19 Kasım 2005
Tamam işte her şey yolunda. Koca adam oldu. Bu sene son rahat seneleri diye oynasınlar, coşsunlar diyoruz. Onlara göre bir hayat sürdürüyoruz. Yediklerini pişiriyoruz, yemediklerini görmüyoruz.
Daha ne istiyonuz!!!
Yanlış anlamayın. Yazarken biraz da abartabiliyorum. Amacım dünyanın en şımarık çocuğunu yetiştirmek değil. O yüzden sanmayın ki kontrol tamamen elimden çıkmış durumda...
Kabul ediyor ve itiraf ediyorum, şımarıklık da var biraz. Ben şımarıklığın belli sınırlarda olmasına karşı değilim. İnsanın hayattaki en önemli şeyi çocuğu ise, onu şımartmak, ayın son günü cebindeki iki kuruş ile kendine değil de, ona dondurma ya da çikolata almak bizim için zevk.
Bir kitapta bir baba, deniz gözlüğünü biraz kullanması için arkadaşına vermeyen kızına aşağı yukarı şöyle diyordu: ‘Evet, seni şımartıyoruz. Ama şımarık bir çocuk gibi davranmaya başlarsan elimden seni şımartma lüksünü alırsın.’ (Daha önce de bahsettiğim Can Yayınları’ndan çıkan Ad Hudler’ın yazdığı Ev Erkeği kitabında) Ve kızı babasının istediğini yapıyordu!
Yazının Devamını Oku 
12 Kasım 2005
Yuva sahibi bir arkadaşım var. Arada buluşur, yemek yer, yaşıt olan çocuklarımızı ve yuva ortamının getirdiği durumları konuşuruz. Onun sahip olduğu yuvada ilginç bir uygulamaya başlamışlar. Atölye adını verdikleri bir oda açmışlar. Burada çocuklar başka bir dünyaya giriyor. Günlük rutinden çıkıyor, farklı materyaller ve aletler kullanarak, öğretmen olarak konumlandırılmayan bir abla ve abi eşliğinde bir şeyler üretiyorlar.
‘Abileri’ Melih, bahçe ve marangozluk işlerini çocuklarla birlikte hallederken; ablaları Güneş, dikiş, kille çalışma, heykel gibi aktiviteleri çocuklarla yapıyor. Ama bunlar ders gibi yapılmıyor. Bahçenin yapraklardan temizlenmesi, sebze ekimi, çit yapımı gibi işler, günlük hayatın bir parçası gibi yaşanıyor. Çalışmalar, çocukların sorumluluk almalarını destekleyen, günlük hayata her anlamda katkıda bulunarak kendilerini daha çok ait hissedecekleri bir alan yaratmayı amaçlıyor.
SINIR TANIMAYAN ÖĞRETMENLER
Normalde sınıf öğretmenleri çocuklar için gündelik ritmi belirleyen ve sınırları çizenler konumundayken, bu iki kişi sınırları genişleten, ritmi değiştiren konumunda çocuklar için. Onlarla birlikte sınırları olmayan bir alanda kendilerini ve hayal güçlerini fark ediyorlar. Atölyede masa başında değil, geniş alanlarda çalışıyorlar ve farklı aletler kullanıyorlar. Atölye, aynı zamanda bir alet kullanmanın risklerini anlayabilecekleri, alet kullanma kabiliyeti kazanma ve dikkat geliştirme için önemli bir deney alanı oluyor.
Arkadaşım Başak bir projelerini anlattı: ‘Proje, çocukların atölyede çalışırken kıyafetlerin kirlenmemesi için kullanacakları önlükleri kendilerinin tasarlayıp, üretmesi. İlk aşamada önceden hazırlanmış önlük kalıbı kumaşın üzerine yerleştiriliyor. Sonra çocuklar tek başlarına ya da yardım alarak önlüğün kalıbını kumaşa çiziyorlar. İkinci aşama, büyük bir kumaş makasıyla kalıbın kesilmesi. Kalıbı kestikten sonra da dikiş makinesinin başına geçip Güneş ablalarıyla birlikte önlüğü dikiyorlar. Önlük daha sonra zevke göre incik boncuklarla süsleniyor.
Artık yuvaların bizim zamanlarımıza nazaran çok daha farklı olduğu bir gerçek. Eskiden iki şarkı, üç şiir, bir iki boyama ile günler geçerdi. Artık herkes çocukların gelişimine katkıda bulunmak ve ilginç yöntemler bulmak için didinip duruyor. Buluyorlar da... Üstelik arada bir farklı şeyler yapmak, çocukların kendilerini özgür ve aykırı hissedebilecekleri bir ortam da oluşturuyor. O yüzden bu değişiklik ilgimi çekti.
Bir süre önce kendi oğlumda da görmüştüm, bu değişikliklerin işe yaradığını. Marangozluk işinden çok iyi anlayan ve kendi işlerini yapan arkadaşımız Peri ile birlikte koca masa yapmışlardı beraber. Ne ben, ne de babası çalışırken onu bu kadar düzgün tutamıyor, dediklerimizi yaptıramıyorduk. Ama Peri ablası ile gerçekten çırak gibi çalışmıştı.
Her okulda bu ya da benzeri çalışma imkanları olmayabilir. Ama çocuklarımıza okulda olmasa da evde ve diğer alanlarda bir şeyler becermesi için fırsat verebiliriz diye düşünüyorum. Mesela misafirliğe gittiğinizde ev sahibine yardım etmeleri bile bu yolda bir adım bence...
Eee, hem nerede neler öğrenilir belli olmaz. Belki bu sayede bir yeteneklerini de fark ederiz...
Yazının Devamını Oku 
5 Kasım 2005
Çalışmak insana iyi gelir. Buna hep inanmışımdır. Kendim adına paraya ihtiyacım olmasaydı, daha mutlu olur, daha iyi ve çeşitli işler de çıkarabilirdim ama ne yapalım, hayat o kadar kolay değil. Bir kadının çalışması kişisel gelişimi açısından da iyi. Ne var ki, anne olunca çocuğa bunu anlatmak, açıklamak gerekiyor. Çoğunlukla çocuklara yapılan ilk açıklama, ‘Sana yemek, oyuncak, kıyafet almak için çalışıyorum’ oluyor. Bu yanlış bir yol değil ama daha güzel bir cevabı Fem Güçlütürk’ten duymuştum: ‘Bak oğlum, sen nasıl oyun oynamayı, çizgi film seyretmeyi seviyorsan, ben de işimi seviyorum. İşe gitmeyi, çalışmayı seviyorum ve bundan mutlu oluyorum.’ Nitekim ben de bunu aynen oğluma aktardım.
Benim mesleğimin çocuğum açısından çok zevkli olduğunu ve şanslı olduğumu söylemem lazım. Gazete ve dergilerde resmini görmek, bunun ne olduğunu tam olarak anlamasa bile hoşuna gidiyor. Oğlum beni gazeteci ve dergici olarak biliyor. Dergiyle ilgili küçük hediyeler, promosyon ürünleri olunca çıldırıyor. Bu arada bir sürü insan benim bir dergiyle de alakam olduğunu biliyor da adını bilmiyor anladığım kadarıyla.
Hemen belirteyim, ben Parents dergisindeyim. Dergi ile verilen yumuşatıcı, deterjan ya da gevrek numuneleri oğlumun en büyük keyfi. İş yerime gelip milletin oyuncaklarını karıştırmaya da bayılıyor. Oğlum, işin bu eğlenceyle yürüdüğünü sanıyor. Oysa o sayfa sayfa dergileri okuyabilmeniz için buralarda ne taklalar atılıyor, farkında değil. Yine de başlangıç fena sayılmaz; iyi bir ofisboy olma yolunda ilerliyor.
Oysa çalışmak benim için çok önemli. Daha fazla bilgiyi nereden bulabileceğim, bildiklerimi daha fazla insanla nasıl paylaşabileceğim derdindeyim. Sokakta karşılaştığım annelere bile karışmadan, bir iki laf etmeden kendimi rahat hissetmiyorum. Bu yüzden de saatlerimi düzenleyebildiğim sürece çalışmaya devam etmek istiyorum.
Bu arada, Parents elinizin altında bulunmasını önereceğim bir dergi. Bir dergiyi elinize aldığınızda daha çok o dönem sizi ilgilendiren konuları okuyor, sonra bir kenara bırakabiliyorsunuz. Halbuki 3-5 ay sonra çocuğunuzun gelişimi ile ilgili başka bir soru ortaya çıktığında, eski bir sayıda istediğiniz bilgiyi bulabiliyorsunuz. Mesela bugüne kadar harçlık konusu hiç dikkatimi çekmemişti. Yakında bu işe başlayacağımı bildiğim için ufak ufak araştırmalara başlıyordum ki Parents’ın bu ayki sayısında buldum çözümü: Çocuklara beş yaşından itibaren harçlık verebilirmişiz. Hem de yaşı x 1 YTL şeklinde. Gerisini okursunuz artık...
