4 Mart 2006
On sekiz yaş herkes için çok önemli. Adam oluyoruz ya o yaşta!.. Ama pek çok kişi için de ehliyet demek. Ben ise hiçbir zaman meraklı olmadım. Azan, coşan, gezen, uzakta iş yeri olan bir genç kadın olduğum zaman bile otomobil kullanmak açmadı beni. Beni tanıyanlar asla bu durumu bana yakıştıramıyordu. Nasıl olur da benim gibi hayatı, felsefesi, özgürlüğü olan bir kadın araba kullanmaz? Bunu nasıl açıklamak gerekir, bilemiyorum. Korku, beceriksizlik, ihtiyaç duymama... Bilmem. Merak da etmiyorum. Ehliyet aldım ama kimlik niyetine duruyor. Ben hayatımı arabasız olarak düzenledim. Bakın nasıl yaptım:
1. Doğduğum günden beri Nişantaşı’nda yaşamak, gerekli her yere yürüyüş mesafesinde olmak ve bunu kulağımda müzikle, severek yapmak. Biraz da spor oluyor. Hatta doğum sonrası kilo verirken rejim yapmadığıma kimseyi inandıramadım.
2. Otomobil kullanan kız ve erkek arkadaş sayısını fazla tutmak. Hatta bunu kategorilere bile ayıracak kadar uzmanlaşmak: İş için, karşı taraf için, gece gezmesi için, gündüz gezmesi için gibi.
3. Otomobil gece eğlencesini kısıtlar! Hem kendimin ve başkalarının can güvenliğini tehlikeye atmadım, hem arabaları kahyalara teslim etmedim, hem de ertesi sabah arabayı nereye park ettim gibisinden sokakları arşınlamadım. Üstelik gece gezmelerinde eşim de taksi kullanıyor. Kafası çalışan her insan gibi. Dolayısı ile bekarsanız zaten gece araba kullanmamalısınız. Evli olunca da size düşmez!!!
4. Bir ara işyerim İkitelli civarında idi. Bunun için araba gerektiğini düşünmeyin. Yolun uzunluğu benzin tüketimi açısından, trafiği de sinir krizi açısından çok etkili. Otomobili olan pek çok kişi bile artık servisle işe gidip geliyor. Milliyet’te çalışırken, yarım saatte Harbiye’ye gelen servisin Nişantaşı’ndaki Yargıcı’ya kadar ulaşması yine yarım saati buluyordu. Oysa ben Askeri Müze’nin orda inip 10 dakika sonra evde olabiliyordum. Yolda da uykumu alıp şehre dinç varıyordum.
5. Artık durum değişti. Çoluk çocuğa karışıldı. İş-okul-ev üçgeni ayarlandı. Bütün işler yürüyerek hallediliyor. Oğlan da yürümeye alıştırılıyor!
BİZ YÜRÜMEYİ SEVİYORUZ
Nasıl bir yürüme tempomuz var inanamazsınız. Onu sabah okula bırakıyor, işe yürüyorum. Öğleden sonra çıkıyor, okuldan Sinan’ı alıyor, oradan market ve diğer alışverişleri yapıp eve. Oğlan da benimle tabana kuvvet. Çok nadiren başka semtlere gitmem gerekiyor. Bir doğum günü falan olduğunda. O zaman da arabalı annelerim var zaten. Oğlumu kucağıma alıp arka koltuğa yerleşiyorum.
Eminim ki araba kullanmak güzeldir, ama bu trafikte kimse beni buna ikna edemez. Hele hele oğlunu araba tutan biri olarak! Mümkünse taksiye bile binmek istemiyoruz, çünkü ikimiz de kötü oluyoruz. Eğer uzak bir yere gideceksek de ayarlamalarımızı muhtemel trafik tıkanma saatine göre yapıyoruz.
Yanlış anlamayın, size araba kullanmayın demiyorum. Ama inanın, arabasız da çok rahat yaşanıyor. Arada bir değişik vasıtaları kullanmak iyi oluyor, ki bu konudaki araştırmalarımı başka bir yazıya saklıyorum. Yürüyoruz, koşuyoruz, hatta bazen seke seke koşuyoruz. Yokuş aşağı çok zevkli oluyor! Sokakta bize garip garip bakanlar da oluyor ama önemli değil.
Takılıyoruz işte...
Bebekler için organik gıda
Son zamanlarda organik ürünlerle beslenme tartışması sürüp gidiyor. Bilinçlenen anneler, başka bir masraftan kısıp organik sebzeye biraz daha bütçe ayırmaya çalışıyor. Bugünlerde çocuklara gösterilen hassasiyeti gereksiz bulabilirsiniz. "Biz böyle mi büyüdük!" diye sorabilirsiniz. Ama bilgilerimizin artmasını değerlendirmek yanlış mı? Her anne bebeğini en doğru ve en sağlıklı şekilde büyütmek ister. Hálá inek sütünün, pirinç mamasının kullanıldığı ülkemizde anneleri bu konuda biraz daha bilinçlendirmek çok önemli.
Soru şurada başlıyor: Mevcut tarım koşullarında ürettiğimiz ürünler sağlığa ne derece uygun? Kentleşme, sanayileşme, tarım ilaçları ve hormonlar yoluyla toprağa geçen zararlı maddelerin yeni hastalıklara sebep olması ve bağışıklık kazanmış yeni zararlıların ortaya çıkması, doğal dengenin bozulmasına neden oluyor. Ayrıca kimyasal tarım ilaçları toprakta birikerek, ekolojik dengeyi bozuyor. Bu olumsuz koşullar karşısında gelir düzeyi yüksek olan ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede bilinçlenerek örgütlenen üretici ve tüketiciler, doğayı tahrip etmeyen yöntemlerle üretmeyi ve tüketmeyi tercih ettiler. Bunun sonucu olarak da ekolojik (organik) tarım ortaya çıktı.
HEPSİ SERTİFİKALI MEYVE VE SEBZELER
Ekolojik tarım doğadaki dengeyi yeniden kurmaya yönelik, toprağın verimliliğinde devamlılık sağlayan biyolojik mücadele ile hastalık ve zararlıları kontrol altına alarak, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içeren, sentetik kimyasal gübre ve ilaçların kullanımını yasaklayan bir sistem. Ekolojik olarak yapılan üretimlerin her aşaması kontrol altında ve elde edilen ürünler sertifika ile belgeleniyor.
Yani bu ürünler ekilirken, şehirden ve sanayi bölgelerinden uzak tarım alanları seçiliyor. Sulama için sadece denetlenen su kullanılıyor. Zararlı böceklerle savaşmak için kimyasal ilaçlar kullanılmıyor ve suni gübre yerine doğal gübre tercih ediliyor. Sebze, meyve ve tahıllar verim artırıcı hormon ve kimyasal teknikler kullanılmadan, doğal süreçleri içinde olgunlaşıyor. Ve en uygun zamanda da toplanıyorlar.
DOĞUMDAN İTİBAREN DOĞRU BESLENME
Dolayısı ile özellikle çocuklarımıza mama verirken, ya da onlara evde yemek hazırlarken; kullandığımız, seçtiğimiz her malzemeye fazladan dikkat etmemiz gerekiyor. Sadece onlar için değil, kendi sağlığımız için de bu önemli ama onların tertemiz vücutlarını sağlam tutmak çok daha önemli. Bebekler için organik gıda nasıl oluyor peki? Doğru malzemeyle kendiniz pişirebileceğiniz gibi, hazır kavanoz mamaları da kullanabilirsiniz. Kavanoz mamaları genellikle dördüncü aydan itibaren anne sütüne ek olarak verebileceğiniz için son derece de pratik. Kavanozların üzerinde o mamayı, kaç aydan itibaren bebeğinize verebileceğiniz yazıyor. Çeşitlerine göre de seçim yapabiliyorsunuz. Bazı çeşitlerde balık bile var. Bu kavanoz mamalarındaki balıklar da tamamen organik yolla üretilmiş, temiz sularda yetiştirilmiş.
Sebze ve beyaz etli ürünlerinin yanı sıra bebeğiniz için meyveler de çok önemli. Tamamen organik olarak üretilmiş karışık meyve içeren kavanozlar, hatta tahıllı tercihler, bebeğin gün içinde alması gereken pek çok gıdanın en doğru şekilde alınmasını sağlıyor.
Yapılan araştırmalarda, gıdalardaki kimyasallar ve pestisit (böcek ilacı) kalıntıları bebek ve çocukların gelişmekte olan sistem ve organlarına yük oluyor. Bu yüzden büyüklere oranla fazla risk altındalar. Son çalışmalara göre de çocukların pestisit ve sentetik kimyasallarla karşılaşmaları, kanser ve pek çok hastalık riskini artırıyor.
Çocuklar için hayvanlar karnavalı
İş Sanat, "Çocuklar İçin Klasik Müzik Projesi" ile bir ilke daha imza attı. Saint Saens’ın ünlü eseri Hayvanlar Karnavalı, üzerine yazılan sözlerle çocuklar için düzenlendi. Ayla Algan’ın anlatıcı olarak yer aldığı bu görsel şölende 5-21 yaş arası çocuk ve gençlerin oluşturduğu Koroporte, Işıl Kasapoğlu’nun sahneye koyduğu müzikli oyunda orkestra eşliğinde şarkı söyleyip dans ediyor, kukla oynatıyor. Konser öncesi fuayede Marsyas Dörtlüsü, Berthomieu’nün Kediler ve Vivaldi’nin Saka Kuşu eserlerini seslendirdikleri kısa bir dinletiyle çocukları esas gösteriye hazırlıyor. İş Bankası Kültür Yayınları gösterilerle eşzamanlı olarak Hayvanlar Karnavalı kitapları da yayınlamaya başladı. Yaprak Sandalcı’nın yazdığı, Emel Kehri’nin resimlediği Hayvanlar Karnavalı Öykü Kitabı satışa çıktı. Sadece üç gösterim kaldı, geç olmadan biletlerinizi alın! 12 Mart, 9 Nisan ve 6 Mayıs’taki gösterilerin bilet fiyatları yetişkinler için 15, öğrenciler için 12 YTL. İş Sanat gişe tel: 0212 316 15 83.
ANNEMİN KÖŞESİ
Benim masamın ne eksiği var?
Yine gülüyorum kendi kendime...
Çok sık gitmem annemin işyerine. Ama gittiğim zaman oradaki renklilik ve karışıklık dikkatimi çeker. Onun karışıklığı, renkli ve süslü kırtasiye ürünlerinin, resimlerin, eğlenceli şeylerin karışıklığıdır. Ofisteki kızların da öyle... Oysa benim masam son derece boş, ruhsuz ve donuk. Ayıp olmasın diye koyduğum, Sinan’ın çizdiği bir resimden başka hiçbir şey yok. Benim sorunum ne peki? Üstelik ofis arkadaşlarımın dediğine göre hep dağınık!!! Artık ben de masamı cicilemeye karar verdim. Mine’nin yardımıyla, yemyeşil masamın üstüne masmavi bir lamba koydum. İlk adımı attım yani! Mavi bir de kalemliğim var. Uyumlu oldu. Kitaplarımı da düzgün düzgün dizdim...
Yazının Devamını Oku 
25 Şubat 2006
Çoğunlukla size Sinan’la geçirdiğimiz krizleri, kavgaları anlatıyorum ama sanmayın ki hep böyleyiz. Bazen güzel ve ılımlı saatler de geçiriyoruz beraber. Bazen de korkutuyor beni ve en az 24 saat kendimden geçmeme sebep oluyor. Neyin ne kadar doğru olduğunu anlamayabiliyorsunuz. Mesela geçen pazartesi onu okuldan aldım. Eve geldik, iki dakika sonra baş dönmesinden şikayet etti. Kendini minderlerin üzerine attı ve yığıldı kaldı.
