanan proaktif çalışmalar "koruma"ya yöneliktir ve risk yönetimi olarak adlandırılır. Yine burada 5’ten 8’e kadar olan reaktif çalışmalar ise "düzeltme"ye yöneliktir ve kriz yönetimi olarak adlandırılır.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin problemi risk yönetimi yerine daha çok kriz yönetimine (müdahaleye) önem vermektir. Böylece ülkemizde hep kriz merkezleri, masaları, vb. kurulur ama risk merkezinin ya da risk yönetiminin adı bile yoktur. Bu nedenle 2001 yılında ülkemizde "Ulusal Kuş Gribi Müdahale Planı" oluşturulmuş ama koruyucu ve zarar azaltıcı fazla bir şey yapılamamıştır. Sonuç olarak bu gün müdahalede başarılı olmamız, ölenleri ve ekonomik kayıplarımızı geri getirememektedir.

Yıllardır değişik ülkelerde problemler yaratan kuş gribini, "can ve mal kayıplarına neden olmakla birlikte sosyo-ekonomik düzen ve etkinliklere, tabii ve kültürel kaynaklara zarar verme potansiyeli olan" bir tehlike olarak görmeliydik. Topraklarımızda hayvan ve insanlarda vaka görülmesini beklemeden bu "tehlikenin insanımızın, ekonomimizin, tabii ve kültürel kaynaklarımızın üzerine olan tahmini kötü etkisini" yani riskini belirleyip önlemlerimizi almalıydık. Çünkü "Dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü çatlıyor."

FİLİ TARİF EDEN KÖRLER

Ülkemizde risk yönetimi uygulansaydı, kümes tavukçuluğuna son vermek ve TV’de kuş gribinden korunmanın yollarını anlatmak gibi çalışmalar "kuş gribi mevsimi" başlamadan önce yapılırdı. Bu kapsamda yapılması gereken diğer zarar azaltma çalışmalarına örnekler şunlardır: Senaryoların üretilmesi, tehlike haritalarının ve risk profillerinin çıkartılması, zarar azaltma planlarını hazırlamak, mevcut zarar azaltma önlemlerini belirlemek, gerekli organizasyonları oluşturmak, afet öncesinde korumaya yönelik (tarama ve izleme gibi) erken uyarı çalışmaları, alınması gereken önlemler konusunda topluma doğru ve zamanında bilgi vermek, teşvik ve kaynakları belirlemek, afet takvimine uygun bir şekilde toplumu zamanında bilinçlendirmek, risk altındakileri kamulaştırma ve nakille korumak, mevcut planları güncelleştirmek ve geliştirmek, hastane vb hayati tesisleri güçlendirmek, doğal hayatı korumak ve yaşam kalitesini arttırmak...

Birleşmiş Milletler’in "kuş gribiyle mücadelede başarılısınız" demesi bizi yanıltmasın. Çünkü örneğin Dünya Sağlık Örgütü sadece kısa ve orta vadeli müdahale ve iyileştirme çalışmalarına bakıyor. Bizim dünyada çoktan terk edilmiş olan, sadece "kriz yönetimi" (yıkım-yara sarma) mantığıyla hareket edip sadece veya daha çok olaya "müdahale"yle meşgul olmamız doğru değil. Ayrıca, AB ve BM yetkililerinin şikáyet ettiği "Türkiye’de kuş gribinin yayılmasındaki ihmalkár davranış"ın arkasında da kriz yönetimi mantığı var...

Yukarıda özetlenen risk yönetimi çalışmaları, önümüzdeki sene kuş gribi mevsimine hazırlık için şimdiden tüm ilgili kurumlarca yapılmalı. Bu nedenle öncelikle, Türkiye Acil Durum Yönetimi (TAY) Genel Müdürlüğü bir an önce günün gereklerine uygun bir şekilde yapılanıp kurumsallaşmalı. Çünkü ülkemizde afet yönetimi konusunda üst düzeydeki çok başlılığı ortadan kaldırmak ve risk yönetimine yönelik çalışmaları belli bir afet yönetimi sistemi ve koordinasyonu içinde kısa, orta ve uzun vadeye yayarak yapmak zorundayız!