BİR DİLEK TUT KAMPANYASI
Geçen hafta Malatya’daki yuvada yaşananlar epey canımızı sıktı. Biz dergi olarak çalışmalarımıza başladık bu konuda neler yapabileceğimize dair. Ama şimdi başka bir yardım kampanyasından bahsetmek istiyorum: Bir dilek tut kampanyası. İnsanın içini dağlayan başka bir durum da bu...
Hastalıklarla mücadele eden 3-18 yaş arasındaki çocukların bir dileğini gerçekleştirmek amacı ile kurulan bir dernek bu. Çocukların tanışmak istedikleri, görmek istedikleri, sahip olmak istedikleri, olmak istedikleri pek çok şeyi yerine getirmek onların misyonu. Cumhurbaşkanımızla tanışan, bunun için ilk kez uçağa bile bilen Elif Başak onlardan biri. Ve daha pek çoğu belki de son dileklerinin gerçekleşmesi hayali içinde.
Eğer onların hayallerine sihirli değnek değdirilmesinde katkınız olsun istiyorsanız, lütfen Akbank Zincirlikuyu Şubesi 77777 numaralı hesaba bir miktar para yatırın. Ya da daha fazla bilgi için 0212 212 44 04’ü arayın.
Doğum bitti, sıra güzelleşmekte
Son yıllarda estetik yaptırmak son derece olağan bir hal aldı. Tıbbın gelişmesinin tabii ki bunda etkisi büyük ama en önemli nokta kadınların kendilerini daha mutlu hissetmesinde yatıyor. Üstelik estetik operasyonlar artık sadece belli bir grupta değil, toplumun her kesiminde tercih edilir olmaya başladı.
Bazı kadınlar gerçekten gerek yokken ama onları mutlu edecekse de yatıyor bıçak altına. Bu gibi durumlarda pek çok doktor, hastalarına değiştirmek istedikleri bölgede gerçekten bir değişikliğe gerek olmadığını ama onları mutlu edecekse operasyonu gerçekleştireceklerini söylüyorlar. Mesela bacağın yanından toplasan 500 gram yağ çıkacak. Bir doktor ya da bir erkek gözüyle buna gerek yok. Ama önemli olan sizin mutluluğunuz. Yani siz bilirsiniz!
Doktorlar ve kocalar ne derse desin, sayıları gittikçe artan sayıda kadın hamilelikte ve doğumda değişen vücudunu toparlamak ya da zamana karşı savaşarak daha iyi görünmek için estetik cerrahların kapılarına dayanıyor.
Estetik Cerrahlar doğum yapmış kadınların en çok karın germe, meme dikleştirme (veya küçülterek dikleştirme) ve liposakşın dediğimiz yağ alma operasyonlarına ilgi gösterdiğini anlatıyor: ‘Doğumdan sonra en çok yaptıklarımız bunlar. Ancak yakın zamanda hamile kalmayı düşünenlerin karın germe ve meme estetiği ameliyatlarını ertelemeleri gerek. Çünkü hamilelik ve doğum, bu ameliyatların getirdiği görüntüyü kaybettirir. Doğum planı ufukta görünmüyor ise, çok iri ve sarkık bir göğsü yıllarca taşımanın bir anlamı yok ve ameliyatın yapılması hastanın lehine.’
LİPOSAKŞIN MI DİYET Mİ?
Doğum sonrası kişiye göre farklı boyutta da olsa, karın ve göğüs derisinde sarkma olabiliyor. Bunun için önerilen operasyonlardan biri, gevşeyen deriyi keserek almak. Doğum yapmamış kadınlarda bu müdahaleye sadece aşırı kilo alıp verme durumunda başvuruluyor. Annelerin en çok müdahale ettiği bölge göğüsler. Emzirme yüzünden sürekli şişip inen göğüsler normal olarak sarkıyor. Bunları toparlamak en çok uygulanan cerrahi müdahaleler arasında. Tabii bu arada küçültme işlemini de yaptıranlar çok.
Meme operasyonu deyince, insanın aklına direkt emzirme geliyor. Tekrar doğum yaparlarsa, süt vermenin bir sorun olup olmayacağı annelerin merak ettiği konulardan biri. Günümüzde meme başı ve meme bez dokusu arasındaki kanal sistemini bozmadan meme küçültme ve dikleştirme ameliyatları yapılabiliyor. Ancak bu sistemi bozarak yapılan ameliyatlar da hálá uygulanıyor. Bu yüzden bu konuyu ameliyatı yapacak plastik cerrah ile çok net ve açık konuşmanız çok önemli.
EMZİRİRKEN BOTOKS!
Son zamanlarda pek popüler olan botoks, hamileyken veya emzirirken uygulanabilir mi dediğimde cevap net: Görülmüş bir negatif etki söz konusu olmasa da, annelerin bu dönemde bilinmeyenin riskine girmemek açısından botoks yaptırmamalarında fayda var.
Peki doğumdan ne kadar sonra bu işlere kalkışabiliriz? Hemen doktorumuzun cevabını iletelim: En az bir yıl beklemelisiniz, çünkü vücut bu süre içinde hamilelik ile gelen doğal değişiklikleri tamamlamış olur. Kişisel kontrollere göre bu sürenin uzatılması da söz konusu olabilir. Bu noktada insanın aklına şöyle bir soru geliyor: Bütün aldığım kilolardan bu yöntemle kurtulabilir miyim diye. Kimi doktorlar yağ alma operasyonundan önce hastanın diyetle kilo vermesini önerirler. Ama bu sorunun net bir cevabı yok. Bu kararda hastanın kendi kendine kilo verebilme yeteneği ve becerisi etkili. Tabii bir konuda çok dikkatli olmak gerek: Liposakşın, kontur bozan yağlardan kurtulmak için uygulanan bir yöntem. Vücuttaki yağ oranını azaltmak istiyorsanız mutlaka diyet yapmanız lazım.
VAJİNAYA DA OPERASYON
Çok nadir de olsa, yapılan operasyonlardan biri de cinsel organ estetiği. Buna karar vermek için mutlaka jinekolog muayenesinden geçmek gerek. Çünkü doğum sonrası vajinal gevşeme ve dış genital organların gevşemesi hakkında en doğru bilgiyi jinekoloğunuz verebilir. Bağ dokusunun genetik özelliklerine bağlı olarak, mükerrer doğumlarda vajinada gevşeme olması mümkün. Bu sarkmanın ileri durumlarında idrar kaçırma gibi şikayetler de gelişebilir. Bu gibi durumlarda operasyon kaçınılmaz oluyor.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annemin güzellik sırları
Annem makyaj yapmaya başladığım günden itibaren bir noktaya önemle parmak basmıştır: ‘Ne yaparsan yap, makyajını silmeden yatma.’ Her gün makyaj yapan biri olarak, nefis cildini sadece iyi kozmetik kullanmaya değil, gece makyajını iyi temizlemeye borçlu olduğunu söyler. Ayık yattığım her gece bu sözünü hatırlardım. Ama ayık olmadığım gecelerin sabahında aynaya baktığımda o gün annemle karşılaşmamayı umardım. Ama devir gelişti, yeni makyaj ürünleri çıktı. Gece silmeden yatsanız bile sorun yaratmıyor.
Bunlar bir 10-15 sene önce çıkamaz mıydı piyasaya?
Size annemin bir sırrını daha vereyim mi? O kadar kozmetiğe meraklı bir insan olmasına rağmen makyajını sadece acı badem sütü ile temizler!
Yazının Devamını Oku 
29 Ekim 2005
Daha önce size bu konu hakkında biraz daha bilgi toplayıp karşınıza çıkacağımdan bahsetmiştim. İşte o zamandan beri pek çok anneye sordum. Özellikle hem kızı hem erkeği olanlara danıştım. İnternetten yazılar baktım. Ve kararımı verdim: Kız çocuklar daha zor.
Tabii ki çocuğun karakterinin, bulunduğu ortamın, kaçıncı çocuk olduğunun etkileri de çok ama birtakım kesin bilgiler var.
Mesela erkek çocuklarının kas oranı kız çocuklarınkinden yüksek olduğu için çok daha hareketli ve enerjikler. Bu belki fiziksel olarak anneleri daha fazla yoruyor. Dövüşmeyi, azmayı seviyorlar. Doğa gereği böyleler.
Ama kızların durmak bilmeyen çeneleri inanın daha yorucu. Anlatmanın yanı sıra soru sorma konusunda da müthişler. Bunun iyi tarafları da var. Ben Sinan’ın ağzından okulda neler yaptıklarına dair iki kalem bilgi alamazken, kız annelerinden bütün gelişmeleri öğrenebiliyorum. Ya da okul aile birliğindeki Kıvılcım sayesinde. Anlayacağınız kızlar ne olup bitiyor, hepsini anlatıyor.
Bir de tabii onların kılık kıyafetleriyle, kıyafetlerine uygun aksesuarlarıyla, aksesuarlarına uygun oyuncaklarıyla başa çıkmak, her çeşit prenses kıyafetine sahip olmak çok daha zor bence. Oğlanları bir kahramanla uzun süre idare edebiliyoruz! Ve bir kot ve tişörtle!!!
