2 Mart 2009
Uluslararası İklim Tahminleri Enstitüsü’nün (IRI) yeni uzun vadeli tahminlerine göre, Türkiye’ye bu yıl mart ayının ilk haftasında hava kuzu gibi gelecek. IRI tahminlerine göre, hava sıcaklıkları mart, nisan ve mayıs aylarında yüzde 40, haziran, temmuz ve ağustos ayları ise yüzde 45 ihtimalle mevsim normallerinin üzerinde daha sıcak geçecek. Yağışların ise ağustos ayına kadar mevsim normallerinde olması bekleniyor.
Bu durumda, “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” atasözü küresel ısınma ile geçerliliğini kaybetmiş midir? “Daha önceki yıllarda yağışlı kış ayının gözüktüğü mevsim olarak bilinen mart ayı son yıllarda küresel ısınmadan dolayı gayet ılıman şekilde geçmeye başladı” diye düşünenler çoktur. Ama küresel iklim değişimi bunun tam tersini de söyler.
Bilindiği gibi mart şiddetli soğukların ve kar yağışlarının olabildiği bir aydır. Bu ay boyunca zaman zaman güneş görünse ve havalar ısınıyor gibi olsa da soğuklar şiddetini azaltmaz. Çoklukla bugünlerde yakacak tükenir, ev ahalisi ne yapacağını şaşırır, kazma-kürek saplarını bile yakmak zorunda kalır.
1 Mart akşamı açık bir gökyüzüne baktıysanız batı yönünde ufukta kuzu şeklinde sönük yıldızlar görülür. Bunun tersi yönde de aslana benzer bir yıldız kümesi vardır. 1 Mart gece saatler ilerledikçe aslan ufuktan gökyüzüne doğru yükselmeye başlar. 31 Mart akşamı gökyüzüne bakarsanız aslan takım yıldızı gökyüzünde tam tepede, kuzu ise ufukta çok silik bir halde zor görülür. Mart ayının başı genellikle sonuna göre daha soğuktur. Bu nedenle, aslan gibi kükreyen fırtınalı havaların hâkim olduğu martın ilk günleri yerini 31 Mart’ta daha sıcak ve sakin günlere bırakır. Bu durum Batı kültüründe “mart ayında hava aslan gibi gelir, kuzu gibi gider” şeklinde bir atasözüne neden olmuştur.
Bu batılı atasözünü bizim “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” atasözümüze uyarlarsak; “Mart ayında hava kuzu gibi gelir, aslan gibi gider” şekline dönüşebiliriz!
SETASE KONFERANSI İSTANBUL’DA
Setase sözcüğü Latince iri hayvan anlamına gelir. Balina ve yunusları inceleyen bilim dalı ise Setoloji olarak bilinir. İşte bu yıl 2-4 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul’da Harbiye askeri müzesinde Yunus ve balinalarla ilgili bir konferans düzenleniyor: 23. Avrupa Setase Topluluğu Konferansı.
Bu toplantının özelliği, Türkiye’de yunus ve balinalarla ilgili bu denli geniş katılımlı ilk konferans olması. Ayrıca Türkiye Uluslararası Balinacılık Komisyonu’na üye olacak yakında ve kendini dünyadaki yunus ve balinaların sürdürülebilir yönetimi konusunda karar verici konumda bulacak. İşte bu da önemli çünkü ülkemizde bu konuda çalışan ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen uzmanlar daha fazla araştırmacıyı bu yöne çekerek bu konuda kritik bir araştırmacı kütlesi oluşturma peşinde.
Düzenleyen ise Türk Deniz Araştırmaları Vakfı. Kısaca TÜDAV’ı ülkemizdeki ciddi bilimsel toplantılar ve raporlardan biliyoruz. Geçenlerde yayınladıkları “İklim Değişikliği ve Denizler” raporu çok ilgi çekmişti. Neden yunus ve balinalarla ilgili toplantı düzenleniyor. Çünkü iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek canlıların başında geliyor bunlar. Düşünsenize kutuplardaki buzulların erimesi fokları, denizaslanlarını, balinaları nasıl etkiler? Milyonlarca yıldır, buza ve buzun içindeki besinleri avlayarak beslenen bu hayvanlar bu yeni duruma nasıl adapte olacak?
Zaten konferansın bu yılki teması da “İklim Değişikliği ve Deniz Memelileri”. 40 ülkeden 350 uzmanın katılacağı toplantıda deniz memelileri ve iklim değişikliği, yunus ve balinalarda akustik sorunlar, beslenme ekolojisi ve deniz memelilerinin korunması için koruma alanları konusu gibi önemli konular yer alıyor. Okyanuslardaki artan ses kirliliği ve bunun deniz canlılarına olan etkileri de bu konferansta konuşulacak.
