Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Kelkit Vadisi’nin parlayan yıldızı

22 Haziran 2009
Erbaa, Orta Karadeniz Bölgesi’nin incisi. Halkı misafirperver. Tam bir doğa harikası. Antik çağlardan günümüze uzanan güzellikleri gözlerimi kamaştırdı.

Erbaa, Tokat’a 90, Amasya’ya 70 kilometre mesafede, D100 kara yolu üzerinde, ulaşımı çok kolay bir ilçe. Samsun Hava Limanı’na sadece 1,5 saatlik mesafede. 10 günlük teknik gezimizde öğrencilerimle Van’dan İstanbul’a dönerken konakladığımızda Erbaa’nın antik çağlardan günümüze uzanan güzellikleri gözlerimizi kamaştırdı, demesem yalan olur!


Erbaa’ya yolunuz düşerse ilk görmeniz gereken yer, Belediye Aile Çamlık Mesire Yeri. Buranın Erbaa’yı tepeden gören muhteşem manzarası var. İlgi çeken mekânlardan diğeri ise el sanatlarının sergilendiği Erbaa Yunus Emre Kültür ve Sanat Merkezi. Erbaa’ya 3 kilometre uzaklıkta değişik bir efsanesi olan, içerisinde buz gibi ve gürül gürül su akan eski bir kilise kalıntısı depremlerden ayakta kalmış önemli bir eser. Kelkit Çayı ise tarım ve hayvancılıkla ilgilenenlerin ilgisini çekiyor. Erbaa’ya 12 kilometre uzaklıkta ki Yağlı Pınar Yaylası, piknik alanı olarak kullanılması amacı ile orman içi parkı şeklinde düzenlenmiş.

DÜDEN GÖLÜ TABLO GİBİ

Zengin bitki örtüsü, tarihi dokusu, Boğazkesen Köprüsü Erbaa’daki güzelliklerin başında geliyor. Kelkit Vadisi, Kelkit Nehri’nin aşındırıcı etkisiyle iki tarafı dik ama yemyeşil ormanlardan oluşan nefis ve özellikle doğa sporlarını sevenler için elverişli bir yer. Düden Gölü ise adeta bir tablo gibi seyrine ve yaşamına doyum olmayan güzelliklerden. Bitki örtüsü ile göz kamaştıran yerleşimlerden bir diğeri ise Küçük Yayla. Tipik bir Anadolu köy hayatı ve doğa ile baş başa kalabileceğiniz Küçük Yayla atla gezinti ve dağ yürüyüşleri için de elverişli. Geleneksel “Küçük Yayla Şenliği” de burada yapılıyor.

Aynı zamanda Erbaa, Tokat kebabı (hiç de ağır bir yemek değil!), Meşhur Erbaa yaprağına sarılan etli dolması, yine Erbaa yaprağına sarılmış zeytinyağlı dolma ve yöresel tatlısı ile farklı damak tatlarına sahip kişiler için bir cennet.  Bu lezzetleri tadabilmek için şehir merkezindeki tarihi Mustafa Bey Konağı’na uğramalısınız.
Erbaa, Türkiye’de yerel yönetim başarısıyla de adından sıkça söz ettiriyor. Çünkü yerel kalkınmasını çevreye duyarlı ekolojik dengeyi bozmadan sağlayan ender yerleşim alanlarından. Erbaa Belediyesi, tarihi ve kültürel özelliklerin korunması amacıyla el sanatlarını koruma projeleri gerçekleştiriyor. Belediye Başkanı Ahmet Yenihan, ülkemizde birçok ilde olmayan atık su arıtma tesisini hayata geçirmiş. Katı Atık Düzenli Depolama ve Ayrıştırma tesisini de tamamlamak üzere. Ekolojik dengeye katkı ve doğal hayatı koruma adına Kınalı Keklik ve Sülün Üretim İstasyonu kurmuşlar.

YEREL YEMEK SERGİSİ

Yazının Devamını Oku

Ben bir baz istasyonuyum çocuk parkında ne belediye ne de kaymakam bunun farkında!

15 Haziran 2009
Gece yarısı saat 02.00’de, inanılmaz bir şekilde, mahallemizin çocuk bahçesine baz istasyonu konduruldu. Şimdi bebelerimiz, anne ve ninelerimiz bu istasyonun tam dibinde oynayıp sohbet ederken “gece kondu baz istasyonu” tarafından ışınlanıyor!

