Nora Romi

Çocukların ideal öğretmen tanımı

26 Mayıs 2007
Elime ilginç bir araştırma özeti geçti. 11 yaşındaki 25 öğrenci bir araya gelerek, "İdeal Öğretmen"in nasıl olması gerektiğini bulmaya çalışmış. Arama Danışmanlık tarafından organize edilen çalışmada, İTÜ Dr. Natuk Birkan İlköğretim Okulu’nda okuyan öğrenciler, dört farklı gruba ayrılarak, öğretmenlerinin olumlu ve olumsuz özelliklerini saptamış. Haberi okuyunca ilgimi çekti, detayları istedim.

Şu anda elimde o yazılar var ve onlara bakıyorum. Sayfa sayfa özellikler sıralanmış burada. Tahmin edersiniz listelerde neler olduğunu. Yine de biraz özetlemek isterim: Bir kere öğretmenlerinin titiz, saygılı, derslere iyi çalışan, hobi kazandıran, okula göre giyinen, disiplinli, derste görsel materyal kullanan, hemen sinirlenmeyen, terbiyeli, soruları dinleyen ve ilgilenen, sabırlı, ceza olarak fazla ödev vermeyen, deneyimli, oyunlarla ders yapan, dersleri tekrarlayan, dedikoducu olmayan biri olmasını istiyor çocuklar.

Peki ne istemiyorlar?

Teneffüse çıkarmayan, aşırı disiplinli, bağıran, kendilerini ve arkadaşlarını savunmaya izin vermeyen, argo ve gereksiz konuşan, tehdit eden, çok yazı yazan ve yazdıran, ilgisiz, ayırım yapan, sınıfı kontrol edemeyen ve kendini mükemmel sanan öğretmenleri istemiyorlar.

Çıkan sonuçlardan, çocukların öğretmeni sadece okulda ders veren biri olarak değil, aynı zamanda örnek bir insan olarak algıladıkları da dikkat çekiyor. Çünkü detaylar arasında sigara içmemekten, sağlığına dikkat etmekten, yabancı dil öğrenmeye gayret etmekten, hayata pozitif bakıp insanların içini açmaktan da bahsediyorlar. Hatta onlar için bir öğretmenin güzel ve okula uygun giyinmesi bile önemli. Ayrıca çocuklar öğretmenlerinin orta yaşlı ve evli olmasını tercih ediyor.

Tartışmalar sırasında ilginç detaylar çıkmış çocukların ağzından:

- Ödev olsun ama gereksiz olmasın; işlemediğimiz konulardan olmasın, anlaşılabilir olsun, çok yazı yazılan olmasın ve ceza ödevi olmasın.

- Bazı öğretmenler sınıfta kendi çocuğunu övüyor.

- Daha yüksek eğitimli öğretmenler alınmalı.

- Eğitimsiz değil, deneyimsizdi.

- Bazı öğretmenler çok katı. Yerinde şaka yapan, esprili, komik öğretmenler olsun.

- Derste sadece okuma yazma olmasın. Görsel materyaller kullanılınca dersi daha iyi anlıyoruz.

- Saçma cezalar vermesin.

- Diğer sınıflardan örnek gösteriyorlar. Abartmadan, doğru örnek verilsin.

- Grup çalışmaları yapılsın. Projeler yaptırsın.

- Öğretmen, öğretmen çocukları bir şey yaptıklarında "Sen öğretmen çocuğusun, nasıl bunu yaparsın?" diyorlar...

Peki bu kadar mükemmel öğretmeni bulduk; öğrenciler nasıl olmalı dersiniz? Neyse ki çocuklar bencillik etmemiş, onları da listelemişler. Buyrun bakalım...

Olumlu özelikler: Derslerine çalışan, sınıfta gerektiği zaman konuşan, saygılı, temiz, titiz, düzenli, öğretmenin bakışlarını dikkate alan, öğretmenine sorunlarını açıkça anlatan, derse geç kalmayan, sınava çalışan, iyimser, ödevlerini zamanında yapan, terbiyeli, derse karşı ilgili, aktivitelere katılan...

Olumsuz yönler arasında ise, yukarıdakilerin tersi dışında, gereksiz espri yapan gibi detaylar var. İspiyoncu, böbürlenen, alaycı, bencil, kavgacı, pasaklı, çabuk küsen, hiçbir etkinliğe katılmayan, okul kurallarına uymayan, öğrenmek istemeyen, söylenenlerin bir kulağından girip öbüründen çıktığı arkadaşları da istemiyorlar.

Tablo olarak baktığımız zaman ne kadar güzel listelemiş çocuklar... Tabii gerçekte böyle birileri var mıdır yok mudur bilemeyiz. Yine de ne kadar çok olumlu özelliğe "var" işareti koyabilir ve olumsuzlardakini azaltabilirsek, öğretmen ve öğrenci (ve tabii onların anneleri) olarak o kadar iyi bir eğitim dönemi yaşarız gibime geliyor.

Hadi hayırlı günler...

Bunu neden yapıyor

Hemen hemen tüm anne-babalar, okul öncesi çağdaki çocuklarının, bazı davranışları karşısında şaşırıp kalır. Örneğin 3 yaşındaki bir çocuk, yerde gördüğü tüm yaprakları toplamaya, ya da gittiği her yere evdeki bütün oyuncakları taşımaya çalışabilir. Bunun nedeni kısmen, okul öncesi çağdaki çocukların, yeni beceriler edinme ve bu becerileri kusursuz hale getirme konusunda çok heyecanlı olmasıdır. Bu yüzden kimi zaman uç davranışlar sergileyebilirler. İşte örnekler...

OYUNCAKLARINDAN AYRILAMAYANLAR

Davranış: Parkta oynaması için yanına bir tane oyuncak almasını söylüyorsunuz. Az sonra bir sürü oyuncakla geri geliyor.

Nedeni: "Parkta oynamak istediğin oyuncağı yanına al" dediğinizde, çocuğunuz gözüne çarpan tüm oyuncakları alacaktır. Çünkü bu dönemde o, söylemek istediğinizi değil, söylediklerinizi algılayabilir.

Başa çıkmanın en iyi yolu: Çocuğunuzu seçeneklere boğmayın. Evinizin bir köşesinde, parka götürülecek oyuncakların içinde durduğu bir kutu bulundurun ve dışarı çıkarken kutunun içinden bir-iki oyuncak seçmesine izin verin.

HAZİNE BİRİKTİRENLER

Davranış: Fast-food oyuncakları ya da sürpriz yumurta kutuları çok önemli. Onları atmaya kalktığınızda kıyamet kopuyor.

Nedeni: Sizin çöp olarak gördüklerinizi, çocuğunuz rengarenk hazineler olarak görür. Ayrıca, bazı şeylerin onun için duygusal anlamları da olabilir. Sürpriz yumurta kutuları, ona doğum günü hediyesinin kutusunu açtığı anı ve içinden çıkan hediyesini, fast-food oyuncakları ise dışarıda geçirdiği o eğlenceli günü hatırlatıyor olabilir.

Başa çıkmanın en iyi yolu: Ortalıkta dağınıklık yapan ve kaldırmazsa atacağınız şeyleri toparlaması için küçük bir kutu verin. Kutu dolduğunda, yeni bir şey koymadan bazı şeyleri atmanıza izin vermesi gerektiği kuralını koyun.

AŞIRI KURALCI DAVRANANLAR

Davranış: Yemek yerken, yere bir parça makarna düşünce heyecandan çılgına dönüyor ve siz onu yerden alana kadar hiçbir şey yemiyor.

Nedeni: Çocuğunuz hálá kuralları öğreniyor ve onları katı bir biçimde uygulamaya çalışıyor. Çocuğunuza her zaman yaptığı dağınıklığı toplamasını söylerseniz, şimdi neden makarnayı umursamadığınızı anlamayabilir.

Başa çıkmanın en iyi yolu: Ona, dağıttığını hemen toplamanın iyi bir şey olduğunu ama biraz beklemekte de sakınca olmayacağını anlatın. Yemekten sonra yeri temizleyeceğinizi söyleyin. Ve temizlerken ondan yardım isteyin.

ÖPMEYE DOYAMAYANLAR

Davranış: İki yaşındaki çocuğunuz, ne zaman komşunuzun 5 yaşındaki çocuğunu görse, yanına gidiyor ve yanağına bir öpücük konduruyor. Komşunuzun çocuğu bundan hoşlanmıyor ama sizinki bunun farkına varmıyor.

Nedeni: Bu, çocuğunuzun şefkat gösterebilmesinin tek yoludur. Henüz karşısındakinin beden dilini anlamakta zorluk çektiğinden, arkadaşının rahatsızlığını anlayamaz.

Başa çıkmanın en iyi yolu: Ona, arkadaşlarını selamlamanın ya da onlara sevgigösterisinde bulunmanın daha farklı bir yolunu gösterin.

ÇÖPÇÜLÜK YAPANLAR

Davranış: Parka giden 5 dakikalık yol, etrafta gördüğü her küçük şeyi cebine koymak istediği için yarım saatlik bir yolculuğa dönüşüyor.

Nedeni: Çocuğunuz dünyanın ne kadar şaşırtıcı olduğunu keşfediyor ve boyu kısa olduğu için ortalıktaki her şeyi fark ediyor.

Başa çıkmanın en iyi yolu: Çok fazla aceleniz yoksa bırakın kendi kendine eğlensin. Ama yerdeki her şeye dokunulamayacağını ve farklı bir şeyi almak istediğinde önce size sorması gerektiğini öğretin. Bu kuralı unutmaması için de, gördüğünüz şeylerin neler olduğunu ona anlatın.

Güneşin yararlı tarafı

Çocukların cildi, zararlı güneş ışınlarına yetişkinlere göre üç kat daha fazla maruz kalıyor. Güneş, uzun vadede çocuklara çok ciddi zararlar veriyor. Buna rağmen Türkiye’de ebeveynlerin yüzde 92’si çocukları için özel bir güneş koruma ürünü kullanmıyor. Oysa çocuklar için kullanılan ürünler, pediyatrik ve dermatolojik testlerden geçmiş, suya ve kuma dayanıklı ürünler olmalı. Ayrıca gün içinde tekrar tekrar sürülmeli.