Konferansta 3 Mart akşamı yunus ve balinalarla ilgili bir video gösterisi yapılacak ve herkese açık olacak. Katılımınızı bekliyoruz...
Tonguç’a TUREB ödülü
Turist Rehberleri Birliği (TUREB) ve Turist Rehberleri Federasyonu’nca (TUREF) verilen TUREB Ödülleri sahibini buldu. Yazarımız Saffet Emre Tonguç’un Hürriyet Seyahat’te yayımlanan yazılardan oluşturduğu “Avrupa’da Görülecek 101 Yer” adlı kitabı, kitap yayımcılığı dalında birinciliğe layık görüldü.
TUREB ve TUREF, tarih, kültür mirasımızın önemi, korunması, tanıtılması, sürdürülebilir turizm konularına dikkat çekmek amacıyla her yıl altı ayrı kategoride ödül veriliyor. Tanıtım kategorisinde bu yıl Tonguç’un yanı sıra Global Refund, Passion Turca, İz TV, www.allaboutturkey.com sitesi ödül aldı. Turkish Cultural Foundation ve Doğa Derneği “Ssürdürülebilirlik”, Mardinli şahmaran ustası Hasan Özcan ve yöre yemekleri sunan Mardin Cercis Murat Konağı “Otantiklik,” Fest Travel’ın kurucusu Faruk Pekin “Kültür Turizmi,” Prof.Dr. Necdet Hacıoğlu “Turizm Eğitimi” kategorilerinde TUREB Ödülü’ne layık bulundu.
Yazının Devamını Oku 
16 Şubat 2009
Küresel ısınmayı hep sıcak hava, kuraklık gibi yanlış algılayanlar geçenlerde Londra’yı felç eden aşırı kar yağışına şaştı kaldı. Küresel ısınmadan dolayı sıcak havalar ve buna bağlı olarak bazı yerlerde kar yağmamasından memnun olanlar var. Fakat küresel ısınma, her yerde havalar ısınacak ve adam gibi kar yağmayacak anlamına gelmiyor! Nasıl ki bilgisayar adını verdiğimiz makine aslında bilgi saymıyorsa; küresel ısınma da aslında dünyanın her yerinde havaların ısınacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle, “küresel ısınma” terimi yanlış bir adlandırmadır. Bu nedenle dünyanın bazı kısımlarında küresel ısınmanın, havayı soğutabileceği gibi aşırı kar yağışlarına da neden olabileceği unutulmamalıdır. Bu durumda, küresel ısınma ile küresel iklim değişimi arasındaki farktan ve bunların sizi nasıl etkileyebileceğinden emin değilseniz, şimdi öğrenme zamanıdır.
Karbondioksit gibi sera gazları artık gerçek ve büyük bir tehdit. Özellikle son yıllarda görülen küresel ısınma insan kaynaklı karbondioksit ve benzeri sera gazları ile ilişkili. Günümüzde yüzleştiğimiz en zor soru: “Küresel ısınmanın hava durumu için anlamı nedir?”
BUZLARIN ERİMESİNE SEVİNMEYİN
Dünyada hava sıcaklığının artması, yağışların da artmasına neden olmakta. Şimdiye kadar küresel ısınmanın daha kuvvetli fırtınalara neden olacağı da söylenmekte fakat bu, çoğumuza pek inandırıcı gelmiyor. Bununla birlikte küresel ısınma ile hava olayları arasındaki ilişki zayıf bir şekilde belgelendi. Tropikal fırtınalarla ilgili modelleme çalışmalarından edinilen genel kanıya göre de sıcak iklim daha az tayfuna neden olacaktı; fakat şimdi görüyoruz ki tayfunlar çok daha kuvvetli.
Ayrıca sadece hava sıcaklıkları artmıyor. Dünyanın her yerindeki buharlaşmada da artış var. Sıcak okyanus suları, daha fazla suyun ve güneş enerjisinin okyanus yüzeyinden alınıp havaya karıştığı anlamına gelir. Daha fazla yağış, bu suyun tekrar yeryüzüne dönmesi demektir. Bununla birlikte, hava paternleri yüzünden yağış, suyun buharlaştığı yere düşmeyebilir. Yani buharlaşma ile yağış aynı yerde olamamakta. Bu da büyük miktarda kuraklık ve erozyonla birlikte çölleşmeye neden olmakta. Böylece günümüzde özellikle Afrika’da daha büyük ve yeni çöller oluşuyor. Buharlaşmadaki artış dünyanın diğer taraflarında aşırı yağış, ani seller getiriyor.