BİR DE DOĞUŞTAN AZGINLAR VAR
Uzmanların belirttiği başka bir gerçek de, erkeklerin daha alıngan ve kırılgan olduğu... Dolayısı ile psikolojik olarak biraz daha hassaslar. Bu da işleri biraz zorlaştırıyor gerçi. Ne var ki onlara sevgi gösterdiniz mi, bu sorunun üstesinden gelmeniz mümkün.
Belki annelerin oğlanlarla arasının daha iyi olması da, kızlar için daha zor denmesinde bir neden. Ne kadar kavga etseniz de yanınıza gelip kedi gibi sokulmaları, erkeksi cilveleri biz anneleri gevşetebiliyor. Kızlar da aynı şeyi babalarına daha çok yapıyorlar çünkü...
Aslına bakarsanız çocukların zorluğu veya kolaylığı biz annelerin zorluğu veya kolaylığı ile de alakalı. Biz ne kadar rahat ve sakin kalabiliyorsak, çocuklar da biraz öyle oluyor. Nitekim doğuştan ekstra azgınlar da var. Mesela annem, benim erkek kardeşime nazaran çok daha yaramaz bir çocuk olduğumu söyler. Hatta öyle ki kardeşimden daha çok benimle ilgili yaramazlık hatıraları vardır.
Yine de ben erkek çocuğun angaryalarının kızlara nazaran daha az olduğuna inanıyorum. Onları evirip çevirmek daha kolay gibime geliyor. Gerçi bir taraftan da okula başlayacakları zamanı düşünüyorum: Bu kadar azgınları masa başında nasıl ders çalıştıracağız diye...
ESAS ZOR OLAN KİM BİLİYOR MUSUNUZ?
Bu arada farkındaysanız son zamanlarımdaki yazılarda şu ilkokula başlama durumları ile ilgili bir iki attırma yapıp duruyorum. Seneye başlayacak bu maratondan gerçekten korkuyorum çünkü. Yepyeni bir düzen kurmak lazım gibime geliyor.
Her neyse, bırakalım bunları bir kenara.
Son soru: Kız çocuklar mı zor, erkek çocuklar mı?
Son cevap: Babalar!!!
Yemek kursları annelerin imdadına yetişiyor
Pek çok annenin sıkıntısı aynı. Değişik, lezzetli ve sağlıklı yemekler pişirmek. Üstelik bunu her gün yapmak! Birçok anne olayı çözmüş durumda, çünkü sayıları gittikçe artan yemek kurslarını keşfetmiş. Kursların çocuklar için sağlıklı yemekler başlıklı olanları da var, çocuklarla birlikte gidileni de. Annelerin oturduğu, sadece çocukların yemek yaptığı kurslar bile var. Kursa katıldıktan sonra mutfağa çocuklarıyla birlikte giren; yemekleri, kurabiyeleri onlarla pişiren annelerin sayısı gittikçe artıyor. Evet, yemek kursları annelerin kurtarıcısı. Üstelik mutfak dünyasını çocuklara ne kadar çabuk tanıştırırsanız yemek konusunda o kadar rahat edersiniz. Yemek yapımına karışmasalar bile siz uğraşırken onların mutfakta başka işlerle uğraşmaları, resim yapmaları bile ilerisi için iyi bir adım.
ÇOCUK YEMEKLERİNE BÜYÜK İLGİ
Altı senedir yemek kursu veren Cook Book’un sahipleri Ebru Suner Ungan ve Burcu Pinto kurslarında annelere de özel yer ayıran yerlerden biri. Kurslar her ay farklı bir ülke mutfağı veya bir tema üzerine. Katılımcılar her kurs günü o ülke veya konuya ait tüm bir mönüyü, başlangıç, ana yemek, yardımcı yemek ve tatlı, uygulamalı olarak kendileri pişiriyor. Temalı kurslarda ise parti, davet mutfağı, pastacılık, hafif ve sağlıklı yemekler gibi birçok başlık var. ‘Anneler İçin Sağlıklı Çocuk Yemekleri’ kursu ise en çok ilgi görenlerden. Bu kurs sadece annelerin katılımı ile yapılıyor ve 2,5 saat sürüyor. Öğretilenler, 1,5-2 yaşındaki çocuğunuz için bile kolaylıkla pişirebileceğiniz lezzetli ve sağlıklı çocuk yemekleri. Böylece uzun bir süre ‘çocuğum için ne pişireyim’ derdinden kurtuluyor, evdeki malzemeyle neler yapabileceğinizi keşfetmeye başlıyorsunuz. Kursta sunumlara dair de birçok pratik bilgi alıyorsunuz ki bu çok önemli. Çünkü küçük gurmeler için yemeğin görünümü çok önemli. Yemediği ya da denemeye çekindiği bir yemeği süsleyerek çekici bir hale getirmeniz mümkün.
Cook Book’da doğum günü kursları da yapılıyor. Çocuklar için düzenlenen doğum günü kurslarında, çocuklar doğum günü pastalarını kendileri yapıyor ve eğlenceli bir kutlama partisine katılmış oluyorlar. www.cookbookstyle.com
ÇOCUĞUNUZ PİŞİRSİN, SİZ YİYİN
Semen Zihnioğlu’nun açtığı Mutfakta, yemekle ilgili aklınıza ne gelirse mevcut. Mideye indirmek dahil!!! Genel sınıfa katılabileceğiniz gibi, kendi arkadaşlarınızdan özel bir grup kurup kendi derslerinizi de alabilirsiniz. Dolayısı ile bir nevi grup terapi gibi görebilirsiniz bu kursları.
Mutfaktayız’da çocuklara yönelik çalışmalar da var. Çocuklarımızla geçirdiğimiz zamanın doğru kullanılması gerektiğini düşünerek yola çıkılan bu kurslarda çocukların yaratıcılık yeteneğinin değerlendirilmesi de düşünülmüş: ‘Çocuklar yaratmayı çok sever, hele bunu ebeveynleri ile paylaşabilirlerse ortaya çıkan sadece lezzetli yiyecekler değil sihir olur. Hafta içi hafta sonu, hangi yaşta olursa olsun, çocuklarınıza ve kendinize bu yakınlaşma ve paylaşma fırsatını vermelisiniz. Bırakın çocuğunuz özgürce yaratıcılığını ortaya çıkarsın’
Burada doğum günleri de farklı değerlendiriliyor. Çünkü burada siz diğer annelerle oturup kahvenizi içerken çocuklarınız mutfakta kendi yiyeceklerini hazırlıyorlar. Yani onlar pişirecek, siz yiyeceksiniz. Böylece çocuklar bir şeyler yaratmanın keyfini çıkarırken, yemek yapmanın o kadar da kolay olmadığını görecek ve belki annelere karşı daha anlayışlı olabilecekler...
www.mutfaktayiz.com
BU KURS SADECE ÇOCUKLAR İÇİN
Atlı Spor Kulübü’ndeki Play Cafe sadece çocuklara yemek pişirme konusunda uzmanlaşan bir yer. Nicola Sert, her hafta neredeyse 100 çocukla beraber yemek pişiriyor. Nicola Sert en iyi öğretim yöntemlerinden birinin yemek yapmak olduğuna inanıyor. ‘Sebebi çok basit, çünkü beş duyuyu da kullanıyorsunuz’ diyor. Bir erkek çocuk annesi olan Nicola Sert, talep olduğunda evlere özel derslere de gidiyor. Play Cafe’nin telefonu0212 286 47 30.
KURSA GİDEMEYENLER İÇİN KİTAPLAR VAR
Eğer kursa gidecek durumunuz yoksa üzülmeyin. Çocuğunuzla birlikte kendi mutfağınızda da harikalar yaratabilirsiniz. Bunun için piyasada çeşitli kitaplar satılıyor. Bunların en yenilerinden biri, Zümrüt Özkan Anjuere’in hazırladığı ‘Yiyorum, Büyüyorum’ adlı kitap. Alfa Yayınları’ndan çıkan kitapta pek çok sağlıklı çocuk yemekleri bulunuyor. Kitabın yazarı Anjuere, 2-3 yaşındaki çocukların yemek yememe ve yemek seçme gibi sıkıntılar yaşamaları ve onları besleyenlere zor anlar yaşatmaları gibi nedenlerden yola çıkarak böyle bir kitap hazırlamış. Kendisi de üç yaşında bir çocuk annesi. Kitapta sayfalar arasında çeşitli illüstrasyonların bulunmasının sebebi, anne kitaptan tariflere bakarken, çocuğun da kitaptaki bu resimlere bakarak oyalanabilmesi.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annemin sırrını keşfettim
Bazen oturup düşünüyorum. Oğlum niçin anneannesiyle daha fazla zaman geçirmek istiyor? Niçin en azından haftada iki gece orada kalmak istiyor?
Cevapları Sinan’ın bilgisayarımdaki resim arşivinde buldum. Şöyle resimler var: Matrix Sinan, Pavarotti Sinan, Spiderman Sinan, motosikletçi, havacı, bandanalı...
Anladım ki bunlar evde kılıktan kılığa girip duruyorlar. Annem kız çocuğuna yapılabilecek eğlenceleri erkeğe uyarlamış durumda. Hatırlarım seneler evvel de adadaki komşumuzun kızı Melis’e makyaj yapıp onu giydirirdi. Hatta Melis bir kere annemi yüzünde maske ile görmüş: ‘Anneee cadı geldiii!’ diye ağlayarak kaçmıştı. Neyse, bunu anı olarak yazdım. Tabii ki oğluma makyaj falan yapmıyor, bir tek Pavarotti için sakal falan çiziyor o kadar!!!