Sağlıklı bir yaşam için çocukların güneşten korunması gerektiğine inanan ve daha fazla aileye ulaşmaya çalışan Vichy, UNICEF Milli Komitesi ile ortak bir yarışma düzenliyor. "Hayalindeki Yaz Tatili" başlıklı resim yarışmasında ilk üç dereceye giren çocukları güzel ödüller bekliyor. Yarışmaya katılmak için, çocuğunuzun yaptığı bir resmi 31 Mayıs’a kadar, President-Service Türkiye Vichy Resim Yarışması, Teşvikiye Caddesi No: 73 K: 3Teşvikiye-İstanbul adresine gönderebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Yardımlaşmayı da öğretmek lazım

19 Mayıs 2007
23 Nisan döneminde eğitim için yapılanları izledim. Herkes gibi ben de etkilendim. Ben de elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştım. Pek çok kanal, kurum, dernek ya da isimleri her ne ise, ciddi bir çalışma içindeydiler. Gurur vericiydi.

Biz yeni anne kuşağı, sadece kendi çocuklarımızın önemli olmadığına inanıyoruz. En azından ben öyle olması için uğraşıyorum. Bakabileceğimiz kadar doğuralım demenin yanı sıra, doğurmadan da bakabileceklerimiz olduğunu biliyorum. O yüzden yardım, destek ve sosyal kampanyaları takip etmek ve bunları duyurmak gerçekten önemli.

Ama bazı projeler sadece yetişkinlerin vicdani ya da merhamet noktalarına dokunarak işlemiyor. Onlar bizim çocuklarımızın sosyal sorumluluk sahibi olarak yetişmelerini sağlıyor. Hani başkaları için "medeni insan, medeniyet işte" deriz ya, öyle çocuklar yetiştiriyor. Bu işler sonradan, zoraki oldu mu bir yerde kopuyor çünkü. İşte onlar, bu işi çocukların ve gençlerin içlerine yerleştiriyorlar.

Bahsettiğim proje, birinci yılını dolduran Procter & Gamble (P&G), Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) oluşturduğu "Küçük Adımlar Büyük Yarınlar" projesi. Şimdiye dek 46 üniversiteden toplam 586 üniversiteli gönüllü çalıştı. 14 ayrı ilde 11’i lise ve 13’ü ilköğretim olmak üzere 24 okulda, 384’ü ilköğretim ve 305’i lise olmak üzere 689 öğrenciye ulaşıldı. Projenin uygulandığı okullarda geliştirilen 46 sosyal sorumluluk projesinin 43’ü hayata geçirildi.

Küçük Adımlar Büyük Yarınlar projesinde, Türkiye’nin geleceği çocuklar ve gençler el ele verdiler.

Projenin çerçevesinde, çeşitli üniversitelerde okuyan ve gönüllülük, sivil toplum, ekip çalışması, sosyal sorumluluk gibi konularda özel eğitim alan 500’den fazla Toplum Gönüllüsü genç, 4-11. sınıf öğrencilerine öğrendiklerini aktardılar.

Gençlerin rehberliğinde devam eden eğitimler yapıldı ve bir süre sonra uygulama başlandı. Çocukların kendi sosyal sorumluluk projelerini üretmeleriyle hayatın içine girdi.

Toplum gönüllüsü gençler, belirlenen ilkokullara giderek buradaki çocuklarla konuştular ve neye ihtiyaçları olduklarını ortaya çıkardılar. Belki bir kütüphane ya da bilgisayar odası, belki okullarına boya badana ve bakım... İhtiyaçları her ne ise önce buna karar verildi. Sonra bu çocuklar, üniversiteli abi ve ablalarının yardımıyla çevrelerinden maddi manevi destek almayı öğrendiler. Yani sadece sponsorlarının verdiği parayla idare etmediler. Belki boya firmasına gidip boya ve fırça almak için onları ikna edecek bir fikir buldular. Ve sonra amaçları neyse hep birlikte onu gerçekleştirdiler. Eksiklerini de PG ve TOG tamamladı tabii.

Bu küçük çocuklar, projeleri bittikten sonra da bu tip çalışmalara devam ediyormuş. İşte güzel tarafı burada. Hatta, çocuklar okullarında birer "Sosyal Sorumluluk Kulübü" kurarak yaptıkları çalışmaları sürdürülebiliyorlar. Anlayacağınız, başka bir proje için illa ki abi ya da ablaların gelmesini beklemeden, kendi başlarına çalışabiliyorlar.

Peki ben bunları niye yazıyorum? Sadece sizlere duyurmak, "bilin bari" demek için değil. Çocuklarımızı yetiştirirken onlara kazandırabileceğimiz bir özelliği daha yakalamak için. Bu tip projelere yardım etmenin, çocuklarımızı yaşları uygun olduğunda bunlara dahil etmenin yanı sıra, bizler de kendi çocuklarımıza bu tip sorumluluklar, görevler verebiliriz. En azından başlangıç olarak...

İşte bundan dolayı yazıyorum.

Çocuğunuzun otomobilde güvenli seyahat edebilmesi için

Bir anne olarak çocuklarımızın beslenmesine, uyku düzenine, oyuncaklarına ve gideceği okula kadar pek çok konuda son derece hassasız. Ne var ki, iş otomobil yolculuğuna gelince gevşeyebiliyoruz. İki dakika mızmızlanan çocuğumuzun kemerini gevşetebiliyor, onu kucağımıza alabiliyoruz. İşte burada çok büyük hata yapıyoruz. Geçen hafta, otomobilde çocuk güvenliği konusunda 1970 yılından beri çalışan Volvo’nun uzmanları ile birlikteydim. Çocuk güvenliği alanındaki gelişmeleri dinlerken, gözümün önünden, Türkiye’de ön koltukta tek başına seyahat eden, steyşın bagajlarda oyun oynayan çocuklar geçti.

Bir bebek doğduğu andan itibaren, otomobille yolculuk edeceği zaman özel koltukta oturtulmalı. Bu koltuğun pozisyonu, yeri ve çocukla birlikte büyümesi çok önemli.

Unutulmaması gereken en önemli nokta, çocukların yetişkinlerin küçük versiyonları olmadığı. Boyunları gelişim sürecinde bulunduğundan yeterince güçlü olmuyor. Başları da vücutlarına oranla bir yetişkininkinden daha büyük oluyor. Bu nedenle çocuklar, olabildiğince uzun bir süre, en az üç-dört yaşına kadar, gidiş yönünün tersine seyahat etmesini sağlayacak özel koltuklara oturtulmalı.

Çocuk, gidiş yönünün tersine yerleştirilmiş olarak seyahat ettiğinde, kaza anında meydana gelen güç, boyna çok fazla etki etmiyor. İsveç’deki Kraliçe Silvia Çocuk Hastanesi’nden Doktor Lena Franzen, "Önden çarpma sırasında geriye dönük oturan bir çocuğun tüm vücudu desteklenmiş oluyor ve bu sayede baş ile vücudun birbirinden bağımsız hareketleri en aza indirilmiş oluyor" diyor.

HANGİ YAŞTA NASIL YOLCULUK ETMELİ

Çocuklar 3-4 yaşına kadar yüzleri arka cama bakacak şekilde, yani otomobilin gidiş yönünün tersine yerleştirilen özel çocuk koltuklarında yolculuk edebilir. Boyu 1.40 olana veya en fazla 10 yaşına kadar entegre çocuk koltuklarıyla yolculuk yapmalılar. Yani yükseltici koltuklarla. Tabii burada bir ikilem yaşayabilirsiniz. Mesela 8 yaşına gelen çocuğunuz 1.40 boya ulaşmış olabilir. Ya da çocuğunuz 10 yaşını geçse bile 1.40 boya ulaşmayabilir. Bu durumda ne yapacaksınız? Önemli olan kemerin çocuğun vücudundan geçeceği yerler.

Volvo Cars Güvenlik Merkezi, Çocuk Güvenliği Uzmanı Lotta Jakobsson anlayabileceğimiz bir dille açıklıyor: "Entegre çocuk koltuğu veya yükselticiler, çocuğun oturma yüksekliğini ve pozisyonunu, emniyet kemerinin leğen kemiğinin üzerinden en ideal şekilde geçmesini sağlıyor. Bu sayede kaza anında vücudun alt bölgelerinden yaralanma riski azaltılıyor. Bunun yanı sıra çocuğa daha iyi bir görüş açısı sunulmuş oluyor. Yani, eğer kemer bele yakın geçerse çok tehlikeli olabilir. Vücut kemeri göğüs kafesi üzerinden geçmeli ve aynı şekilde sıkıca sarmalı. Emniyet kemerinin boyna temas etmesi sorun değil. Vücut kemerini asla kolun altından veya sırtın arkasından geçirmeyin".

Demek ki büyüyen çocuğunuzu arka koltuğa yerleştirip kemeri bağlayacak ve geçtiği yeri kontrol edeceksiniz. Doğru zaman gelene kadar da yükseltici koltuk kullanarak, çocuğun kaza anında zarar görmesini engelleyeceksiniz. Kazaların çoğu yüksek hızda olmuyor. Normal hızda giderken yaşanan çarpışmalarda da yaralanma ve ölümle karşılaşılıyor.

ÇOCUK KOLTUĞU, RİSKİ YÜZDE 90 AZALTIYOR

1960’lardan beri bu konuda araştırmalar yapan ve elinde 4 bin 500’den fazla çocuklu vakayı kapsayan bir istatistik havuzu bulunan Volvo Cars, şu sonuçlara varmış: Gidiş yönünün tersine yerleştirilmiş çocuk koltuğunda yolculuk yapan bir çocuk, çocuk koltuğunda oturmayan bir çocuğa oranla yüzde 90 daha az yaralanma riski taşıyor. Yükseltici çocuk koltuğunda oturan bir çocuk da, bağlanmamış bir çocuğa göre yüzde 75 daha az risk taşıyor.

Gelelim çarpışma testine...

İki farklı açıda hareket eden araçlarla, farklı şekillerde kazalar yaratılıyor. Arabaların içine cansız mankenler yerleştiriliyor. Bu mankenler farklı yaşlarda çocukların ölçülerine sahip. Büyükler için de farklı boy ve kilolarda yapılmış olanları var. Böylece çeşitli yaş ve bedende insanın, çarpışma anında neler yaşadığını inceleyebiliyorlar. İnsanların bir eşarp gibi savrulduğunu görüyorsunuz. Bu testlerdeki sonuçlar, gerçek kazalardan alınan verilerle birleştirilerek sürücü, yolcu ve yayalarla diğer araçların içindeki insanlar için yol güvenliğini iyileştirmek için kullanılıyor.

YAPILMASI GEREKENLER

Kısa yolculuklarda bile çocuğun doğru bağlandığından emin olun.

Çocuğunuza ve aracınıza en uygun çocuk koltuğunu seçin.