Küçük Buzul Çağı’nda (1550 ila 1850 yılları arasındaki soğuk dönemde) büyümüş olan buzullar kutuplara çekilmişti. Küçük Buzul Çağı’nın ardından bu çekilme 1940 yıllarına kadar devam ettikten sonra 1950 ila 1980’lere kadar hafif bir küresel soğuma oluşmuştu. O günden bu yana, özellikle günümüzde buzullardaki çekilme hızlandı.
Buzullardaki çekilmeden dolayı oluşan ısınma da yanlış bir şekilde küresel ısınma sanıldı, küçülen ve sayıları azalan buzulların da ciddi sonuçları ortaya çıktı. Sadece buzul göllerin taştığı alanlara daha fazla su ilave edilmedi, aynı zamanda sel ve heyelanların şiddeti ve sıklığında da artışlar oldu. Buzullarla birlikte su da çekildiği için bazı bölgelerde su bulunamaz oldu. Ergiyen buzullar okyanus seviyesinde artışa neden olabilir, bazı yerlerde kıyıları bataklığa çevirebilir ve hava paternlerini de değiştirebilir...
GÜZEL HAVALAR HAYALİ
Atmosferde artan karbondioksit, bu gazın deposu okyanusların daha asidik olmasını sağlıyor. Çünkü karbondioksit suda zayıf bir asit oluşturur. Böylece asidik özellikleri artan sudaki hayvan ve bitkilerin ölmesiyle birlikte okyanusların bu gazı yutma kabiliyeti de büyük ölçüde azalır. Böylece karbondioksit emisyonuyla ilişkili ortaya çıkan küresel ısınma sonucu havadaki karbondioksit miktarı daha da artacaktır. Bunun sonucunda da hava sıcaklığı daha fazla artacak ve bu da daha düzensiz hava paternlerinin ve olaylarının ortaya çıkmasına neden olacaktır. Yani sadece “güzel havalar” olmayacaktır! Hâlâ ikna olmadıysanız, “Yarından Sonra” adlı filmi bir kez daha seyredin.
Sonuç olarak, “küresel ısınma” yoktur; “küresel iklim değişimi” vardır! Bugünden tezi yok artık ezberimizi bozup, bu kavramı doğru kullanalım ya da hiç kullanmayalım!
Yazının Devamını Oku 
9 Şubat 2009
Canlıların eklembacaklılar sülalesinden böcekler, dünyada en çok türe sahip olan hayvanlardır. Şu ana kadar tanımlanmış 800 binin üzerinde türe her gün yenileri eklenmekte. Böcekler kutuplardan okyanuslara kadar her yerde hayatta kalabiliyor...
Böcekler hem çok eski, hem de çok ilginç yaratıklardır. Örneğin, mimar ve gardiyan arı. Asker, doktor, terzi, çiftçi karınca. Optik bilen, dört ay hiç bir şey yemeden uçabilen kelebek. Delme mekanizmasıyla palamut böceği. En iyi uzun atlamacı pire. En küçük emme ve depolama sistemine sahip sivrisinek. Dünyanın en iyi inşaat mühendisi termit. Havada asılı durabilen yusufçuk. İç mimar ve kimyager örümcek... Hepsi inanılmaz ve hayranlık verici. İnsanlar bu gezegende yokken de var olan böcekler belki de insanlardan sonra da dünyada varlığını sürdürecek.
Zararlı yaratıklar olarak gördüğümüz böceklerin bizlere sağladığı birçok fayda, sebep oldukları zarardan daha fazla. Örneğin, sayısız türler çiçekleri tozaklar. Böcekler olmasa, meyvelerimiz, sebzelerimizin ve bahçe çiçeklerimizin birçoğu olmazdı. Bazı böcekler, yaban otlarını da yer. Fakat küresel ısınma ile birlikte bu durum da değiştiriyor mu ne!
AĞAÇ ÖLÜMLERİ ARTTI
2007’de yayımlanan IPCC raporu, artan hava sıcaklıkları sonucu yazların uzayacağını, kuraklığın artacağını ve ağaçları öldüren böceklerin ömrünü, yüksek yerlerde yaşama sürelerini artıracağını öngörmüştü. Bu durumda bazı ergin böcekler ve larvaları daha önce ortaya çıkıp daha uzun yaşayabilmekte. Halbuki bazı böcekler ağaç ve ekinleri yerdi, bir başkası ise sadece onları yerdi. Bu durumda biri varsa diğeri yaşayamazdı. Böylece, ekin, ağaç yiyen böceklerle başka böceklerin beslenmesi ekin ve ağaçlarımızı kurtarırdı.