Nasıl yani? Niye baş dönmesi! Ne hissettiğini soruyorum, ayakta duramadığını söylüyor. Neden ayakta duramadığını sorduğumda, baş dönmesi yüzünden diyor.
İşkillendim tabii, acayip içim sıkıldı. Çünkü emin olamadım. "Anne çevrem dönüyor, eşyalar dönüyor" deseydi çok daha fazla tutuşacağımı biliyorum. Ama demedi. Biraz yemek yedi ve benim geceleri bile zor uyuyan oğlum 17.30’da uyudu...
DAYISINA MI BENZEMEK İSTİYOR?
O uyuduktan sonra ilk olarak doktorumuzu arayarak telefon zincirime başladım. Nüvit Hanım kulak ve burnundan başlayarak sorularını sorarken aklıma bazı detaylar geldi. Geçen hafta kardeşim, yani Sinan’ın hayran olduğu dayısı buradaydı. Beraberlerken kardeşimin başı döndü ve uykuya yattı. Hatta sonrasında annemle Sinan’ın yanında konuştuk. Kardeşimin çocukluktan beri başı döner. Ben hiç bilmem bu nasıl bir his. Babamdan ona geçmiş gibilerinden.
Çocuklar özellikle bu yaşlarda, özellikle hayran oldukları kişileri taklide yönelebilirler. Bunu biliyorum. Ama sağlık söz konusu olduğunda "taklit"tir diyerek geçiştirmek de doğru değil. Nihayetinde takibe almaya karar verdik. Nasıl uyanacak, sonraki günler nasıl geçecek, ne zaman şikayet edecek gibi.
Saat 23.30 gibi uyandı benim prens. Gayet iyiydi ve ayıldı! Hemen karı koca yatağa yatıp onu da aramıza aldık ki, hemen uyusun.
SADECE YORGUNLUKMUŞ
Nerdeeee? Biz uyuma taklidi yaparken o bizim kol ve yüzlerimizle oynamaya başladı. Arada mırıldanıp "Anne ben ayıldım, uyuyamıyorum" dedi. Yandık! Epey bir oyalandık uyumamız lazım diye diye. Sabaha daha kaç saat olduğunu sormaya başlayınca kalkıp masal CD’lerini aldım, kulağına kulaklığı taktım. Bir şekilde uyumuşuz... Ertesi gün de iyi kalktık. Okulda öğretmenleri ile konuştum. Bir önceki gün okulda çok yorulduklarını söyledi. Sanırım halsizlik ve uykusuzluğunu bu şekilde dile getirmişti.
Nitekim aradan geçen birkaç günde de şikayeti olmadı. Ben de biraz rahatladım. Burnum tıkalı falan dese insan böyle olmuyor ama özellikle baş ile ilgili bir şikayet ortaya çıktığında gerçekten insanın eli ayağı kesiliyor. Arkadaşım Elif de oğlunun baş ağrısından şikayet ettiğini söyledi. Direkt burnunun tıkalı olup olmadığını sordum. Ve her ihtimale karşı hemen doktoru aramasını önerdim; daha doğrusu emrettim.
İş sağlık oldu mu bazı şeyleri boşlamamak lazım. Evet, deli gibi panik yaratıp dünya karartmaya da gerek yok ama doktora bir telefon etmekte hiçbir sakınca yok. Hele ki tekrarlanan şikayetler söz konusu olduğunda çocukları mutlaka ciddiye almamız gerektiğine inanıyorum.
Neyse, iç kapatıcı şeyler konuşmayalım. İyi düşünelim iyi olsun her şey.
Hırçın bebeğinizi sakinleştirmenin yolları
"Doğduğu günden beri çok sakin bir bebekti" diye anlatırdınız arkadaşlarınıza. Aman nazar değmesin diye ekleyerek. Ne var ki ilerleyen aylarda hareketlenmeye başlaması ile birlikte beklenenin üstünde bir azgınlık söz konusu olabiliyor. Sakin bebeğiniz gidip, yerine hırçın biri gelebilir. Tekme atarlar, arkadaşlarına vurmayaçalışırlar, hatta bazen size bile el kaldırırlar. Tükürme, saç çekme, ısırma gibi davranışlar ilerleyen günlerde artıp çeşitlenebilir de. Eğer sizin bebeğinizin de böyle agresiflikleri varsa, bir an önce onu sakinleştirmeyi öğrenmelisiniz.
Bir yaşındaki çocukların etrafındakilere tekme atması, ısırması ve vurması gelişimlerinin normal ilerlediğinin bir göstergesidir. Çocuğunuzun bu sinirli davranışlarının nedenlerini anlamalı ve ona anlayışla yaklaşmalısınız.
NEDEN AGRESİFLER?
DERDİNİ ANLATAMAZ
Bebeğinizin hırçın davranışlarını engelleyebilmeniz için öncelikle sebebini anlamanız gerek. İlk akla gelen sebep konuşamaması. Bu yaşlardaki çocuklar için duygularını ifade etmek oldukça zordur. Çünkü ne istediğini bir türlü söyleyemez ve sizin anlamanızı bekler. Özgürlüğüne kavuşmak ve karşılaşacağı engellerle baş edebilmek için de önüne ne gelirse ısırır ve tekmeler.
SAVUNMA AMAÇLI
Kendini savunma içgüdüsü de hırçınlık sebeplerinden biri. Bazen haklı olabilir. Başka bir çocuk, biberonunu almıştır ya da saçını çekmiştir. Böyle bir durumda karşısındakine vurmaması, mükemmel bir oto kontrol gerektirir. Bu yaşlarda çocukların oto kontrol sistemi fazla gelişmediğinden, bu davranışı normal karşılanabilir.
DENEME AMAÇLI
Etki-tepki denemesi de yapıyor olabilir. Özellikle yeni yeni yürümeye başlayan çocuklar için, dokunulduğunda ses çıkaran oyuncaklar üretilir. Bu yaştaki çocuklar hangi davranışlarının ne gibi sonuçlar doğuracağını bu yolla öğrenirler. Oyuncağı salladıkları zaman ses çıkaracağını anlarlar. Böylece "arkadaşımı ısırdığım zaman ne olacak" diye düşünmeye başlarlar. Bu dönemdeki çocukların derinlik kavramı yoktur.
MESAFELİ OLALIM LÜTFEN
Yeni yürümeye başlayan çocukların yer, yön, derinlik kavrayışları gelişmemiştir. Bu yüzden çoğu kez bir odanın en uç köşesinde oturduklarını görebilirsiniz. Aynı sebepten bazen de arkadaşlarının çok yakınında oturabilirler. Bu yakınlık zaman zaman şiddete yol açabilir ve refleks olarak onlara vurabilirler. Aynı yaştaki çocuklar uzun süre aynı yerde birlikte kalırlarsa, kısa bir süre sonra birbirlerine saldırmaları kaçınılmaz.
SABIRSIZLIKTAN
Bebekler zaman kavramı olmadığı için isteklerinin hemen yerine gelmesini isterler. "Birazdan, iki dakika sonra" gibi cevapları anlamazlar ve bu yüzden tahammülsüz olabilirler. Acıktığında, yorulduğunda ya da canı sıkıldığında, aniden sert tepkiler vermeleri normal.
NASIL DURDURABİLİRSİNİZ
TEPKİ VERİN
Çocuğunuz birisine zarar verdiğinde, o anda tepki verin. Kısa ve anlaşılır kelimeler seçin ve yüksek sesle söyleyin: "Hayır", "Vurma", "Isırmak yok", "Canını acıtma" gibi.
O KAZANMASIN
Eğer agresif davranışları sonucunda istediği şeyi elde ederse, bunu yapmaya devam edeceğinden emin olabilirsiniz. Mümkün olduğunca az hayır demeniz, ama dediğiniz hayırdan asla vazgeçmemeniz önemli.
HAKLININ TARAFINDA OLUN
Suçlu bile olsa, onun tarafını tutmayın. Ancak ona hatasını açıklarken hoşgörülü davranın ve böyle davranarak dikkat çekemeyeceğini öğretin.
GEREKTİĞİNDE ÖDÜLLENDİRİN
Kavga etmediği zaman, sakin davranışlarını beğendiğinizi, onu takdir ettiğinizi söyleyin ve ödüllendirin.
DİKKATİNİ BAŞKAYERE ÇEKİN
Hırçınlık yapan bebeğinizi yatıştırmak için, oyun oynayın. Dikkatini başka bir konuya yöneltmek zor olabilir. Sabırlı olmanız gerek.
BUNLARI YAPMAYIN
Birisini ısırdığında vereceğiniz ceza, sevmediği veya acı yiyecekler yedirmek olmasın. Bu onu çok korkutur.
Çocuğunuza "Nasıl hissettirdiğini anlasın" diye düşünerek ona vurmaya ya da onu ısırmaya kalkmayın. Ona zarar vermek istediğinizi düşünür.
Hırçınlığa maruz kalan çocuğun karşılık vermesine izin vermeyin. Kurbana, suçlu olana vurmasını söylemek, bu davranışları desteklemek olur.
Bakıcıların aşırı tepki vermesine engel olun. Eğer çocuğunuz kreşteki öğretmenlerini veya arkadaşlarını tekmeler ya da ısırırsa, onu eve yollamamasınlar. Bunun yerine ortak oyunlara bir süreliğine katılmasını engellemek daha uygun bir ceza.
Sizinkiler çocuklar için sahnede
Koç Topluluğu’nun 80. Yılı etkinlikleri kapsamında çocuklar 1,5 saat boyunca bir masal dünyasına götürülüyor. Salih Memecan’ın ünlü çizgi karakterleri "Sizinkiler", BKM Oyuncuları tarafından sahneye uyarlandı. Limon, Zeytin, Çıtçıt ve Babişko’nun bir dünya seyahatine çıktığı oyunda 11 oyuncu ve dört dansçı rol alıyor. Can Yılmaz’ın yazdığı, Caner Alkaya’nın yönettiği "Sizinkiler Dünya Kaç Bucak" adlı oyun 25 Şubat-14 Mayıs tarihleri arasında BKM sahnesinde çocuklarla buluşacak. 20 Mayıs-12 Haziran arasında ise Anadolu’da turneye çıkacak. Oyun, Koç Topluluğu’nun çocuklara armağanı, biletler BKM gişesinden ücretsiz olarak temin ediliyor. Kesinlikle gitmenizi öneririm. Çünkü son derece zengin hazırlanmış görselliği ile çocukların da oyuna katılabildiği, sorulara cevapverebildiği eğlenceli bir tiyatro bu.
ANNEMİN KÖŞESİ
Güç bende artık!
Annem yakında epey heyecanlanacak. Kendisinin yemek konusunda pek bir iyi olduğundan hep bahsetmişimdir. Bu tip yetenek ve merakların jenerasyon atladığını, dolayısı ile beni es geçtiğini de... Bir sürü yabancı yayını takip eden annem, artık kendi tariflerini bile üretmeye başlamış durumda. Bunu neden yazıyorum? Çünkü çok yakında annemin ilgisini çekecek bir dergi çıkmak üzere. Adı Leziz. Sadece tarif değil, yemek kültürü dergisi. Belli ki annem devamlı beni arayacak o dergide yemek yapmak için. Ama artık kozlar benim elimde! Yaptığı yemeklerin dergide yayınlanması için torpil isterse, benim bazı şartlarımı yerine getirmesi gerekiyor. Ben bir liste oluşturmaya başladım şimdiden...