İstanbul Tabib Odası’nca yayımlanan “Elektromanyetik Alanlar; Cep Telefonları ve Baz İstasyonlarının İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri ve Alınması Gerekli Önlemler” başlıklı bildiriye göre, bağışıklık, sinir, nöroendokrin, kalp ve damar sistemi ve kan parametreleri elektromanyetik alanlardan etkileniyor. Özellikle çocuklar, hamileler ve yaşlılar elektromanyetik alanların sağlık etkilerinden en çok zarar görenler. Ayrıca Telekomünikasyon Kurumu, baz istasyonlarına 10 metreden daha fazla yaklaşılması durumunda insan sağlığına zarar verebileceğini söylüyor. Bu nedenlerden dolayı baz istasyonlarının, kesinlikle okul, kreş, hastane ve parklar gibi toplu yaşam alanlarından uzak tutulması gerekiyor.

Bu günlerde, gece yarısı elektrik direğine tırmanmış, bir şeyler monte eden birini görürseniz sakın ha “ne yapıyorsunuz” filan diye de sormayın. “Yuh artık buraya da bu konur mu” deyip belediye başkanının yolunu da tutmayın. Başkanınızı sokak arasına kurulan ilkel pazarlarda yakalayıp “bu işi birlikte çözelim / başaralım” filan demeyin. Çünkü sayın başkanınızın seçimde size bu konuda vermiş olduğu herhangi bir söz yoktur! Zaten başkanınız, ilçenizin en büyük eksikliği olan binaların temelini atmakla meşguldür! Maalesef projelerinin büyük kısmını bina yapımıyla ilgilidir. Yani ilçelerimizi hep birlikte betonlaştırmakla meşgulüz!
Çok ilginçtir, baz istasyonu kondurulan çocuk parkımızın isim levhası da yok oldu! Acaba burası park filan değil mi? Belki de torpili kuvvetli olan baz istasyonumuzu, parkta oynayan çocukların çığlığı ve dedikoduya kaçan bazı sohbetler rahatsız ediyordur! Yoksa buraya Üsküdar’ın “en büyük eksikliklerinden” bir bina mı yapılacak? Belediyenin web sitesinde reklamı yapılan projelere baktım ama bizim bir lokmalık park için öngörülen herhangi bir şeye rastlayamadım. Başkanımızın parkımızı yok edeceğine asla inanmam! Ama Üsküdarlılar olarak çocuk parkımızdaki baz istasyonuna duyarsız kaldığı için kendisine kırgınız! İnşallah bu yanlış tutum ve davranışlarını değiştirirler...

BU ZİHNİYETİ KINIYORUZ

Ülkemizde baz istasyonlarına tepki gösterenlere; “mobil telefon baz istasyonu anteninin alt ve üst tarafında herhangi tehlike yoktur, yurtdışında örnekleri çoktur, kanser vakalarıyla ilişkisi yoktur, baz istasyonu istemiyorsan cep telefonu aboneliğini iptal ettir ” gibi cevaplar verilmekte. Aslında halkın meselesi baz istasyonu değil; onun nereye dikildiği! Biz, çocuk parkımıza 4-5 metre yüksekliğinde baz istasyonu kurulmasına göz yumup insanların fiziksel ve ruh sağlığını hiçe sayan zihniyeti kınıyoruz!
Sonuç olarak artık “zararlıdır / değildir” tartışmasını geçip Yargıtay’ın aşağıdaki kararı dikkate alınmalı: “... ölçülebilen bir zarar yok ise de, çevre binalarda ve bu bağlamda davacıların oturmakta olduğu binada yaşayanlar için sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, bu yerde oturanların psikolojik olarak yaşamını olumsuz biçimde etkilemekte ve bunun da psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı, bu haliyle de yaşamdaki sağlık değerleri düşünüldüğünde o yerde oturmanın olumsuz hale geleceği göz önünde tutulduğunda, davacının, zarar gördüğü kabul edilmeli ve davanın kabulüne karar verilmelidir ...” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Karar tarihi: 13.10.2008)

Üsküdar , Selamiali Mahallesi, Şehit Üsteğmen Halil Ögel Sokak’taki Kerpiçhane Parkı’na konulan elektrik direği görünümündeki baz istasyonu, görenlerin tüylerini diken diken ediyor ve varsa vicdanını sızlatıyor. Bu nedenle eşim dahil olmak üzere mahalledeki herkes baz istasyonunun kaldırılması için imza topluyor. Herhalde muhtarımız, bu imzaları tek umudumuz olan, hukuku ve devleti temsil eden kaymakama ulaştıracak... Bakalım devlet, halkın hassasiyetini dikkate alıp kanunları uygulayabilecek mi? Takipteyiz...
Yazının Devamını Oku

Değişelim, iklim değişimini durduralım

8 Haziran 2009
Çocuk, yaşlı, özürlü veya yoksulsanız. Astım, KOAH, alerjik rinit, kalp hastalığı gibi bir sağlık sorununuz varsa. Ya da kalabalık ve birinci basamak sağlık hizmeti yetersiz bir ülkede yaşıyorsanız... Siz de sağlığı küresel iklim değişikliğinden etkilenecek riskli gruptasınız. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Çağatay Güler’in bu tanımına göre küresel iklim değişimi Türkiye’de de halk sağlığına tehdit.