Şimdi bozulan bu dengeyi yeniden kurmak için “zararlıyı onun zararlısına kırdırmak” olarak özetlenen biyolojik mücadele için de büyük uğraşlar veriliyor. Örneğin, dev kabuk böceği ladin ağacını yiyor, yırtıcı adı verilen bir başkası ise sadece onu. Biri varsa diğeri yaşamıyor. Fakat zararlı böcekler “sıcak havalarda”, doğal düşmanı bölgede olmadığı için ladin ağaçlarını afiyetle yiyebiliyor. Bu durumda ağaçlar yangından çıkmış bir hal aldığı için “dumansız yangın” benzetmesi yapılıyor. Orman Mühendisleri Odası’na göre zararlı böcekler, ülkemiz ormanlarında son 5 yılda 1,5 milyon metreküp ağaca zarar vermiş!
Bilim (Science) dergisinde yayınlanan yeni bir bilimsel çalışmaya göre iklim değişimi ABD’nin batısındaki yaşlı ormanlarda ağaç ölümlerini iki kat artırmış. Özellikle son 30 yıldır yüksek hava sıcaklıklarının neden olduğu kuraklık ve böcek zararlıları, çam ağaçlarında ve diğer büyük ağaçlarda sürgün verme, filizlenme ve tomurcuklanmayı engelleyerek ormanların kendini yenilemesini engelliyor. Bugün sırf bu nedenle, örneğin California’daki Yosemite Ulusal Parkı’ndaki çam ağaçları kabuk böceği saldırısı sonucu ölüyor. Ağaçlardaki bu ölümler Alaska dahil her yerde artarak devam edecek!
KARADENİZ LADİNLERİ KAYBOLUYOR
Yazının Devamını Oku 
2 Şubat 2009
Eğimli arazi üzerinde birikmiş büyük kar örtüsü, yerçekimi etkisiyle kaydığında çığ oluşur. Arazi, hava ve kar örtüsünün durumu gibi üç temel etkenle ilişkilendirilirse de insan faktörünü de unutmamak lazımdır.
Çığ, genellikle bitki örtüsü olmayan, dağlık, eğimli arazilerde görülür. Kar miktarı, kar örtüsünün yapısı, rüzgâr ve sıcaklık gibi çabuk değişen hava şartları çığ tehlikesini ortaya çıkartır. Ülkemizin iklim şartlarına göre, kar yağışı görülen kış ve ilkbahar aylarında çığ meydana gelebilmektedir. Türkiye’deki çığların yüzde 80’i özellikle ocak ve şubatta oluşur.
Dağların gölgeli ve kuzeye bakan yamaçları kışın tehlikelidir. Toz ve yüzey çığlarının oluşumu için uygundur. Kış ortasında kar kayarak çığı oluşturur. Özellikle kar yağışı ve rüzgârlı havadan sonra hâkim olan soğuk hava şartları tehlikeyi artırır. Güneye bakan yamaçlarda çığ tehlikesi ilkbaharda ve güneşli günlerde yüksektir. Özellikle karlar erimeye başladığında önemlidir. Dağların güney yamaçlarında ilkbaharda oluşan çığlar, genellikle taban (zemin) çığlarıdır.
KARDAKİ ÖLÜMCÜL TABAKA
Çığ tehlikesi kar yağışı ve tipi nedeniyle yamaçlarda değişik özelliklere sahip üst üste sıralanmış tabakalar halinde kar birikmesiyle başlar. En büyük tehlike yerdeki sıkışmış kar örtüsü üzerine tipiyle taze kar yığılması, yeni tabakaya dönüşmesi, sonrasında gelen sıcak hava dalgasının bu iki tabaka arasında ergime sonucu kaygan bir zemin oluşturmasıyla ortaya çıkar.
Yazının Devamını Oku 
26 Ocak 2009
“Sun dog” adı verilen ve havada görülen 3 güneş olayı, insan zihnini çok uzun süredir meşgul etmekte. Kızılderililere göre bunlar güneşi öldürmek isteyen “şeytan yıldız”lardı. Bugünün beyaz, sarı ya da siyah, vb. derilileri ise bunlara “uzaylılar” diyebiliyor.
Atmosferde çok sayıda optik olay meydana gelir. Açık havada gökyüzü mavi, ufuk ise süt beyazdır. Gündoğumu ve günbatımında gökyüzü pembe, kırmızı, turuncu ve morun parlak renklerini içeren bir görünüm kazanır. Gece boyunca ayın büyüklüğü ve renkleri değişir. Yıldızlar sürekli olarak göz kırpıyormuş gibi görünür. Tüm bunları anlayabilmek için güneş ışığının atmosferle olan etkileşiminin yakından incelenmesi gerekir. Dersimiz atmosferik optik
değil ama tepemizde nelerin olup bittiğini biraz olsun anlamak akıl sağlığımıza iyi gelir.