Kabarık kıyafetleri çıkararak emniyet kemerinin vücudu olabildiğince sıkı sarmasını ve çocuğun aşırı terlememesini sağlayın.

YAPILMAMASI GEREKENLER

Asla bağlanmamış bir çocukla yolculuk yapmayın.

Asla hava yastığı aktif ön yolcu koltuğuna çocuk oturtmayın.

Asla 1.40’tan kısa çocuğu koltuklarda standart emniyet kemeriyle bağlamayın.

EFSANELER VE GERÇEKLER

Efsane 1: Çocuklar geriye dönük olarak yolculuk yapmak istemiyor.

Gerçek: Küçük çocuklar genellikle otomobilde bulunmaktan hangi yönde olursa olsun mutludur.

Öneri: Eğer çocuk koltuğunu arka koltuğa bağladıysanız, çocuğunuzun sizi görebileceği şekilde bir ayna yerleştirin. Bu sayede çocuğunuz sizi görebildiği için kendisini güvende hisseder, siz de onun hareketlerini dikiz aynasından kolaylıkla takip edersiniz.

Efsane 2: Çocuk koltuğu her araca uymuyor.

Gerçek: Her çocuk koltuğu her otomobile uymayabilir.

Öneri: Çocuk koltukları üzerine yazılanları okuyun ve hangisinin sizin aracınıza uygun olacağını öğrenin. Ayrıca satın almadan önce, çocuk koltuğunun en iyi nasıl bağlanabileceğinin eğitimini alın.

Efsane 3: Piyasada gidiş yönünün tersine bağlanabilir çocuk koltuğu bulunmuyor.

Gerçek: Bazı yerlerde bu koltukları bulmak gerçekten zor olabilir. Ancak yavaş yavaş yayılıyor.

Öneri: İnternet üzerinden araştırma yaparak nereden satın alabileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Sinan’a sofra adabı öğretmeye çalışıyoruz

12 Mayıs 2007
"Sen zaten hiçbir şeyi anlatamıyorsun." "Sen zaten oyun oynamasını bilmiyorsun."

"Anneee yaaaaaa."

İşte son zamanlarda kibar oğlumdan duyduğum inci taneleri bu şekilde çeşitleniyor. Onu mutlu etmek gittikçe zorlaşıyor. Fırından çıkan yemek hakkında "Sinan, dikkat et çok sıcak" diye uyarmaya kalksam, ağlayacak şekilde bozuluyor ve kızıyor bana...

Oysa sadece uyarıyorum. Aynı şekilde başkalarını da uyarırım, sonuçta fırından çıktığını ben biliyorum.

Zaten kafasını yemeğe gömüp karnını doyurma manzarası beni yeterince çileden çıkartırken bir de azar işitmek ağırıma gidiyor.

Sıra ile bu işleri yoluna koymaya karar verdim. Bir yerden başlamak lazım tabii. Ben de terbiye kısmını ele alayım dedim.

Duydum ki, Swissotel’de Çocuklara Sofra Adabı Dersleri veriliyor. Sonrasında kurabiye süsleme gibi eğlenceli kısımları da var, ama beni açıkçası işin adap kısmı ilgilendiriyor!

Biz üç anne ve üç çocuk olarak salona geldik. Küçük küçük masalar, tam düğün sofrası gibi hazırlanmıştı. Bol çatal bıçak, kaşık vardı ortada. Yandaki küçük tabakta birer minik ekmek, ortada kapalı bir kapta tereyağı... Bizim danalar oturdular bir masaya. Diğer çocuklar da öyle. Sonra biz aileleri, yanda başka bir salona aldılar.

Çocukları ekrandan seyretmeye başladık. İşin bu kısmının çok eğlenceli olduğunu söyleyebilirim.

İki abla önce kendilerini tanıttılar. Sofra adabına geçmeden önce tanışma nasıl yapılır, onu gösterdiler: "Merhaba benim adım Nora, tanıştığıma çok memnun oldum" şeklinde karşılıklı törenler yapıldı. Sonra doğru sipariş verme şekli, çocuklara uygulamalı gösterildi; içecekler sipariş edildi. Yemekler gelmeye başlamadan önce de masada bulunan bir sürü malzemenin ne işe yaradığı anlatıldı. Peçeteler kucaklara yerleştirildi.

Mesela, soldaki kaşık ne için bilir misiniz? Çorba demeyin; o sağdaki çünkü. Soldaki kaşık spagetti için. Bizimkiler çorba ile başlayıp spagetti, ardından da et ve patatesle karınlarını doyurup tatlılarını yediler. Yerlerinden gerçekten kalkmadılar. Arada ablalar gelip çocuklarla birebir ilgileniyordu. Fena değildi bizim oğlanlar. Gerçi bir ara birinin balonu tutup, öbürünün çatalla patlatmaya çalıştığını gördüm ama ilk dersten büyük bir başarı beklemek doğru olmaz tabii.

Dersler ilgi görürse devamı söz konusu olacak. Çocuğumun İngiliz çocukları gibi belini bükmeden, kafayı kıpırdatmadan yemek yemesini beklemiyorum, ama değişik ve eğlenceli zaman geçirmesi açısından fena olmuyor. Hem ayrıca, birkaç şeyi de gerçekten öğrenmiş oldu. Ve öğrendiklerini evde tekrarlayarak iyice pekiştirmek de mümkün.

Yahu, tek istediğim pantolonunu peçete olarak kullanmasın ve yemek yerken o kafayı tabağa yapıştırmasın!!!

Her taraf Anneler Günü’yle ilgili olduğu için ben de içinizi baymak istemedim açıkçası. Hepinizin bu gününü kutlarım.

Doğru ayakkabı nasıl seçilir

Bebeğiniz bir yaşına geldiğinde yeni bir dönem başlar. Artık yürüme zamanıdır. Bu bütün aile fertlerini heyecanlandıran bir gelişmedir ama beraberinde bazı sorumluluklar getirir. Bunlardan biri de doğru ayakkabı seçmeyi bilmek.

Bebeklerle ilgili bütün ilkler, aileleri için unutulmaz olur. Ama bazı ilklerin yeri daha farklıdır, çünkü beraberinde bazı değişiklikleri getirir. Mesela ilk gülüşü hepimiz tatlı bir anı olarak hatırlarız. Ama ilk adım onu başka bir boyuta taşır. Bir dönemi kapatır, yeni bir dönemi başlatır. Anneler için yeni sorumluluklar getirir. Bunlardan en önemlisi doğru ayakkabı seçimi.

Peki nasıl bir ayakkabı olacak bu? Öncelikle sadece görüntüsü güzel, süslü diye ayakkabı almayın. Kış bile olsa, bileklere kadar uzanan bir ayakkabıya gerek yok. Zaten bebeğiniz son derece rahatsız olur ve bunu da çekinmeden belli eder. İlk seçiminiz, hiçbir zaman lastik ayakkabılardan yana olmasın. Lastik ayakkabılar ayakların çok çabuk terlemesine neden oluyor.

Bebekler yürümeye yeni başladığında oldukça sık düşer. Bu nedenle, ona destek olması için aldığınız ayakkabının topuğunun üst kısmının yumuşak olmaması gerekir. Ayrıca topuklu ve düz kösele tabanlar da bebeğin sıklıkla düşmesine neden olur. Tabanı lastik olanlar ise kaymayı önlediğinden düşme oranını azaltır.

İlk ayakkabı alışverişinizi bebeğinizle yapmanız çok önemli. Hatta bundan sonra uzun bir süre ayakkabı alışverişlerinizi onunla yapın. Çocuğunuz, ayakkabısı ayaklarını sıktığında yakınmaz, ağlamaz. Çünkü o yaşlardaki çocukların ayakları fazlasıyla yumuşak ve esnek olur. Bu nedenle çocuğun ayağına sağlıklı şekli vermesi için ayakkabı seçimi çok önemli. 3 ile 6 yaş arasındaki çocukların ayakları yılda iki veya üç numara birden atar.

Özetlemek gerekirse, ortopedik yapısı olan, yumuşak, rahat ve ayağın şeklini alan, hafif, havayı hapsetmediği için ayakları kuru ve serin tutan, dolayısıyla terletmeyen, koku oluşturmayan, hem iç hem de dış mekanlarda rahatlıkla kullanılabilen ayakkabılar, ideal çocuk ayakkabılarıdır. Bunun yanı sıra tasarımı ve renkleri de güzel olursa herkesi memnun eder.

AYAKKABI ALIRKEN...

á Çocuklar bazen modeli beğendiği için küçük ya da büyük gelen ayakkabının tam olduğunu söyleyebilir. Bu oyuna gelmemeye dikkat edin.

á Ayakkabının çocuğunuzun ayağına gerçekten uyup uymadığını elle anlayabilirsiniz. Çocuğunuz ayakta dururken, ayakkabının ucuna baş parmağınızla bastırarak tam oturup oturmadığını, büyük gelip gelmediğini kontrol edin. Ayakkabı en uzun ayak parmağından bir baş parmak ölçüsüyle uzun olmalı.

á Çocuğunuzun ayak numarasından daha kesin bir yöntemle emin olmak istiyorsanız ve etrafta ayağı ölçmek için hiçbir şey yoksa, ayağının taslağını çıplak olarak bir kartona çizin. En uzun ayak parmağına 12 mm daha katın ve kartonu öyle kesin. Karton ayak kalıbı ayakkabıya oluyorsa, ayakkabı uygundur. Her ayak için ayrı şablon hazırlayın. Bu kartonu hediye ayakkabı siparişleri için de kullanabilirsiniz.

á Temizlenmesi kolay ayakkabıları tercih edebilirsiniz. Ayrıca kolay kuruması da önemli. Çünkü çocuklar yollarda su birikintileri görüp onlara basmayabayılırlar.

Malzemesi nasıl olmalı

Yumuşak, hafif ve esnek olan ayakkabıyı tercih edin. Tabanı kaymaya karşı dayanıklı bir malzemeden olmalı. Topuksuz olması da kaza riskini biraz olsun azaltmaya yarar. Destekleyici tabanlardan uzak durun. Sağlıklı çocuk ayaklarının harekete, yani antrenmana ihtiyacı vardır ve kendi kendilerini dengelemeleri iyidir. Ayakkabıların dışı, hava alabilecek bir yapıda ve su geçirmez olmalı. İçi ise ayaklarda oluşacak nem ve teri kolayca emip, dışarıya atabilecek malzemeden yapılmış olmalı. Özellikle sıcak havalarda terletmeyen, bakteri ve koku üretmeyen ayakkabılar önemli. Bu açıdan delikli ayakkabıları önerebiliriz.