Yazının Devamını Oku 
22 Ekim 2005
Gavurlar barbekü partisi yapar da, biz Türkler altında kalır mıyız?!! Hayır tabii! Artık hepiniz bizim oğlanların çete durumunu biliyorsunuz. İşte bu oğlanlar anne ve babaları bile etki alanları içine almayı başardılar. İki haftadır her cumartesi gecesi bir çocuğun evinde çocuklara hamburger partisi yapıyoruz. Bu gecelerin sayısı iki oldu ve devam edeceğe benziyor. O yüzden sanırım geleneksel diyebiliriz...
Beş oğlan birinin evinde buluşuyor. Anne ve babalar serbest; isteyen kalabilir, isteyen gidip bir yemek ya da sinema keyfi yapabilir. Biz kalmayı tercih eder olduk. İşi olan da gidip bir saat içinde geri geliyor. Bu arada aileler beraber mutfak sohbetine dalıyor.
İnanın ki çok eğlenceli bir ortam bu. Şansımız sadece annelerin değil, babaların da birbirleriyle anlaşması oldu. Hep beraber mutfağa giriyor, içecekleri elimize alıyor ve önce çocukların yiyeceklerini hazırlıyoruz. Biri köfteleri pişiriyor. Biri ekmekleri kızartmaya çalışıyor. Öbürü ‘Çocukların ekmeklerinin kızartılmasına gerek yok, anlamıyorlar ki!’ diyor. Ekmek sorumlusu ‘Hayır efendim ne demek, onlar en iyisini yemeli’ diyor. Biri ekmeklere mayonez-ketçap sürüyor. Öbürü içecek hazırlıyor...
Eğlenceli ve gürültülü bir keşmekeş sonucunda çocuklara yemek veriliyor. Kilo sorununu göz önünde bulundurarak patates kızartmasına takılmıyoruz.
Onda da karışıklık çıkıyor tabii; babalardan biri, ‘Yahu bunlar ufacık çocuk, ne olur patates yeseler, yakarlar zaten’ diyor. Anneler, ‘Hayır, olmaz, çoğunun kilo fazlası var, yemelerinin hiç gereği yok’ diyor.
Tabii ki annelerin dediği oluyor ve patatesler çok lazım olduğu için büyüklerin masasına ayrılıyor!
TATLILARI ÇOCUKLARDAN SAKLIYORUZ DESEM...
Çocuklar yemeklerini bitirdikten sonra ortalık el birliği ile toparlanıp, sıra büyüklere geliyor. Tabii ki biz de hamburger yiyoruz! Yanında misafir annelerden birinin getirdiği börekle hem de!!! Artık elde ne varsa koyuyoruz masaya, doyuyoruz afiyetle.
En komiği de, tatlıları çocuklardan saklayıp hüp diye götürmemiz. Geçen hafta resmen dört anne çocuklardan gizli kesip yedik pastayı. Bu hafta da kaşık kaşık güllaç!!!
Çocukların oyunlarına karşı biz de muhabbet dışında bir oyun deneyip, Tabu oynama girişiminde bulunduk. Ama isim veremeyeceğim bazı mızıkçılar yüzünden başarılı olamadık!
Yorgunluğun çöktüğü aşamada oturup konuşuyoruz: Ne kadar şanslı şimdiki çocuklar diye.
Hayır, oyuncak geyiği değil bu. Cumartesi gecesini en sevdiği arkadaşlarla beraber geçiriyorlar. En sevdikleri yemekleri yiyorlar. Gündüzden bunun heyecanını taşıyorlar üzerlerinde. Akşam için planlar yapıyor, oyunlar kuruyorlar. Tabii ki küçük anlaşmazlıklar ve kavgacıklar oluyor ama genellikle bizim müdahalemize gerek kalmadan da hallediyorlar.
Sanırım biz, çocukları için yaşayan aileler grubuna giriyoruz. Oysa ki özellikle de cumartesi gecesi onları birilerine bırakıp, bir gece için de olsa kendimiz gezmek isteyebilirdik. Ama onların programı bizim için önemli. Onların eğlenmesi bizi de eğlendiriyor. Eh tabii ailelerin anlaşmasının da etkisini küçümseyemem.
Yine de bir gece çocukları bırakıp şöyle dışarı bir yere gezmeye gitme arzusu içinde yanıp tutuşuyoruz. Hatta biz anneler bir gece ayrı da çıkmak istiyoruz ama muhalefet eden bir baba var! Azimle savaşacağız ve kazanacağız. Kararlıyız, bir gece çocukları babalarına bırakacağız ve çıkacağız.
Çocuğunuzun seçtiği gözlük ilerideki mesleğinin habercisi
Gözlük takmak kimi çocuk için kabus, kimisi için bir eğlence, bazen ilgi çekme yöntemi. İster sevsin, ister sevmesin; gözünde bozukluk olduğu teşhis edilen çocuklar gözlük takmak zorunda. İşte size altı değişik gözlük modeli, bakalım çocuğunuz hangisini beğenecek. Çocuğunuzun gözlük seçimine göre karakteri hakkında bir fikir sahibi olabilirsiniz. Çocuğunuz 4-5 yaşından büyükse, bu sayfadaki altı gözlüğü ona gösterin ve birini seçmesini isteyin. Yaptığı seçimden onun karakterini ve ileride seçebileceği muhtemel meslek alanını da görebilirsiniz.
DOKTOR
Bu çerçeve son derece ciddi ve ihtimamlı olanların tercihi. Sınıf birincisi olması ya da ergenlik çağında gireceği hormonsal fırtına onu yoldan çıkarmazsa kaderi belli: Bir tıp dehası! Yaşıtları ile bahçede koşturup duracağına, doktorculuk gibi oyunları oynamayı tercih ediyorsa bu sizi şaşırtmasın. Bu durumda, bir anne olarak en zor yıllarınız doktorculuk için konu mankeni olarak geçirecekleriniz olacak.
PATRON
Çocuğunuz bu yaşta bu gözlüğü seçtiyse bravo! Şimdiden patronluğun, iş sahibi olmanın önemini kavramış demek. Ne tür bir iş alanı seçeceğini bilemeyiz ama, alanında ne konumda olacağı aşikar. Miyop olsa bile geleceği gören bir çocuğunuz var diyebiliriz! Kolay bir çocuk da olmayacak ve büyük ihtimalle size epey zorluklar çakaracak ama ona güvenin. Pişman olmayacaksınız.
MİMAR
Duygusal ve rafine zevki olan bir çocuğunuz var. Kendisi farkında olmasa bile onun biraz trendi olduğunu söyleyebiliriz. Zeki ve akıllı, güzelliğin farkında. Giysilerini ve oyuncaklarını kendi seçiyorsa şaşırmayın. Bunları yaparkenki zevki ileride iyi bir mimar olacağının göstergesi. Lego ve ahşap bloklar gibi, bir şeyleri yapılandırarak oynadığı oyunlar onun için çok önemli. Bu yaşında evin dekorasyonuna karışabilir. Zevkine güvenin.
KREATİF
Yaratıcılık söz konusu olunca alan geniş ama çocuğunuzun süksesi bol ve farklı bir profesyonel olacağı kesin. Yaratıcılık yolunda özgürlüğünü yaşayabileceği bir meslek seçmesi sizi şaşırtmasın. Bir anne olarak onun sürekli değişen ruh haline ve bitmek tükenmek bilmeyen meraklarına hazır olun. DÁHİ ADAYI
Açıkçası şu sıralar bu gözlüğü seçen çocuklarda daha çok Harry Potter’ın etkisi görülüyor. Bu detayı bir kenara bırakırsak, bu gözlüğü seçen çocuğun idealist ve hayalperest olduğunu söyleyebiliriz. Banal gerçeklere karşın, dünyadaki tüm kötülükleri yok edecek süper güçlere sahip olma arzusunda ve bunun için de beyin gücünü kullanmayı uygun bulan bir çocuğunuz var. Sempatik tarzı dikkat çeker. Arkadaşları tarafından da sevilen ve aranan bir çocuk olacağı kesin. Onu tek başına düşüncelere dalmış görürseniz üzülmeyin. İlerisi mi? Sizi güzel sürprizler bekliyor, merak etmeyin.
FİLOZOF
Sakın bu başlığı küçümsemeyin. Bu aralar felsefe ve fikir adamları çok gündemde. Psikolog olsun, gazeteci olsun; bu alandan ciddi insanlar çıkıyor. Hatta guru bile olabilir. Belki maddi açıdan çok zengin olmayacak ama ruhunun müthiş bir bolluk içinde olacağı kesin. Seçtiği gözlük şeffaf sayılır; bu fazla dikkat çekmeden, başkalarından tepki almadan işlerini halletmek istediğinin göstergesi. Özgür davranmak arzusundaki bu çocuk önüne engellerin çıkmasından hoşlanmaz. Ufak bir tüyo: Bu çocuk politikaya atılabilir.