Yazının Devamını Oku 
18 Şubat 2006
Sinan yeni doğmuştu. O zamanlar gördüğüm tedavinin de ağırlığı sebebiyle yoğun iş hayatıma ara vermiştim. Evden birkaç yazı ile biraz cep harçlığı çıkarıyordum kendime. Amacım oğlum doğduğunda da işe gitmeden, tek başıma ona bakmaktı. Sinan bir haftalık olduğunda ağır depresyonumla birlikte bebeğime bakma işini beceremeyeceğimi düşünmeye başladım. İri bir bebek olan oğlum güzel emiyor ama çabuk acıkıyor, dolayısı ile 24 saat içinde iki saatte bir uyanmak durumunda kalıyordum.
Birden çöktüm ve çevremin de lafına uyarak, "Yok abi, bana bir yardımcı lazım galiba. İnat etmeyeyim, büyük sözü dinleyeyim" dedim. Ne var ki bunu kendime hiç yakıştıramadığım için kendimi daha da kötü hissettim. Ne yani, çocuğuma bakamayacak mıydım?!! Uyanık kocam devreye girdi ve harika bir çözüm bulduk. 40’ı çıkana kadar gün aşırı geceleri hastanede tanıştığımız bebek hemşiresi yardıma gelecekti. Hem geceleri biraz daha uyumamı sağlayacak hem beni biraz pratiğe alıştıracaktı.
Bir ay bizimle olan Mediha hemşire hayatımı değiştirdi. Ve ben sonrasında oğluma tek başıma bakmaya devam ettim. Bu sayfayı hazırlamaya başladığımda bunun da yararını gördüm. Her şeyiyle bizzat ilgilenen şüpheci, detaycı, evhamlı ve paranoyak bir anne olarak senelerdir tıkanmadan yazılarımı götürebiliyorum. Dergi işlerimi de çocuğumun okul saatlerine göre ayarlamayı becerdim. Bu yaşımıza kadar böylece geldik.
ZOR İŞLER BUNLAR
Ama geçen ayki uzatmalı tatil yine beni allak bullak etti ve önümüzdeki üç aylık yaz dönemini ve ondan sonra daha erken bitecek okul saatlerini hesap ederek yeni bir sistem kurma çalışmalarına başladım. İhtiyacım olan şey, yazın en az üç gün, belli saatlerde onunla oyalanacak, kışın 15.00’de okuldan alıp ben eve gelene kadar bir saat onu idare edecek biri. Ders bile çalıştırmasın, onu da ben yapacağım çünkü. (Ne azim! Ancak bilenler bana kıs kıs gülüyordur şimdi.)
Çevremde iki çocuğu olan, bir taraftan onlara bakmaya, bir taraftan işine gitmeye, diğer bir taraftan da doçentlik sınavına hazırlanan anneler de var. Ve onlar yedinci elemanı falan denediklerini anlatıyorlar bana... Şirketler araştırılıyor, komşular soruşturuluyor. Benim ihtiyacım acil değil ama son dakikaya kalmayayım diye araştırmalara başladım ben de.
Mesela internete girip dadiniz.com diye bir siteyi inceledim. Burada pek çok kritere göre üniversiteli dadılar ya da ablalar bulmak mümkün görünüyor. Yüksek komisyon muhabbeti de görünmüyor burada. Dadı arayan aileler ücretsiz üye oldukları sistemde, yalnızca uygun olduğunu düşündükleri dadı ile iletişim kurmak için cüzi bir üyelik bedeli ödüyor. Bunun yanı sıra dadılık konusunda servis verebilecek eğitimli dadı adayları ise Dadı Online’ da ücretsiz olarak özgeçmiş oluşturabiliyor. Ayrıca sitede söz konusu adayların kimlik numarası, adres ve telefon bilgileri de var ki bunlar biraz olsun güvenilirliği artırıyor. Yanlış anlamayın, güvenilirlik sadece şirketlere karşı değil, kişilere karşı da sorun olabiliyor. Nihayetinde evinizi açacaksınız, çocuğunuzu bırakacaksınız. Gerçekten ilginç hikayeler dinliyorum. Bulaşıkları elde yıkayıp sonra makineye koyanlar, ev sahibinin eşyalarını kullananlar, sadece merhaba dediği evin beyi ile kavga ettiğini iddia edenler... Benim kafamda üniversiteye de giden, part time çalışabilecek bir abla hayali var. Bazen yaşanan olayları televizyonda görünce daha da zor oluyor bu işleri bir sonuca bağlamak.
Film oyuncusu olmak isteyen çocuklara özel eğitim
Eskiden çocukları oyalamak aileler için bir sorundu. Tek alternatif spor gibi görünürdü. Son yıllarda çocuklar için gerçekten pek çok alternatif ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan biri çocuklardan çok annelerini heyecanlandıracak. Ekol Drama Sanat, "çocuk reklam dizi ve sinema oyunculuğu" eğitimine başlıyor.
Genel sanat yönetmenliğini Ayla Algan’ın yaptığı Ekol Drama Sanat’ın düzenlediği sekiz haftalık eğitimin amacı reklam-dizi ve sinema filmlerine eğitimli, deneyimli çocuk oyuncular yetiştirmek ve set ortamına çocuk oyuncu adaylarını fiziksel ve psikolojik olarak hazırlamak.
Eğitim çocuğun performansına göre, eğitmenlerce birebir sürdürülecek ve sekiz haftada en az altı senaryo işlenecek. Ayrıca çocuklara set ortamını tanıtmak amacıyla, çocuk oyuncuların bulunduğu dizilerin setlerine de ziyarete gidilecek.
Ekol Drama ve Sanatevi’nin kurucusu Gülsen Çaltıl dizilerde rol alan çocukların başarılarıyla gurur duyduklarını söylüyor. Aliye dizisinde oynayan çocukların, özellikle de Aliye’nin oğlunu oynayan Ayberk Koçer’in başarısı bu konudaki talebi artırıyor: "Ayberk’in başarısının bu çalışmayı başlatmamızda da etkisi oldu. Burada tabii bazı dersler verilecek ama önemli olan çocukları, yetişkin oyuncuların bile zorlandıkları set ortamına hazırlamak."
Program Ayla Algan’ın yönetmenliğinde hazırlanıyor. Yaratıcı drama/tiyatro formasyonlu eğitmenler ve kameraman/yönetmen eşliğinde çocuk odaklı bir eğitim programı hazırlanmış.
Reklam ve dizi oyunculuğu kursu 5-12 yaş arasındaki çocuklar için düzenleniyor. Ancak çocuğun bu kursa kabul edilmesi için önce 27 Şubat’taki seçmelere katılması gerekiyor. Çünkü sadece casting çekimleri sonucunda uygun görülen çocuklar kursa katılabilecek. Ekol Drama: 0212 234 09 93.
Psikiyatr Doktor Neslim Doksat:
5-6 YAŞINDAKİ ÇOCUK BUNU OYUN GİBİ GÖRMELİ
Son zamanlarda çocuk oyuncuların çok popüler olması, kendi çocuklarını bu işe yöneltmek için tek sebep olmamalı. Öncelikle anne-babaların kendi beklentilerini belirlemeleri lazım. Çocuğun yeteneğinin olup olmadığı çok önemli. Kurslar beş yaşından itibaren çocuklar için veriliyor ama çocuğun oyunculukla ilgisinin olup olmadığı 5-6 yaşlarında değil, biraz daha büyüdüğü zaman belli olur. Bu çalışma 5-6 yaşlarındaki çocuklara, kurs gibi değil, faaliyet ve oyun gibi anlatılmalı. Arada bir sıkılıp, gitmek istemeyebilir de. Böyle bir durumda gerçekten yeteneği olan çocukların biraz üstüne gidip ısrar edebilirsiniz. Ama çok fazla ısrar da doğru değil. Yedi yaşından itibaren çocuğunuzla konuşup bu işten zevk alıp almadığına göre yolunuzu çizebilirsiniz. Çünkü o yaşta artık isteyip istemediğini bilir. Her şeyden önemlisi de, çocuk için ilk sırada okulun olduğunu unutmamak. Bu tip çalışmaların hepsi, okulu, eğitimi desteklemek amacıyla olmalı.
People Casting Ajansı sahibi Yasemin Özbudun Kutluca:
ÇOCUKLU PLANLAR AYRI ÇEKİLİYOR
Dizi ve reklam filmlerinde, fotoğraf çekimlerinde çocuk oyuncuya ihtiyacımız olduğunda tecrübeli ve eğitim alanları tercih ediyoruz. Bu çocuğun da, bizim de işimizi kolaylaştırıyor. Çekimler çok daha rahat ve akıcı oluyor. Çocuklarla çalışmanın hukuki yanı nasıl derseniz, hiçbir düzenleme olmadığını söyleyebilirim. Avrupa’da ve Amerika’da çalışma saatleri ve koşulları çok sıkı kontrol edilir, Türkiye’de böyle şeyler yok. Tek gereken, ebeveyn izni. Ailesi izin verdiği zaman, bizim için sorun yok. Üç yaşın altındaki çocuklarla çalıştığımız zaman mutlaka yedek bir oyuncumuz oluyor. Hastalanabilir, huysuzluk yapabilir... Çekimler çocuğun saatlerine, düzenine göre belirleniyor ve çocuğun yanında aileden bir olmasını şart koşuyoruz. Ailenin yanı sıra ekipten de yardımcılar oluyor. Çocuklu sahneler diğerlerinden ayrı olarak planlanır ve farklı zamanlarda çekilir. Çocuklu planlarda çoğunlukla yakın çekim tekniği kullanılıyor. Dolayısı ile senaryoda çocuklara uygun olmayan sahneler varsa bile, oyuncu çocukların bunlardan haberi bile olmuyor.
ÜCRETSİZ HEYKEL KURSU
Daha farklı şeyler düşünen anneler için ikinci bir alternatif, sergi ve atölye çalışmalarıyla sanat ve kültür etkinliklerine destek vermeyi amaçlayan Addresistanbul’da. Burada her cumartesi ve pazar günü 13.00-18.00 arasında çocuklara bedava heykel dersi veriliyor.
Mimar Sinan Üniversitesi Heykel Bölümü yüksek lisans mezunu Hakan Ersiz tarafından yürütülen çalışma çocukların kendilerini keyifli bir ortamda rahatça keşfedebilmelerini, yaratıcılıklarını geliştirebilmelerini ve adım adım heykel sanatını öğrenebilmelerini amaçlıyor. Çocukların kurs sırasında anneleriyle birlikte olması önerilmiyor. Çünkü çocukları bir işle meşgul olduğu sırada annelerin yakınlarında olması pek iyi sonuçlar vermiyor. Çalışmaların daha verimli geçebilmesi için bu önemli bir detay. AddressİstanbulT: 0212 234 09 93.
Parents 1 yaşında
Dünyanın en çok tercih edilen ve ülkemizde de yayınlanan Parents Dergisi bir yaşını doldurdu. Hamilelikten babalığa, ilk yardımdan faaliyet yapımına, bebek bakımından yaş dönemlerine kadar pek çok konuya yer veren dergi bu sayısını kutlamalara ayırmış. Doğum günü sofraları, evde hazırlayabileceğiniz doğum günü davetiyeleri, şapka ve aksesuvarlar ilginizi çekecek. Dergide Sahrap Soysal’ın lezzetli yemek tarifleri de var.
ANNEMİN KÖŞESİ
Yıllar yorgun, annem değil
Bu yorgunluk nasıl bir şeydir ya? Ben niye çabukyoruluyorum da annem yorulmuyor? Ama esas ağırıma giden inanın bu değil. Bana asıl koyan, hafızalarımızın durumu. Ben iki gün önceki şeyleri unutur durumdayım. Dün ne yediğim gibi önemsiz detayları bırakın, okuduğum kitapları, dergileri, oralardan edindiğim bilgileri unutur oldum. Oysa annem hálá tam gaz okumaya ve öğrenmeye devam ediyor. Hiçbir şeyi de unutmuyor. Ben de çareyi onun bana özetle söylediklerini not etmekte buldum.
Hay yani, bari beynim biraz çekseymiş anneme...