İlkyardım eğitimini erken yaşta vermek lazım

Aygaz’ın 5 yıldır yürüttüğü Dikkatli Çocuk Kazalara Karşı Bilinçlendirme Kampanyası kapsamında, 69 il merkezi ve 212 ilçedeki 721 okulda çocuklara eğitim verildi. Bugüne kadar 310 bin çocuğun yararlandığı eğitimde ev kazaları, ilkyardım, trafik, deprem ve yangın konuları anlatılıyor.

Aygaz’ın maskotu Aycan’ın da rol aldığı eğitimlerden Mardin’de Belediye Kültür Merkezi’nde yapılanı izledik. Eğlendirici ve dikkat dağınıklığına izin vermeyecek türdendi. Katılan tüm çocuklara dikkatli çocuk sertifikası verildi.

Aygaz Dikkatli Çocuk ekibinin başında bulunan Levent Karadeniz’e (40), anne babaların çocuklarına acil durumlara hazırlık eğitimini nasıl vermesi gerektiğini sorduk. "Çocuklara ilk yardımı anlatırken onların neyi yapıp neyi yapamayacağını düşünün. Çocuk dünyasını ve onun korkularını bulun. Kendi çocukluğunuzu hatırlayın yeter".

İleri sürüş uzmanı Gültekin Güler (29), trafik eğitimine büyüklerden başlamak gerektiğini anlatıyor: "Büyüklerin yaptığı hatalar doğrudan çocukları etkiliyor. Çocuklarsa araçlara binmeyi ve inmeyi öğrenmeliler. Çocukların sokaklarda oynamaması, çocukları okul bahçelerine ve parklara çekmemiz lazım." Eğitimin ardından oynanan "Yaşamak Güzel Arkadaşım" adlı tiyatro oyunu sayesinde bilgiler pekişiyor. Ayten SERİN

ÇOCUKLARA ÖNCELİKLE NEYİ ÖĞRETMELİ

á Birini elektrik çarptığında elektriğe çarpılan kişiye asla dokunmamaları

á Evde yalnızken kibrit, çakmak, kesici aletler ve naylon torbalarla oynamamaları

á Bir yerleri yanarsa 10 dakika soğuk suyun altında tutmaları

á Gözlerine bir şey kaçtığında gözlerini 15 dakika bol suyla yıkamaları

á Evde yalnızken burunlarına gaz kokusu gelirse hemen pencereleri açıp dışarı çıkmaları ve bir büyüğe haber vermeleri.

á Burunları kanarsa burun kenarlarını sıkıp başlarını 5 dakika öne eğmeleri

á Evde yangın çıkarsa hemen 110’u aramaları ve adresi tane tane vererek evdeki kardeşlerini de alıp evi terk etmeleri

á 11 yaşından önce trafiğe açık alanlarda bisiklete binmemeleri

á Deprem anında sabit bir eşyanın yanına uzanıp baş ve boyunlarını korumaları
Yazının Devamını Oku

Güle güle

5 Mayıs 2007
Hayatınızda bazı insanlar, bazı aileler vardır; olmalıdır. Çocukluğunuzdan beri onları tanırsınız. Belki her hafta görürsünüz, belki onları görmeden aylar geçer. Ama bilirsiniz ki orada, sevdikleri ile iyidirler, mutludurlar. Benim annemle babam 40 yıldır evliler. Bu 40 yılı sadece birbirleriyle değil, yaklaşık 6-7 çiftten oluşan arkadaş gruplarıyla da paylaştılar. 40 senedir her cumartesi akşamı beraber yemek yerler, her yeni yıla beraber girerler. İyi günlerinde de birbirlerinin yanında olurlar, kötü günlerinde de... Biri 31 Aralık gecesi doğum sancılarına tutulduğu için hepsi yeni yılı hastanede birlikte karşıladı. Biri zehirlendi diye aradan 30 sene geçtikten sonra yine hastanede yeni yıla girdiler...

Çok eğlendiler, çok ağladılar ve aradan zaman geçti. Bu çiftlerin çocukları (bizler yani), hatta torunları oldu.

Bizler, yani çocuklar görüşürüz, görüşmeyiz önemli değil. Ailelerimizin bize aktardığı ilginç bir bağ olmuştur aramızda.

O çocukların bazıları benim arkadaşımdı: Çocukken beraber oynadık, aynı okullara gittik. Bazıları ile senede birkaç kere görüştük ama iyi takıldık. Bazıları ise büyüğümüzdü...

O büyüklerin arasında biri vardı ki; benim ergenliğimi, gençliğimi yaşadığım patlama yılları olan 80’lerde bir yıldız gibiydi. Bir örnekti, "model"di. Sadece ben değil, benim yaşımdaki bütün genç kızlar için öyleydi.

O zamanlarda kızlar şimdiki gibi fotokopi halinde değillerdi. Herkes modayı takip eder ama aynı dolaşmazdı. Yine de bazıları daha rafine zevk sahibiydi. O da böyle biriydi. Saç kesimiyle, giyimiyle farklı ve iddialıydı. İddialı ama özgündü. Farkında mıydı bilemem ama bizi güzel ve özel giyinmeye heveslendirirdi. Hep gülerdi. Enerjisi hep pozitifti. Sadece görüntüsü ve enerjisi ile değil, yaşam tarzıyla, çevresiyle, gezdiği arkadaşları ve onlarla ilişkisiyle hepimizin ağzının suyunu akıtırdı. Onun gibi olmak isterdik.

Müthiş bir yaz düğünüyle yakışıklı bir adamla evlenmişti.

Çok yakışıyordu her şey ona.

Bir tek aramızdan gitmesi yakışmadı...

Ona hayran büyüdüğüm zamanlardan bu yana çok yıllar geçti. Onun kocaman iki oğlu oldu. Hastalık onu yakaladığında çocukları küçücüktü. Her zaman hayata bağlandı, çabaladı. Gerçek bir mücadele verdi. Ailesi hep yanında oldu. Arkadaşları da öyle. Zaten anne babalarımız gibi, onların da arkadaşlıkları çok eski ve köklüydü. Bütün desteklerini verdiler ona.

Ama buraya kadarmış.

Kime nasıl sarılacağımı bilemiyorum. Eşine mi, çocuklarına mı, kardeşine mi, annesine mi?

Çok dokunuyor... Bunun sırası da zamanı da olmuyor.

Sadece çok dokunuyor...

Anaokulu seçerken nelere dikkat edeceksiniz

Çocuğunuz anaokulu veya ilkokul çağına geldi. Onun için en uygun okulu, en mutlu olacağı adresi seçmek istiyorsunuz, ama nasıl? İşte seçiminizi yaparken dikkat etmeniz gereken önemli noktalar.

ÖNCE ÇOCUĞUNUZU TANIYIN

Burada anahtar kelime, çocuğunuza uygun olan okulu bulmak. İyi okul kötü okul sınıflandırması bu açıdan çok doğru sayılmaz. Başka bir çocuk için doğru olan okul, sizin çocuğunuza uymayabilir. Bu nedenle çocuğunuzu iyi tanımanız gerekir. Bir pedagog yardımı almanız fena fikir olmayabilir. O, çocuğunuzu gözlemleyerek, nasıl bir okulun uygun olacağı konusunda yardımcı olacaktır.

BÜTÇENİZ VE ÖNCELİKLERİNİZ

Eğitim kurumlarına ödenen ücretler birbirinden çok farklı. Dolayısı ile ilk olarak bütçenizi ve önceliklerinizi belirlemeniz lazım. Öncelikleri belirlerken dikkat edebileceğiniz pek çok nokta var: Kurumun evinize yakınlığı, servis imkanı, yabancı dil eğitimi, spor, folklor ya da bale gibi ekstra faaliyetler gibi. Önemli bir diğer nokta, verilecek eğitimin tarzı ve çocuğunuza kazandıracağı vizyon.

BİR EĞİTİMCİYLE KONUŞUN

Okulun disiplin anlayışı da önemli. Çocuğunuz için seçeceğiniz okul nispeten serbest mi, katı mı olacak? Bu sorunun cevabı çocuktan çocuğa değişir. Eğer çocuğunuzu tanıyan, devam ettiğiniz bir pedagog varsa, seçim öncesi ona danışabilirsiniz. Yaşı küçük olmasına rağmen uzmanlar çocuğunuz hakkında genel ama önemli verileri anlayabilirler. Bazı çocuklar daha kuralcı okullarda başarılı olabilir, bazıları ise daha serbest.

SIKI ARAŞTIRMA YAPIN

Çocuğunuzu göndermeyi düşündüğünüz eğitim kurumları hakkında geniş açılı bir araştırma yapmanız çok önemli. İşe internet siteleri ile başlayabilirsiniz. Daha sonra okulu ziyaret etmeniz, eğitimcilerle görüşmeniz gerekir. Seçtiğiniz okulun hem ana sınıfını hem de ilkokulunu gezmelisiniz. Hatta orada okuyan çocuklarla ve anneleri ile konuşarak çok önemli bilgiler alabilirsiniz. Sınıflara bakabilir, kaç öğrenci- öğretmen olduğuna dikkat edebilirsiniz. İdeal tablo şudur: 2-3 yaşındaki çocuklar için 5 öğrenciye 1 öğretmen, 3-4 yaşında 7 öğrenciye bir öğretmen, 5 yaşından sonra da 15 öğrenciye 1 öğretmen. Kurumun yemek sistemi, temizliği ve güvenilirliği konuları da çok önemli. İkinci bir ziyareti çocuğunuzla yapabilirsiniz. Ona okulu tanıtıp burada çocukların nasıl eğlendiklerini, güzel vakit geçirdiklerini, arkadaşlıklarını gösterebilir, böylece onu heveslendirebilirsiniz.

ÖDEV VE FORMA MESELESİ

Forma, önerilen bir uygulama. Öncelikle anneler için kolaylık sağlıyor. Çocukların da okula giderken giyim odaklı düşünmelerini engelliyor. Küçük yaşlarda olmasa da, yaşlar ilerleyince önce kız çocuklarında başlayan giyim ve marka endişesi bütün çocukları etkiliyor. Ayrıca forma, bir kuruma ait olma duygusu verdiğinden önemli. Ödevlere gelince... Pekiştirme yapmak ve bir disiplin sağlamak acısından özellikle ilk senelerde verilen ödevler önemli. Çocuk, ödevler sayesinde görev disiplini almayı ve okul sonrası saatlerini doğru planlamayı öğrenir. Bu açıdan ödev vermeyen okul çok önerilmez. Ödevin miktarını tartışabilirsiniz.