ANNEMİN KÖŞESİ
Anneannemin izindeyim
Geçen haftaki depresif halimden kurtulmak için bana annelik yapan Fulya, ufak bir tüyoyla hem keyfimi yerine getirdi, hem de anneannemin yolundan gitmeme yardımcı oldu.
Şöyle ki: Annem düzenli olarak manikür yaptırır. Oysa anneannem kendi el bakımını kendisi yapar ve bana evde neler yapmam gerektiğini söyler durur. ‘Derileri şöyle yumuşatıp çıkaracaksın, sonra bununla nemlendireceksin, ojeden önce de tırnakların sararmasın diye bunu süreceksin...’ diye. Yurtdışındaki kadınlar kendi manikürlerini kendi yapıyormuş, biz neden yapamayacakmışız diye de devam eder her seferinde.
Bense bu işi karışık bulduğumdan beceremeyeceğimi sanırdım. Geçen haftaki isteksiz ruh halimi gören Fulya yetişti yine imdadıma... Trind diye bir el ve tırnak bakım seti hediye etti bana. Aldığımdan beri ellerimle oynayıp duruyorum. Ne yanlışlıkla etlerimi doğruyorum, ne de tırnaklarım kırılıyor. Pakette parmak masajı bile var!
Ay pek hoşuma gitti! Tırnaklarım annemden uzun olacak yakında...
Yazının Devamını Oku 
15 Ekim 2005
Sevgili Tarancı,Siz bizi bilmezsiniz. Biz yeni kuşak orta yaş insanlarıyız. Ben, sizin tabirinizle yolun yarısındaki insanlardan biriyim. ‘Yaş 35, yolun yarısı...’ Sanırım ilk öğrendiğim şiir mısralarından biriydi. Bunu öğrendiğimde yaşım o kadar küçüktü ki, size çok büyük hak vermiştim. 35 ne demek, koca insan! Yaşlı!!!
Hele hele 50’ler... Çok yaşlı!!! Of, onlar anlamaz da bizi!!!
Benim çocukluğumda da bir dizi vardı televizyonda. Bir çeşit bilim kurgu dizisiydi. O yerde (neresiyse) insanlar 30 yaşına geldiler mi, düzeni koruyan yetkililerin emri ile öldürülüyorlardı. Dizi de buna karşı çıkıp kaçan bir grup insanın mücadelesi ile ilgiliydi.
Ben size biraz son durumdan bahsetmek istiyorum çünkü sizin bu dizeniz artık geçerliliğini tamamen kaybetmiş durumda. Hatta neredeyse ‘Yaş 70, yolun yarısı’ durumuna gelmek üzereyiz. Bizim çocuklarımıza olacak inşallah...
Şimdilerde 30 dediniz mi, hayata yeni atılan genç insanlarla dolu her yer. Yeni nesil için ergenlik çok daha erken başlasa da kafalarının basması ve kendilerini yetiştirme süreci biraz uzun sürdüğü için 20’ler hálá havada geçiyor.
35’liklere gelince...
Öncelikle onlar artık görüntü icabı 25’ler. 50 yaşındakiler ise anca 35 gösteriyor. 18’inde başlayan burun estetikleri, 25’inde başlayan botoks iğneleri, doğuracaksa doğumdan sonra, yoksa her yaşta yapılan göğüs ve yağ aldırma operasyonları, 40’ında başlayan yüz gerdirmeler, kaş kaldırmalar, kuş kondurmalar sonucunda kimse artık 60’ına ulaşmıyor bile, bırakın 70’i...
Gerçi biraz birbirine de benzemeye başları insanların yüzleri ama olsun. Çıkık elmacık kemikleri, dolgun dudakları ve aksi bakan kaşları ile artık herkes pek bi genç...
Bırakın o yaştakileri, 20’lerindekiler bile neler yaptırıyor! Brezilya’da mesela estetiksiz genç kız yokmuş neredeyse. Fabrikasyon usulü takılıyormuş millet.
Bu arada Newton’la karşılaşırsanız, yerçekimi kanununun insan vücudu üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ona izah edebilir, mümkünse dünyaya yeniden gelmesini sağlayabilirsiniz.
Olay sadece estetikten de kaynaklanmıyor. Anti-aging dediğimiz yeni bir akım oluştu. Yemek içmeden tutun da; atacağınız adıma, alacağınız vitamine kadar her şey sizin metabolizmanıza göre yapılıyor ve vücudun yaşlanması geciktiriliyor. Yapmayana para yok.
NE O, ŞAŞIRDINIZ MI?
İster istemez havaya giriyorsunuz. Çünkü bunlar artık manikür pedikür yaptırmak kadar doğal oldu bir grup insan için. Eskiden kadınlar siniri bozukluğunda gidip saç kestirirdi, artık kesmiyor saç kestirmek. Vücutlarla, yüzlerle oynamak gerekiyor. Anca toparlanıyor kadın kısmı...
Şaşırdınız biliyorum, ama yadırgamayın. İşi tadında bırakan, ayarını bilen insanlarda çok başarılı sonuçlar çıkıyor ortaya. Yılların yalan tesellisi ‘Çirkin kadın yoktur’ lafı bu şekilde doğru da olmaya da başladı. Ayrıca şarap gibi kadının da lezzeti arttı; çünkü şişe bozulmadan, tozlanmadan içindeki kıymetleniyor. Fena mı?
Daha da önemlisi ne biliyor musunuz? Ruhlar da genç kalıyor. Bu, güzel haber tabii. Gerçi şehir yaşamı, zorlayan hayat şartları, geçim derdi insanı çok yoruyor ama insanlar bir şekilde ruhlarını iyi tutmak için mücadele veriyorlar. Mesela adamın biri Ferrari’sini satıyor, bilge oluyor, insanlar da okuyup moral buluyor! Kimileri şehri bırakıp çayıra bayıra yayılıyor, kimileri sanata takılıyor. Epey büyük bir kısım yemek veya takı yapıp satıyor.
İşte böyle idare ediyoruz.
Çocuklar ise televizyonda baştan aşağı değişen insanları seyrederek, rejim ve kilo derdi içinde bocalayan, salata ile yaşanan ortamlar içinde büyüyor.
İyi olucaz inşallah...
Hayırlı günler...
Büyükleri değil yaşıtlarını sever
ÇOCUĞUNUZ 3 YAŞINDA
Üç yaşına gelmiş birine artık bebek demek ayıp. O artık koca bir çocuk! Üstelik bebek lafını onlar da sevmiyor. Oyun çağına giren, meraklı, öğrenmeye açık ve hevesli, çenesi açıldıkça durmayacak ve size müthiş keyif verecek bir aday var karşınızda. Artık kendisinden başka bir dünya da olduğunun farkına varan çocuğunuzun kişiliği bu dönemde iyice belirginleşir. Çok güçlü olan duygularını başkalarıyla paylaşmayı bu yaşlarda öğrenmeye başlayacak ama müthiş enerjisi de sizi epey yoracak. Uzun lafın kısası, yorulsanız bile, üç yaşındaki çocuğunuzla iyi zaman geçirmemeniz mümkün değil.
İYİ HABER, 2 YAŞ SENDROMU BİTTİ: İki yaş sendromu biten çocuk daha sakin, olumlu ve dengeli davranışlar sergiler. Yaşıtlarını seyretmeyi ve onlarla oynamayı çok severler. Birbirleriyle inanılmaz sohbete koyulurlar. Bu konuşmaları kulağınızla dinleyin. Gerçekten çok eğleneceksiniz.
HER FIRSATTA OYUN: Oldukça hareketlenen çocuğunuz sürekli koşturmak, oynamak, zıplamak, atlamak isteyecek. Onu her gün parka götürseniz bile asla sıkılmayacak.
MERDİVENLERE DİKKAT: Merdivenin ikinci basamağından atlayabilir, elinde bir şey taşıyarak merdiven inip çıkabilirler. Zaten merdiven ilgilerini çok çeker. Bu yüzden dikkatli elden bırakmamakta fayda vardır.
EL BECERİLERİ GELİŞİYOR: Her iki elini güzelce kullanmaya başlar. Lego gibi inşaat oyuncaklarıyla oynamaktan çok zevk alır, özellikle blokları üst üste koyup boyu kadar uzun kuleler yapmayı çok sık denerler. Daha önce denemediyseniz kalem tutmayı öğretebilirsiniz. İnsan resimleri çizebilir, çocuk hamurunu sadece yoğurmak yerine bir şeyler yaratmak için kullanmaya başlar. Ona yapabileceği basit şekiller göstermeli, beraber yapmalısınız. Artık makas da kullanabileceğinden ona tehlikeli olmayan çocuk makası alabilirsiniz.
KENDİNİ RAHATÇA İFADE EDER: Konuşurken sesini hislerine ve duruma göre ayarlayabilir. Kelime haznesi epey geliştiği için derdini rahatlıkla anlatabilir. Hatta tek başına oynarken bile kendi kendine konuşabilir
SORULARI CEVAPSIZ KALMASIN: Bu dönem soru sorma dönemidir. ‘Ne, neden, nasıl, kim’ gibi soruları sık sık birbiri ardına soracaktır. Onu sakın cevapsız bırakmayın. Konu ne olursa olsun, mutlaka cevaplandırın. Aynı soruları tekrar tekrar sorsa bile sabırlı davranmalısınız.