Maalesef ülke ve zihniyet olarak risk yönetimine geçemiyoruz. Çünkü ülkemizde fili tarif eden körler gibi her kurum ve meslek disiplini olayları sadece kendi penceresinden görüyor. Bu nedenle, ülkemizde acele resmin bütününü afet yönetimi sistemi içinde görebilecek, kurum ve meslek mutaassıplığını aşabilecek bir lider kuruma ve yönetime ihtiyacımız var.
Yazının Devamını Oku

Kötü bilime hayır diyerek çocuklarınıza bir iyilik yapın

2 Ocak 2006
Yeni yılda biraz çocuklaşmak istiyorum! Merak etmeyin eşimin arada bir "çocuk gibisin" ya da "çocuklaşma" diye kızdığı türden bir şey yapmayacağım. Uzun zamandan beri ulaşmak istediğim ilköğretim ders kitaplarını sonunda Sirkeci-Üsküdar vapurunda buldum. Şimdi yeniden okullu olup Türkçe, Soysal Bilgiler ve Fen Bilgisi ders kitaplarını okuyorum. Ama bazı yanlış bilgilerin hálá öğretildiğini görünce üzülüyorum.

Benim zamanıma göre şimdiki kitaplar cıvıl cıvıl, renk renk. Ezberden biraz olsun uzaklaşılmış. Düşünmeye, bilgiyi /images/100/0x0/55eb2c55f018fbb8f8b01168keşfetmeye yönelik etkinliklerle doldurulmuşlar. Bizim zamanımızdaki hayat bilgisi kitaplarında olmayan hayata dair bilgilere bu kitaplarda biraz olsun yer verilmiş. Şüphesiz içerik, baskı vb. yönlerden gelişmiş ülkelerdeki kitapların kalitesini hálá yakalayamamışız. İçerik olarak beni üzen bazı şeyler de var.

İçerik yönünden her konuda konuşma yeterliliğine sahip değilim. Sadece atmosfer bilimleri ve afet yönetimiyle ilgili konularda durumdan vazife çıkartıp bazı yanlışlardan bahsedeceğim. Eğitim reformu adı altında yapılan çalışmalara bu kitaplarda gördüğüm yanlışlara işaret ederek belki ben de katkıda bulunabilirim.

BİLMEDİĞİNİ BİLMEMEK

Aslında bu tür çalışmaları yapmak akademisyenlerin şu belli başlı evrensel görevleri arasında yer alır:

1. Yeni bilgi üretmek (araştırma ve yayın yapmak).

2. Bilgiyi transfer etmek (eğitim-öğretim, konferans, sempozyum, panel, söyleşi).

3. Standartlar koymak ve onları korumak (makale hakemliği, jüri üyeliği, bilirkişilik).

4. Sosyal sorumluluk gereği toplumsal çalışmalar yapmak.

5. Pozitif örnekler ve modeller oluşturmak.

Bu konu iki şekilde dikkatimi çekti: Birincisi, iki senedir İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nde birinci sınıf öğrencilerinin Atmosfer Bilimlerine Giriş dersine giriyorum. Seçkin öğrencilerin ilk ve orta öğretimden birçok yanlış bilgiyle yüklenmiş olarak geldiğini görüyorum. Sonuçta, Thomas Cardinal Wolsey’ın "Kafalara neler koyduğunuz konusunda çok ama çok dikkatli olun; çünkü onları bir daha asla değiştiremezsiniz" dediği gibi yanlış bilgileri değiştirmekte zorlanıyorum.

İkincisi, Sayın Prof. Dr. Celal Şengör’ün Cumhuriyet Bilim-Teknik Dergisi’nde 2 Ekim 2004 tarihinde yayınladığı "Aldatılan zavallı T.C. öğrencileri" başlıklı yazısını okuyunca satın alıp baktığım lise 1 coğrafya kitabındaki gözlerime inanamadığım meteoroloji/iklim yanlışları beni diğer ders kitaplarını da bulup okumaya sevk etti.

Bu kitaplar yazılırken kullanılan kaynakların yanlış seçimi, kitapları yazanların aldıkları farklı eğitim, yanlış tercüme ve sözlükler bu tür yanlışların yapılmasında şüphesiz büyük rol oynuyor. Doğuştan meteorolog olmamız gibi. "Bilmediğimizi bilmemek" şeklinde bir hastalığımız var. Bu hastalığımızın kökü derin; ta çocukluğumuzdan geliyor olmalı.