YEMEK KONUSUNA DİKKAT

Büyüme çağındaki çocukların protein ağırlıklı beslenmeleri; yoğurt ve süt ürünleriyle kalsiyum, karbonhidratlı yiyecekler ile enerji, meyve ve sebzelerle de vitamin almaları gerekiyor. Tüm bu besin gruplarının belirli kalori miktarı içeren bir mönüyle sağlanması gerektiği konusunda uzmanlar hemfikir. Oysa yapılan araştırmalara göre; okul kantinlerinin yüzde 97’sinde salata ve neredeyse yarısına yakın bölümünde de süt bulunmuyor. İstanbul genelinde yapılan bir başka araştırmaya göre ise; okullarda kantin bulunma oranı yüzde 100’e yakınken, yemekhane bulunan okul oranı yüzde 20’yi geçmiyor. Öğle yemeklerinde kantinlerde satılan fast food tarzı yiyecekler çocuklara daha cazip geliyor. Tam gün eğitim veren okulların, yemek firmalarıyla işbirliği yaparak sağlıksız beslenmenin önüne geçmesi gerekiyor. Okullarda çocukları bekleyen başka bir tehlike de, sağlıksız ve hijyenik olmayan koşullarda üretilen yemekler. Dolayısı ile yemeklerde hangi malzemelerin kullanıldığını bilmek hakkınız.

Bu kitaptaki yemekler iştah açıyor

Yemek yemek, çoğu çocuk ve dolayısıyla anne için neredeyse bir eziyet. Anneler, doğru ya da yanlış yolları kullanarak, yemekte kitlenen ağızları açmaya çalışıyor. Şimdi, iştahsız çocuklarla uğraşan annelerin işini kolaşlaştıracak bir kitap var. Pediatrik Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Benal Büyükgebiz hekimlik, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik mezunu Dilek Baş tasarım bilgisini birleştirerek, çocukları hem besleyecek hem de eğlendirecek yiyeceklerin sunumlarını bir kitapta topladı. "Anne Yemekte Ne Var"ın reçetelerini uygulamak için biraz yetenek gerekiyor.

Kitapta temel besin gruplarını ve vücut için önemini basitçe anlatan Prof. Dr. Büyükgebiz, özellikle 5 yaşına kadar çocukların zaman zaman bazı yiyecekleri yemek istemediklerini belirtiyor: "Bu davranış çocuğun normal büyüme süreci ve kimlik gelişiminin bir parçası. Geçici ve üzerinde durulmadığı takdirde kısa zamanda çözümlenecek bir şey. Anne, öğün saatlerinde planladığı normal yiyecekleri vermeye devam etmeli. Ama yemesi için ısrar etmemeli" diyor.

Annelere düşen önemli sorumluluklardan birinin de, beslenme saatlerini eğlenceli kılmak olduğunu söyleyen Büyükgebiz, bunun için şu önerilerde bulunuyor:

"Parlak renkli tabakların kullanılması, tabakların süslenmesi başvurulacak en akılcı, en pratik ve sonuçları en çabuk alınan yöntemler. Çocuğun hem yediği miktarı artırmak hem de denediği besinleri çeşitlendirmek amacıyla görsel unsurlarla zenginleştirilmiş tabaklar çok işe yarar. Ancak anne bu arada sakin ve kararlı olmayı sürdürmeli. Isrardan ve baskı yapmaktan kaçınmalı. Bu durumdan etkilendiğini belli etmemeyi başarmalı."

Anne Yemekte Ne var, 47 Numara Yayıncılık’tan çıktı. Toplam 28 sayfa. Giriş bölümünde çocukların alması gereken besinler ve değerleri ile ilgili detaylı bilgiler veriliyor. Ardından "yemek tabağı tarifleri" geliyor. Her biri adını bir hayvandan almış. Kaplumbağa’nın yapımında ıspanaklı makarna ve salatalık, Papağan’ın yapımında tel şehriyeli pirinç pilavı ile brokoli kullanılmış. Fotoğrafları yemeye kıyamayacağınız kadar güzel görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Mardin’in yetenekli parmakları

28 Nisan 2007
Her zaman görmek istediğim bir yerdi. Eşim, seneler önce gördüğü için beni götürmüyordu! Bense, son 4 yıldır anne ve çocuk dünyasına yöneldiğimden beri, daha da gitmek ister olmuştum. Beni duyanlar olmuş. Bu 23 Nisan’ı oğlumla Mardin’de, müthiş resim yapan çocuklarla geçirdik.

Türkiye’nin ilk atık torbası Koroplast’ın yaratıcısı Korozo, Mardin ve ilçelerindeki ilköğretim okullarında okuyan öğrencilere yönelik çevre konulu bir resim yarışması düzenlemişti. Firma, "Geleceğin Fırçaları" adını taşıyan resim yarışmasıyla, hem öğrencilere resim yapmayı sevdirerek eğitici ve sanata teşvik edici bir etkinlik düzenlemek hem de yüzlerce çocuğa ve ailesine çevre koruma bilinci kazandırmak istiyordu. Tam 10 çocuk, değerlendirme sonucu ödül aldı. İlk üç resmi yapan çocukların okuluna bilgisayarlar hediye edildi. Birinci Kevser Kıdır, ikinci Duygu Aytır ve üçüncü Mirzo Çorak başta olmak üzere tüm çocukların gözlerindeki ışıltı görülmeye değerdi. Dereceye giren on çocuk, ödül töreninde Tuluyhan Uğurlu’nun ekibiyle minik bir davul gösterisi bile yaptı.

Çocuk yarışmalarına jüri olarak katılmaktan büyük haz aldığımı ve işlerin bir parçası olabildiğim için gurur duyduğumu her fırsatta söylüyorum. Yanlış anlamayın, bu tip bir jüriye katılmanız için size para da vermiyorlar! Alabileceğiniz en güzel şey, yardımlarınız için minik bir plaket. Ben de onları kütüphanemde en güzel yere yerleştiriyorum. Kim bilir, belki de çocukluğumda alamadığım ödüllerin yerine koyuyorum onları kendi çapımda!

Neyse, biz Mardin’e dönelim... Uçaktan indiğimiz andan itibaren, otele bile gitmeden başladık dolaşmaya. Deyrulzafaran Manastırı, Kasımiye Medresesi, Ulu Cami, Bakırcılar ve Tellallar Çarşısı, ara sokaklar ve Abbaralar (sokak içlerinde, üstünde ev olan tünel geçitler diyebilirim anlamanız için), postane binası... Ertesi gün Antik Dara şehri ve müthiş kalıntılar, Kırklar Kilisesi... Törenimiz olduğu için gezimiz kısa sürdü ve ben Midyat’ı göremeden döndüm ama gördüklerim bir süre beni idare eder.

Doğrusunu isterseniz bol bol da çocuklu aile vardı şehri gezenler arasında. Şehrin artık kıymeti biliniyor ve yerli yabancı turistlerin merakını çekiyor. Zaten çocukla gidilebilecek bir yer. Çünkü gezilecek yerler birbirine çok uzak değil. Çok tırmanma da yok. Size en yakın zamanda Mardin’e, çocuklarınızla bir ziyaret yapmanızı öneririm.

Bir başka yarışma

Hamur, çocukların bebekken oynamaya başladığı malzemelerden biri. İnanın, her anne ve çocuk, o hamurlarla kendini aşmıştır kaç kere. Bunun kısa sürede farkına varan Play-Doh, çocukların hayal güçlerini geliştirmek için Play-Doh Hamurdan Hayaller Yarışması düzenliyor. Bu senenin kazananları belli oldu, yine müthiş işlerin ortaya çıktığını söyleyebilirim.

3-6 Yaş Grubu’ndan, 4 yaşındaki Tılsım Tüzün birinci, Damla Ortaç ikinci (6), Arda Çalışkan üçüncü oldu. 7-9 Yaş Grubu’nda birinciliği Lal Çevik (8), ikinciliği İlker Kılıçarslan (9), üçüncülüğü de Beyza Baykan (7) aldı.

Ne olur seneye bu yarışmaların duyurusunu kaçırmayın (ki bunları ben de öğrendikçe sizlere bildiriyorum) ve çocuklarınızı teşvik edin. Son bir hatırlatma: Disney Kanalı açılıyor. Bunun için 29 Nisan’da Rahmi Koç Müzesi’nde saat 14.00-17.00 arasında parti olacak. Çocuklarınızı götürebilirsiniz. Çünkü pek çok etkinlik onları bekliyor.

Çocuklar kitap okumaya ne zaman başlasın

Çocuklarımıza daha bebekken kitap okumaya başlamamız gerektiğini konuşuyoruz. Anneler olarak birbirimize kitaplar öneriyoruz. Bazılarını beğeniyor, bazılarını beğenmiyoruz. Peki kitap seçimini nasıl yapmalıyız, çocuklarımıza kitap okumaya ve okutturmaya ne zaman başlamalıyız. Çocuk kitabı yazarlarından Nuran Turan’a sorduk.

Bir çocuğa ne zaman ve nasıl hikaye okumaya başlamalıyız?

- Anne karnındaki bebekle konuşmanın ne denli faydalı olduğu, uzun zamandır uzmanlar tarafından dile getiriliyor. Bence de anne ve baba, anne karnındaki bebekleriyle konuşarak ona sevgilerini iletebilirler. Ona anlatacakları, kendi hayatlarına dokunan gerçek öyküler, bebeği hayata hazırlamaya yardımcı olur kanısındayım. Çocukların en çok öğrenebildikleri yaş 0-5 yaş arası olarak saptanmış. Gelişmiş ülkelerde, çocuklara bu yaşlarda çok yükleniliyor. Örneğin İngiltere’de okuma yazma yaşı dörde indirilmiş. Amerika’da da öyle. Avustralya’da da aynı uygulamaya tanık oldum. Çocuklar akşam yatağa kitapla giriyor.

Okuma alışkanlığı kazandırmak için aileler neler yapmalı?