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2006
Geçtiğimiz haftalarda yeni bir yarışmanın duyurusu yapıldı. Toplum Gönüllüleri Vakfı ile Ariel markasının beraber başlattığı bir yarışma ve sosyal sorumluluk projesi bu. Konu, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek yaratmak için fikirler. 81 ilden tüm kadınlar önerilerini 15 Mart 2006 tarihine kadar gönderecek. Yarışmanın birincisi Ariel tarafından 5 bin YTL ile ödüllendirilecek. Yani bizlerden çocuklarımız için değişik ama uygulanabilir fikirler bekliyorlar.
Jüri üyelerinden biri olarak geçenlerde organizatörlerle bir araya geldim. Nedir durumlar, fikirler gelmeye başladı mı, nasıl gidiyor muhabbeti idi bu.
Ariel’in bağlı olduğu P&G firmasının Dış İlişkilerinden Nilhan Onal bana durumu özetledi. Epey fikirler gelmeye başlamış. Ama bazı endişeleri var. Ben de bunu siz annelere iletmek istiyorum.
Bir kere söyleyeyim, erkeklerden daha çok fikir geliyormuş. Bu durumda kadınların biraz harekete geçmeleri gerekiyor. Nihayetinde çamaşırlarla uğraşan biziz, çocuklarla ilgilenen de (daha çok!) biziz. Sıkıntılarını, ihtiyaçlarını biz daha çok biliyoruz. Niye erkeklere kaptıralım ki bu yarışmayı?
Biraz tüyo vereyim annelere. Öyle çok uçuk bir fikir bulmanıza gerek yok mesela. Hatta bunu profesyonel bir eleman gibi sayfa sayfa projelendirmenize hiç gerek yok. Önemli olan gerçekten önemli ve hatta gözümüzün önünde olan bir açığı yakalamak. Önerinizin fazla ütopik de olmaması lazım, uygulanabilir olmasına dikkat edin. Sonuçta bu bir sosyal sorumluluk projesi. Öyle çok fazla devlete düşecek işlerin olduğu fikirler de olmamalı. Seçilen projeyi Toplum Gönüllüleri Vakfı uygulayacak. Önemli olan mümkün olduğunca çok ilde uygulanabilecek, mümkün olduğunca fazla çocuğa ulaşabilecek bir şeyler bulmak.
TÜM ŞEHİRLERDEN KATILIM YOK
Şimdilik gelenlerin çoğu eğitimle ilgili. Bir kısmı da spor ve sağlık. Ekip bu fikri oluşturduğunda, jüriye seçim için teslim edeceği 81 projenin 81 ayrı ilden olmasını düşünüyorlardı. Fakat henüz 81 ilin hepsinden proje gelmemiş. O yüzden bütün illerdeki annelere de sesleniyorum. Şehrinizi temsil edin. Onun şanını koruyun. Her şehirden güzel tek bir fikrin çıkması yeterli!
Sohbetimiz esnasında ben de düşünmeye başladım. Jüri olmak kolay tabii! Gelen fikirleri göreceğiz ama katılımcı olsaydım, ne yapardım diye...
Açıkçası bunun gerçekten zor olduğunu söylemem lazım. Ben henüz kendimi tatmin edebilecek bir fikir bulamadım mesela. Ama inanın, gönderemeyecek olsam da kendi çapımda ben de düşünüyorum. Evet, şehirde yaşayanlarla şehir dışında yaşayan çocukların, batıda yaşayanlarla doğuda yaşayan çocukların hep birbirlerinden farklı ihtiyaçları ve sıkıntıları var. İşte bu yüzden zaten, her taraftan katılımın olması önemli.
Yarışmaya katılmak isteyenler, son başvuru tarihi olan 15 Mart 2006 gününe kadar fikirlerini ve iletişim bilgilerini bir dosya kağıdına yazarak P.K. 81 Gayrettepe- İstanbul adresine gönderebilir, www.pg.com.tr adresindeki başvuru formunu doldurabilir ya da 0800 261 63 65 no’lu danışma hattını arayabilirler.
Çekinmeyin, bulduğunuz fikri gönderin. Hiç belli olmaz. Fena mı olur, sizin fikrinizin Türkiye’de bir şeylerin yapılmasında katkısı olursa?
Bu arada, bu hafta sonu Lütfi Kırdar’daki 0-14 Bebek ve Çocuk Fuarı’ndayım. Bugün ve yarın benimle sohbet etmeniz de mümkün. Bende çene bol, biliyorsunuz. Ayrıca, çocuklarınız için dergimizin standında yenebilir kocaman bir ev hazırladık. Masal misali! Bekliyoruz hepinizi.
Çocuklar sınır ister
Çocuklar bebeklik süreçlerinden itibaren düzen ve rutin içinde olmaktan hoşlanırlar. Bazı istisnai bebekler olsa da çoğu böyledir. Bu düzen ihtiyacı, çocuk büyümeye başladığında da devam eder. Her ne kadar yeni aileler olarak çocuklarımızı esnek yetiştirmeye çalışsak da onların ihtiyacı olan otorite mekanizmasını çalıştırmamız gerek. Her kararı onlara bırakmamak, bazı şeylerde ebeveynlerinin lafının geçtiğini görmeleri, itiraz etseler bile onlar için gerekli. Sınırlarını bilen çocuk, arada bir sizi bu sınırları değiştirmeye zorlayabilir. Ama bilin ki bu talep onun gelişiminin bir parçası.
NEDEN KONSANTRE OLAMIYORLAR?
Çocuklar büyürken sürekli değişik şeyler yapma isteği duyarlar. Bu, anne-babalar için ne kadar sinir bozucu olursa olsun, onların normal öğrenme sürecinin bir parçası. Her şeyi bir anda yapmak isterler, ancak siz yardım ederseniz tek bir şeye odaklanabilirler. Uzmanlara göre, okul öncesi çocuklar seçici değiller ve bir şeyleri en iyi şekilde, çevreleriyle ilgilendikleri sırada öğreniyorlar. Tecrübelerin çeşitliliği, beyindeki sinirsel bağlantıların kurulmasına yardımcı oluyor ve küçük çocuklar bu yüzden sürekli yeni bilgiler bulmaya çalışıyorlar. Yani, ilk anda gösterdikleri heyecanın bir anda kaybolmasının nedeni bu.
Bu yüzden, küçük çocuğunuzun herhangi bir şeye 10 veya 15 dakikadan fazla ilgi göstermesini beklemeyin. Kendilerini çok dağılmış hissettiklerinde ve bir şeye odaklanamadıklarında dikkatini toplamasını ve gerektiğinde sakin davranmasını düzen ve disiplinle sağlayabilirsiniz. Çünkü çocuğunuz kendini kontrol etme ya da sınırlama yetisine sahip değil. Zaman zaman etrafındaki bir sürü değişik oyuncak ve ilgi çekici şey içinde kendini dağılmış hissedebilir.
DİKKATİNİ TOPLAMASI İÇİN BUNLARI YAPIN
Çocuğunuzun dikkatinin dağıldığı anlarda aşağıdakileri uygulayarak ona yardımcı olabilirsiniz:
Ona çok seçenek sunmayın. Sadece sevdiği birkaç oyuncağını çıkarın ortaya. Mevcut seçenekleri değiştirerek oynatın, böylece dikkati bir anda kaybolup gitmez.
Yaşına uygun oyuncak alın. Çocuğunuzun becerisinin üzerindeki oyuncaklar başka bir şeyle ilgilenmesine sebep olabilir. Süslü ve çekici oyuncakların her zaman en iyi olmadığını aklınızda tutmaya çalışın. Önemli olan, aldığınız oyuncağın çocuğunuz için uygun olup olmadığı.
Oyunların devamını sağlayın. Şarkılar eşliğinde dans etmek veya top oynamak okul öncesi çocuğunuzun dikkatini çeker. Bu şekilde oyunların devamını getirebilirsiniz.
Çocuğunuzun sağlıklı beslendiğinden ve yeteri kadar uyuduğundan emin olun. Az uyku ve zayıf beslenme problemlere sebep olabilir.
Televizyon zamanını sınırlayın. 1-3 yaş arasındaki bir çocuğun televizyon başında geçirdiği her saat, yedi yaşına geldiğinde dikkat sorunu yaşama ihtimalini yüzde 10 arttırabiliyor.
Çocuğunuzun dikkatini bir aktivite üzerinde odaklamak istiyorsanız, bir süre ölçücü koyun ve onu bu sürede aynı şeyle oynamaya devam etmesi için teşvik edin. Bu işe yaramazsa ısrar edin. Sonunda sabırlı olmayı öğrenecek ve ne seçerse seçsin onunla oyalanacaktır.
ONU HAYATADAHİL EDİN
Lokantada yanınıza bir oyuncak veya boyama kitabı almak yerine, çocuğunuzu konuşmaların içine katın. Sohbetiniz sırasında ona çevrede olan bitenler hakkında basit sorular sorun
Markette onu alışverişe dahil edin. Kırılmayacak küçük şeyleri market arabasına koyması için ondan yardım isteyin. Kasada sıra beklerken onunla küçük oyunlar oynayın veya ona bir şarkı söyleyin.
Oyuncakçıya gittiğinizde zaman konusunda onu kısıtlamayın. Seçim yapma özgürlüğü tanıyın. Sadece yaşına uygun olan oyuncaklara yönlendirin.
Bazen oyun oynamak isterler ama ne oynayacaklarınıbilemezler. Bu durumda onlara yardımcı olun. Güzel bir oyun planı çizin. Bir süre sonra kendi kendilerine plan yapabildiğini göreceksiniz.
Çocuğunuz ne kadaritiraz etse de banyo ve uyku zamanı gibi konularda esnek olmayın. Akşam yemeğisofrada hep birlikte yeniyorsa, bu böyle gitmeli. Bunları değiştirmeyin ki o da sınırlarını bilsin. Ama akşamüstü kahvaltısını tepsiyle istediği bir yerde yemesine izin verin.
ANNEMİN KÖŞESİ
Anneannem 80 oldu ama annem yaşlanmıyor
Bir haftadır annem deli gibi hazırlık içindeydi. Kendi annesinin, yani anneannemin 80. doğum günü vardı ve ona 35 kadının davetli olduğu sürpriz bir parti hazırlıyordu. Annem deli... Çoğu kadın evde davet yapsa bile yemeği hazır alır. Ama benimki yemek ve sunum delisi olduğu için her şeyi kendi başına hazırladı. Yemekler, tatlılar, süslemeler...
Ne var ki pazartesi günü kalktığımızda karşılaştığımız hava annemi yıkmaya yetti. Yağan karla birlikte bütün organizasyon ertelendi.
Ben işe iyi tarafından baktım. Ne güzel, dedim kendi kendime. Annesi için nasıl da hazırlandı böyle. Üç gün boyunca mutfaktan çıkmadı. Çiçek süslemelerini bile kendisi yaptı. Eski fotoğrafları buldu.
Şimdi bu tip bir şeyi, gün gelince aynı özen ve beceriyle kendisi de bekler haklı olarak. Ama benim annemin yaşı ilerlemiyor. Olduğu yerde durduğu için neyi kutlayabilirim ki ben onun adına? Benim de tesellim bu tabii!
Yazının Devamını Oku 
4 Şubat 2006
Pes etmek üzereyim. Yoruldum. Kesinlikle bir tatile ihtiyacım var. Bayram artı yarı yıl tatili, artı herkesi evlere hapseden kar sayesinde kara kışın ortasında bir aylık bir kesinti. Ne ilginçtir ki daha gittiği yer okul sayılmasa da, ders ve sınavların ağırlığını hissetmeseler bile bizim yuva çocukları "bir hafta daha tatil" lafını ettiğimizde "yehhuuuu" diye bağırıyorlar. Neyin sevinci bu? Sen daha ne sıkıntı, ne zorluk gördün ki okula dair, tatile seviniyorsun? Şimdi böyleysen, gerçek okul kavramı ile yüz yüze geldiğinde ne yapacağız?