Bunu geçtiğimiz aralık ayı boyunca İstanbul’un Fatih ilçesinde dolaştığım 25 lisedeki öğrenciler üzerinde de test etme şansım oldu. Bir Fatih Belediyesi-İTÜ projesiyle lise öğrencilerine "Depreme hazırlık ve temel afet bilinci" seminerleri verirken ilk iş olarak gençlere gökyüzü mercek bulutlarıyla dolu bir resim gösterip "Bu nedir?" diye sordum. İstinasız her yerde gençler "UFO" ve "uçan daire" diye hemen teşhisler koydu. "Bilmiyorum" diye fısıldayan olduysa da duyamadım doğrusu. Onlara Charles Dickens’ın "Her şeyi görünüşüne, ön yargılara ve kulaktan dolma bilgilere göre değil; somut delil ve bulgulara göre değerlendirin" sözünü hatırlattım. Sonra da zihinlerindeki kulaktan dolma afetlere hazırlık konusundaki bilgileri silmeye çalıştım...

Şimdi elimde ilköğretim ders kitabı olarak Sosyal Bilgiler 6 ve 7, Fen Bilgisi 6 ve 7 ile birlikte Türkçe 5. sınıf kitapları var. Her birine 5-10 dakika bakabildim. Türkçe kitabına bakmak, okuma parçalarına dalıp gittiğim için biraz daha uzun sürdü. Diğer bir deyişle, burada bilimsel ve ayrıntılı bir incelemeden bahsetmek ve rapor vermek söz konusu değil.

Önümüzdeki günlerde zaman zaman burada veya başka ortamlarda geniş bir şekilde ele alıp tartışmayı düşündüğüm bu kitaplardaki bazı konular şunlar: Türkçe kitabındaki "Sel" parçası. Sosyal Bilgiler 6’da, dünyanın hareketleri ve sonuçları. Nükleer enerji. Fen Bilgisi 6’da, şimşek ve yıldırım. Fen Bilgisi 7’de, rüzgár gülü, paket kaldıran kişinin resmi, hava basıncı, madde döngüleri, dünyanın serası, konuşma balonu biçimindeki bulut resmi...

Artık çocuklarımıza hiçbir şey, yanlış bir şekilde, yanlış örnek ve açıklamalar kullanılarak öğretilmemeli. Birkaç yüzyıl önce bilimsel literatürde yanlış oldukları gösterilen bilgilerin hálá genç beyinlere sokulması ise kabul edilemez bir hata. Hiçbir şey yanlış örnekler kullanılarak da öğretilemez. Ders kitaplarında bilimsel kavramların öğretilmesinde yanlış bilgi, örnekler ve çizimlerin kullanılması, fiziksel olgular için insani davranış ve duygulara sahiplermiş gibi benzetmelerin yapılması aslında çoktan terk edilmesi gereken bir konu.

Bu arada, 5. sınıf Türkçe kitabının başında yer alan Tolstoy’un "Üç Soru" başlıklı okuma parçası çok hoş. Bu parçaya göre en önemli vakit, içinde bulunduğumuz an; en önemli kişi, o anda kiminle berabersek o; en önemli iş ise iyilik yapmakmış. Şimdi sizler de içinde bulunduğunuz şu anda, en önemli kişiler olan çocuklarınızın başta ders kitapları olmak üzere okudukları her şeyi gözden geçirip tespit ettiğiniz yanlışları MEB İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne bildirin. Yani "kötü bilime hayır!" diyerek çocuklarınıza bir iyilik yapın.
Yazının Devamını Oku

Mevlam hem kar yağdır, hem de doğru dürüst meteorolojik uyarılar nasip et!

27 Aralık 2005
Bir hafta önce İstanbul ve kış turizm merkezleri başta olmak üzere tüm ülkede kar heyecanı yaşandı. Kimisi işe gidemeyeceği için kaygılanırken, kimi de rezervasyonlar iptal edilmesin diye yağması için dua edip durduğu kara yılbaşı öncesi kavuşacağı için seviniyordu. Bu arada okullar tatil edilsin diye dua eden öğrenciler de muratlarına erdi ama bu sefer velilermağdur oldu...

Bu sene Ramazan Bayramı’ndan beri ve aralık ayının ortasına kadar İstanbul’a ve belli başlı kış turizm merkezlerine doğru dürüst kar yağmamıştı. Bu nedenle aralık ayının ortasında kış turizminin önemli kayak merkezlerindeki karların erimesi, ziyaretçileri şaşkına çevirmişti. Örneğin, son beş yılın en sıcak aralık ayını yaşayan Erzurum Palandöken’deki otellerde yer ayırtan çok sayıda turist, kar yağmadığını öğrenince rezervasyonunu iptal ettirmişti. Hatta buz pistine dökülen su bile donmamıştı. Bunun üzerine de oteller kar yağması için her gün personelini duaya çıkarmaya başlamıştı.