Güneş veya ayın etrafında görülen dairesel ışıklar, hale olarak adlandırılır. Bu görüntü, güneş ya da ay ışıklarının buz kristalleri içinden geçerken kırılması nedeniyle oluşur. Bundan dolayı halenin görülmesi sirüs türünden bulutların varlığına işaret eder. En yaygın görüleni, 22 derece yarıçaplı olandır, buna küçük hale denir. Bu haleler, kolon tipindeki çok küçük buz kristallerinin varlığında meydana gelirler. 46 derece yarıçaplı hale (büyük hale) durumunda da kolon tipindeki büyük buz kristalleri söz konusudur.
Bazen küçük halelerin üst kısmında parlak bir ışık yayı görülebilir. Bu yay, haleye teğet olduğu için teğet yay olarak adlandırılır. Yay, büyük hegzagonal buz kristallerinin uzun eksenleri yeryüzüne paralel düştüğünde meydana gelir. Parlak ışık yayı, güneş ışınlarının buz kristalleri tarafından kırılması sonucu meydana gelir. Güneş ufuktayken, halenin üst kısmında görülen üst teğet yay; güneş ufkun üzerindeyken halenin alt kısmında görülen ise alt teğet yay olarak adlandırılır. Yayın şekli önemli ölçüde güneşin konumuna bağlıdır. Küçük halenin üst kısmında oluşan teğet yayların benzeri büyük halede de gözlenir. Bu gökyüzünde uçları yukarı doğru olan bir gökkuşağına benzer. Bu yayın gökkuşağı ile karıştırılması mümkündür. Çünkü gökkuşağı sadece yağmurlu günlerde oluşur.
Hale genellikle parlak, beyaz bir çember şeklinde görünür. Bununla birlikte renkli göründüğü durumlar da vardır. Plaka şeklindeki hegzagonal buz kristalleri bu büyüklüğe ulaştıklarında yavaş ve yatay bir konumda düşme eğilimi gösterirler. Bu durumda her bir buz kristali küçük birer prizma gibi davranarak ışığın kırılmasına, dağılmasına ve haleye neden olur.
Eğer güneş ufka yakın bir konumda ise gözlemci ve buz kristalleri aynı yatay düzlemde bulunurlar. Böyle bir durumda gözlemci, güneşin her iki tarafında dışa doğru incelen, parlak renklerden oluşmuş bir ışık demeti görür. Bu optik oluşum parhelia (sun dog) olarak adlandırılır. Parhelia’da güneşe yakın renk (en az bükülen) kırmızı, uzak olan renk ise (daha fazla bükülen) mavidir. Parhelia, teğet yay ve hale güneş ışıklarının buz kristalleri tarafından kırılmaya uğratılmasıyla oluşur. Işıklı kolonlar ise güneş ışınlarının buz kristalleri tarafından yansıtılması sonucu oluşur.
Işıklı kolonlar gündoğumunda ve günbatımında güneşten yukarıya veya aşağıya doğru uzamış, düşey ışık demeti şeklinde sıklıkla gözlenen optik bir olaydır. Bu olayı gördüğünüzde aklınıza kötü şeyler getirmeyin. Meksika, Amerika ve Hint atasözlerine göre “Güneşin çevresinde hale var ise, yağmur yakındır”, o kadar!
Yazının Devamını Oku 
19 Ocak 2009
"Öhö öhö!" Bu, varlığımı belli etmek, birine takılmak amacıyla öksürür gibi yaparak çıkardığım bir ses değil. Bunu KOAH’a, yani "Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı" üzerine dikkat çekmek için yazdım. Çünkü bir günde 24 bin kez nefes alan bir insan yaklaşık 24 bin litre hava solur. Bu nedenle, nefes alabilmek ve nefesle beraber aldığımız havanın kalitesi bizim için bir sağlık ve dolayısı ile ölüm-kalım meselesidir.
Soğuk kış günlerinde arada bir kar ya da yağmur yağar. Yağışlar gidince yerini alan yüksek basınç merkezleri ise geceleri ayaz, sabahları sis, gündüzleri ise kuru ve puslu bir havaya neden olur. Bu tür günlerde yukarı seviyedeki hava, yerin hemen üzerindeki havadan daha sıcak olur. Yani, yerden itibaren düşen hava sıcaklıkları belirli bir yerden itibaren yükselmeye başlar. İşte enversiyon (Enver Ziya değil!) denilen bu tabaka, bir tencere kabağı gibi kirleticilerin daha yukarı seviyelere yükselerek dağılmasını engeller. Sonuçta sabah ya da akşam ufka doğru gökyüzüne bakınca siyah bir bölge görürsünüz.