Bir aylık bu düzensizlik dönemi sonucunda iyice koptuk.
Ana oğul sürekli itiş kakış halindeyiz. Laf anlatamaz oldum. Lütfenlerimin, acıklı ses tonumun onun üzerinde hiçbir etkisi, hiçbir yaptırımı yok. Sinan sadece kendi istediğini yapma peşinde. Onun istediği film seyredilsin, ben de yanında olayım. İyi, eyvallah, oyun da oynadık, artıklardan robot da yaptım. Film seyredelim. Bari senin çizgi filmlerini seyrederken ben de sudoku çözeyim değil mi?
"Anne, bıktım senin şu bulmaca işinden!"
Bakar mısınız? Bıkmış benim bulmacamdan! Yahu sana ne! Madem ki beni yanında oturtuyorsun, bırak kafamı dinlendireyim o esnada...
İşe götürüyorum arada bir. Başta gayet iyi. Çevredekilerle konuşuyor, her biri ile birkaç dakika oynuyor. Ondan sonra başlıyor çıldırmaya. Onunla oynayayım, oynayalım istiyor. Anlatmaya çalışıyorum, burası bir iş yeri. Tamam, herkes rahat, gülüyor, sohbet var, ama sonuçta bir sürü iş yapılıyor orada. Ama anlatamıyorum. Anlayış sıfır. Bağırıyor bana herkesin önünde; benim karizma yerlerde...
Bilgisayarda oyun açıyoruz. Kaybediyor, ekran açılmıyor, kar yüzünden bağlantı kopuyor; benimki yine krizde. Biz yine krizde, benim karizma yine yerlerde...
Bazen gözüm dönüyor, bulayım bir abla, bırakayım onu yanına diyorum. Ama kıyamıyorum.
Sonra gece krizleri çıktı ortaya. Yıllardır mışıl mışıl yatağında uyuyan oğlum, "Korkuyorum" diyerek bizim yatakta yatmaya kalkıyor. Örtüyü tepesine kadar çekiyor, öyle uyuyor. Her gece yatma yeri krizi yaşıyoruz. "Neden korkuyorsun?" diye soruyorum. Anlatmasını istiyorum. Cevap yok. "Onu daha okulda öğrenmedik" diyor. Yemezler! Korku okulda öğrenilmez, hissettiklerini anlatsın istiyorum; cevap yok. Daha önceden anlaştığımız gibi bir tek pazartesi geceleri bizimle yatmasına izin var ve bunu bozmamak için çok gece kriz yaşadık. Çekti örtüyü kafasına, uyudu sonunda. Bakalım okul açılınca erken kalkma düzeninde nasıl olacak?
HEP BEBEK KALSALAR
Bu arada geçen hafta düzenlenen 0-3 Bebek Sağlığı Konferansı’na katıldım. Katıldığım bölümlerden biri, yeni doğan bebek bakımı ile ilgiliydi. İzleyicilerden biri bebeğin aile ile yatması hakkındaki doğruyu sormuştu. Karşımda bir sürü anne- baba adayı ve yeni anne-baba vardı. Konuşurlarken içimden tebessüm ettim. Küçücüktü, kendi yatağına koydum Sinan’ı. Mışıl mışıl uyudu. Sonra bir gün beni istedi yanında. Eyvallah, onunla yattım biraz. Sonra kendi yatağına döndü tıpış tıpış. Hatta bir ara bize iyi geceler deyip, kendisi gidip yatıyordu. Şimdi ise yukarıda anlattığım durum var.
Yolun başındayken pek çok şeyi baştan düzene koyduğumuzda öyle gideceğini sanıyoruz. Ama öyle olmuyor işte. Büyümeleri ile birlikte her şeyi bir anda değiştirebiliyorlar.
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Bilmem... Sanırım biraz da onların isteklerine, karakterlerine göre yürütmeli işleri. Ama yaş beş olunca mücadele zorlaşıyor tabii. Bebekken rahatmış hayat!
Neyse, üç gün annem, beş gün Seniha, iki gün arkadaşı Hakan derken bitirdik tatili. Onun tatilini... Sıra benimkinde!!!
Küçük kardeş dost mu, düşman mı
Sadece anne ve baba, kendilerini hazır hisseder ve isterlerse yapılabilir ikinci çocuk. Ve inanın, çocuğunuz ne kadar isterse istesin, kardeşi doğduğunda mutlaka sorun çıkar. Kimi zaman kendilerinin daha az sevildiğini sanır, kendilerine daha az zaman ayrıldığı için kızarlar. Gün gelir, kendilerine alınmasını bekledikleri bir oyuncak yerine kardeşlerine bir şey alındığı için
tepeleri atar. Krallık bitiyor, her şeyin paylaşıldığı bir dönem başlıyor. Eğer büyük çocuğunuzun sağlıklı bir gelişim süreci geçirmesini istiyorsanız, kıskançlığın aşamalarını öğrenerek bu duygu kaosuyla baş edebilir ve büyük çocuğunuzun kendini daha özel ve önemli hissetmesini sağlayabilirsiniz.
KARDEŞ ANNE KARNINDAYKEN
Hamilesiniz ve ne yazık ki, önceden hevesli görünen çocuğunuz bu durumdan pek hoşlanmıyor. Somurtuyor, çünkü o ne derse desin, anne-babasının yaptığından anladığı tek şey, "Sen bize yetmiyorsun. Bu nedenle ikinci bir çocuk istiyoruz." Çocuğunuz bu fikirden hoşlanmasa bile moralinizi bozmamalısınız. Çocuğunuzla bu konuda tartışmayın. Kararınızı onu sevindirecek ifadeler kullanarak anlatın. "Çok tatlı bir çocuksun; o yüzden senden bir tane daha istiyoruz", "Ufak bir kardeşin olsa ne kadar eğlenirdik, değil mi?" gibi... Onu sevdiğinizi belli edin. Sevginizi hissetmesi çok önemli.
İLK 8 AY ÇOK ZOR
Bebek doğdu. Herkes deli gibi bebekle uğraşıyor. "Hani beni çok sevmeye devam edeceklerdi? Neden şimdi böyle davranıyorlar? Kardeşim ağlayınca, annem etrafta koşuşturuyor..." Sevgiyi bölüşmek çocuklar için çok zor. Bu haksızlığa hepsi isyan eder. Yaşları ne kadar küçükse, isyan da o kadar büyür. Çocuğunuz üç yaşından küçükse, isyan daha da büyük olur. Çünkü tahtından indirilmesi ona çok ağır gelir.
Bu durumda sık sık uyguladıkları bir strateji var. Özellikle de kardeşinin doğumunu takip eden ilk sekiz ayda sıklıkla görülür. "Eğer kardeşim her istediğini elde ediyorsa, ben de bebek olmalıyım" diye düşünürler. Bu ne mi demek? "Ben de bez istiyorum; yoksa pantolonuma işerim. Ben de biberon istiyorum; yoksa bardağı yere atarım" gibi eylemlerle karşılaşmaya hazır olun demek. Olanları büyütmeyin, büyük çocuğunuzun tek arzusu sevgi ve ilgi.
9-16 AY TEHLİKELİ
Kardeşi büyümeye başladığı andan itibaren sorunlar da değişiyor. Kardeşinin varlığına alışan büyük çocuk, bu sefer de en sevdiği oyuncağın kırılmasına, zar zor yaptığı kulenin devrilmesine çıldırıyor. Tepkisini ona zarar vererek göstermeye çalışıyor: Vuruyor, itiyor, çimdikliyor... Kardeşinin küçük olduğunu, ne yaptığının farkında olmadığını ve bilerek yapmadığını açıklamanız lazım. Daha da önemlisi örneğin lego kulesini yıktığı için kardeşine kızabileceğini ama zarar vermemesini, kuleyi beraberce yeniden yapabileceğinizi anlatmalısınız.
İkinci çocuğunuz emeklemeye ve yürümeye başladığında rekabet artar. Kardeşine devamlı güzel şeyler söylendiğinde ve iltifatlar yağdırıldığında büyük çocuğunuzun kızgınlığı daha da artar. İlk çocukların bu dönemdeki en büyük ihtiyaçları, onların arkasında duran anne-babaları. Örnek vermek gerekirse; otobüste kardeşinin ne kadar tatlı olduğunu söyleyen yaşlı kadınlara büyük çocuklarının da çok yakışıklı olduğunu söyleyen anne-babalar.
17 AY-2 YIL: İŞLER DÜZELİYOR
Zaman geçtikçe işler biraz daha yoluna girer. İlk çocuğunuz, büyük olmanın önemini ve güzelliğini hissetmeye başlar. Onu korur ve sahiplenmeye başlar. Küçük kardeşleri dediklerini yapmaya başlayınca bu durum büyüğün daha da hoşuna gider ve dolayısıyla hoşgörülü olmalarını sağlar. Bu dönemde kardeşleriyle ilgili sorumlulukları severek üzerlerine alırlar, ve onun gelişiminden gurur duyarlar. Anne-babalar bu dönemde çocukların ilişkilerini desteklemeli ve kardeşleri beraber zaman geçirmeye teşvik etmeli. Ender de olsa, arada sırada küçük çocuğunuz ağlayarak yanınıza gelebilir. Çünkü abisi ya da ablası, onun onaylamadığı bir şey yaptığında onu tartaklamaya devam edebilir.
2-3 YIL: OYUN MUKAVGA MI
Kardeş olmanın avantajı her zaman oyun oynayacak birilerinin olmasıdır. Dezavantajı ise, her zaman kavga edecek birilerinin olması! Kardeşler sık sık kavga eder. Kimin inşa ettiği kule daha yüksek olacak? Kim daha hızlı koşuyor? İki rakip, çocuk odasının hakimiyeti üzerine de kavga eder. Anne-babanın sevgisini kazanmak için de kavga çıkar. "Bir gün anlaştıklarını göremeyecek miyiz" diye merak edersiniz. Elbette anlaşırlar. Bu dönemde birbirine çok yakın ve birbirlerini nasıl kışkırtacaklarını çok iyi bilirler. Bütün sorun da bu yüzden çıkar zaten. Çözüm, çocuklarınızı arada sırada farklı aktivitelere yöneltmek. Örneğin, büyük olan babasıyla yüzmeye giderken küçük anneyle kalıp kek pişirebilir.
3 YILDAN SONRA HUZUR
Kardeşler birbirinden ayrı geçirdiği zamanlarda gittikleri anaokulu, ilkokul gibi yerlerde eğleniyorlarsa ve mutlularsa, biraraya geldiklerinde çok büyük sorunlar yaşanmaz. Eskisi kadar kavga etmezler. Böylece eve bazı günler huzur hakim olur. Elbette bu, kıskançlıkların, tartışmaların ve kavgaların tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Ama kavga edip, iki saat sonra beraber oynuyorlarsa, bu sevginin en büyük kanıtıdır.
ANNEMİN KÖŞESİ
Anneler, kızlar ve fuarlar
Ben onu taşıma peşindeyim, o beni. Annemin niyeti 17-19 Şubat’ta Lütfi Kırdar’da düzenlenecek Evlilik Fuarı. Yanlış anlamayın, evlenme durumu yok. O bu işi 40 sene önce halletmiş. Neee, 40 mı! Neyse hemen geçiyorum bu konuyu. Benim evlilikle işim yok, benim için çok önemli olan ve aynı yerde düzenlenen 0-14 Bebek ve Çocuk Fuarı’na gideceğim ben. Ayın 9’undan 12’sine kadar tam dört gün kalemimle, çenemle orada olacağım. İş icabı olsa da bayılıyorum bu tip fuarlara. Hem insanın içini açan detaylar oluyor, hem de bol bol insan görebiliyorsunuz. Ki bu durum bizim işimiz için önemli. Bu sırada birilerinin çocuğumla ilgilenmesi gerekecek. Olsa olsa bir günlüğüne fuar alanına salabilirim ama diğer günler annemin elini öpmem gerekecek. Bence fuara gelecekseniz annenizi de takın kolunuza. Çünkü ilgilenecek çok şey var ama çocuklar bambaşka noktalara kaydığından sersemleyebiliyorsunuz. İşte o anda çocuğunuzu annenize satıp işinize bakabilirsiniz. Arada bi kahvemi de içersiniz. Di mi anne???