- Çocukları kitapla tanıştırmakta asla geç kalınmamalı. Hazırlanan öylesine güzel kitaplar var ki! Bebeklerin ellerine aldığı kitapları yırtma eğiliminde olması bilinen bir gerçek. Bu yüzden bebeklere yırtılmayan bez kitaplar üretiliyor. Banyoda da kullanılabilecek, yırtılmayan ve sudan etkilenmeyen kitapların üretilmesi, çocuklar ne kadar erken okuma alışkanlığı kazanırsa, o kadar iyidir savını da destekler nitelikte. Ayrıca Uzakdoğu’da üretilen sesli kitaplar, çocukların ellerinden düşüremedikleri arasında bulunuyor. Dokunma duygusunu geliştiren, çeşitli hayvanların kürklerinin, derilerinin aynısı gibi yapılmış resimli kitaplar da çok hoş. Bir tavşanı, bir kediyi, bir geyiği okşayarak duyumsayabilmek, çocukların çok hoşuna gidiyor. Ayrıca kokulu kitaplar var. Resimli kitaplarda çilek, elma, şeftali görüp de onun bir de kokusunu koklamak ne hoş değil mi? Böylece çocuk, küçük yaşta bütün duyu organlarıyla kitabı algılıyor, seviyor ve onu hayatının bir parçası olarak görmeyi öğreniyor.

Bazen biz anneler, bir kitabı okurken spontan olarak belli değişiklikler yapıyoruz. Bazen kelimeleri beğenmiyoruz ya da özetliyoruz. Bunun bir sakıncası var mıdır?

- Bu durumun bir sakıncası yok. Her anne ve baba çocuğunu daha iyi tanır. Çocukların konuyu anlamasına yardımcı olabilmek için bu tür değişiklikler yapabilir. Bu durumun sadece gelecekte çocuk tarafında "beni kandırdın" psikolojisi yaratma ihtimali bulunuyor.

Klasikler dışında kalan, konusunu bilemediğimiz yeni bir masalı seçerken nelere dikkat etmeliyiz?

- Bu konuda öğretmen ve velileri çok ciddi bir görev bekliyor. Okul ile ailenin işbirliği yapması gerekiyor. Bütün kitapları bir kişi okuyamaz. Bunu okul kitaplığına yapılacak seçkilerde ciddi bir çalışma yaparak çözümlemek mümkün sanırım.

Herkes çocuk kitabı yazabilir

Herkes çocuk kitabı yazabilir. Yazdıkları da yayımlanabilir. Ülkemizde daha eleştirmenlik müessesesi tam gelişmedi. Aslında en iyi eleştirmen okurdur bence. Doğal olarak da zaman.

Çocukların zamanları çok değerli. Canları da çabuk sıkılıveriyor. Öte yandan sevdiği şeylerden de asla vazgeçmiyor. Ayrıca bilmediklerini öğrenmeyi seviyorlar. İlgi alanları geniş bir yelpazeye yayılıyor. Ben çocuklara okulda öğrenecekleri bilgileri verme konumunda görmüyorum kendimi. Zaten öğretmen kökenli olmadığımdan, öyle bir kimliğe bürünmem de olanaksız. Çocukları eğlendiren, hayata hazırlayan, satır aralarında genel kültür, özellikle de kendi kültürümüzü tanıtan öyküler yazıyorum. Öylesine büyük ve köklü bir kültür hazinemiz var ki. Öykülerimde Mevlana, Yunus Emre, Nasreddin Hoca gibi şahsiyetlerin yanı sıra Kapadokya, Dolmabahçe Sarayı, Pera Palas, Rumeli Hisarı, Kız Kulesi, Kapalıçarşı gibi mekanları da kullanıyorum. Atatürk’ün olağanüstü kişiliğini çocuklara tanıtmak üzere yazdığım kitaplarımın, çocukların ellerinden düşmemesi beni çok sevindiriyor. Atatürk kitapları yazmaya başladığımda bir öğretmen arkadaşım; "Atatürk’e kargaları mı kovalatıyorsun?" demişti. Atatürk’ün Türk çocuklarına söylemek istediklerini, kendi yaşadığı mekanlarda, günümüzün çocuğu Serdar’la dolaşarak anlatmak hoş bir serüven oldu benim için. Ben Burhan Felek’in öğrencisiyim. "Bugünün insanının fazla vakti yok, mümkün olduğu kadar kısa yazın" demişti, Burhan Felek hocam. Kısa ve özlü yazmaya çalışıyorum. Kelime seçimine gelince; ben kuşaklar arasında kopmalar yapabilecek sözcükler yerine güncel hayattaki konuşma dilini tercih ediyorum. Türkçemizin zenginliğinden de faydalanmıyor değilim.
Yazının Devamını Oku

Benim çocuğum yapmaz

21 Nisan 2007
Çocuklarımız bazen bizi şaşırtacak, onlardan duymayı beklemediğimiz laflar edebiliyor. Kimi anne, bunu çocuğunun çok zeki olmasına bağlıyor, gururlanıyor. Kimisi bunun sadece tadını çıkarıyor, gülüyor, eğleniyor. Çocukların eskiye nazaran çok ama çok daha büyük bir algı dünyasının içinde yetiştiğini göz önüne alırsak, bana bunlar son derece normal geliyor. Çocuklara "süper", "ileri", "özel" gibi sıfatları yapıştırmak yerine, bu duyduğumuz cümlelerin tadını çıkarmak sanırım daha akıllıca! Ama benim bu yazıda değinmek istediğim cümleler, zeka pırıltısı taşıyanlar değil. Şöyle anlatayım:

23 Nisan için bir meslektaşım, Sinan’a birkaç soru yöneltti. Bizimki zar zor cevap verdi. Sıra "Annen sana en çok ne zaman kızar?" sorusuna geldi; cevap yok! "Peki sen annenin en çok nesine kızıyorsun?" sorusuna hemen cevap verildi:

"Ne zaman bir yere gitsem hep ’nereye gidiyorsun?’ diye soruyor. Buna kızıyorum."

Fotoğrafçı arkadaş, kafasını makineden kaldırdı ve bana baktı. Ben de ona...

Bu cümle bir zeka pırıltısı taşımıyor.

Bu cümle zamanlama sorunu taşıyor: Çünkü bu cümle ergenlik cümlesi! Bundan yaklaşık 5-6 sene sonra söylenmeli. Ne zaman bir yere gitsem... Gittiği de evin içinde bir odadan öbür odaya, yanlış anlamayın. Tek başına onu sokağa, mahalleye, bahçeye falan saldığım yok. Koca caddenin ortasında oturuyoruz zaten. Bakkal bile yok ortada gitsin diye...

Beni yine sardı düşünceler... Şimdi bu lafları ediyorsa, ergenlik döneminde kim bilir bana neler yapacak. İki yaş sendromunu nasıl geçirirse ergenliği de öyle geçirir derler, acaba öyle mi gerçekten diye düşünürkeeeeennnnn; tabii ki anneliğim bir adım öne geçmeyi başardı. Hangi cümleyle dersiniz: Benim çocuğum yapmaz!

Bu cümleyi çocuklarının yaşı küçük anneler söyler sanırdım ama öyle değilmiş. Çocukların yaşı büyüdükçe, anneler onlara daha da toz konduramaz oluyor.

Böyle diyen annelere seslenmek istiyorum.

Neden senin çocuğun yapmazmış? Ne farkı var senin çocuğunun? Ayrıca onların neler yapabileceğini bilmiyorsanız, hemen William Golding’in "Sineklerin Tanrısı" kitabını okuyun derim. Ya da en azından filmini seyredin. İşte o zaman görürsünüz çocukların neler yapabileceğini. Ve tabii sizinkinin de...

Çünkü onlar çocuk. Her şeyi yapabilirler. Evde başka, anneannenin yanında başka, okulda başkalar. Şimdiden ayrı dünyaları, ayrı ilişkileri var.

Evet, sizin çocuğunuz yapar. Yapmazsa bir anormallik vardır. Siz bu lafı edeceğinize, ne oldu ne bitti ve olanların tekrarlanmaması için ne yapabilirsiniz onu bulun bakalım.

Bu arada, 23 Nisan haftasında da nasıl azarladım ama sizi! Hepinize iyi bayramlar. Lütfen pazartesinin bari bir kısmını çocuklarınızla geçirin.

Ekolojik pazarın küçük satıcıları

Bu yıl bir grup çocuk, 23 Nisan Bayramı’nı diğerlerinden biraz daha farklı kutlayacak. Her cumartesi İstanbul Feriköy’de kurulan Ekolojik Pazar’da, kendi yaptıkları pazar önlükleri ile satış yapacaklar. Amaçları doğa ile uyumlu yaşamayı öğrenerek küresel ısınmayla mücadele etmek. Bugün giderseniz onlardan alışveriş yapabilirsiniz.

İklim değişikliği ve küresel ısınma artık hayatımızın bir parçası. Okullar, öğrencileri bilinçlendirme çalışmalarına başladılar. Pek çok okul, gündemi yakalayarak işlediği konular arasına küresel ısınma ve çevre korumayı da kattı. Kimileri ağaç dikme günleri düzenledi.

Atölye Çocukevi’nde de, çocuklara sağlıklı beslenmenin, bilinçli tüketimin ve doğayla uyumlu yaşamanın önemini anlatabilmek için uzun soluklu bir proje başlatıldı. Amaç; çocukların yediği meyve ve sebzeleri tanıması. Yazın yaz meyvelerini, kışın kış meyvelerini yemeleri gerektiğini öğretmeye çalışıyorlar.

Çocukevi’nin yöneticileri, Buğday Derneği ile çalışarak, öğrenilenlerin akılda kalmasını sağlayacak ekolojik oyunlar ve atölye çalışmaları düzenledi. Ardından da Ekolojik Pazar’da satış yapma fikri ortaya çıktı. Çocukların hepsi atölyede kendisine birer pazarcı önlüğü dikti.

Bugün çocuklar Şişli’deki Ekolojik Pazar’ı geziyor ve satış yapıyor. Siz de çocuklarınızla oraya uğrayabilir; hem ekolojik alışveriş yapabilir, hem de çocuklarınızın başka çocuklarla tanışmasını, çevre bilinci edinmesini sağlayabilirsiniz.

OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLAR İÇİN ÖRNEK ÇALIŞMA

Peki, son zamanlarda gündeme gelen çevre bilinci kavramı, çocuklar için ne kadar anlam taşıyor? İkinci sınıf öğrencisi Burak’ın annesi, oğlunun artık evde açık ışık bırakmadığını söylüyor. "Prizde de hiçbir şey tutmuyor. Hatta bazen ayarını şaşırıyor, ortada ne var ne yok imha etmeye kalkıyor" diye anlatıyor. Dört yaşındaki bir başka öğrenci, eve alınan çileklerin yamuk yumuk ve kocaman olduğunu görünce "Ama bunlar hormonlu" diye annesini uyarmış.