Sonunda dualar kabul edilmiş olacak ki (!) kar yağışı bir hafta önce Trakya ile birlikte Erciyes, Erzurum, Bolu gibi yüksek yerlerde başladı. Fakat örneğin, Kars kent merkezinde gün boyu devam eden kar, yerini hemen güneşli bir havaya bırakmıştı. Halbuki birçok yerde kayak sezonunun başlatılabilmesi için kar kalınlığının 50 santimetre gibi belirli bir yüksekliği bulması gerekiyor. Bu yazıyı yazdıktan sonra kısa süreli kar yağışının ardından ortaya çıkan güneşli ve kuru hava nedeniyle karlar tekrar eridi mi bilemem. Bildiğim bir şey var; o da 1987’den beri dünyada daha az kar yağdığı için kar örtüsü sürekli olarak azalıyor.

Bu nedenle artık azalan kar yağışına da alışmamız gerekiyor. Örneğin kayakçılarımız antrenman eksiklerini karayolunda tekerlekli patenle gidermeye artık alışmalı. Yoksa kar yağmasını beklerlerse yeterli kondisyonu kazanamazlar. Benzer şekilde kayak merkezlerinin de kayak pistlerinin çim sahaya dönmesine ve otellerin firmaların toplantı mekánlarına dönüşmesine alışması gerekiyor. Çünkü artan şehirleşme, özellikle sanayi ve yerleşim bölgelerinden çıkan sera gazlarıyla çevre ve atmosfer büyük miktarda kirlenmekte ve küresel ölçekte havanın ısınma eğilimi de giderek artmakta.

DÜŞÜŞ ARTIŞTAN FAZLA

Şu an Akdeniz havzasında dağlar mevsimsel olarak karla kaplanır. Dağlarda biriken karlar, kurak geçen yaz aylarında nehirlere ve göllere su sağlayan doğal bir baraj gölünün suları gibi görev görür. Küresel ısınmadan dolayı, kışın akarsulardaki akışta önemli bir artış olurken, yazın akış değerlerinde önemli düşüşler oluyor. Genellikle, düşüşler artışlardan daha fazla. Sıcak ve kuru havalarda karın erimesiyle su, akışa geçemeden direkt olarak buharlaşarak havaya karışmakta. Karın bu şekilde buharlaşması Doğu Anadolu gibi yarı kurak bölgelerimizde son yıllarda çok sık gözlenmekte. Bazı yıllar mevsim normallerinde kar yağışlarına rağmen nehirlerimizdeki akışın ve baraj göllerimizdeki su seviyesinin yükselememesinin nedeni de büyük ölçüde budur...

Geçen hafta (18 Aralık) ben de heyecanla İstanbul’da kar yağışını bekliyordum. Bir yandan meteoroloji radarına bakıyor, bir yandan TV’deki haberleri izliyor, diğer yandan da pencereden dışarıyı gözlüyordum. Çünkü gece yarısı yağması beklenen kar, haberlere göre Edirne’de başlamış ve İstanbul’a doğru yaklaşıyormuş. Trakya’da devam eden karın İstanbul’a ne kadar yaklaştığını görmek için meteoroloji radarına bakıyorum. Ama bir şey göremiyorum. Neredeyse tüm Trakya ve İstanbul, ‘Çok hafif yağmur veya hafif kar’ olarak tanımladıkları benzer renk tonlarına boyanmış. Yani nerede kar, nerede yağmur yağıyor radarda belli değil. Bunun da düzeltmesi için bakalım kaç sene bekleriz.

ORTALIKTA KAR YOK İŞYERİ ÇOCUK KAYNIYOR

Meteorolojinin verdiği ‘Meteorolojik Uyarı’da, ‘İstanbul’da bu akşam ve gece saatlerinden itibaren kar yağışı bekleniyor’ deniliyordu. Bir şey iki ayrı saatte nasıl başlayacak? Sinema matinesi gibi bir şey midir bu? Kar yağışı ‘akşam’ mı; yoksa ‘gece saatlerinden itibaren’ mi başlayacak? Yoksa her ikisinde mi? Böylece Da Vinci şifresi gibi verilen kar yağış saatini beklerken İstanbul Beylikdüzü’nde kar yağışının başladığı haberi verildi. Ardından da İstanbul’da ilk ve orta dereceli okullar tatil edildi.