Sanayi, endüstri ve binaların ısınmasında kullanılan kömür, fuel oil, doğal gaz gibi fosil yakıtlarla havaya her gün büyük miktarlarda kirletici atılır ve bu miktarlar kışın günden güne pek değişmez. Fakat alçak basınç merkezleriyle beraber yağışlı ve rüzgárlı havalarda kirleticiler hava ile karışıp daha fazla dağıldığı için havadaki yoğunlukları azalır. Yüksek basınç merkezleri ise kirleticilerin havada dağılıp karışmasını engelleyerek yoğun hava kirliliğiyle beraber solunum yolu hastalıklarının alevlenmesine neden olur. İşte hava kirliliğinin bir varmış, bir yokmuş şeklinde görülmesinin nedeni bu meteorolojik şartlardır.
LONDRA’DA 12 BİN KİŞİ ÖLMÜŞTÜ
Bu durumda, canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşarak hava kirliliği oluşur. Kirli havayla vücuda girebilen yabancı bir madde antijen olarak adlandırılır ve bağışıklık reaksiyonuna yol açar. Böylece kirli hava, solunum yolu hastalıklarının artmasına sebep olur. Örneğin, kurşunun kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilediği, karbonmonoksit’in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmekte. Bununla birlikte kükürtdioksit’in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri var. Özellikle duman, akciğerden alveollere kadar girerek olumsuz etki yapmakta.
Soğuk bir kış günü olan 5 Aralık 1952’de Londra’da hakim olan yüksek basınç merkezinden dolayı yakılan kömürün tüm dumanı ve kükürt partikülleri sis ile birleşerek ölümcül bir hal almıştı. Sonuç olarak klasik hava kirliliği olarak kabul edilen Büyük Londra Smog’unda bir kaç günde 12 bin kişi hayatını kaybetmişti. Los Angeles’ta ise smog, fotokimyasallar, ozon, kuru ve güneşli havalarda kendini modern hava kirliliği olarak göstermiştir. Bu tür smog, trafik kazalarından da daha fazla insan öldürüyor!
KOAH SİNSİDİR, DİKKAT
Sonuç olarak solunum, ister modern, ister klasik olsun ev dışı hava kirliliğini akciğerlere taşır. KOAH, hava kirliliği olan büyük şehirlerde daha çok görülen bir hastalık. Kükürt dioksit ve havadaki küçük taneciklerin neden olduğu kirlilik de çok tehlikeli. KOAH, sinsi bir akciğer hastalığı. Akciğer fonksiyonlarının yüzde 50’si kaybolmadan hastalık belirti vermezmiş. Çoğu kişi ileri derecede nefes darlığı gelişmeden doktora gitmez; nefes alıp vermedeki hafif zorlanmaları veya hırıltı ve öksürüğü yıllarca ihmal eder.
Ülkemizde maalesef smog uyarı sistemi, uygulaması ve bilinci yok. Büyük şehirlerimizde doğal gazın yerini az da olsa kömürün almasıyla hava kirliliği ve KOAH riski de arttı. Sonuçta vatandaş olarak kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız. Bunun için, hava kirliliği yoğun günlerde gereksiz fizik aktiviteden kaçınmalı, dışarı çıkmamalı, pencereleri kapalı tutmalı, ev seçiminde işlek caddeleri tercih etmemeliyiz... Burundaki kaşıntıyı gidermek için elin ayasıyla burnun yukarıya doğru sürtünmesi "alerjik selam" denilen bir görüntüye neden olur. Alerjik biri olarak sizi bu selamla selamlıyorum!
Yazının Devamını Oku 
12 Ocak 2009
Çankaya’da yeni yıl akşamı yedi aileden yedi taze fidanı kaybettik. Haberlere göre bunun sorumlusu ters rüzgár, delik boru, karbonmonoksit zehirlenmesi, kravatsız müdür! Bir şeylerin ters olduğu kesin. Rüzgárın avukatı olarak bende ve sizde nelerin ters olduğunu açıklayayım.
Önce yaşadığımız ilkellikler için kendi kendimize bir "yuh, yuh!" çekmeyi unutmayalım. Çünkü bu devirde: Soba, şofben, kombi, gaz ve dumandan zehirlenmeler, damdan düşerek can vermek, yabani mantardan ailelerin yok olması, emniyet kemeri bağlanmadığı için camdan fırlamak, yüzerken boğulmak, sel sularına kapılmak, onbinlerce kişinin depremde enkaz altında kalması, yüzbinlerce insanımızın sigardan ölmesi kabul edilemez... Olaylara şekilci yaklaşımımız ve yaftacı bakışımız ise hiç kabul edilemez bir durum.