HASTALIK SOLUYORUZ

Küresel iklim değişiminin; sıcaklıkla ilgili hastalık ve ölümler, aşırı hava olayları ve hava kirliliğiyle ilişkili, su, gıda, kemirici kaynaklı hastalıklar, yetersiz gıda ve suya bağlı sorunlar, ruhsal ve beslenme sorunları gibi sağlık etkileri olacaktır. Örneğin son yıllarda sıklığı ve şiddeti artan sıcak hava dalgaları nedeniyle yazın ölüm ve acil servis başvuruları arttı. Bundan da en çok yaşlılar, kalp, damar ve solunum sistemi hastaları, bebekler etkileniyor. Ölüm oranlarındaki bu artış bir tür ”erken hasat.”
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Salih Çanakcıoğlu’na göre, iklim değişimiyle bağlantılı rahatsızlıkların başında alerjiler geliyor. Hava kirliliği solunum hastalıklarını önemli ölçüde artırıyor. Hâlbuki Kanuni Sultan Süleyman’a göre “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!” Maalesef iklim değişimi; yer seviyesindeki ozon ve karbondioksit miktarlarında, partikül madde seviyelerinde, kuraklıkta, orman yangınlarında, polenlerde, küf ve mantarlarda artışa neden olup soluduğumuz hava kalitesini çok kötü bozuyor.
Goethe’nin dediği gibi “Bilmek yetmez, uygulamalıyız. İstemek yetmez, yapmalıyız.” Çünkü sera gazları atmosferde çok uzun yıllar kalabilmekte. Dünyada bugün tüm sera gaz salınımı kesilse bile küresel iklim değişiminin etkileri yüzlerce yıl sürecek. Bu nedenle, sera gazlarını azaltırken bir yandan da sağlık alt yapı, servis ve hizmetlerinde de iklim değişimine uyum çalışması yapmalıyız. İklim değişikliğine bağlı sağlık etki değerlendirmesi politika olarak benimsenmeli, ülkemizin öncelikleri belirlenmeli.

DEVLETTEN BEKLEMEYİN

Bütün bunları sadece devletten beklememeli; yaygın bireysel ve kurumsal çalışmalara daha fazla önem vermeliyiz. Bunun için özellikle iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkileri konusunda doktorlarımız başta olmak üzere tüm sağlık sektöründe çalışanların bilgi ve bilincinin artırılması gerekiyor. Sağlık sektöründeki Bilim İlaç gibi bazı firmalar sosyal sorumluluk projeleri kapsamında “Küresel İklim Değişikliği ve Sağlık üzerine Etkileri” konusunda ülke çapında doktorlara bilgilendirme toplantıları düzenliyor. Böylece, sağlık personeli iklim değişikliği ve solunum yolları hastalıkları arasındaki ilişkiye dair bilgilendiriyor, geleceğe dair düşünmeye teşvik ediyor.
Unutmayın: İnsan bilmediği sorunu çözemez,değiştiremez. Engelleri bilmek onları aşmak için büyük bir avantajdır. İşe, öncelikle kendimizi değiştirmekle, geliştirmekle başlamalıyız. Değişerek değiştirebilmek için herkesin katkısıyla “eğitim şart!”
Yazının Devamını Oku

Uluslararası kimya kartellerinin iklime attığı büyük kazık: F gazları!

1 Haziran 2009
Ozon tabakasını korumak için yeni kimyasallar pazara sürülürken küresel ısınma üzerindeki bilinen etkileri hiç dikkate alınmamış! Böylece Kyoto’dan uzun süre uzak duranların neden zamanında Montreal Protokolü’nü imzaladığını da anlamış olduk.