‘Gece yarısı başlayıp öğlen saatlerinde sona erecek’ bir kar yağışı için sabahın köründe işe zor bela vardıktan sonra öğlen eve erken dönmeye sinir olurum. Bu nedenle, işe geç gidip eve zamanında dönmeye karar verdim. Bir-iki saat geç dışarı çıkınca ne göreyim! İstanbul’da iki milyon öğrenciyi tatil eden karı ara da bulasın. Ortalıkta kar yok ama işyeri çocuk kaynıyor!

Anlaşılan ne zaman başlayacağı ve ne kadar yağacağı bilinemeyen kar başlayınca paniğe kapılıp gereksiz yere okulları tatil etmişiz... Korkarım bundan sonraki kar yağışında da karın yerde 5-10 cm. biriktiğini görmeden harekete geçmeyiz!

Doğrusu dünyanın hiçbir yerinde, ‘İstanbul’da bu akşam ve gece saatlerinden itibaren kar yağışı bekleniyor!’ gibi bir meteorolojik uyarı verilemez. Meteorolojik uyarıların, ‘yer, zaman, miktar, olasılık ve koruyucu önlemler’ gibi kesin ve sayısal bilgiler içeren belli bir formatı ve mantığı vardır. Yetkilisine ve meraklısına meteorolojik uyarıların gelişmiş ülkelerde nasıl yapıldığını görmek için örneğin http://www.weather.gov/view/nationalwarnings.php adresine (küsmeden ve kırılmadan!) bakmalarını tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku

Biz duymuyoruz ama elektronik kirlilik bas bas bağırıyor ve bizi hasta ediyor

20 Aralık 2005
Pek çok şeyi görüyoruz ama duyamıyoruz. Hatta sırf bu yüzden birçok şeyi tamamen sessiz zannediyoruz. Belki de sesini duymadığımız için birçok şeye yeterince önem de vermiyoruz. Örneğin, cep telefonu, mikrodalga fırın, dijital telsiz telefon, bebek monitörü, telsiz gibi aletler, dalgalar yaymakta. Vücudumuzda kullandığımız tüm metaller (sutyen teli, ayakkabı bağı, kemer, yatak yayları vs.) ise anten görevi görmekte. Seslerini duysaydık onlara bakışımız değişir miydi? Duyulmayan sesleri nasıl duyurulur hale getirebiliriz?

Örneğin öğretmeniniz beş duyu organıyla bir elma ağacını incelemenizi isteyen bir ödev verseydi, ne yapardınız? Şüphesiz görmeleri için ağacın fotoğrafını ve ona dokunmaları için de dalından bir parçayı sınıfa götürebilirdiniz. Meyvesini yiyerek ağacı tatmak da mümkün diyebilirsiniz. Onun için eskiden yaptığımız yerli malı haftalarında olduğu gibi ‘yerli malı yurdun malı onu herkes kullanmalı’ deyip sınıfa elma getirip dağıtabilirdiniz. Ama onu nasıl duyuracaksınız? Büyük kızım Amerika’da üçüncü sınıfa giderken benzer bir ödev için bu soruyu bana sormuştu. ‘Şimdi vaktim yok’ deyip kurtarmıştım ama soru sonra hep aklımı kurcaladı durdu.

EVİMİZİN İÇİNDEKİ SES KİRLİLİĞİ

İngiltere’de yaşayan kuzenim Ümran Altunkaya’nın anlattıklarına göre artık sessiz ve zararsız sandığımız şeylerin de sesleri duyulur hale getirilmiş. Ümran’ın anlattıkları kısaca şöyle:

Londra’nın göbeğinde Gina Lazenby’nin evindeyiz. Gina uluslararası bir yazar. İngiltere’deki ilk Feng Shui okulunun kurucusu ve Feng Shui kitapları yazarı. Şimdilerde Sağlıklı Evler (www.TheHealthyHome.com) üzerine araştırıyor ve kitaplar yazıyor.

Değişik milliyetlerden bir grup sağlıklı yaşam takipçisi oturma odasında dikkatle Gina’nın küçük bir aygıtı kutusundan çıkarmasını izliyoruz. Gina aygıtın düğmesini açar açmaz kulakları tırmalayan sesler odayı dolduruyor. Kulaklarımızı tıkıyoruz. Ses inanılmayacak derecede rahatsız edici. Bu sesin beş metre karşıdaki komşu evin telsiz telefonundan geldiğini öğreniyoruz. Hepimiz şaşkınız! Cep telefonunun bu tür etkilerini duymuştuk ama masum bir telsiz ev telefonunun bu kadar rahatsız edici olabileceğini hiç düşünmemiştik.