YUVA İÇİN UYGUN YAŞ: Sosyal becerileri geliştiğinden ve oyun onun hayatının en önemli parçalarından biri olduğu için, üç yaş yuvaya başlamak için uygun bir zaman. Zaten bu yaş çocuğu büyüklerden daha çok kendi yaşıtlarıyla olmaktan zevk alır. Neler yapabileceğini, hatta ne kadar hızlı ilerlediğini göreceksiniz. Sayı saymak dışında şiir ve şarkı bile ezberlediğini görmek sizi şaşırtmasın.
HİJYEN ALIŞKANLIKLARI ÖĞRENİR: Bu yaştaki çocuğunuza el yıkama ve diş fırçalama gibi alışkanlıkları kazandırabilirsiniz. Yalnız şunu unutmayın: Sizi örnek alan çocuğunuz, bunları sizin de yaptığınızı görmezse yapmaz.
BİRLİKTE SOSYALLEŞİN: Artık çocuğunuzla beraber sosyal faaliyetlere başlayabilirsiniz. Sinema için erken sayılsa da, çocuk tiyatrosuna gitmeyi deneyebilirsiniz. Karanlıktan ya da sahnedeki bazı kahramanlardan korkarsa ikinci denemeyi daha uzun bir süre sonra yapmanızı öneririz.
KENDİ SEÇSİN: Artık çocuğunuza tercih hakkı tanıyabilirsiniz. Mesela istediği kıyafeti giymesi için serbest bırakabilirsiniz. Ya da kitapçıda istediği bir kitabı seçmesini söyleyebilirsiniz. Bir şey için hayır, ya da yapma derken, alternatifleri ortaya koyarsanız yapmamasını istediğiniz şeyden çok daha kolay uzaklaşacağını fark edebilirsiniz. ‘Masanın üstüne çıkma ama bu taburenin üstüne çıkabilirsin’ gibi...
Doğum fotoğrafları sergisi
Doğum fotoğrafları ile tanınan Şengül Pallı’nın yeni sergisi geçtiğimiz hafta açıldı. 1976 doğumlu Pallı, ebe-hemşire olarak çalışırken 1999 fotoğrafla ilgilenmeye başladıve fotoğraf eğitimi aldı. Mezun olduktan sonra ebe-hemşire bilgisini fotoğrafçılıkla birleştirerek doğum fotoğrafları çekmeye başladı. Bebeklerinin doğumunu ölümsüzleştrmek isteyen anne-babaların tercihi olan Şengül Pallı’nın sergisini 29 Ekim’e kadar BellaMom Nişantaşı mağazasında gezebilirsiniz. BellaMom: Teşvikiye Caddesi No: 65, Daire: 3 Teşvikiye, İstanbul.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annelere moral yazısı
Son zamanlarda annem tarzındaki kadınlarında bir bıkkınlık seziyorum. Alışveriş, giyim kuşam gibi konularda eski hevesleri kalmamış gibi. Eskiden sokaktaki kadınlara daha iştahlı bakarken, artık daha eleştirel gözle bakıyorlar. Bu seneki müthiş çanta modellerine ilgisizler. Hele hele sokaktaki pek çok kadının giydiği o bol bol etekleri görmek dahi istemiyorlar...
Sebebinden emin değilim. Kılık kıyafetlerin çok fazla ortada olup insanın içini bayması mı, kemale ermek mi, hayatın artan sıkıntıları mı yoksa?
Onlara moral vermem lazım. Çünkü onlar benim örnek aldığım, hayata bağlı, neşeli, ailelerini kontrol altında tutmayı beceren ışıltılı kadınlar.
Biz kızları da bu ışıltı ayakta tutacak çünkü.
Yazının Devamını Oku 
8 Ekim 2005
Bana pek gelir internet geyikleri. Ya da hüzünlü yazılar... Çoğunu okumadan, ya da bitiremeden silerim. Ama bazı insanların gönderdiklerine daha fazla dikkat ederim. (Bundan çıkarılacak ilk sonuç: Gönderdiğiniz yazıların okunmasını istiyorsanız az ama gerçekten ilginç yazılardan gönderin.) Pek görüşemediğim ama e-mail sayesinde irtibatımızın sürdüğü arkadaşlarımdan biri olan Yasemin de onlardan biri. Ve bu da beni gerçekten güldüren bir ileti:
‘Dört yaşındaki oğlumla sokakta yürüyordum. Birden eğilip yerde bulduğu bir şeyi ağzına soktu. Ben de o şeyi alıp attım ve bir daha bunu yapmamasını söyledim. ‘Neden’ diye sordu. Ben de ‘Çünkü o şey yerde idi. Nereden geldiğini bilmiyoruz, bu yüzden de pisti. Senin hastalanmana neden olur’ diye cevapladım. O zaman gözlerini açarak bana baktı ve bütün bunları nereden bildiğimi sordu. ‘Eee, bütün anneler bunları bilir. Bunlar ‘annelik testi’nde vardır. Eğer anne olacaksan bunları bilmek zorundasın, yoksa olamazsın’ dedim.
İki üç dakika sessiz sedasız yürüdük. Sonra yeni bilgisini sindiren oğlum bana döndü ve şöyle dedi: ‘Tamam, şimdi anladım. O zaman testten geçemezsen, baba oluyorsun.’ ‘Aynen öyle’ diye cevap verdim yüzümde ve kalbimde bir tebessümle...’
Ya gerçekten çok hoşuma gitti bu metin. Megalomanik bir haz aldım yazıdan. Bu durumda babaların gönlünü almam gerekiyor sanırım. Ne var ki ben çocuk yetiştirmede annelerin çok daha önemli bir yeri olduğuna inananlardanım. Hatta annesi ne ise, çocuk da öyle bir hale gelir bile diyebilirim. Babalar da artık günümüzde çok daha yardımcı ve yapıcı. Onun da farkındayım. Efes Pilsen’in yaptığı Türkiye Kadın Profili araştırmasında çıkan sonuçlarda da bunu görüyoruz. Eşinin iyi bir baba olduğunu düşünen kadınların oranı yüzde 91.4’müş. Demek ki biz babalardan memnunuz. Peki niye o zaman anneler bir araya geldiğimizde sürekli babalardan yakınıyoruz!!!
KOZ PAYLAŞMAYI SONRAYA BIRAKIN
Şaka bir yana, çocuk yetiştirirken anne ve babalar arasında daha önce hiç yaşanmayan tartışmalar olabiliyor. Çocuğu yetiştirme ve terbiye etme tarzımızı nedense onlara beğendiremiyoruz. Çocuklarını lüzumsuz ya da yersiz yere ağlattığımızı düşünüyorlar. Biz de onlara açıklama yaptığımızda nedense anlamıyor, bize katılmıyorlar.
Oysa bakın, testi geçen bizlermişiz!!! Tabii ki çocuk yetiştirirken tartışmak, farklı fikirlere sahip olmak normal. Ama bu tartışmaları yaşarken tek yapmamız gereken, bunları çocuğa yansıtmamak. Yani sadece yanında kavga etmemek değil. Önemli bir şey de, çocukları kendi cephemizde tutabilmek için babalarına karşı tavırlı yetiştirmemek.
Çünkü bunun örneğini gördüm. O zaman gerçekten çok şaşırmıştım. Annesi kızına ‘Sen gel bana, baba seni anlamaz. Ben seni çok iyi anlıyorum. Ben senin istediğini yaparım’ demişti. Ben de gözlerimi kocaman açıp yutkunmuştum. (Ama hakikaten açmıştım gözlerimi). Çocuğa böyle dersek ileride babasından ne almasını bekleyebiliriz?
Ay ne olur, sakın böyle demeyin. Kocanız lüzumsuz yere bağırsa bile bunu çocuğunuza yapıcı bir şekilde açıklayın. Çocuğu yatırın, kozunuzu o zaman paylaşın adamlarla...
Çocuğunuza korkuyu öğretmeyin
Çocuklarımız bazen tahmin etmediğimiz korkularla çıkarlar karşımıza. Bazılarını pek önemsemeyiz. Bazen de ‘Bizim çocuk korkak mı olacak’ diye bir soru gelir aklımıza... Çocukların korkularını dinlemek ve önemsemek, gerektiği zaman da olaya el koymak önemli. Anne ve babanın yanlış tutumları ve bir anlamda korkuyu çocuklarına öğretmeleri nedeniyle bu geçici korkular uzun yıllar devam edebilir. Çünkü toplumumuzda korkutma bir çeşit eğitim ve disiplin aracı olarak kullanılıyor ve çocuğa korku aşılıyor.