Ozon molekülü üç oksijen atomundan oluşur. Atmosferde çok nadir bulunan zehirli bir gazdır. Öyle ki atmosferdeki her 10 milyon molekülün sadece 3’ü ozondur. Yüzde 90’ı 10 ila 50 kilometre irtifadaki stratosfer tabakasında bulunur. Bu yoğunluğundan dolayı burası “ozon tabakası” olarak adlandırılır. Ozon tabakası güneşin zararlı ışınlarına karşı tüm canlıları bir kalkan gibi korur. Onun zarar görmesi; cilt kanseri, katarakt, bitkilerin zarar görmesi, tarımsal üretimde düşüş ve bazı okyanus canlılarının azalması gibi çeşitli biyolojik tehlikelerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

KLİMA KULLANIMINA ÖZEN GÖSTERİN

Bu nedenle tüm dünya, ozon tabakasına zarar veren kloroflorokarbon (CFC) adlı yapay gazların üretimi 1987’de Montreal Protokolü ile 2005 yılına kadar yüzde 50 azaltmak için anlaştı. Problemin büyümeyi sürdürmesi üzerine protokol 1990, 92, 95, 97, 99 yıllarında tekrar ele alındı. Bu gazlara büyük kısıtlamalar getirildi. Böylece kullanımdan kaldırılan CFC’lerin yerine, hidrokloroflorokarbonlar (HCFC), hidroflorokarbonlar (HFC), perflorokarbonlar (PFC) ve sülfür heksaflorid (SF6) adlı F gazları (florokarbonlar) ikame edildi. Ve şimdi iyice anlaşıldı ki üretilen F gazlarının hem yarısından fazlası atmosfere sızmış durumda hem de her yarım kilogram F gazının küresel ısınma potansiyeli bu konudaki en meşhur gaz olan karbondioksitinkinden de çok daha fazla!
Şimdi dünya başta HFC’ler olmak üzere tüm F gazlarının kullanımını da durdurarak küresel ısınmayı yavaşlatmak için çözümler arıyor. Türkiye’de herkesi bu konuda bilgilendirebilecek, küresel çevre konusunda en kapsamlı, güncel ve erişebilir özetleri içeren, Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan “Dünyanın Durumu 2008” adlı kitap yakında TEMA Vakfı tarafından Türkçe yayınlanacak. Fakat havaların ısınmasıyla birlikte üstümüze düşenlere şimdiden dikkat çekmek istiyorum.
Birey olarak yapabileceğimiz ilk şey bu gazların kullanıldığı araçlara daha fazla dikkat etmek olmalı. Bu kimyasalların yüzde 80’ni soğutmada ve havalandırmada (otomobillerdeki klimalar dâhil) kullanılıyor. Ayrıca çözücü madde, köpüklerde püskürtme ajanı, aerosol ya da itici gaz, yangın söndürme tüplerindeki katkı maddesi olarak kullanılıyor. Bu nedenle, önümüzdeki yaz günlerinde klima ihtiyacını en aza indirmek için önlem almalıyız. Örneğin, aşırı sıcaklarda sadece klimayla değil daha çok yalıtım yaptırarak serinleme yoluna gitmeliyiz. Özetle, yazın güneş ve sıcak hava dalgalarından kötü etkilenmek istemiyorsanız evinizde ısı üretmeyin ve güneş ısısını evinize sokmayın. Böylece hem ozon tabakasını, hem de iklimi koruyun.

HFC’DEN UZAK DURUN

Birey olarak yapabileceğimiz ikinci şey ozona ve iklime dost bir tüketici olmaktır. Artık bütün evsel ve ticari uygulamalarda F gazlarının yerini alabilecek, çevre açısından güvenli, verimli ve teknolojik açıdan etkisi kanıtlanmış doğal alternatifler var. Bu nedenle tüketicinin çevre duyarlılığını dikkate alan pek çok büyük ve çokuluslu şirket dondurma ve soğutma teknolojisinde HFC alternatiflerini kullanmaya başladı. Bilinçli bir tüketici olarak iklim dostu yani HFC’siz otomatik satış makineleri, dondurucular ve buzdolaplarını kullanan süpermarketler ve diğer perakende mağazaları tercih etmek zorundayız.
Unutmayalım lütfen: Şu anda en yaygın F gazı olan HFC’ler, artık tüketimi katlanarak artan ve en güçlü ve önemli sera gazları arasında yer alıyor. Kontrol edilmemeleri halinde, küresel iklim değişimiyle mücadele etmeye yönelik tüm çalışmaları da başarısız kılabilirler.

Yazının Devamını Oku

Yaşanabilir kentler için ortak akıl

25 Mayıs 2009
Nasıl bir şehirde yaşamak istiyorsunuz? Her santimetresi betonlanmış, binalarla çevrilmiş, kimliğini kaybetmiş, denize erişimi kapanmış bir şehirde mi, yoksa bunu tam tersi özellikler taşıyan bir şehirde mi? Bu soruların cevapları üç hafta önce Kentleşme Şurası’nda tartışıldı.