Gina mutfağa girip sadece ‘konvansiyonel pişirme’ fonksiyonunu kullandığı mikrodalga fırının ‘mikrodalga’ fonksiyonunu çalıştırıp mutfaktan kaçarcasına çıkıp kapıyı kapatıyor. Bu defa odayı vınlayan cızırtılar dolduruyor. Uzay istasyonunda algılanan garip sesler gibi. Gina aygıtı elektrik düğmesine yaklaştırıyor. Yine huzursuz eden garip sesler. Ardından cep telefonlarının istasyon ararken çıkardıkları tırmalayıcı cızırtılar ve derken bilgisayardan gelen korkunç sesler. Gina’nın elindeki, insan kulağının duyamadığı, yani bizim frekansımızın altında veya üstündeki sesleri duyabileceğimiz hale çeviren bir aygıt. Odadakiler olarak bizler bu durum karşısında dehşete düşüyoruz, çünkü biyo-manyetik bir sistem olan vücudumuz inanılmaz bir saldırıyla boğuşuyormuş meğer.

Bu güne kadar hepimiz hayatımızı tehdit eden en önemli unsur olarak zavallı ‘ozon deliği’ni filan görmüşüz. Odak noktamızı tamamıyla dışarıya döndürmüş ve en çok vakit geçirdiğimiz evimizin, ofisimizin içindeki tehlikeleri hiçbir zaman bilmemişiz. İçerideki kirlilik dışarıdakinden çok daha tehditkár hale gelmiş!

Teknolojik gelişmeyle birlikte insanlık doğal ortamından, onun vücudunun ihtiyaç duyduğu topraktan uzaklaşmış. Toprakla aramıza önce beton döküp yerkürenin şifalı mıknatıs etkisini kesmişiz. Sonra o da yetmiyormuş gibi araya ve duvarlara elektrik kabloları döşeyerek etrafımızda insan yapımı ve insana zararlı elektromanyetik bir alan, yani elektro kirlilik (Electro Smog, Electro Pollution) yaratmışız. Duvarlarımızı kimyasal boyalarla boyamışız, zeminleri doğal olmayan maddelerle döşemişiz.

VÜCUDUMUZ SESİNİ NASIL DUYURUR?

24 saatimizin neredeyse hepsini kapalı ortamlarda geçiriyor, havayı bile taze soluyamıyoruz. Birçok modern (!) plazada cam açılmıyor, taze hava gelmiyor, zemin ve tavan elektrik kablolarıyla örülmüş, her taraf bilgisayarlarla donanmış. Halılardan, boyalardan, mobilyalardan ve elektrik kablolarından yayılan kimyasal zehirleri soluyoruz. Ofislerde her metrekareye dünya standartlarına göre çok daha fazla sayıda insan yerleştirilerek zaten az olan oksijen daha da azaltılıyor ve oksijen eksikliğine bağlı olarak baş ağrısı, yoğunlaşma eksikliği, stres, depresyon artıyor, mite’lar yaşamak için daha elverişli ortama kavuşuyor. Daha az kira ödeyelim derken iş kaybı artıyor.

Ofisten eve gelince değişen bir şey yok. Evimiz de zararlı ışınlar ve duyamadığımız sesler yayan TV, mikrodalga fırın, cep telefonu, dijital bebek alarmı, telsiz telefon, bilgisayar gibi elektronik kirlilik saçan eşyalarla dolu. Bunlar sizde yoksa bile komşunuzda var ve etki alanları içindesiniz. Mesela, güçlü bir cep telefonu baz istasyonundan veya yüksek gerilim hattından kaçamazsınız.

Kısacası vücudumuzu iyileştirici doğal etkilerden uzaklaştırıp, zarar veren etkenlerin içine atmışız ve sonra da ‘neden hastalıklar arttı?’, ‘ilaçlar artık işe yaramıyor’ diye dövünmeye başlamışız. Tehlike korkunç boyutlarda! Evimizdeki/ofisimizdeki kirlilik bizi hasta ediyor!

Kızım elma ağacına bir odun parçasını sürterek çıkarttığı sesleri teybe kaydedip ödevini yapmıştı. Duymasak da kesilip yok edilen ağaçların da çığlık atan bir sesi var... Peki, vücudumuz sesini nasıl duyuruyor?
Yazının Devamını Oku