Yazının Devamını Oku 
28 Ocak 2006
İşte böyle oluyor, çocuk sahibi olunca... 35 sene yapmadığınız şeyleri yapmaya başlıyor, gitmediğiniz yerlere gidiyorsunuz. Daha önce Sinan sayesinde hayatımda ilk defa bir tatil köyüne gitmiştim. Bu sefer ise kar tatili yaptım. Kartalkaya’ya gittim. Arkadaşlardan kılık kıyafet toplayarak iki gün için dev bir valiz oluşturduktan sonra otele vardık.
Hayatında karı sadece uzaktan seyretmeyi seven biri olarak kendimi karların arasında buldum, beyefendinin yeni yeni şeyleri yaşaması için. Gittiğimiz otelde Jojo kanalının eğlenceleri vardı. Tabii bu hayat kurtaran bir durum oldu.
Ya arkadaşlar, o jetonlu oyunlar nedir ya! İstanbul’da bu işi kontrol altında tutma çabasındayken; burada oğlan eğlensin, sosyalleşsin dedik; ne de olsa tatil diyerek kendisini oyun salonuna atan Sinan’a resmen bayram oldu bu günler.
Çok komikti, büyük çocuklar benim oğlanı langırt oynarken top toplayıcı ve jeton atıcı olarak görevlendirmişler. Bakar mısınız büyüklerin uyanıklığına! Benimki paso jetonlarını atıp duruyor, millet oynuyor, Sinan da yerinde heyecanla zıplıyor! Neyse çektim bir kenara da biraz uyanık olmasını söyledim.
İlk günün sürprizi, Sinan’ın televizyonda yarışmaya katılması oldu. Uzun zamandır deli gibi Jojo’daki Galaksi yarışmasına katılmak istiyordu. Etkinlikler sebebi ile de buraya canlı yayın bağlantısı vardı ve oteldeki çocuklar yarışmaya katılabiliyorlardı. Günümüzün Örümcek Adam, Fantastik Dörtlü gibi hayal kahramanları dışında çocukların yaşayan kahramanı olan Can abisi ile sohbet etti önce: Sorularına sadece "evet" cevabını vererek. Ama 160 puan almayı başardı.
Kartalkaya’da beden eğitimi öğretmenleri, pedagog ve animatörlerin oluşturduğu koca bir ekip vardı çocuklar için. Dolayısı ile kayak denemeleri dışındaki zamanını oyun salonu ve çocuk odasında geçirdi. Arada bir büyüklerin oturduğu salona gelip, beni yoklayıp, jeton ya da içecek istedikten sonra tekrar salona döndü.
SİNAN KAYAĞI SEVMEDİ
Çocuklar çok ilginç ya! Hemen gidip biriyle konuşabiliyor, arkadaş olabiliyorlar. Mesela Sinan, hemen birileri ile yakınlaşıyor. Ama ne var ki ertesi gün karda düzenlenen grup oyunlarına ve yarışmalarına katılmıyor... Kaybetme korkusundan desem, zaten bir sürü çocuktan oluşan iki grup var. Bireysel bir durum yok ki! Üstelik Jojo’nun sunucuları da oradaydı. Can abi, Yeliz ablaları falan da vardı ama benimki pek yaklaşmadı. Çocuklar coşarken, bizimki kendi kendine kar tepelerine tırmandı durdu.
Ve tabii bir kayak denememiz oldu. İlk ders için gerçekten çok sabırsızlanıyordu. Ama bir aksilik oldu ve ders saati kaçtı. O anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Düşünsenize çocuk bunu bekliyor ama iş bitmiş!!!
Eee, annelik işte. Hayatımda kayağa dokunmamış biri olarak, oğlana kayakları giydirdim. Yan yan yukarı çıkarıp tutarak indirmeye başladım. Yani kendi çapımda kulak dolgunluğu ile kayak öğretmeye başladım. Neyse ki o anda Nükhet ablası imdadıma yetişti ve Muammer abisiyle birlikte Sinan’a ilk kayak tecrübesini yaşattılar. Pistten "jet mobil" gibi indiler.
Sonuç: Benimki tırstı biraz. Çok fazla sevdiğini söyleyemem. İlk günkü kayak heyecanı ikinci gün yok oldu ve ders almamayı tercih etti.
Eh, ben de çok heveslendirmedim onu, doğruya doğru. Sonuçta beni aşıyor kayak işi. Bilen anne ve babalara bırakıyorum bu keyfi. Biz bingo, jeton, otel odasında meyve keyfi olarak idare ediyoruz işte...
Küçücük kulağın büyük dertleri
Pek çok anneye çocuk ve kulak dediğinizde beti benzi atar. Çocukların kulak hastalıkları muhtemelen en can sıkanlar arasındadır. Kendi çocuklarına olmasa bile, mutlaka bir tanıdıklarının çocuklarının kulaklarına tüp takılmıştır. Peki nedir bu tüp? Neden takılır, ne kadar önemlidir. Özellikle orta kulak
iltihabı yaşayanlar iyi bilirler bunun ne kadar sancılı ve sık tekrarlanan bir rahatsızlık olduğunu. Son zamanlarda farklı nedenlerden dolayı pek çok çocuğun kulağına tüp takılıyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Kulak Burun Boğaz Uzmanı Dr. Anıl Güngör bu yöntemin çocuklar için çok olumlu sonuçlar sağladığını söylüyor.
Orta kulakta sıvı toplanması ve sık kulak iltihabı, çocuklarda çok sık rastlanan bir hastalık. Genellikle östaki borusunun uyumsuz çalışmasına, çocukluk çağının koşulları dolayısı ile sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonlarına ve gelişmekte olan bağışıklık sisteminin yetersiz kalmasına bağlı.
Altı ay ile altı yaş arasındaki çocukların çoğu, bir veya birkaç kere orta kulak iltihabı geçirir. Daha büyük çocuklarda orta kulak iltihabı geçirme olasılığı daha düşük. Tedavi edilmez ve uzun süre devam ederse, çocuklarda kalıcı işitme kaybı, kulak zarında ve orta kulakta düzeltilmesi zor hasar oluşabiliyor. Aynı şekilde, tedavi edilmediğinde veya art arda tekrarlayan iltihaplanmalar olduğunda orta kulaktaki sıvı birikimi sürekli hale geliyor.
İşte böyle bir durumlarda ve antibiyotik tedavileri yeterli olmadığında, ameliyat ile kulak zarına küçük bir tüp yerleştiriliyor ve orada bırakılarak orta kulağa hava gitmesi sağlanıyor. Kulak tüpleri genellikle tekrar orta kulak iltihabı gelişmesini önlediği gibi, tüp sayesinde orta kulaktaki sıvı da boşaltılıyor.
HANGİ DURUMDA GEREKLİ?
Son yıllarda çocuklara kulak tüpü takıldığını giderek daha sık duyuyoruz, ancak cerrahi müdahale olduğu için, orta kulak iltihabında ilk tercih edilen tedavi yöntemi değil. Çoğu zaman orta kulak iltihaplarının yüzde 70’i kendiliklerinden, hiçbir müdahale yapılmadan iyileşiyor. Birçoğu virüslere bağlıdır veya vücudun normal bağışıklık sistemi bu enfeksiyonları yener. Bakterilerin neden olduğu orta kulak iltihaplarında antibiyotik tedavisi çoğu zaman yeterli olur.
Bazı durumlarda hiçbir şekilde rahatsızlık yaşamadan da tüp takmaya gerek olabiliyor. Büyük bademcik ve geniz eti olan çocuklara tüp takmak gerekebilir. Çünkü östaki borusunun fonksiyonu, çocuklarda geniz eti iltihaplanmalarında ve büyümelerinde daha da bozulur. Alerji, sinüzit, sigara dumanına maruz kalma da sıklıkla östaki tüpü fonksiyonunun bozulmasına neden olur. Bu durumun sürekli olması halinde orta kulaktaki iltihabi sıvı kalıcı hale gelir, koyulaşır ve zamk kıvamına erişebilir.
Bu sıvı metabolik aktivite sonucu ortaya çıkan yan ürünler yüzünden uzun dönemde kulak zarına, orta ve iç kulağa zarar verebilir. Kulakta sıvı birikmesinde işitmede yüzde 30’a varan kayıp olabilir. Bu sıvıda protein ve şeker olduğundan mikropların üremesi, dolayısıyla da sık sık yeni orta kulak iltihaplarının gelişmesi kolaylaşır.
TÜP TAKILDIKTAN SONRA
Kulak tüpü takıldıktan sonra sıvıların içeriden dışarıya atılması kolaylaşır ancak dışarıdan orta kulağa su girmesi ihtimali ortaya çıkar. Bu yüzden, kulak tüpü takıldıktan sonra yüzme, banyo, duş gibi, suyla ilişkili bazı faaliyetlerde çocuğunuzun kulak yolunu korumanız, gerekirse tıkaç kullanmanız gerekir.
Kulak tüpü, kulak zarında genellikle 12-18 ay süreyle kalır; daha sonra kendiliğinden kulak yoluna düşer ve kulak zarındaki delik kendiliğinden kapanır. Tüp, bu süreden önce de düşebilir. Düşen tüp, kulak kanalından kendiliğinden çıkmazsa, doktorunuz 18 ay ile üç yıl arasındaki bir sürede tüpün alınması gerektiğini bildirecektir.
Tüpü çıkarmak, takmak gibi zor değil. Muayenehane ortamında cımbız gibi bir aletle çekilerek alınır. Ağrı yapmaz, sorun yaşatmaz.
KULAK TÜPÜ AMELİYATINDA NE OLUR?
Eğer ameliyatın ne olduğunu anlayabilecek yaşta ise, çocuğunuza onu nelerin beklediğini anlatarak kendini ameliyata hazırlamasına yardımcı olabilirsiniz. Hastanede toplam kalış süresi, aynı anda geniz eti ameliyatı veya bademcik ameliyatı yapılmamışsa birkaç saatten uzun değil.
Çocuğunuz ameliyat sırasında bir anestezi uzmanı tarafından izlenir. Çocuğunuza bir maske ile genel anestezi verilecek ve yaklaşık 20 dakika süreyle uyutulacak.
Doktorunuz, kulak zarına kulak yolu içinden ulaşır. Kulak tüpü takılması için deride bir kesi yapılmaz.
Kulak zarında yaklaşık 2-3 mm uzunluğunda küçük bir kesi yapılarak orta kulaktaki sıvı buradan çekilir.
Kulak zarında açılan deliğe 2-3 mm çaplı küçük bir plastik tüp yerleştirilir.
ANNEMİN KÖŞESİ
Ana-kız BBG’si yapsınlar
Bazen bu köşeyi yazmak için oturduğumda ekrana boş boş bakıyor oluyorum. İşte o zaman anlıyorum ki annemi o hafta ihmal etmişim. Bu sefer de böyle oldu işte. Yahu, ben bu hafta annemi görmedim mi, onunla konuşmadım mı? Onunla komik ya da ilginç bir şey yaşamadım mı? E olmaz! Bize yakışmaz.