“Eski sayfiye ve bağ evlerimiz ne kadar sıcak ve insana ne kadar yakınsa; bağı, bahçeyi, çiçeği, ağacı ve çimeni gölgesinde bırakan bu beton yığınları, bir o kadar insandan uzak ve çevreye yabancı“ diyor Cumhurbaşkanı Abdullah Gül...
Bana “Türkiye’deki en komplekssiz, akıl ve hoş görü sahibi kamu kurumu hangisidir” diye sorsalar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, derim. Her şeyi en iyi ben bilirim tavrı ve hastalığının yaygın olduğu bir toplumda Deprem Şurası’ndan sonra Kentleşme Şurası’nı da düzenleyerek yaşanabilir kentler için Türkiye’nin ortak aklını belirlemek gibi çok zor işe kalkışıp başarıyla sonuçlandırdılar.

ŞÛRA NE DEMEKTİR?

Dünya nüfusunun yarısı, Türkiye’nin üçte ikisi kentlerde yaşıyor. 1950’lerde başlayan hızlı kentleşme, kentlerimizi fiziki büyümenin yanı sıra, sosyal, ekonomik, çevresel, kültürel sorunlarla tanıştırdı.
4-7 Mayıs’taki Kentleşme Şûrası’nda komisyonların raporları müzakere edilerek onandı. Hedef; ülkemizin kentsel gelişme dinamiklerini sürdürülebilirlik ilkesi çerçevesinde değerlendirmek. Yaşanabilir kentler için akılcı stratejiler, somut eylemlerle bir program oluşturmak. Toplam 151 kurumdan 296 üye, sorun, strateji ve eylemleri kapsayan tabloları hazırladı. Ankara’da 356 üyeyle toplanan Kentleşme Şurası Genel Kurulu’nda kabul edilen raporlardaki hususlar Şûra Sonuç Bildirgesi’nde yer aldı.
Deprem ve Kentleşme Şuraları öncesinde “şura” kelimesinin anlamını pek bilmezdim. Şura, danışma ya da toplu denetim demek. Fakat komisyon başkanı olarak görev yaptıktan sonra artık şuranın farklı boyutlarını kavradım! Şura memleketimizde şu anlama geliyor: Mesleki şovenizme sapmadan olaya bilimsel ve bütünleşik sistemle bakılmasını sağlamak, demokratik ve katılımcı bir yaklaşımla sinerji yaratmak, çok farklı disiplinlerden gelenlerin arasında dil ve fikir birliği sağlamak, üyelerden gelen sorgulanmalı, tartışılmalı temenni ve tavsiyeleri somutlaştırmak, hazırlanan rapora son dakikada düzeltme önerisinde bulunanları ve sonra da raporun yeterince tartışılamadığı savunanları sabırla dinlemek, bunlara rağmen iyi bir iş çıkarmak!
Şura vesilesiyle değerli hemşerim eski Bayındırlık ve İskân Bakanı, yeni Devlet Bakanı Faruk Nafız Özak’la tanışma fırsatını buldum.

BAKAN BENİ ŞAŞIRTTI

Faruk Bey’in, Temel fıkrasına, Trabzon’un kültür ve tarihi hakkındaki engin bilgisine, projelerine şaşırdım kaldım. Bilgi eksiğimi gidermek için gönderdiği kitapları okumaya başladım. Ama gönderdiği Trabzonspor forması küçük çıktı! Yeni Bayındırlık ve İskân Bakanımız Mustafa Demir’le de kısa bir görüşmemiz oldu. Mütevazı ve istişareye önem veren, enerjik yapısı dikkatimi çekti. Umarım yeni bir şura daha düzenlemezler!..
Sayın Cumhurbaşkanımızın Şûra’nın genel kurulu açılışında “kentleşme, kentler, şehirler” üzerine manifesto gibi yaptığı konuşmasına, şura raporlarına ve şura sonuç bildirgesine bakanlığın web sitesinden ulaşabilirsiniz.
Bu yazının ilk cümlesini cumhurbaşkanımızın konuşmasından almıştım. Son verirken bir cümlesini daha aktarayım: “Kentlerimize sahip çıkabilmek için de onun havasını, suyunu, yolunu, kaldırımını, binasını, tarihini hep beraber kendimizin de sahiplenmesi gerekir.”
Yazının Devamını Oku