ŞAŞI BAK, ŞAŞI GÖR
Bazılarımız hálá bu asırda, gaz sızmalarını, kömür zehirlenmelerini, yaşadığımız ilkellikleri anlayamıyor. Sürekli "Bana bir şey olmaz abi" diyenler arada bir soruyor: "Bizde niye hep böyle üzücü şeyler oluyor?" Yürürken ayağının takılıp düşmesini, yürümeyi beceremediğine değil, biraz önce "birisi hakkında kötü düşündüğüne" veya "birisine kem gözle baktığına" yoran bireylerin oluşturduğu toplum, kaynağı konusundaki inançları (Allah veya doğa) ne olursa olsun her felaketin gerisinde bir ceza unsuru arayıp almadığı önlemler konusunda kendinde hiçbir kusur aramıyor.
"Yılbaşı faciası" ve "7.4 yetmedi mi" gibi sözler, yaşadığı her kötü tecrübeyi mutlaka bir önceki olumsuzluğa atfetme alışkanlığına sahip olanların cahilce yaklaşımıdır. Bunlar, her güneş ve ay tutulmasından sonra uçak düşmesini, deprem olmasını da bekler. Kusurlarını görmezler. İradelerini yanlış yolda kullanmanın etkisini hiç dikkate almayıp kolaycı yolu seçerler. Akıl tutulmasına uğramış ve ezbere yaşayan insanlardır.
Yıllardır bizi yönetenler de, oy kullananlar da iradelerini hep yanlış kullanarak can ve mal güvenliğimizle ilgili konularda yanlış kişilere görev veriyor. Ama kimse de çıkıp yuh: "Gaz müdürünün de siyasi bir kişilik olması gerekmez" demiyor. Kravatı yerine adamın diplomasını, ehliyetini, liyakatini sorgulamıyoruz. Kimse "Emniyet kemerini takmayandan adam olur mu" diye sormuyor. Kendi evine bir duman detektörü takmayandan şehre itfaiye müdürü olur mu? Evinde gaz detektörü olmayandan kente gaz müdürü olur mu? Kimse sormuyor: Güvenli yaşam kültürü bile olmayanlardan, sivil savunma müdürü, iş güvenliği uzmanı, afet yönetim merkezi müdürü olur mu, diye sormuyor.
MÜDÜRÜN DİPLOMASI GÖSTERMELİK
Doğalgaz kullanılan her evde mutlaka bir doğalgaz detektörü olmalı. Evinizi yangına karşı korumanın en pratik yollarından biri de banyo hariç her yaşam alanına bir duman detektörü takmaktan geçiyor. ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde doğal gaz kullanılan her evde bulunan bu basit aletlerin Türkiye’de neden zorunlu tutulmadığını anlamak için gerekli soruyu soran ne bir vatandaş ne de bir müdür, başkan, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı var. Doğruları yapmak için illa onların yönetmeliklerle zorunlu tutulması gerekmez, diye kendi kendini sorgulayan halk ve birey de yok!
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk yangın fermanını 3. Murad çıkarmıştı. 2002 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde ise bir yangın yönetmeliği yoktu! 19 Aralık 2007 tarihinde yenilenen "Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik" ise hálá dünyanın çok gerisinde. Kanun tasarısı daha yeni hazırlanan "Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı"na da sokakta bulduğunuz herhangi bir üniversite mezunu bile müdür olabilir!
NERESİ DOĞRU Kİ?
Hayatın ve makamların bu kadar ucuz olduğu bir ülkede ne itfaiyecilik bir meslektir ne bir İtfaiye Genel Müdürlüğü mevcuttur ne evlerde basit pilli duman ve gaz detektörünün bulundurulmasını isteyen bir yönetmelik hazırlanabiliyor ne de toplum bütün bu yaşanan kaza, bela, afet, facia, felaketlerden doğru dürüst ders çıkarabiliyor...
Özetlersem, Aşık Mahzuni Şerif’in türküsünde dediği gibi: Yuh yuh ben böyleysem / Yuh yuh sen öyleysen / Yuh uyuyanlara yuh yuh...
Yazının Devamını Oku 
5 Ocak 2009
İstanbul’a normal bir yılda düşen ortalama toplam yağış 734 kilogram civarındadır. Bu yağışın yüzde 11’i eylül, yüzde 13’ü ekim, yüzde 15’i kasım, yüzde 13’ü de aralık ayında yağar. Diğer bir deyişle su yılının başı olan 1 Eylül’den aralık sonuna kadarki dört ayda İstanbul’a ortalama yıllık toplam yağışın yüzde 52’sinin düşmesi gerekir. Şimdi yağışların yarısından fazlasını almış olmamız gereken bir zamanda İstanbul’daki barajların doluluk oranı yüzde 31 civarında!