Biz, annem ve ben olarak, ailenin diğer fertlerini işe karıştırmadan, yemek ve kıyafet yardımı, benim vahim dolabımı toparlamak dışında da önemli şeyler yaşamalıyız oysa ki!
Aslında size bir şey söyleyeyim mi? Bu eve kapanılan yarışma programları var ya, anne ve kızları için de öyle bir program olmalı. İnanılmaz öğretici ve ders verici bir program olur. Ne kadar da ana kız malzeme var düşünsenize...
Yazının Devamını Oku 
21 Ocak 2006
Hem bu sayfa, hem de ekibinde olduğum Parents dergisi sayesinde uzun zamandır pek çok anne ile irtibattayım. Bana ya da bize sorularını soruyor, önerilerimizi bekliyorlar. Ama sadece endişelerini değil, onları şaşırtanları, iyi gelenleri ve ilginç detayları da paylaşıyorlar bizimle. Dolayısı ile pek çok farklı hikaye ve tecrübe ile karşı karşıyayım.
Pek çok anne için çocuğu çok özeldir. Bazı çocuklar ise herkes için özeldir. Nedense çok anne çocuğunun herkes için özel olmasını ister. Belki de öyleler ama bunun için son derece normal olan bazı şeyleri olağanüstü olarak tanımlayabiliyoruz.
Belki de kendi çocuklarımıza verdiğimiz fırsatlar bize verilmediği için neler yapabileceklerinin farkında olamadığımızdan kaynaklanıyor bunlar. Mesela iki yaşındaki bir çocuğun herhangi bir amblemi tanıması, o çocuğun annesi tarafından "süper zeka" olarak kabullenilmesine yetiyor. Belki de öyle ama ne neyin göstergesi olabilir?
Doğuş Rap yarışması sırasında Çocuk Aklı Danışmanlık şirketinden bana ellerinde ilginç bir doküman olduğu söylemişlerdi. Ben de hemen istemiştim onları. İncelediğimde gerçekten ilginç bilgiler olduğunu gördüm.
Çocuklar 18 aylıkken kurumsal etiketleri tanıyabiliyorlar. İki-üç yaşlarında belli marka isimleri ile kendi dünyaları arasında bağlantı kuruyor, marka çizmeye başlıyorlar. Mesela Bebeklere Barbie, bilgisayara Dell diyorlar. Dolayısı ile gördükleri markayı tanımaları gördüğünüz üzere pek garip değil.
Beş yaşındayken parayı verenler anne babaları olmak koşuluyla kendi alışverişlerini yapmaya hazır oluyorlar. Yedi yaşında ise kontrolü tamamen ele alabiliyorlar. 10 yaşına geldiklerinde 300-400 markayı hatırlayabiliyorlar.
ÇOCUKLAR 8 MİLYAR DOLAR HARCATIYOR
Tüketim dünyasına müthiş bir şekilde girmiş durumda çocuklar. Satın alma güçlerinin ilkokuldan sonra olduğunu sanıyorduk ama doğrusunu isterseniz daha yürümeyi bile öğrenmeden güçlü etkileri başlıyor. Çocukların alışverişe etkisinin nasıl bu kadar büyük olduğunu merak ediyorsanız, sebebi açık. Ailelerin yüzde 50’si alışverişe çocuklarıyla birlikte gidiyor. Özellikle de kentli çocuklar bütün satın alma kararlarına yüzde elliden daha yüksek bir oranda etki ediyorlar.
Size ilginç birtakım bilgiler daha iletebilirim. Türkiye’de 0-14 yaş arası için yapılan toplam yıllık harcama 8 milyar dolar. Bunun başını 2,5 milyar dolarla eğitim çekiyor. Sonra kıyafet, gıda, diğer, sağlık ve oyuncak geliyor sırasıyla.
Durumu şöyle özetlemişler raporun sonunda:
1980’ler (Hayır): Bana ısrar etme. Ben senin için neyin en iyi olduğunu biliyorum.
1990 (Belki): Peki, seni duyuyorum. Bunu düşüneceğim.
1995 (Evet): Senin bunu tercih ettiğini anlıyorum. Bunu sana alışverişe gittiğimde eğer ucuzluğa girmişse alacağım.
BU KONGREYİ KAÇIRMAYIN
28-29 Ocak’ta Lütfi Kırdar’da güzel bir konferans var: 0-3 yaş Bebek Sağlığı Konferansı. Yeni annelerin ve anne adaylarının ilgisini çekeceğinden eminim. Sabah 10’da başlayan ve bilgi veren konuşmaların yanı sıra pek çok firma katılıyor ve değişik sürprizler hazırlanmış. Konular arasında bebeğin doğumundan hamilelik süreçlerine, bebek tedavisinden babanın hamileliğine kadar pek çok konu, sizi sıkmayacak süreler içinde anlatılacak. Kaçırmamanızı öneririm.
Akupunktur tedavisi çocuklara da uygulanıyor
Kendi sağlığımız söz konusu olduğunda, çoğumuz her türlü alternatif tedaviye açık. Ama çocuklarımız söz konusu olduğunda çok daha titiz olduğumuz bir gerçek. Gelişen tıp ve alternatif tıp çocukları ihmal ediyor sanmayın. Hepimizin inandığı ve güvendiği bir yöntem olan akupunktur, artık çocuklar için de uygulanabiliyor. İğne veya lazer kullanılarak uygulanan akupunktur yöntemi ile alerjik astım, gece çiş kaçırma gibi sorunlara çözüm bulunabiliyor.
Uzun zamandır akupunktur tedavisi yapan Lazer Uzmanı Dr. Özgür Evren Ersoy çocuklarda akupunkturun özellikle temel rahatsızlıklarda çok olumlu sonuçlar verdiğini söylüyor. Bunların başını altına kaçırma çekiyor. Alerjik astım, öksürük gibi durumlarda da büyük faydası var.
Çocuklarda akupunktur tedavisi, tüm doktor kontrolleri yapıldıktan sonra uygulanacak bir yöntem. Yani, çocuğunuzun rahatsızlığı ne ise, önce konunun uzmanı olan doktorlara gitmek şart. Örneğin, sorun altına kaçırma ise ürolog ve pedagoga gitmelisiniz önce. Akupunkturu, onlardan sonuç çıkmadığı takdirde tercih etmek daha doğru.
Çocuklara bebeklikten itibaren iki çeşit uygulama yapılıyor. Birincisi iğneli akupunktur, diğeri ise lazer. İğneli olan daha etkili. Daha kısa sürede sonuç alınabiliyor. Ama bazen çocuklar iğneden korktukları için tedavi lazerle sürüyor. O zaman sonuç almak biraz daha uzun sürüyor.
Doktor Ersoy, alt ıslatma sorununun 5 seansta ortadan kalkabileceğini söylüyor. İlk seanstan sonra azalma başlıyor.
EĞİTİMİNİ ALMIŞ DOKTORA GİDİN
Dr. Ersoy çocukların ilk başta iğneyi görünce ürktüklerini anlatıyor: "Yaşları çok küçük değilse oturup onlara anlatıyorum. Tedaviyi ve nasıl uygulandığını, gerekirse kendi üzerimde gösteriyorum. Zaten saçtan ince bir iğne. Acımadığını görüyor, ikna oluyorlar."
Akupunktur ile alerjik astım ve öksürük krizleri için oldukça başarılı sonuçlara ulaşılmış. Çocuğun ilk önce göğüs doktorundan alerji uzmanına kadar gereken kontrollerden geçmesi şartıyla tabii. Akupunktur zaman zaman çok kilolu çocuklara da uygulanıyor. Tırnak yemek ya da tik gibi rahatsızlıklar da, akupunktur ile çözüm arananlara dahil. Akupunktur tedavisinin kekemeliği tamamen geçirmediği ama epey azalttığı görülmüş.
Maddi olarak da aile bütçesine yük olmayan bir tedavi şekli bu. Yalnız, akupunktur tedavisini yapacak kişinin kesinlikle tıp fakültesi mezunu olması gerektiğini unutmayın. Ayrıca Sağlık Bakanlığı tarafından verilen akupunktur uygulama belgesinin olması şart.
ALTINI ISLATIYORSA VAKİT KAYBETMEYİN
Uykuda alt ıslatma gerçekten pek çok ailenin yaşadığı bir sorun. Üstelik tedavisinin çoğunlukla geciktirildiği bir konu.
Pek çok aile, bu sıkıntıyı yaşayan çocuğunun tedavisi için uzun süre bekliyor.
Sünnet olunca geçeceği gibi doğru olmayan inanışlar da var. Ama geçmediği gibi, zamanla da artabiliyor.
Çocuğunuz 4-5 yaşında ve hálá altına kaçırıyorsa, bir an önce doktora danışmanızda fayda var.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annem bulur, ben uygularım
Yaptım yapacağımı, annemin fikrini çalıp uygulamayı genişleterek başkalarına sattım!
Cuma akşamı yemek için annemlere gittiğimde ve aile toplandığında annem ve Sinan hepimizi salona oturttu. Hazırlandıktan sonra sahne aldılar. Kargo’nun çocukların dünyasına kattığı şarkı olan "Benim gönlüm sarhoştur"u uyguladılar. Annem rüküş şarkıcı oldu, oğlum ceket ve kravatla çalgıcı kılığında...
Ertesi akşam ne oldu peki? Sinan, arkadaşları Derin ve Tibet’i ben bizim odaya çektim. Hepsine bir kılık, bıyık, sakal, gözlük takıp ellerine oyuncak müzik aletleri verdim. Ben de abartılı giyinip kıpkırmızı ruj sürdükten sonra, anne ve babaların önüne çıktık. Fasıl ekibi olmuştuk!
Çok ama çok eğlendik. Çocuklar hazırlanma aşamasında müthiş uyumlulardı. Ne yapacağımızı anlamışlardı sanki. Artık hedefimiz repertuvarımızı genişletmek.
Annemin bu parlak fikri epey işime yaradı. Kimileri çalmak diyebilir, biz yine esinlenmek diyelim...
Yazının Devamını Oku 
14 Ocak 2006
Hatırlıyorum da bir ara Sinan aylar boyunca elinde renkli bir oyuncak tırtılla geçirmişti günlerini... Bir de babasının aldığı, müzik çalan ve renkli ışıklar saçan kaplumbağası vardı. Bu iki oyuncak ile mama sandalyesinde kaşık kaşık yemek yedi, yatakta oynadı, yerde sürükledi, koltukta müzik dinledi.
Şimdi ise inanılmaz bir hızla tüketiyoruz oyunları ve oyuncakları. Okuma yazma bilmediği halde piyasaya çıkan bütün çocuk dergilerini alıyoruz. İçindeki oyuncaklar için tabii! Bir de onlar çabucak kırılarak sinir krizlerine de sebep oluyor üstelik. Ne var ki bir yazılı medya elemanı olarak dergi okumaya alışması için hayır demiyorum dergi taleplerine. Saklıyorum da hepsini. İleride okur! Arada bulmacalar falan var da onları çözüyoruz neyse ki!
Oyun ve oyuncak işini nasıl kontrol etmemiz gerekiyor acaba? Sanırım öncelikle büyükler olarak heveslensek bile yaşının uymadığı bazı şeylere erkenden başlamamak lazım. Dört yaşında yedi yaş oyunu almamak lazım mesela. Bazen de onlar hevesleniyor deli gibi. Mesela yazın bir arkadaşına babaannesi Nintendo Gameboy aldı. Anneleri pek istemiyordu ama alındı. Yazın sonuna doğru da benim oğluma benim halam hediye etti bir tane. İçinde iki oyun var. Ben, oğlanın bununla kafayı yiyeceğini sanıp, "Bak oğlum, günde şu kadar kere şu kadar saatten, şu kadar oynayabilirsin" gibi lüzumsuz muhabbetlere girdim. Ne var ki aradan aylar geçti ve oyun çekmecede duruyor. İlk haftalarda biraz oynandı sonra unutuldu.