Bilmek kurtuluşları oluyor

18 Mayıs 2009
Geçen hafta çok önemli, ilginç bir proje kapsamında Sakarya Üniversitesi’ndeydim. Örnek olması için “Bağımlı Olma Özgür Ol” projesini herkese tanıtmak istiyorum. Sakarya Üniversitesi, çağımızın vebası nikotin bağımlılığına karşı savaş açmış. Bu proje kapsamında benim de katıldığım bulunduğum etkinlik en az adı kadar enteresan bir bilgi yarışmasıydı: “Nikotin-El Malumatfuruş” Kulüplerarası Ödüllü Bilgi Yarışması. Amaç, eğlenceli bir formatta, tütün ve nikotin bağımlılığıyla ilgili bilinç ve bilgi düzeyini artırmak.
Öğrenci kulüpleri kendi aralarından seçtikleri üçer kişilik gruplarla kıyasıya yarışıyor. Yarışmanın duyuru afişinde “Çok eğleneceksiniz, çok şaşıracaksınız. Çok şey öğreneceksiniz ve bilmek kurtuluşunuz olacak” yazıyordu. Gerçekten katılan herkesin, o gün orada bir yandan eğlenceli vakit geçirirken bir yandan da tütün ve tütün mamulleriyle ilgili birçok şaşırtıcı gerçeği ilk kez duyduğuna şahit oldum.

HAYRET VERİCİ VERİLER

Ulusal sağlığımız ve ulusal ekonomimiz açısından olayın boyutunun ne denli büyük olduğuna şaşıranlardan biri de bendim. Ülkemizin sağlık sistemindeki yetersizliklerle ilgili sürekli şikâyet ederken, her yıl sigara satın almak için ülkece ödediğimiz parayla günde 3-5 hastane yapabileceğimizi bilmek kimi şaşırtmaz ki!
Canavar kabul ettiğimiz trafik yüzünden her yıl 5 bin vatandaşımızı kaybettiğimizi biliyoruz. Peki bu sayının 20 katının (110 bin kişi) her yıl sigaraya kurban edildiğini biliyor muyuz? Ya da size “dünyada en sık görülen sekiz ölüm sebebinin kaçı sigarayla doğrudan ilişkilidir” diye sorsaydım, altısı diyebilir miydiniz? Bu denli zarar veren bir maddeyle karşı karşıyayken, sigara içmeyi deneyen her dört gençten üçünün ileriki hayatlarında sigara bağımlısı olduğunu bilmek, sizi de ürkütmez mi?
Zamanında bunları bilseydiniz, denemek ya da denememek konusundaki kararınızda daha temkinli olmaz mıydınız? Sigaradaki dört bin çeşit zehirli kimyasalın yanı sıra, nikotinin de toksik bir madde olduğunu öğrenmek; eğer 20 sigara birden içilebilseydi, bu dozda nikotinin bir insanı rahatlıkla öldürebileceğini bilmek; size de sigara içenlerin aslında yavaş yavaş öldüğü gerçeğini hatırlatmaz mı? İşte bu ve benzeri bilgileri, tütün endüstrisinin hedef kitlesi olan gençlere doğru ve etkin şekilde aktarmak, bilmelerini sağlamak, hem onların kurtuluşları hem de ülkemizin kurtuluşu oluyor aslında...

İŞTE YARATICI SLOGAN

Sakarya Üniversitesi Tütün Kontrolü Koordinasyon Kurulu, yeni bağımlıların oluşmasını engellemek için, gençlere kendi sosyal ortamlarında ve onların hoşlanacağı organizasyonlarla ulaşmaya çalışıyor. Yarışmadan birkaç gün önce üniversitede “Müzik Hayattır, Sigara Onu Senden Alır” temalı klasik müzik, caz, heavy metal, rock konserleri düzenlenmiş. Bahar şenliği adı altında üniversiteleri saçma sapan bir panayır yerine dönüştürenlere böyle yararlı amacı ve içeriği olan etkinlikleri öneririm.
Kurula başkanlık eden Göğüs Hastalıkları uzmanı Yard. Doç. Dr. Pınar Pazarlı, sohbetimizde, konserlerde kullandıkları sloganlardan örnekler verdi. En çok hoşuma giden sloganla bitireyim bugünkü yazımı. Sigara içmeyi büyümek ve özgür olmakla eşdeğer sayan gençler duysun sesimi...
“Sigara içmek özgürlük değildir; gerçek özgürlük bağımlı olmamaktır.”
Yazının Devamını Oku