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü Okul Öncesi Öğretmenliği Programı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bruce Johnson-Beykont, Atölye Çocukevi ve Buğday Derneği’nin ortaklaşa yaptığı bu çalışmanın, bütün diğer okulöncesi eğitim veren kurumlara örnek olması gerektiğini söylüyor: "Yurtdışında da bu tip çalışmalar başlamış durumda. Hepimiz artık biliyoruz ki,çocuklar bir şeyi en iyi dinlerken değil, yaparken öğrenir. Bu aşamada konunun ne olduğu, onları ne kadar ilgilendirdiği de önemli tabii. Bir de bir kerelik olmaması çok fark eder. Yani devamlılık gerekir.Biz büyükler çevremize zarar vermeye devam ederken, bu tip projeler çocuğa farklı açılardan pek çok şey öğretir ki, bu gerçekten bazı şeyleri değiştirmeye başlamanın temel yoludur. Yemeklerimizin nereden geldiği, toprak ve suyunönemi gibi."

Çocuklara sanatı sevdiren kitap

Meşhur The Art Book (Sanat Kitabı)’nın çocuklara yönelik versiyonu olan The Art Book For Children (Çocuklar İçin Sanat Kitabı), YEM Yayın tarafından Türkçe’ye çevrildi. Tüm dünyada büyük ilgi gören, temel sanat eğitiminde başvuru kaynağı olarak kabul edilen Çocuklar İçin Sanat Kitabı, İngiltere’de 7-14 yaş kategorisinde "İllüstrasyonlu En İyi Çocuk Kitabı 2005" ödülü sahibi.

İçinde 30 sanatçının en çok tanınan ve klasikleşmiş eserleri var. Bu eserlerdeki yaklaşım ve eğilimleri inceleyen kitapta, çocuklara bir sanat eserini "okuma"nın yolları öğretiliyor. Çocuklar sorularla yönlendirilerek algılama yeteneklerinin artması sağlanıyor. Sanatçıların eserlerini neden ve nasıl ürettikleri anlatılarak, çocukların yaratıcılık ve hayal güçlerinin canlandırılmasına çalışılıyor. Bir resim, heykel veya fotoğrafa bakarken, o sanat eserinin ardındaki düşünce, anlam, rol ve işlevleri araştırmalarını sağlanıyor. Kitap ayrıca, çocuklara bir sanat eserinin arkasında üzücü, komik, şaşırtıcı ya da korkulu bir hikaye olabileceğini anlatarak, öğrenme sürecini eğlenceli hale getiriyor.

Kitap çocuklar için, ama anne babalar da göz gezdirirken ilgilerini çekecek pek çok şey bulabilir.

Bebek şenliği başladı

Bebek ve çocuklara yönelik ürünler satan Joker/Maxitoys mağazalarında Bebek Şenliği başladı. Geleneksel hale gelen şenlik, 15 Mayıs’a kadar tüm mağazalarda sürecek. Etkinlik kapsamında, bebek gereçleri, oyuncak , giysi ve aksesuvar gruplarında yepyeni ürünler görücüye çıkıyor. Şenliğin en göz alıcı taraflarından biri ise, özel promosyonlar ve Bonus Card ile alışverişte6 taksit fırsatı.

ÇOCUKLARA SORDUK

Çevre temizliği konusunda neler söylemek istersiniz? (2-3 yaş)

- Çöpleri dışarıya atmayalım. (Deniz A)

- Çöpleri çöp kutusuna atalım. (Bulut)

- Denize de çöp atmayalım. (Defne)

- Kağıdı kağıt kutusuna atalım. (Nedim)

Geri dönüşüm nedir? (3-4 yaş)

- Yeniden yapılma. Kağıtların yeniden yapılması. (Alp)

- Eşyaları yeniden kullanmak zorundayız. (Mehmet)

- Geri dönüşüm kağıtları vardır. (Ali)

- Annemle geri dönüşüm yapıyoruz. Aynı eşyaları yine yine kullanıyoruz. (Can)

- Şişeleri yeniden kullanmak. (Toprak)

- Gazete ve teneke kutuları kullanmak. (Bulut)

Yerlere çöp atarsak ne olur? (3-4 yaş)

- Dünyamızdaki hayvanlar yok olur. (Bulut)

- Bira kutularını suya atmamalıyız.(Ali)

- Çöpleri, kağıtları denize atmayalım. (Kaan)

- Balıklar yok olur. (Teo)

Ağaçlar ne işe yarar? (3-4 yaş)

- Oksijen veriyor. Kağıdımızın her yerine resim yapmamalıyız.Yoksa kağıt bizi sevmez. (Teo)

- Meyve veriyor. (Ali)

- Ağaçları koparmamak gerekiyor. (Yasemin)

Küresel ısınma ile ilgili ne söylemek istersin? (4-5 yaş)

- Eğer tüm buzlar erirse dünyamız sular altında kalacak, bu çok kötü. (Okyanus)

- Buzlar artık kalmayacak ve oradaki hayvanlar ölecekler. Ben onların ölmesini istemiyorum. (Ata)

- Lütfen kurşunsuz benzin kullanın. (Devin)

- Çok araba almayın çevremizi kirletiyor. (Ali Emir)

- Eğer küresel ısınma devam ederse ülkemiz çöl olacak, yani susuz kalacağız. O yüzden öğretmenim ben küresel ısınma istemiyorum. (Efe)
Yazının Devamını Oku

Özenli gebeler

14 Nisan 2007
Bizim ofiste iki tane hamile var. İkisi de kız bekliyor. Onları izliyorum. Arada, beraber kahvaltı eder ya da yemek yerken sohbet ediyoruz. Bana hazırlıklarını anlatıyorlar, sorularını soruyorlar. Aslında şanslılar tabii. Parents dergisinin çıktığı yerdeler. Ben ya da Deniz onların daimi hemşireleri gibiyiz. Onları izlerken ne kadar özenli ve hevesli olduklarını görüyorum. Bebekleri için yaptıkları alışverişleri, seçtikleri ürünleri anlatıyorlar. Gelen hediyelerden bahsediyorlar.

Onları dinlerken kendi gebelik dönemim geliyor aklıma doğal olarak...

Hatırlıyorum da, ben hiç öyle eşyalara meraklı değildim. Hoş, ben düğünümün yapılacağı yeri bile düğün sırasında görmüştüm! Bu kızlar en ufak şeyle bile saatlerce ilgileniyorlar. Takımların eksiksiz, uyumlu olmasına dikkat ediyorlar. Beğenmediklerini gözleri görmeyebiliyor. Oysa ben işe yarar diye varolan her şeyi hazırlamıştım. Bir tek gelen hediyeler arasında, sevmediğim renk olan nil yeşili eşyaları kullanmamıştım. Onlar da bir ya da iki taneydi.

Gidip bir şeyi takımladığımı, değiştirdiğimi bilmem. Bu benim karakterimle mi alakalı, emin değilim. Sanırım biraz da çocuğumun erkek olmasıyla ilgili. Doğumdan sonra da bu gevşekliğim devam etti (Hoş, ev işi konusunda da aynı gevşekliğim vardır ve bu kocamı sinir eder!).

Oğlan çocuğu dediğin uyumlu giyinmek zorunda değildir. Hatta giysilerinin temiz olma süresi ilk on dakikadır. Saçların taralı kalma süresi de... Büyük bir çoğunlukla en sevdiğiniz pantolonunun paçaları yırtılır, dizleri aşınır. Bluzunda yemek listesi olur. Ve bunlar biz oğlan analarını hiç rahatsız etmez. En azından özel zamanlar dışında, rahatsız etmez.

Tabii başta bu kadar rahat değildim. Ama özenle giydirdiğim her kıyafetini mutlaka lekelemesi, artık benim konuyla ilgilenmeyen biri haline gelmeme neden oldu. Benim gibi fazla kadın yoktur biliyorum ama, erkek çocuk annelerinin, kız annelerine nazaran bu konuda daha rahat olduğu kesin.

Zaten kız çocukların süse olan düşkünlüğünün ben artık doğadan geldiğine inanıyorum. Pembe sevmeyen kız çocuğu yok. Sonra büyüyünce benim gibi değişim geçirenler oluyor neyse ki! Ama oğlanlar arasında da özel ilgi alanları olabiliyor. Bunların da başında ayakkabı geliyor. Şaşırtıcı değil mi? Ama öyle. Çok erkek çocuk biliyorum ayakkabıya düşkün olan...

Hamilelerimi izlerken, onları bu kadar heyecanlı görmek hoşuma gidiyor. Çünkü bu heyecanlarını sadece bebek alışverişi konusunda değil, bakımı konusunda da hissedeceklerine inanıyorum.

Yine aynı şekilde geçen hafta, bir hamile kıyafet markasının, alışveriş merkezinde gerçekleştirdiği hamile sohbetlerinin ilkine dinleyici olarak katılmıştım. Çok büyük bir alan değildi ve neyse ki bütün sandalyeler çoğunlukla hamileler tarafından doldurulmuştu. Önce konuşmacılar anlattılar, sonra da insanlarımız sorularını sormaya başladı. Başta tek tük olan sorular neyse ki sonraları biraz sıklaştı. Ben de çenebaz biri olarak yanımdaki hamilelerle lafladım biraz. Hepsinin ne kadar dikkatli beslendiğini dinledim onlardan. Artık kızartma bile yemiyorlar. O kadar dikkatliler anlayacağınız. Ben yine de çok kasmamanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Ne de olsa kadının hayatında en haklı bahane ile yemek yiyebileceği bir dönem. Biraz tadını çıkarmalı.

Neyse, hamile göre göre biraz eskiyi andım... O kadar işte...
Yazının Devamını Oku

Kasmayalım çocuklarımızı yahu...

7 Nisan 2007
Yukarıda yazdığım cümleyi kendi kendime okurken bile, kulağımda Avrupa Yakası’ndaki Kubilay’ın sesi çınladı nedense! Ben bazen çocuklarımızı çok kastığımızı düşünüyorum.

Bazen de otorite kuramadığımız için hiçbir şeyi beceremediğimizi...

Geçen gün bana artık tak etti...

Dikkat ettim, benim oğlan 6,5 yaşında. Ama ne sifon çekiliyor, ne ışıklar kapanıyor. Yemekte ellerini çatal, bıçak, peçete olarak kullanıyor, yakında bardak olarak kullanmasından endişeliyim.

Okuldan gelince elli kere söylememe rağmen üstünü değiştirmiyor.

Düşündüm ki, ben hiçbir şey becerememişim.

Moralim bozuldu açıkçası... Başladım Sinan’a çatmaya: "Bu hareketler sana yakışmıyor. Senin ve benim böyle olma hakkımız yok"dedim. Sanırım anlamadı.

Konuştum konuştum, yine anlamadı. Unuttuğunu iddia etti, bunun üzerine konuştum. Olmadı... Başladık kavgaya...