Komşu kızını bilemem ama bu durum benim için bir "kuraklık uyarısı"dır. Özetle geçen eylül ve ekim ayları yağışları, mevsim normalleri civarında olmasına rağmen kasım ve aralık ayları hayal kırıklığı yaşattı. Yüzde 4 civarında yağış düşen nisan ve mayıs aylarındaki yağışlara da kimse bel bağlamasın! Arada bir yağan yağmura filan da aldanmayıp, önümüzdeki yaz aylarını düşünerek, suyu şimdiden doğru kullanalım.
GUGUK, GUGUK
Yılmaz Özdil geçenlerde Hürriyet’teki köşesindeki "guguk" başlıklı yazısında "Avukat Merkez Bankası Başkanı, hemşire Kuvvet Komutanı, biyolog Diyanet İşleri Başkanı, veteriner MİT Müsteşarı olabilir mi?" diye soruyordu. El cevap: Türkiye’de olur! Oldu da. Örneğin 2008 yılına kadar Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü sırasıyla emekli albay, yüksek orman mektebi, ziraat fakültesi, elektrik fakültesi, ziraat fakültesi mezunları olmuştu. Dil-tarih mezunu gazeteci, fen fakültesi mezunu fizikçi, matematikçi, iktisatçı, inşaat mühendisi, matematik mühendisi meteoroloji genel müdürleri de görmüştük. Yıllardır yapılagelen bu yanlış atamalara tek başıma karşı çıkma densizliğinde bulunduğum için de toplam 515 bin TL’lik tazminat davalarına maruz kalmıştım...
Osmanlı’nın lonca sisteminde herkes sadece ustası olduğu işi yapabilirdi. Modern Türkiye’de ise en büyük afet, hálá işlerin hem şeklen, hem de esas bakımından ehline verilmemesi. Bu arada, 2008 yılında Türk meteoroloji camiası için bir mucize gerçekleşerek ilk defa bir meteoroloji mühendisi bu kurumun başına atandı. Bu konudaki ezberi bozup bir tarih yazdığı için Sayın Bakan Veysel Eroğlu’na çok teşekkür ederim.
BAŞBAKAN’IN 3Y’SİNDEN BİRİ METEOROLOJİDE
Dünyada káğıt üzerinde kalan tek meteoroloji tekeli ve yasakları ülkemizde olduğu için çıkıp resmen "ben şu kadar kar bekliyorum" filan diyemezsiniz. Başbakanımızın mücadele ettiğini söylediği "3Y"den biri olan "yasakçı" zihniyet yıllardır meteoroloji camiasını esir almıştır. Bu zihniyete göre "Eğer bu ülkeye kar yağacaksa onu da ancak devletimizin yetkili kurumu yağdırır." Yasakçı zihniyet kaliteli hizmet üretmenin de önündeki en büyük engeldir. Bu zihniyet en küçük rekabete, eleştiriye ve gerçek anlamda yeniliğe kapalıdır. Daha çok yasakçı mevzuatına dayanarak bıraktığı boşlukların başkaları tarafından doldurulmasını engellemeye, başta genel müdürü olmak tüm personeliyle herkesi ne kadar başarılı olduğuna inandırmaya çalışır durur.
İnternet çıkıp da meteorolojik bilgideki devlet tekeli tepetaklak olana kadar amatörler sadece gökyüzüne bakarak birkaç saat sonrası için bir şeyler söyleyebiliyordu. Şimdi inanılmaz miktardaki bilgiye isteyen herkes ulaşabilir. Böylece kimya profesörleri bile haftalık hava tahmini yapıp gazetede yayımlayabiliyor. Bu da bir "guguk"luk bir durum ama suçu meteorologların kendilerinde araması gerekir. Çünkü simyacı hoca, resmi, kör, klasik derece aktarma ezberinin dışına çıkıp haftalık hava tahminini gündelik yaşamla birlikte yorumlayarak (yanlış ya da doğru!) veriyor. Yani büyük bir boşluğu doldurmaya çalışıyor. Sonuç olarak, "Yasssak hemşerim" mantığı ile bir yere varılamıyor!..
ARTAN BETONLAŞMA KAR TAHMİNİNİ ZORLUYOR
Az bilgiyle çok şey söylemeye çalıştığımız günlerde kar tahmini için kullandığımız basit kurallar vardı. Örneğin, 850 mb basınç seviyesinde, hava sıcaklığı eksi 10 derece ise İstanbul’a garanti kar yağar diyorduk. Şimdi bu sıcaklıkta buluttan ayrılan kar kristalleri yere erimeden ulaşamıyor. Küresel iklim değişimi ve artan "şehir ısı adası" etkisi İstanbul’da yağışların kar yerine daha çok yağmur şeklinde olmasına neden oluyor...
Yazının Devamını Oku 