Çevre dostu üretim, ulaşım kazanca dönüşebilir

11 Mayıs 2009
İstesek de istemesek de nihai amacımız, düşük karbonlu ve yüksek enerji verimli bir yaşam tarzına geçmek olmalı. Artık şirketlerin de, çevresel, toplumsal ve etik değerleri hesaba katarak kurumsal sosyal sorumluluğunu yerine getirmesi gerekiyor. Tüketiciler, çevreyle her geçen gün daha fazla ilgilenmekte. Bir ankete göre, Avrupalıların yüzde 65’ten fazlası iklim değişikliği ve çevresel kirliliğini bir tehdit olarak görüyor. Böylece, sürdürülebilir teknolojiler ve çevresel yönetim sistemleri geliştiren şirketler artık tüketiciler tarafından ödüllendirilmekte.
27 Nisan’da TÜSİAD Genel Sekreterliği, İstanbul’da “Dünya Fikri Haklar Günü” nedeniyle “Çevre Dostu Teknoloji Üretimi ve Sağladığı Ekonomik Fayda” başlıklı seminer düzenledi. Seminerde konuşan İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin başkanı Turgut Yıldız farklı sektörlerin bu konudaki çalışmalarını anlattı, görev yaptığı ulaşım sektörüyle ilgili somut örnekler verdi.
Turgut Bey’e göre, çevresel bir politika, şirketin “kurumsal itibarını” artırır. Çevre sicili iyi olan şirketler, maliyet ve yükümlülükler konusunda daha az sorun yaşayacağı için yatırımcılar açısından daha çekici hale gelir. Çalışan bağlılığı yaratır. Bu durum rekabet avantajı da yaratır.
SEVİNDİRİCİ HABERLER
Seminerde, Türkiye’de yapılan çalışmalara örnekler verildi: Vestel’in ürettiği beyaz eşya ürünlerindeki enerji ve su tüketimi dört yıl öncesine göre yüzde 30 azalmış. Arçelik, 1990’dan beri daha az enerji ve su tüketen ürünler üzerinde çalışıyor. A sınıfı olarak adlandırılan bu ürünlerin payı buzdolabında yüzde 60, bulaşık makinesinde yüzde 90. Bosch Ev Aletleri, sadece 2007’de enerji tasarrufu sağlayan araştırma faaliyetlerine 259 milyon dolar yatırım yapmış. Otokar, Türkiye’nin ilk hibrid otobüs prototipi olan Doruk 160 LE Hibra üzerinde çalışıyor. Ülker Grubu şirketlerinden Polinas, çevreyi kirletmeyen ambalaj üretimine büyük kaynak ayırmış.
Dünyadan ise verilen örnekler şöyle: Philips dünya çapında gelecek beş yılda az enerji tüketen aydınlatma aletleri için 1 milyar Euro harcayacak. Tesco, İngiltere’deki fabrikalarında 2012’ye kadar enerji kullanımını yarıya indireceğine söz vermiş. Goldman Sachs, selülozdan yapılmış etanol ile rüzgâr ve güneş enerjisi yatırımı için 1,5 milyar dolarlık yatırım yaptı. Continental Airlines, Boeing’le beraber yakıt ekonomisi sağlayacak uçaklar üzerinde çalışıyor.
Ulaşım, küresel sera gazı salımında yüzde 14’lük paya sahip. Sektörün global firmalarından TNT de küresel iklim değişimiyle savaşta projeler geliştiriyor. “Planet me / Gezegen benim” projesiyle toplumsal fayda üretip kalıcı yarar sağlamaya çalışıyor.
Bu kapsamda, “yeşil teslimat” hizmetini başlatmış. Müşterilere gönderiyi ulaştırırken yayılan CO2 gazını dengelemek amacıyla, küçük bir ücret karşılığında gönderinin çevre dostu araçlarla ulaştırılmasını sağlıyor. Temiz araç projesiyle, daha az gaz emisyonu yayan çevreci araçlar kullanıyorlar. TNT, fosil yakıt kullanımını azaltmak amacıyla bio-yakıt, elektrikli araçlar, hibrid, bio-gaz ve hidrojen bazlı teknolojilerinin yaratacağı fırsatları da değerlendirmekte. Yeşil koltuk projesiyle iş nedeniyle yaptıkları uçuşlardan doğan sera gaz salımlarını ağaç dikerek dengeliyorlar. Yeşil depolar projesiyle enerji tasarrufu sağlayacak çevre dostu malzemeler ve gereçlerle donatılan depolar kurmuşlar. Ayrıca “Global Video Konferans Sistemi” ile şirket toplantıları için yaptıkları iş seyahatlerini yüzde 20 azaltıp yılda 3,2 milyon Euro da tasarruf etmişler.
Artık sürdürülebilirliğin, çevresel, ekonomik ve toplumsal yönleri, kuruluşların genel misyonuna ve bütün politikalarına açık bir biçimde dâhil edilmeli. Kuruluşun faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkilerinin azaltılması için kesin hedefler belirlenmeli, bunun yanı sıra performansı net bir şekilde denetlenip raporlanabilmeli.
Yazının Devamını Oku