Evet, gerçekten moralim bozuldu ve oğluma temel hiçbir şeyi öğretememişim gibi hissettim. Ama sonra da yatmadan önce uzun uzun konuşarak biraz lüzumsuz bir iş yaptım gibi hissettim.

Ertesi gün ofiste küçük not kağıtlarını çıkardım. Üzerine mesajlar yazarak basit ve güzel resimler çizdim. "Sinancığım, hoş geldin. İstersen üzerini değiştir" gibi. Yanında kalp resmi, öpücük resmi falan... Bunun gibi 4-5 not kağıdı hazırlayıp uygun noktalara yapıştırdım.

Akşam tesadüfen onları görünce çok hoşuna gitti; pek eğlendi. Şimdi bakalım bu eğlenceli yöntemin sonucu ne olacak? Ama işe yarayacağını umuyorum.

Bazı durumlarda çocukları bu kadar gerenlerin aileler olduğunu düşünüyorum. Bana kızabilirsiniz ama ailelerin aldığı bazı kararları da çok gereksiz buluyorum. Mesela "silah alınmayacak", "eve Barbie girmeyecek" tipi uygulamalar...

Ya da bebek doğmadan okul derdine düşenler...

Çocuğu yaşını doldurmadan liseleri tartışanlar...

Bir arkadaşımın doğum günüydü. Bir grup anne bir araya geldik. Ve son zamanların en sıkıcı doğum gününe tanık oldum. Çünkü sadece çocuk ve çocukla alakalı konular konuşuldu. Üstelik abartılı bir şekilde.

Çizgi film seyrettirmeyenler, çocuğunun Hülya Avşar’ı tanımadığını gururla iddia edenler...

Bunları gerçekten gereksiz buluyorum. Bunları çocuklarımıza yapmayalım.

Çizgi film seyredecekler, Hülya Avşar’ı ya da Mehmet Ali Erbil’i tanımaları yanlış değil.

Onları biblo gibi yapmak durumunda mıyız?

Bazı şeyleri ne kadar yasaklasak da, uzaklaştırsak da, çocukluğun doğasından kaçamayız. Siz uzaklaştırın ama başka bir şey onları yaklaştıracaktır. İstediğiniz kadar eve oyuncak tabanca sokmayın, çocuğunuz oyuncak tabanca ya da plastik kılıç tutacak. Kızlar, arkadaşlarında Barbie’yi görecek. Oynayacak. Ve isteyecek.

Bence önemli olan, onları yasaklarla büyütmek değil. İleride kendi kararlarını verecekleri zaman doğru olduğuna inandığınız kararlar vermelerini sağlayacak temeller atmak. Siz şimdi ona istediğiniz kadar cipsi yasaklayın. Zamanı gelip de kendi kendine öğle yemeği yiyeceği zaman cips almasını bu şekilde, bu temellerle önleyemeyiz. Bu iş bence yasaklarla, saklamalarla olmuyor. İleride yapmasını istemediğimiz şeylerden kaçmadan, onlarla beraber, onları anlatarak, tanıtarak, hakkında düşünerek, tartışarak onları uzak tutabiliriz ancak. Neden istemediğimizi, onların neden istememesi gerektiğini anlatmalıyız.

Kolay iş değil; biliyorum.

İşte bu yüzden ikinciye gözüm yemiyo ya!!!

Banyo saatini eğlenceye dönüştürün

Bahar ayları gelip hava ısındıkça, bebeğe banyo yaptırmak çok daha keyifli ve uzun süren bir hal alır. Onu temizlerken hem bebeğin hem annenin hem de babanın eğlenmesini sağlamak mümkün.

Bebeğin banyo zamanı, anne ve baba için oldukça eğlenceli bir zamandır. Eskiden bebeklerin doğduktan sonra ilk bir ay yıkanmaması tercih edilir, üşütüp hasta olmasından korkulurdu. Ama artık doktorlar bebeğin eve geldiği ilk günden itibaren her gün yıkanmasını, mümkünse bunun hep aynı saatte yapılmasını öneriyor. Bu saat ailenin düzenine göre değişse de, akşam uykusundan öncesi öneriliyor. Çünkü banyo bebeği gevşetip uykuya hazırlıyor.

Banyo yaptırmadan önce, size gerekli olacak bütün malzemeleri hazırlamanız, bebeğinizi banyoda yalnız bırakmamanız açısından önemli bir noktadır. Pamuk, yumuşak bez veya küçük havlu, iki banyo havlusu, temiz bez ve giysiler, yumuşak saç fırçası, sabun veya şampuan, bebek yağı, banyo küveti, küvet içinde kaymasını önleyecek banyo filesi ya da başka bir aparat ve sıcaklığı ayarlanmış temiz su.

NASIL YIKAYACAKSINIZ

Bebeğin yüzünü, burnunu, kulaklarını ve boynunu yumuşakça temizleyin. İçinde, sıcaklığını dirseğiniz veya bileğinizin iç kısmıyla kontrol ettiğiniz temiz su bulunan kap üzerine getirerek başını temiz su ile ıslatın, gözleri yakmayan şampuanı ile başını nazik hareketlerle önden arkaya doğru masaj yaparak yıkayın. Temiz ve ılık suyla başını durulayın. Bebeği sırt üstü yatırın, bir kolunuzu başının altından geçirerek koltuk altından sıkıca kavrayın. Diğer elinizle iki bacağından veya yumuşakça poposundan tutun, suyun içine önce vücudun alt kısmını, sonra tüm vücudu suya sokup yıkayın. Daha sonra vücudu kurulayın ve nemlendirici sürün. Eğer size yardım eden biri varsa vücudunu yıkadıktan sonra yağlayabilir ve su ile durulayabilirsiniz. Böylece fazla yağ gidecek ve bebeğinizin cildine yetecek kadar yağ, üzerinde kalmış olacaktır.

Eğer göbeği düşmediyse bebeğinizi yıkarken dikkat edeceğiniz bir nokta daha var. O da akan su kullanmanız. Yani bebeğinizi yıkadığınız yere (küvet ya da leğen) akan suyu tekrar kullanmayın.

Banyonun yanı sıra bebeğinizin göz ve kulak temizliğini de bu sırada yapabilirsiniz. Bu işlem için, kaynatıldıktan sonra ılıtılmış su ve pamuk topları yeterli olacaktır. Temizliğe yüzünden başlayın, bebeğin ilk önce gözlerini temizlerken her göz için yeni pamuk kullanın.

Banyo için en uygun zaman iki emzirme arası. Karnı ne çok aç ne de tok olmalı, çünkü aksi takdirde midesi bulanabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi gece uykusundan öncesi doğru bir zaman. Yaz aylarında gündüz uykusundan önce de bebeğin serinlemesi için banyo yaptırılabilir.

Banyo için bebeği rahatlatabileceğiniz uzunlukta bir zaman harcayın. Asla bebeği banyoda yalnız bırakmayın. Mutlaka bir nedenle gitmeniz gerekiyorsa, bebeği havluya sarıp yanınıza alın.

Banyo, annenin fiziksel olarak rahat edebileceği bir yerde yaptırılmalı. Çömelmek yerine ayakta durması, bebeğin banyosunu bir tezgah veya masa üzerinde yaptırması daha kolay olabilir.

Yenidoğan döneminde banyo yapılan odanın ısısının 27 derece, daha büyük bebeklerde 25 derece olmasına özen gösterin. Klimalı veya hava akımının fazla olduğu yerlerde banyo yaptırmayın. Bebekler soyunmadan önce tüm malzemeleri hazırlayın. Çünkü soyunduktan sonra malzemeleri hazırlayayım derken bebeğin üşütmesine neden olabilirsiniz.

Banyodan çıktıktan sonra onu kremlemeniz, bebek masajı ya da jimnastiği yapmanız ilişkiniz için çok verimli. Eğer havalar serinse ve bebeğin banyodan sonra bulunduğu ortam soğuksa bunu sıcak zamanlara bırakmanızı öneririz. Bebeğinizi hemen kremleyip giydirmeniz ve giyinikken biraz esnetme hareketleri yaptırmanız daha uygun olabilir. Ama güzel havalarda bunun tadını çıkarmayı ihmal etmeyin.

İzmir’deki fuarı kaçırmayın

İzmir’de bu sene dördüncüsü yapılan Anne Çocuk Fuarı, 19-22 Nisan tarihleri arasında düzenleniyor. Kültürpark’taki Uluslararası İzmir Fuar Alanı’nda düzenlenen etkinlik, 11.00-20.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. Bebek ve çocuk sektörüyle ilgili pek çok firmanın katılacağı fuarda yeni çıkan ürünlerin yanı sıra bilgi olarak da pek çok yeniliği bulabileceksiniz.

ANNEMİN KÖŞESİ

Ben ekmek kraliçesiyim

Evliliğimin ilk yıllarında eve ekmek almayı unuturdum. Çünkü ben yemek sırasında ekmek yemeyen biriydim. Bu kimin sayesinde oldu? Annemin tabii...

Azarı işite işite öğrendik ekmek almayı. Sonra yemek de bilmiyordum, onu da öğrendim. Ne var ki son zamanlarda eşim annemi arayıp beni şikayet eder oldu. Neden? Çünkü iyice ihmal etmeye, şişirmeye başlamışım yemek işini. Tabii, kaynanam o kadar güzel yemek yapınca olan bize oluyor.

Peki ben ne yaptım? Kayahan ailesini örnek aldım, ekmek yapmaya başladım! Zeytinli, tam buğdaylı... Neler neler yapıyorum. Mucizeler yaratıyorum. Gerçi o makineler çorba, kek falan da yapıyormuş; yakında onları da yapacağım.

Kimse tutamaz beni. Ekmek yedirmenin yolu, ekmek yapmaktan geçiyormuş, duyurulur.

Nefes kesen bir kitap

Her evde bulunması gereken, her gün okumasanız bile zaman zaman sayfalarını hayrete düşerek çevirebileceğiniz "Anne Karnında Yaşama Yolculuk" adlı kitabı arşivinize koymanızı öneririm. Kitapta hamilelik ve doğumun gizemlerini gözler önüne seren 300 harika fotoğraf yer alıyor. Döllenme, embriyonun oluşumu, organların gelişimi, iskeletin oluşumu, kalbin ilk atışı, ışığı ve sesi algılama, doğumun öyküsü....Gerçekten resimler çok çarpıcı ve insan inanamıyor. Saga dizisinden çıkan kitap, 224 sayfa ve 45 lira.
Yazının Devamını Oku