Korku, tarih boyunca bir disiplin aracı olarak kullanılmış. Bebeklik döneminden itibaren çocuk, farklı nedenlerle korkutulur. Örneğin, gece uyumayan çocuğa ‘Cadı geliyor, köpek geliyor, seni yer’ gibi sözler söylenir. Anne baba için zahmetsiz ve kolay görünen bu yaklaşım, meyvelerini kısa süre sonra vermeye başlar. Karanlık koridorda yürüyemeyen, köpek gördüğünde avazı çıktığı kadar bağıran ya da doktora getirildiğinde ortalığı birbirine katan çocukların bu davranışları çoğunlukla ebeveynlerin eseridir.
Kendisinde fobik davranışlar olan anne babalar çocukları için olumsuz birer örnek. Tedirgin yapıları gereği aşırı koruyucu ve kollayıcı olan ailelerin çocuklarında kendine güven azlığı yanında korku sıklıkla görülüyor. Fobilerin oluşumunda öğrenmenin ve yetiştirilme biçiminin önemli rolü var.
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanı Doç. Dr. Mücahit Öztürk, ailelerin çocukları korkutarak terbiye etmeye kalkıştığında, onun yeni fobiler edinmesini sağladığını söylüyor: ‘Korku dıştan gelen tehlikelere karşı duyulan doğal bir tepki. Aslında, kişiyi tehlikeye karşı hazır hale getiren bir çeşit uyarı olması nedeniyle gerekli ve faydalı bir düzenek. Ancak bazen bu doğal tepki hali o kadar aşırı oluyor ki, kişinin günlük işlerini ve düzenini bozuyor. İşte o zaman fobiden bahsediyor oluyoruz.’
Çevresini tanımayan ve etrafında olup bitenlerden pek haberdar olmayan küçük bir bebeğin tanımadığı her şeyden korkması çok doğal. Büyüdükçe bu korkular azalır. Çünkü çocuğun zihnen gelişmesi ve çevreyi tanıması, korkulacak nesne ve durum sayısını azaltır.
ÇOCUĞUNUZA KÖTÜ ÖRNEK OLMAYIN
Korkunun nedenini bulmak her zaman mümkün olmayabilir. Anne babanın tutumu olmaksızın da çocukta korku ve fobi reaksiyonu gelişebilir. Çocuk bu kadar korkunun hiç de anlamlı olmadığının farkındadır. Ancak kendini tutamaz ve korktuğu nesne ve durum karşısında kaçma ya da kaçınma reaksiyonu gösterir. Korkulan durum ve nesne ile karşılaştığında çocuk ağır bir bunaltı yaşar. Bu, huysuzluk, ağlama ya da yanında bulunan birine sıkıca sarılma şeklinde çıkar ortaya. Fobiler, çocuğun günlük hayatını ve eğitimini etkileyecek nitelikte olabilir.
Fobilerin neden oluştuğu konusunda değişik görüşler var. Bazı uzmanlar fobiyi daha çok bireydeki iç çatışmaların sonucu oluşan bunaltıya karşı bir savunma olarak görürken, bazıları öğrenilmiş bir davranış olarak ele alırlar. Son yıllarda kalıtım ve biyokimyasal etkenlerin de fobi oluşumunda etkili olduğunu hararetle savunanlar var.
Fobiye panik halinin eklendiği durumlarda çoğunlukla ilaç tedavisinden yararlanılıyor. Ancak asıl üzerinde durulan tedavi şekli, davranış terapileri. Çocuğun korkudan kurtulmasının yolu yeni korkular oluşturmak değil. Korktuğu için cezalandırılması, korkusuna yenilerini eklemekten başka işe yaramaz.
Sık görülen ve normal sayılan korkular Görüldüğü yaş
l Gürültü, ani hareket eden nesneler İlk 6 ay
l Yabancı kişiler 07-12 ay
l Yüksek ses, karanlık, hayvanlar, aileden ayrılma, rüzgar 01-5 yaş
l Hayaletler, canavarlar 03-5 yaş
l Hırsız, cezalandırılma, yaralanma 06-12 yaş
Çocukların yaklaşık yüzde 10’unda gençlerin ise yüzde 2-3’ünde belirgin korku reaksiyonu gözleniyor. Çocuğun tek bir fobisi varsa, genellikle erişkin dönemde ortadan kalkar. Bir kısmı ise hayat boyu sürer.
Hayata ilk adım
Dört yıldır üç ayda bir yayınlanan ve jinekologlarda anne adaylarına hediye edilen Hayata İlk Adım Dergisi yenilenen içeriğiyle artık her ay yayınlancak ve bayide de satılacak. Hamilelik, doğum ve bebeğin 0-1 yaş arası gelişimini içeren derginin fiyatı 2,5 YTL. Ayrıca derginin içinde e-bebek.com’dan 150 YTL’lik indirim kuponları da olacak. Dergide her ay bir ürün tüm özellik ve fiyat karşılaştırmalarıyla ele alınacak. Ekim saysında annelerin birçok marka arasında seçim yapmakta zorlandığı bebek arabaları var. Ayrıca ‘sizin için seçtik’ sayfalarında hamilelerin ve yeni annelerin ihtiyaç duyabilecekleri çok özel ve yeni ürünler yer alacak. Bu ayki dosya konusu, bebeğinizin ay ay fiziksel gelişimi.
Aşırı korku oluşturan nesne ve durumlar
Hayvanlar (genel olarak kedi, köpek, yılan, böcek cinsleri) Kan ve yara Karanlık Ateş Yabancı bir insan Yükseklik Kapalı bir mekanda bulunma (asansör gibi) Şimşek, gök gürlemesi
KORKULARI OLAN ÇOCUĞA YARDIM
Anne babanın korkan çocuğa söyledikleri ilk söz genellikle ‘Niye bebek gibi korkuyorsun’ olur. Çocuğu aşağılayan bu yaklaşımla sorunu çözmek mümkün değil. Yapılması gereken, ne hissettiğini anladığınızı söyleyip yardımcı olacağınız mesajını vermek. Korkusunu yenebilmesi için ona zaman tanımak ve adım adım sorunun üzerine gitmesini sağlamak zorundasınız. Attığı her adımda onu cesareti nedeniyle kutlamalı ve ümit vermelisiniz. Örneğin, karanlıkta ve yalnız başına uyumakta zorluk çeken bir çocuğun, ışık açıkken ya da gece lambası yanarken yalnız yatabilmesi çok olumlu karşılanmalı. Çocuk güzel sözlerle ve gerekirse hediye ile ödüllendirilmeli.
ANNEMİN KÖŞESİ
Suçlu alışveriş mi, misafir mi?
Ana kız olarak gezme konusunda başarılı sayılabiliriz belki ama misafir gezdirme konusunda son derece başarısız olduğumuz kesin. İkimizin beraber hiç böyle bir denemesi olmadı ama ayrı ayrı yaptığımız bütün girişimler en azından bizim açımızdan fenalık geçirmeyle sonuçlanıyor.
Geçen hafta annemin yurtdışında yaşayan kuzeni ve kuzeninin kızı gelmişti. Tabii ki annem onları hem işi ile ilgili hem de turistik olarak gezdirmek durumundaydı. Topkapı, Dolmabahçe, Kapalıçarşı muhabbeti anlayacağınız...
Güzel bir program çizdi annem masa başında. Ne var ki uygulamaya geçtiğinde epey zorlandı. Bir baktım ki günün ortasında misafirlerini ekip benim yanıma kaçmış. ‘Dayanamıyorum Nora. Sersem oldum. Bünyem kaldırmıyor’ diyor.
Sonra Kapalıçarşı’daki dericilerin mükemmelliğinden bahsetti durdu. Galiba annemi esas sersemleten onlar oldu!!!
Yazının Devamını Oku 
1 Ekim 2005
Büyüyorlar işte. Şu aralar bu fikir hepimizin hoşuna gidiyor tabii... Onların adam gibi davrandığını görmek (kızlar için de geçerli bu lafım) annelerinin olamadığı zamanlarda da olgun olduklarını bilmek insanın gururunu okşuyor. Bazen o kadar olgun davranıyorlar ki çocuklarımız, ‘Tamam artık, bu iş bitti. Bunlar yola geldi’ diye düşünüyoruz. Ama tam o anda bebek tarafları ortaya çıkabiliyor birden. Bu da bazı kararları verirken biraz tutuk olmanıza sebep oluyor.
Derin’in annesi Nilgün’le sohbet ederken birbirlerinde kalma talepleri karşısında nasıl davranmamız gerektiği sorusu çıktı karşımıza. Evlerin çok yakın olması büyük avantajımız tabii. Denemeye karar verdik. Bir düğüne davetliydik. O geceyi Sinan’ın Derin’lerde kalması üzerine planladık.
O sabah Sinan’la beraber okul çantasını hazırlarken pijama, ev kıyafeti, diş fırçası ve uyku bezini de koyduk. Okuldan Nilgün aldı onları ve beraber eve gittiler. Nilgün keyfimize bakmamızı, onları aramamamızı, gerekirse bizi arayacağını söyledi. Baktık ki çocuklar uyumuyor ya da biri diğerini uyutmuyor, o zaman devreye girip programı değiştirebilirdik. Ya da bizimki kalmak istemezse gelip alacaktık. O gece öyle geçti. Ses seda çıkmadı.