Astım kaliteli yaşama engel değil

4 Mayıs 2009
Hava kirliliği ve sigara ile astım arasında kuvvetli bir ilişki var. Fakat bu hastalık kontrole alınınca, normal yaşama ve spor yapmaya, hatta maraton koşmaya bile engel değil. 5 Mayıs Dünya Astım Günü nedeniyle hatırlatayım dedim... Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) Başkanı Prof. Dr. Can Öztürk ve TÜSAD Astım Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bülent Tutluoğlu’na göre, akciğer hava yolları hastalığı astım, insanın yaşam kalitesini bozarak, iş gücü kaybına, uyku sorununa, sürekli nefes darlığına yol açabiliyor. Dört milyonu Türkiye’de olmak üzere dünyada toplam 300 milyon astım hastası var. Bunlardan sadece yüzde 5’i düzenli tedavi altında. Astım hastaları, doktora gitmemesi, yanlış teşhis konulması ya da yanlış tedavi sonucu acil servislik oluyor. Hâlbuki uzman hekim kontrolünde düzenli tedavi ile astım hastaları “astımlı gibi hissetmeyecekleri” normal bir hayat sürdürebiliyor.

MERDİVEN ÇIKAMAZDI ŞİMDİ MARATONCU OLDU

Bu hastalığın tedaviyle yenilip, sporla kaliteli yaşama kavuşulacağını göstermek için birçok etkinlik yapılıyor. Astımlı maratoncu İbrahim Şahin 22 gün önce Antalya’dan başlayan “Astım Engel Değil” koşusunu yarın İstanbul’da tamamlayacak. 45 yaşındaki Şahin, her gün 40 kilometre koşuyor. Dört çocuk babası. Son 17 yıldır sürekli içtiği sigarayı bırakmak yeterli gelmeyince spora başlamış. Beş yıl önce merdiven çıkamaz, uyuyamazken koşuya başlayıp hayatını kurtarmış. Herkesi spor yapmaya çağırıyor.
Marmara Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Elif Dağlı’ya göre, birçok astımlı hastanın birden fazla risk faktörü var. Bunlarla temasın önlenmesi her zaman kolay değil. Hastaların astım kontrolü iyi sağlandığı zaman tetikleyici uyaranlara daha az hassas oldukları izlenmiş. Bu nedenle risk faktörlerini belirlemek ve teması azaltmak için önce onları tanımak lazım.
Prof. Dağlı, risk faktörleri listesinin en başına tütün ürünlerini, yani sigarayı koyuyor. Çünkü aktif sigara içmenin tedaviyi etkisiz kıldığı, pasif dumana maruz kalmanın da atakların şiddetini, sıklığını ve hastane yatışlarını artırdığı gösterilmiş. Bu nedenle de Türkiye dâhil olmak üzere birçok ülke kanunlarla kapalı mekanlarda sigarayı yasakladı.

ÖNLEMLERİ İHMAL ETMEYİN

Ayrıca hastalık belirtisini artıran yiyecekler ve katkı maddelerinden kaçınmak gerekiyor. Ev tozundan kurtulmak için yatak takımları ve battaniyelerin haftada bir sıcak suda yıkanmalı, güneşte veya kurutucuda yüksek ısıda kurutulmalı. Yastık ve şilte hava geçirmeyen kılıflarla kaplanabilir. Özellikle yatak odalarında halılar kaldırılmalı sert zemin döşemeleri kullanılmalı. Akar öldürücü ilaçlar kullanılacaksa hastanın o sırada evde olmamasına özen gösterilmeli.
Hayvan tüylerinin uzaklaştırılması için hava filtreleri kullanılabilir. Hayvanların evden uzaklaştırılması hiç olmazsa yatak odasına alınmaması öneriliyor. Hamamböceklerinin barınmasını engellemek için sık ve derin temizlik, hasta evde yokken ilaçlama öneriliyor. Havadaki polen ve küf mantarı sayımlarının yüksek olduğu günlerde kapı ve pencereleri kapatmak, sokağa çıkmamak bir başka önemli önlem. Evdeki nemi azaltmak için rutubetli alanların sık temizlenmesi öneriliyor.
Prof. Dağlı’ya göre fiziksel aktivite astım belirtilerinin en belirgin uyarıcısı olmasına rağmen egzersiz yapmaktan asla kaçınılmamalı. Bu yüzden Prof.Dr. Öztürk olimpiyatlara katılan her altı sporcudan birinin astımlı olduğuna dikkat çekiyor. Örneğin, 1984 Olimpiyatları’nda maraton koşan 467 astımlı sporcudan 41’i madalya kazanmış!
Tümüyle yok etmek mümkün değil, fakat astımınızı kontrol altına alabilir, normal bir yaşam sürdürebilir, spor yapabilir, hatta maraton bile koşabilirsiniz! Ayrıntılı bilgi için www.astimengeldegil.com’u ziyaret etmelisiniz.
Yazının Devamını Oku