Bu çok normal çünkü daha yaşları uygun değil. Daha doğrusu içindeki oyunlar onların yaşlarına uygun değil, çünkü artık üç yaş çocuğu için bile parmakla balon patlatma oyunu var.
Daha çok 8-10 yaş çocuklarında görüyorum bu tip el oyunlarını. Anneler çocuklarının deli gibi bunları oynamalarından şikayetçi tabii. Mesela lokantada ya da misafirlikte bazı çocukların bu oyunları elinden düşürmediklerinden yakınıyorlar.
Ben de onlara soruyorum. Masada ya da misafirlikte kimler vardı? Kendi arkadaşları. Çocuk kaç taneydi veya o çocuğun dengi var mıydı? Yok. Peki, bu çocuğun koca yemek sofrasında sizle politika ya da geyik muhabbeti mi etmesini bekliyorsunuz? Tabii ki o da tek başına bununla oyalanacak. Hem itiraf etmek lazım ki bize bulaşmadan bu şekilde sessizce oyalanmaları da çoğu zaman işimize geliyor.
Biz anne ve babalar da işimize geldiği şekilde bayılıyoruz konuları saptırmaya canım.
GAMEBOY DÜNYASINA GİRİŞ
Kaçarı olmayanlar için Gameboy konusunda biraz kılavuzluk yapayım. Aksiyon, macera, role-playing (bir karaktere bürünme) ve strateji oyunları için okuma yazma bilmeleri gerek. Dolayısı ile bunlar küçük çocuklar için pek uygun değil. Onlara yarış, spor veya zeka oyunları uygun. Bu tip oyunlar çocuğun yeteneğini artırmasına yardımcı da oluyor. Veya diğer bölümlerden bazılarını sizinle beraber oynayabilir.
Çocuğunuz karışık cümleleri okuyamıyorsa, strateji ve macera oyunlarından uzak durmak isteyebilirsiniz. Bu oyunlar bol yazı içerir ve karakterler oyuncu ile sohbet eder. Bu yazı ve sohbetler oyunun konu ve çözümü hakkında bilgi verdiği için okuduklarını rahatça anlayamayan çocuklar oyunu oynamakta zorluk çekebilir. O zaman da benim oğlan gibi "Beceremiyoruuuummmm" diye böğürüp ağlayabilirler. Sonuçta da ya siz çıldıracaksınız, ya da o oyunu duvara çakacak!!!
Beceremediklerinde oluşan gerginlik yüzünden tekrar oyuna başlamaları daha zor. O yüzden becerebileceği oyunlarla başlamalısınız. Büyük çocuklar zaten artık ne istediklerini bilir durumdalar.
Velhasıl efendim, televizyon gibi bu oyunlardan da kaçarımız yok. O yüzden onlarla doğru oynamayı öğrenmek ve öğretmek zorundayız. (Zaten babaların da bunlara epey düşkün olduğunu çok içerden biliyorum!)
Ayrıca ben de öğrenmek zorundayım çünkü yapamadım mı oğlum bana kızıyoooo...
Her şeyi bildiğini iddia eden ve kafa tutan bir çocuğa hazır olun
Beş yaş, çocukların karakter ve fiziksel gelişimlerinin hızlandığı ve kalıcı alışkanlıkların edinildiği dönem. Örneğin, sağ-sol el tercihi bu yaşta belli olur. Ayrıca bağımsızlıktan çok hoşlandıkları ve kendilerini yeterince büyük gördükleri için size kafa tutmaya da başlarlar. İlginç bir özgüvenleri vardır. Her şeyi bilir ve yaparlar. Daha doğrusu öyle sanırlar. Onlara sınır koymaya kalktığınızda da dik başlılıkları ortaya çıkar.
DİŞLER DEĞİŞİYOR: Beş yaşından itibaren çocuğunuzun dişleri değişmeye başlayabilir. Süt dişleri düşer ve yenileri çıkar. Bu değişim normal olarak alt ortadaki dişle başlar. Bu arada görüntüsünden rahatsız olabilir. Bu gelişimin sebebini açıklarsanız rahatlarlar.
SOLAK MI OLACAK?: Bu yaşlarda çocuğunuzun gelişimi çok hızlı ilerler. Sağ veya sol el tercihi kesinlik kazanır.
HER ŞEY OYUN: Oyun onlar için bir yaşam biçimi ve çok önemli. Günlük yaşamda karşılaştığı olayları bile kendi kendine oyun haline getirebilirler. Gerçekle hayal dünyasını ayırt edebildikleri için hayal güçlerini daha fazla kullanmaya başlarlar. Hareketli oyunlardan hoşlanır ve müthiş bir performans sergiler. Ayrıntılı oyunlar hoşlarına gider. Sesli ve ritimli çalgılarla oynamak ona çok zevk verir. Sizin de yardım ederek yapabileceğiniz lego ve maketlerden çok hoşlanırlar.
KENDİ BECERSİN: Bu dönemde bazı ihtiyaçlarını tek başına gidermesi için onu teşvik etmelisiniz. Mesela banyo yapabilir, giyinip soyunabilir. Yine de özellikle banyo faslında kontrolünüz altında olmasını öneririz.
ÇEKİNGENLİK DÖNEMİ: Beş yaşındaki çocuklar kendilerini kelimeler ile rahatlıkla ifade edebilirler ama bu sefer çekingenlik ortaya çıkmaya başlayabilir.
BİR BARIŞIK, BİR KÜS: Bu dönemde arkadaşlıkları güçlenmeye başlar. Bazılarıyla yakınlaşır ve daha iyi arkadaş olurlar. Onlarla sık sık kavga da edebilirler. Barışmaları çabuk olur. Bu yaştaki arkadaşlık ilişkilerine ispiyonlama da dahil. Bir oyuncak kırıldığında ya da oda dağınıklığında hiç tereddüt etmeden "Ben yapmadım, o yaptı" muhabbetine girerler. Bu durumda en doğrusu ortak oyun zamanları içinde gerçekleşen her durumdan bütün çocukları sorumlu tutmaktır.
KURALLAR GÜVEN VERİR: İlginçtir ama kuralları severler. Onlara uyum da göstermeye meyillidirler. Kuralları doğru uygulama sonrasında ödül almak onları çok olumlu etkiler. Büyüklerin gözüne girmek, onlar tarafından takdir görmek bu dönem çok önemli. Çünkü bu kurallar sayesinde kendilerini güvende hissedebilecekleri bir ortam içinde bulurlar. Okulda yapılan grup çalışmaları ve proje aktiviteleri de böyle bir güven duygusu verir çocuklara.
BİRLİKTE TAKILIN: Bu yaşta aile aktiviteleri ile de ilgilidirler. Onlarla beraber bir şeyler yapmaktan çok zevk alırlar. Dolayısı ile anne ya da babanın bazı işleri onlarla beraber yapması, hatta her gün mutlaka kısa bir süre olsa da beraber oynamaları çocuğun gelişimi için çok önemlidir.
EV ADRESİNİ VE TELEFONU ÖĞRENEBİLİR: Rakamların çoğunu bilir ve sayma tekniğini kavramıştır. Harfleri de tanımaya başlar. Bu yaşta okuma yazmayı söken çocuklar var ama açıkçası bu öğretmenler tarafından önerilen bir durum değil. Kelime haznelerinde yaklaşık 2 bin 500 kelime birikmiştir bile. Temel renkleri de bilirler. Sağ-sol kavramını anlarlar. Bu zamanda çocuğunuza evinizin adresini ve telefonları ezberletebilirsiniz.
ANSİKLOPEDİLERİ ORTAYA ÇIKARIN: Bu dönemde gerçeklere merakları artar. İlginç ama mantıklı sorular yöneltir ve bunların doğru cevaplarını duymak isterler. Bu durumda evinizde ansiklopedi bulundurmanız iyi olur. Unuttuğunuz okul bilgilerine bile ihtiyacınız olabilir.
PARAYI ANLARLAR: Para kavramını da anlamaya başlar. Ama az para, çok para nedir, henüz onu kavrayamazlar. Boyutu büyük olan parayı daha çok sanabilir. Ya da kumbaradaki parasının pek çok şeye yeteceğini...
KÜÇÜK ŞAKACILAR: Şakadan da anlamaya başlarlar. Arada bir ona şaka yapmanız başta onları şaşırtsa da sonra hoşlarına gider ve bir süre sonra onlar da size şaka yapmaya başlarlar.
HIZLA BÜYÜMEK İSTERLER: Bu yaş çocuğu büyümek için sabırsızlanmaya başlar. Bir yandan büyük çocuk gibi davranır, bir yandan da sizi anlamsız hareketleriyle şaşırtır. Kimin daha büyük, kimin daha küçük olduğu onlar için önemlidir. Arkadaş grupları içinde de bu ayırımı yaparlar. Fiziksel becerileri geliştikçe atlayıp zıplama, tırmanmak gibi işlere cüret ederler! Yükseklere tırmanmak belki de biz anne ve babaların boyuna ulaşma çabasındandır ne dersiniz?
AYRI KALMAYI SEVMEYEBİLİR: Bu yaştaki çocuğun ayrılıkla ilgili endişeleri tamamen yok olmamıştır. Bu yüzden beraber ya da ondan ayrı yapılacak gezilerde önceden onunla konuşmanız, durumu açıkça anlatmanız gerekir.
EVİN DIŞINI MERAK EDERLER: Beş yaş, bazı kurslara başlamak için de uygun. Çünkü ev dışı hayata ilgi göstermeye başlar. Müzik, dans, judo gibi pek çok kurs uygun olur. Yeni şeyler öğrenmekten çok zevk alırlar ama arada teşvike ihtiyaçları olur. İsteyerek başladıkları bir kursa arada bir gitmemek için maraz çıkarabilirler. Hemen pes etmeyin. Gerçekten memnun olmadıklarına emin olursanız o zaman başka bir şeyi deneyebilirsiniz.
REKABET DÜNYASINA HOŞGELDİNİZ
Beş yaşındaki çocukların bazı arkadaşlıklarında rekabet önde gider. Özellikle yuvada aynı sınıftalarsa, bu rekabeti daha iyi gözlemleyebilirsiniz. Bu durumda ikiliyi biraz ayırmakta fayda vardır. Bu rekabet örneği daha çok erkekler için geçerli. Kızlarda durum biraz daha farklılık gösterir. Onlar birbirlerinin fiziksel performanslarını değil, anne babalarını kıyaslarlar. Arkadaşlıklar arasında arada vuruşmalar da görülebilir. Özellikle erkek çocuklar arasında.
ANNEMİN KÖŞESİ
Annem yüzünden ben kilo alıyorum
Annemle büyük bir araştırmaya girdik. Kestane kebap fiyatlarını gittiğimiz bölgelere göre karşılaştırıyoruz.
Olay şöyle gelişti. Annem bir gün Nişantaşı’ndan Osmanbey’e yürürken canı kestane kebap çekmiş ve almaya karar vermiş. Nişantaşı’ndan alacakken, içinden "Dur ya, Osmanbey’den alayım, daha ucuzdur" demiş.
Demiş ama arada unutmuş. Tanıdığım kadarıyla annemin bu operasyon sebebi ucuza maliyet değil, kafasından kestaneyi atarak yememeyi sağlamaktı ya neyse... Nitekim, sonraki günleri de kestanesiz geçmiş.
Araştırmacı ve iştahlı ruhum bu görevi tamamlamaya karar verince, iş maddi ve kalorili olarak bana patladı tabii. İki bölgedeki kestane fiyatlarının aynı olduğunu öğrenmenin yanı sıra 200 gram kestane mideye indi.
Bugün yersin yarın gösterir durumu...
Yazının Devamını Oku 