Sabah çocukları okula bırakan Nilgün beni aradı ve özeti verdi: Gece gayet iyi geçmiş. Sinan, çorbanın içinde maydanoz taneleri var diye içmemiş ama diğerlerini yemiş. Zamanında uyumuş ve güzel güzel kalkmışlar.
Böylece ilk yatıya kalma denememiz de başarıyla sonuçlandı. Şimdi biz bir arkadaşımızı yatıya alacağız. Aklıma kendi gençliğim geldi. Bana arkadaşlarımın yatıya gelmesine ya da benim onlara gitmeme bayılırdım. Lisedeyken okul zamanı hafta arası bile kalırdık birbirimizde. Çok ama çok eğlenirdik.
Tabii ki bu çocuklar bizim kadar eğlenemezler, henüz bekleyemeyiz. Arada çatışmalar ve küsmeler de oluyor. Ama onları kısa süre içinde halledebilmeleri işlerin yolunda gitmesini sağlıyor. Şimdi belli geceleri çocukların eğlenceleri üzerine kurmayı planlıyoruz. Mesela bir gece sinema gecesi yapıp bir evde çocuklara patlamış mısırlı film izleme seansı yapacağız. Böylece diğer anne babalar da birkaç saat bir yemeğe gidebilecek. Çünkü sevgili arkadaşlar, bizimkiler seneye ilkokula başlayacak. Hanya’yı Konya’yı görecek. Bari bu sene biraz eğlensinler! Okul çıkışı birbirlerine gidip oynasınlar, akşamları takılsınlar... Çünkü seneye paso ders yapacağız maaile!!!
İlk 6 ay sadece anne sütü
Anne sütü, bebeklerin ihtiyacı olan tüm besin öğelerini ilk altı ay boyunca tek başına sağlayabilen en iyi besin. Anne sütü ve doğumdan hemen sonra gelen kolostrum bebek için çok önemli, çünkü bebeği hastalıklara karşı korur, bir anlamda bebeğin ilk aşısı. Her yıl ekim başında gerçekleştirilen Emzirme Haftası’nın amacı, Türkiye genelinde çeşitli etkinliklerle tüm annelere ulaşmak ve bu oranı sıfıra indirerek anne sütünden yararlanmayan bebek kalmamasını sağlamak. Bugün başlayan ve 8 Ekim’e kadar devam edecek Emzirme Haftası’nı fırsat bilip diyetisyen Yasemin Batmaca ile konuştuk.
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
Anne sütü en iyi, en doğal ve en taze besin Temiz ve mikropsuz Daima hazır ve bedava Tamamıyla ve kolaylıkla sindirilir Anne sütüyle beslenen bebeklerde ishal, karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür Bağışıklık sistemini güçlendirir, kas ve kemik gelişimini artırır Bebeğin su ihtiyacını tam olarak karşılar, ayrıca su verilmesine gerek kalmaz Bebekle anne arasında özel bir sevgi bağı kurulmasını sağlar Emzirme, annenin sağlığını korur, meme ve rahim kanseri olma riskini azaltır.
Emziren kadınlar daha çok olsaydı yılda 1.5 milyon bebeğin yaşamı kurtulacaktı
Anne sütü, bebeğin ilk altı ay ihtiyacı olan protein, yağ, demir, vitamin gibi her türlü besin değerini içeren ideal besin kaynağı. İçindeki koruyucu maddeler nedeniyle bebeği enfeksiyonlardan koruyor. Anne sütü ve doğumdan sonra gelen kolostrum (ilk sarı süt); ishal, soğuk algınlığı, öksürük gibi hastalıklardan koruyor. Anne sütü ile beslenmiş çocuklar astım, alerji, çocuk diyabeti gibi hastalıklara karşı daha dirençli oluyor ve kanser görülme oranının daha düşük olduğu biliniyor. Ayrıca anne sütünün içinde yeterli miktarda demir olduğu için, emzirilen bebeklerde kansızlık olmadığı gibi, anne sütü alan bebeklerde, pişik, karın ağrısı ve kabızlık daha az oluşuyor. Anne sütünde yeterli miktarda su ve vitamin bulunduğu için, çok sıcak iklimlerde bile bebeğe su vermeye gerek yok.
Anne sütü ile beslenmeyen çocuklarda ölüm oranları, diğerlerine oranla 4-6 kat daha fazla. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre emziren kadın oranları daha yüksek olsaydı yılda 1,5 milyon bebeğin yaşamı kurtulacaktı.
Emzirme, doğumdan yarım saat sonra olmalı ve yeni doğanlara kesinlikle anne sütü dışında herhangi bir yiyecek ve içecek verilmemeli. İlk haftalarda bebeğinizi her istediğinde emzirmelisiniz. Bu dönemde yapay meme veya emzik kullanılmaması öneriliyor.
Evet, bebek her ağladığında emzirilmeli! Bebekler genellikle günde 8-10 öğün emmek isterler. Yeni doğanlar bazen çok uzun süre uyuyabilir. Beslenme arası üç saati aşarsa, severek veya altını açılarak güzelce uyandırıp emzirmelisiniz. Emme sıklığı ilerleyen aylarda giderek azalır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve UNICEF, anne sütü ile beslenmenin doğumdan hemen sonra başlamasını, ilk altı ayda sadece anne sütü verilmesini ve emzirmenin altıncı aydan sonra uygun besin takviyeleri ile 2 yaş ve üzerine kadar devam etmesini öneriyor.
SÜT VERİYORSANIZ BUNLARI UNUTMAYIN
Normal ihtiyacınızdan daha fazla su için. Su içmek anne sütünü arttırdığı gibi, kendinizi zinde hissetmenize de yardımcı olur Günde en az iki bardak süt içmeli veya peynir, yoğurt gibi süt ürünleri yemelisiniz Enerji ihtiyacınızı karşılamak için her öğünde, et, tavuk, balık; gaz problemi yaratmıyorsa, fasulye, nohut benzeri baklagiller gibi hem hayvansal, hem de bitkisel protein bakımından zengin yiyecekler tüketin Sebze ve meyve yemeyi ihmal etmeyin
100 anneden 98’i emziriyor 100 bebekten 2’si anne sütüyle hiç tanışmıyor
Türkiye’de, ilk altı ayda sadece anne sütü ile beslenen bebeklerin oranı yüzde 1,3. Beş yaşın altındaki çocukların yüzde 25’inde beslenme eksikliği görülüyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i beş yaşın altında ve her sene bu çocukların 63 bini önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. Ölenlerin 50 bini bir yaşın altında.
Anne ve bebek bakım ürünleri ve aksesuarları firması Avent’in Türkiye temsilcisi Grup Ltd. tarafından Türkiye genelinde 660 anne arasında yaptırılan araştırma Türkiye’de annelerin bebeklerini emzirme oranında ve emzirme sürelerinde artış olduğunu gösterdi. Sağlık Bakanlığının açıkladığı 2003 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması Raporu (TNSA) verilerine göre yüzde 95 olan emzirme oranının yüzde 98’e yükseldiği görüldü. Bunun yanında araştırmada hálá yüzde2’lik bir bebek nüfusunun ne yazık ki hiç anne sütüyle tanışamadığı gerçeği de ortaya çıktı.
Annem kendini yazıya vurdu
Bu yazı annemden geldi. Parantez içindekiler benden...
‘Pazar saat 18.00... Bu saatte yazılmış bir maili alınca sanırım annem kafayı yemiş diye düşüneceksin. (Eyvah, bir sorun var) Ama baban TV izlerken birikmiş dergilerime göz attığımda o kadar güzel ve ilginç konulara rastladım ki, onları senle paylaşmadan edemedim. (Sanırım annem bunalıma giriyor.) Aslında bu konular daha çok sen moda ve trendler hakkında yazarken işine yarardı! Şu durumda seni ilgilendiren konular çok kısıtlı. (Yaşla mı alakalı acaba, babamla mı?) Çünkü sen gayretli bir anne ve çalışkan bir yayıncı olarak bütün bilgileri ve çalışmaları zaten toparlamaktasın. (Onurlandım doğrusu.) İlgimi çeken konulardan biri şöyle: Yeni dönem için 10 öneri.
1) Okula dönmek: Bunu sanırım beceremem. 2) Tek bir sergi bile kaçırmamak: Bienalden başlamam gerekecek. 3) Koyvermek: İngilizce tabiriyle, take it easy! Mümkünce yapabilmek gerek. 4) Bir şapka satın almak: Bu sezonun en kült aksesuarı. Zaten bunu geçen kış da yapmıştım. Hah ha! 5) Spora gitmek: Ölmek var, dönmek yok bu konuda. Birlikte gitmeyi de özledim... İlk fırsatta yenilenen Motus’ta senle olmayı bekliyorum. 6) Başkalarına yardım etmek: En azından haftada 1 gün. 7) Kendine yardımcı olmak: Gerekirse bir danışmandan yardım almak. Sanırım buna ihtiyacım yok. Kendimi şımartmayı bilirim! 8) Daha fazla okumak: Buna lafım yok. Mutlaka uygulanacak. 9) Bisiklete binmek: Kim ??? Ben mi? İmkansız! 10) İyi alışkanlıkları muhafaza etmek: Evet, evet, evetttttttttttttttt!’
Yazının Devamını Oku 